Sayı 83

Burhanettin TATAR* İnsanın “düşünen bir canlı” olarak tanımlandığı, düşüncenin neliği, türleri ve metodolojisi üzerine eserlerin yazıldığı, Kuran’ın tefekkürü emrettiği bir ortamda düşüncesizliğin pejoratif bir yargı konusu olması sıradan görünebilir. Bu sıradanlık, düşüncesizliğin “düşüncenin zıddı veya yokluğu” olarak ele alınmasından kaynaklı olmalıdır. Pek çok Kuran mealinde düşüncesizliğin “aklı kullanmama” olarak çevrilmesi, entelektüel düşüncenin gelişimine yönelik çalışmalarda…

Taha Tunç* Felsefede yöntem, ya göz önünde bulundurmaya hiç layık görülmez ya da dikkate alındığı takdirde felsefi düşünme imkânına ket vurma tehlikesine yol açar. İlk ihtimalde, felsefede yöntemin önemli olmadığını, çünkü yöntemsiz de idare edilebildiği düşünülür; ikinci ihtimalde ise, yöntem bir kurallar silsilesi olarak kavrandığından yönteme aykırı bir yeniliğe kapalı kalınır. İki tavır da farklı…

Nail Okuyucu* Peygamberler tarihiyle ilgili Kuran ve hadislere dayalı bilgilerimiz, ilke olarak bütün peygamberlerin şeriat sahibi olduğunu, bazı peygamberlerin kendileriyle anılacak şeriatları bizzat vaz ederken diğer bazılarının onlara tabi olarak mevcut şeriatları sürdürdüklerini gösterir. Bu bilgiler etrafında şekillenen düşünceler ve geriye dönük tasavvurlar, bizi peygamberlik müessesesi ve şârilik yetkisinin kendisinde en kâmil surette tecelli ettiği…

Erdal Yılmaz* Felsefeyi en genel anlamda, “Akıl yoluyla gerçek ve iyi olanın bilgisinin tutkulu arayışı” olarak tanımlasak da felsefe ile uzmanlık düzeyinde iştigal edenler, “Felsefe nedir?” sorusuna doğrudan bir cevap vermekten genelde kaçınırlar. Çünkü her filozof tarafından kabul görecek kapsayıcı bir tanım verebilmek pek mümkün gözükmemektedir. Nitekim felsefe tarihine de bakıldığında, her ne kadar “felsefe”nin…

Harald Viersen* Çağdaş Arap düşüncesi üzerine yaptığım tez çalışmamın üzerinden birkaç yıl geçmişti ki, yaptığım aramalarda Türkçe yayınlar karşıma çıkmaya başladı.[1] Bu makaleler, özellikle, o dönemde araştırmamın önemli bir parçası olan bir kişiyle ilgiliydi: Faslı filozof Taha Abdurrahman -ya da kısaca Taha, çünkü aslında soyadı bu. Konuyu biraz daha derinlemesine incelemeye başladığım zaman, gördüm ki…

Asım Cüneyd Köksal* “‘Başka’ Ekseninde Adalet ve Ahlak” başlıklı yazımın sonunda, Mâverdî’nin Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn isimli kitabından hareketle (onun “kapsayıcı adalet” (adlün şâmil) dediği) şümullü erdemin özelliklerine temas edilmişti. Mâverdî böyle şümullü biçimde anlaşılan adaleti kişinin kendinde gerçekleştireceği adalet ile başkalarında gerçekleştireceği adalet olmak üzere temelde iki kısma ayırıyordu. Esasında Mâverdî gibi sarih ifadelerle ifade etmese…