Kültür-Sanat

İspanya’dan gelen Yahudi göçmenlerinin Osmanlı İmparatorluğu’na yerleşmeleriyle birlikte bu göçmenler ile yerli Romaniote (Rumca konuşan Bizans Musevileri) arasında 16. yy’ın sonlarından günümüze dek uzanan yoğun bir musiki paylaşımı oluşmuştur. Bu Musevi toplumunun müzisyenleri, gelişiminin her basamağından (eski Osmanlı formundan günümüz modern formuna kadar) olmak üzere Türk makam geleneğini benimserlerken; Musevi dinî ve toplumsal ritüelleri ile…

Avrupa sanatının geç Rönesans ve Maniyerizm’i izleyen büyük ve özgün üslubu Barok’tur. Bu üslup İtalya’da başlar ve diğer Avrupa ülkelerinde özellikle kontra-reform çağının Katolik taşkınlığının bir ifadesi olarak gelişir. Son aşaması ise Fransa’da gelişen ve daha sonra Avrupa’ya yayılan Rokoko’dur. Fakat Avrupa’ya ilk giden Türk elçisinin Paris’te görerek etkilendiği Fransız Rokokosu elçinin getirdiği bezemesel ayrıntıların…

Sabaha, erken saatlerde rüyalarına güvendiğim bir kişiden haber alarak başlamıştım. Kendisinde endişe uyandıran rüyasını bana anlatma ihtiyacı hissetmiş. Etrafını sarmış olan köpeklerden kendisini emin hissederken, aslında beni tehdit eden bir durumun olduğunu sezmiş. “Sana kastetmiştiler.” dedi. Hayırdır diyerek hayra yorduk ve hayırlı bir güne başladık. Bugün 1 Muharrem. Çok geçmedi ki, televizyonda yayınlanan bir vaşağın…

Alman arkeolog Klaus Schmidt (1953-2014) 1986 ile 1991 yılları arasında, Şanlıurfa’nın kuzeyinde kalan Orta Fırat havzasındaki arkeolojik kazı alanı olan Nevalı Çori’de kazıları yürütmüştür. Kazı alanında birçok barınağa dair izler bulundu, ki bu da orta ölçekli bir topluluğun avlayıcı-toplayıcılıktan yerleşik çiftçiliğe geçmediği bir yerleşim alanı olduğunu göstermektedir. Kazı grubunun Nevalı Çori’de bulmayı tahmin etmedikleri şey,…

Baştan söyleyelim: Karanlık Şehir (Dark City), sinema tarihinde fazla miktarda rastlayamayacağımız nadirattan. Kelimenin tam manâsıyla gizli bir hazine. Bu tespiti yalnızca filmin yeterince tanınmamasına dayanarak değil, tersine, meşhur meçhullüğüne vurgu için ifade ediyorum. Alex Proyas imzalı ve 1998 tarihli Karanlık Şehir, örtmeye çalışmaksızın kullanmaktan çekinmediği onca klişeye karşın “mazisini arayan adam” figürünün çok ötesine geçmiş…

“Şehir” simgesi klasik edebiyattan aşina olduğumuz ama daha ziyade tasavvuf edebiyatındaki örnekleriyle kültürel hafızaya kazınmış, tasavvur etme işlevine kendiliğinden denebilecek bir olağanlıkla yerleşmiş, “muhkem bir hayal” gibidir. Hacı Bayram-ı Veli’nin “nagehan ol şara vardım/ol şarı yapılır gördüm/ben dahi bile yapıldım/taş u toprak arasında” ile Ümmi Sinan’ın “seyrimde bir şehre vardım/gördüm sarayı güldür gül/sultanının tâcı tahtı/bağı…

İnsan eli, zevki, tercihi ve donanımıyla ortaya çıkan; daha çok toplumsal bir inşa ve imar kabiliyetinin ürünü olan şehir olgusunun, özellikle şehirleşmenin ve şehirliliğin “medeniyet”le, medenî olmakla ilgisi artık izah ve ispata ihtiyaç duymayan bir kabuldür. Zira medeniyet denilen, hayatı seviyeli, estetik ve pratik şekilde yaşama ve yaşatma kabiliyeti, sosyal bir uzlaşma ve organizasyon hâlini…

Hamiş: Niyet nedir? Kalb ile aklımız, kafa kafaya verip ortak niyet olarak yola çıksalar bile; ifade etmeye gönüllü olmayan dil, her ses ve sözde asıl muradın bir nebze daha az hasıl olmasına neden oluyor. Beş hayal ile üç gerçek, hesab edince sonuç ne olur ki? Asiye ve İnsan Kardeşleri Şehrin tam merkezinde olup da modern…

Bir varmış, bir yokmuş… Bir müzik varmış, kökleri Pisagor’a uzanırmış. O dönemde müzik bir sanat değil, bir bilim olarak görülürmüş ve Aristoteles müziğin en açık ve sarih tanımını yapmış. Aynı müzik İslam düşünce geleneği tarafından da benimsenmiş. Kindi’den Farabi’ye, İbni Sina’dan İhvan-ı Safa’ya kadar Müslüman filozofların konusu olmuş. Daha sonraki yüzyıllarda ise Osmanlı kültürü tarafından…

Ne anlama geldiğini, ne maksatla söylendiğini bilmesek de, medeniyetler ve dinler arası dialog ile hoşgörü sloganları her fırsatta önümüze konur oldu. Oysa ki tarih bizlere, aynı medeniyeti paylaşan toplumların ve dinî cemaatlerin birbirleriyle uyum içinde yaşayabilmek için bu sloganlara bügünkü kadar ihtiyaçları olmadığını gösterir. Mesela Osmanlı Devleti, geniş bir coğrafya üzerinde yaşayan ve dinleri, mezhepleri,…