Kültür-Sanat

Belli bir konudaki bilgi ustalığı dünyanın her yerinde artık “Prof. Dr.” olarak adlandırılıyor. Türk dili ve edebiyatı uzmanı Dr. Fatma Yelkovan da bir süredir kendi alanındaki bilgi ustalığını, yani profesör payesini alabilmek için son merhaleye gelmişti. Aldığı davet yazısında, yarın için, “Osmanlı Türkçesinde 15. Yüzyıl Şiirleri ve Cem Sultan’ın Şiirlerinde Hüzün” hakkında akademik heyet ve…

Edebiyat kelimesinin kök anlamı “edep ilmi”dir. Edep kavramı, geleneksel anlam dünyası bakımından terbiye, eğitim, görgü, sınırlarını bilme, haddini bilme, eşya bilgisi, varoluşsal bilgi vs. gibi anlam çerçevelerine sahiptir. Bu bağlamda edebiyatı, en genel biçimde, “insanın varoluşuna ilişkin sorular sorması ve cevaplar araması” biçiminde tanımlamak mümkün görünüyor. Bu tanımın daha çok geleneksel dünyaya özgü olduğu ayrıca…

Günümüz entelektüel Kudüslü karakteri tarihsel olarak Osmanlı devrinden gelmektedir. Bu karakterin oluşması Memlûk ve erken Osmanlı döneminde başlamış ve on dokuzuncu yüzyılın üçüncü çeyreğinde Tanzimat ile beraber tam anlamıyla meyve vermiştir. İdari ve hukuki yenilikler Osmanlı mirasının şekillenmesinde ve genel anlamda Arap dünyasının modernleşmesi için ön ayak olması hususunda büyük bir rol oynamıştır ve bilhassa…

Sevgili dostlar! Dergimizin bir önceki sayısında, sizlerle müziğimizin genel konuları hakkında biraz sohbet etmiştik. Bu sayımızda, vefatının 20. senesini idrak ettiğimiz sevgili ve rahmetli hocam Bekir Sıdkî Sezgin’i sizlere tanıtmak istiyorum. Bekir Sıdkî Sezgin, 1936’da İstanbul’da doğdu. Çok iyi bir mûsıkîşinâs olan babası, Hâfız Hüseyin Efendi, İstanbul Cerrahpaşa‘daki bir camide müezzinlik görevi yapan bir zattı….

İlk bakışta suçun ve suçlunun belli olduğu, üzerinde fazla vakit sarf etmeye gerek olmayan basit adî bir vakadır mevzubahis olan. Bir adam, beraber yaşadığı ve çocuğunun annesi olan kadını başka bir erkekle beraber olduğu gerekçesi ile onlarca bıçak darbesiyle katleder. Bildik bir üçüncü sayfa haberi. Dedikoduya malzeme olmaktan öte bir tarafı olmayan gündelik bir hikaye….

Nasıl ki gittikçe ölüme doğru yaklaştığını hisseden ama kadere tam teslim olamamış yaşlı bir insan, her yeni vücud sızısında şükrü aklına getirmeden binlerce ah ve vah ile “Keşke!” diyerek geçen hayatına sürekli hayıflanırsa; Avrupa’nın güneyindeki şu yaşlı kent Venedik de bugün tarihî merkezinin içerisinde aynı anda tam iki yerde gürültülü birer uğultuyla patlayan bombaların acısıyle…

Varlık âlemi hareketle devamlılığını sürdüren bir sistem. Hareketin olduğu yerde ise ses kaçınılmaz bir sonuç. Yani sistem, sese mahkum. Âlemdeki sistem ile ses arasındaki bu zorunlu birliktelik madem ki varlığını devam ettiriyor, o zaman bunu insan idrakine ve irfanına açık bir hâle getirmek, anlaşılabilir kılmak lazımdı. İşte varlıktaki sesi bir zevk ve estetiğe çeviren ilme…

“Başka milletler içinde, onu bizden daha çok muhteşem şekilde tasavvur edenler, mezarı terk edilen dünya nimetlerinin küçük bir sergisi hâline getirenler, sanatlarının ve icat ve kabiliyetlerinin bütün kaynaklarını içlerindeki fânîlik korkusunu yenmek uğrunda tüketenler çok olmuştur; fakat hiçbiri ona bizde aldığı ehlî yüzü verememiş, onun korkunç realitesini, bizim kadar yumuşatamamıştı.” Ahmet Hamdi Tanpınar Rivâyet odur…

Kudüs’ün sadece ismi bile her Müslüman’ın kalbini ve aklını coşturur bir kuvvete sahiptir, çünkü Kudüs’te nostalji, takva ve Allah ve resulüne olan sevgi birbirleriyle buluşurlar. Hz. Peygamber’in izinde Kudüs’ü ziyaret, dinî tekâmülü canlandıran manevi bir yolculuktur ve insan ruhunun en derin cihetlerine dokunur. Kişinin Allah ile olan şahsi rabıtasını yeni bir safhaya sokan âdeta manevi…

Doğum ile ölüm arasında geçen hayatın binbir menzili, sonunda salt bir – işaretinde saklanır: Abdurrahman Cahit Zarifoğlu (1.7.1940 – 7.6.1987) gibi. “Fakat hayır / Her menzilde bakılır başka bir menzile” Milletin mabetlerine minaresiz ve bodrum katlarında kerhen müsaade edilen zaman diliminin 1940 yılı Ankara’sında aslen Maraşlı olarak Hacı Bayram Veli makamına yüz metre mesafedeki mütevazı…