Sayı 34


01 Ocak 2013

Ebû Nasr Muhammed b. Muhammed b. Tarhan b. Uzluğ el-Fârâbîet-Türkî (ö. 339/950) İslam felsefesini metot, terminoloji ve problemler açısından temellendiren ünlü Türk-İslam filozofudur. Türkistan’ın Fârâb şehri yakınlarındaki Vesiç’te, yaklaşık 258 (871-72) yılında doğmuştur. Babasının Vesiç Kalesi kumandanı olduğu dışında ailesi hakkında bilgi yoktur. Sâmânîler Devleti’nin hâkimiyetinde önemli bir eğitim ve kültür merkezi konumunda bulunan Fârâb’da…

01 Ocak 2013

Tekke kelimesi farsça olup, istinad edilecek, dayanak anlamındaki tekye kelimesinden türemiştir. Tarih boyunca kurum tekkenin yanısıra, zâviye, hankah, âsitane ve dergâh gibi birbirinden pek farklı anlamlara gelmeyen isimler de almıştır. Genel kabule göre ilk tekke birçok manastırın da bulunduğu Şam taraflarındaki Remle’de, bölgenin Hristiyan idarecisi tarafından Ebu Haşim el-Kufi (öl. 767) (1)için açılmıştır. İlk seyyahlardan…

01 Ocak 2013

İlhan Kutluer Hoca ısrar edenlerden, felsefeye, düşünmeye olan aşkı iyileştirilemez türden, bana kalırsa ısrarının en önemli sebebi bu… Ve belki de bu yüzden kendisini ‘‘müzmin felsefe talebesi’’ olarak tanımlıyor. Kendisiyle, İslam Felsefesi Anabilim Dalı’nda Anabilim Dalı Başkanlığını yürüttüğü M. Ü. İlahiyat Fakültesi’nde konuşma fırsatı bulduk… Benim şimdiye kadar okuduklarımdan çıkarabildiğim kadarıyla, Asr-ı Saadet ile ulaşılan…

01 Ocak 2013

Dünyanın bütün sabahları geri dönüşsüzdür…“ der genç adam. Gece bitmiş sabah olmak üzeredir ve geriye sadece ümit kalmıştır. Yaşam geçmiştir ve yalnızca pişmanlık hissedilir. Yalnızlık. Ömrünü şöhret peşinde ve tutkusuzca geçirmiş olan adam, ustasının evini son defa ziyaret etmiştir. Yıllar boyunca ustasından ders alan adam, son bir ümitle sorar: „Hocam, sizden son dersinizi alabilir miyim?“…

01 Ocak 2013

Türk Edebiyatı’nın genel bir tasnifi yapılırken, Tekke menşeli, tasavvufî içerikli edebiyat Tekke Edebiyatı olarak tanımlanır. Halk Edebiyatı’nın bir alt bölümü olarak tasavvur edilen bu edebiyat dili, kullanılışı, tercih ettiği nazım çekilleri ve hece ölçüsünü benimsemesi esas alınarak böyle isimlendirilir. Tekke Edebiyatı’nın ilk temsilcisi olarak kabul edilen Hoca Ahmet Yesevî, 11-12. yy’da Türkistan’da yaşamış bir Allah…

01 Ocak 2013

Geleneğimizde ‘‘şerefü’l-mekân bi’l-mekîn’’ yani ‘‘mekânın itibârı oraya yerleşenlerdendir’’ sözü mekânları algılamada önemli bir ölçüdür. Bu söz bir yönüyle bakışımızı, binâdan binâ edene çevirdiği gibi aynı zamanda o mekânın seçilişindeki manevî sâiki ve sonrasında zuhûr eden ahvâli, eşhâsı ve irfânı anlamaya da idrâklerimizi sevkeder. İşte İstanbul’un Tophâne semti de kendisinde karar kılmış Allah velîleri sebebiyle itibarlı…

01 Ocak 2013

Ömer Tuğrul İnançer, Tekke ve Tekke Musikisi denilince akla gelen birkaç isimden biri, belki de başlıcası. Halen Türk Tasavvuf Musikisi ve Folklorunu Araştırma ve Yaşatma Vakfı başkanlığını yürüten İnançer ile tekkeleri konuştuk. Musiki, İslamiyet’te türü ve icra biçimi yönünden dinleyende insani değerleri alçaltıcı duygular uyandırıyorsa ‘‘lehv’’, yani vakti boşa harcamak, hatta haram sayılmış, bununla birlikte…

01 Ocak 2013

Meselenin vuzuhiyet kesbetmesi için önce kelimeleri tarif etmeli. “Mûsikî” ve “Kültür” denince ne anlıyoruz? Bu suale zemin teşkil edecek bir kâmus tarifi yapmak gerek. Zira Cemil Meriç’in veciz ifadesiyle, “Kâmus, namustur.” MÛSİKÎ- MÛSIKÎ: (Ar. mûsikî- Yun. Mousike, Mousa ‘‘sanat tanrıçası”) 1- İnsanın duygu ve düşüncelerinin seslerle ifade edildiği sanat, müzik. 2- Bu sanata ait eserlerin…

01 Ocak 2013

Müzik, birçokları için bir eğlence aracı; bazıları için rahatlama vasıtası; kimileri içinse anlamlı ve ibadete yakın bir değer atfedilen bir sanat. Müziğe bakış ne kadar farklı olursa olsun, birçok dilde müziğin (kelime) anlamı aynıdır. Türkçe’de müzik, Osmanlıca’da mûsîki, İngilizce’de music, Almanca’da musik, İspanyolca’da musica… Bütün bu kelimeler eski Yunanca’daki mus sözcüğünden türemiştir. Mus ise nağme…

01 Ocak 2013

Edebiyatımızın çağdaşlaşma serüveni, süreklilik arz eden bir yapının zaman ve şartlar dahilinde kendini yenilemesi şeklinde vücuda gelen bir “akış” sürecinden ziyade bir inkar ve kopuş, ardından da eklektik bir montaj sürecini izler. Kaba hatlarıyla bu şekilde tanımlanabilecek sürecin içinde “sürekliliği” muhafaza etmeye çalışan gayretler elbette mevcuttur fakat bunlar genel yapıyı belirleyecek, ona rengini verecek nicelikte…