Tophane’de bir Kādirî Âsitânesi

Adalet Çakır

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Geleneğimizde ‘‘şerefü’l-mekân bi’l-mekîn’’ yani ‘‘mekânın itibârı oraya yerleşenlerdendir’’ sözü mekânları algılamada önemli bir ölçüdür. Bu söz bir yönüyle bakışımızı, binâdan binâ edene çevirdiği gibi aynı zamanda o mekânın seçilişindeki manevî sâiki ve sonrasında zuhûr eden ahvâli, eşhâsı ve irfânı anlamaya da idrâklerimizi sevkeder.

    İşte İstanbul’un Tophâne semti de kendisinde karar kılmış Allah velîleri sebebiyle itibarlı mekânlardan biridir. Zîra XII. asırda Muhyiddin Abdülkādir-i Geylânî’nin vücud verdiği Kādirîlik tarikatının İstanbul’daki müesses ilk ve en önemli merkezi, bu semtte İsmâil Rûmi hazretleri tarafından ihyâ edilmiştir. Manevî içtihadları ile Kādirîlik içinde ismine nispetle Rûmiyye yolunu açan ve bu sebeple ‘‘pîr-i sânî’’ olarak da anılan İsmail Rûmî, bugün Çankırı’ya bağlı “Badiğin” köyünde 945 (1538-39)’de dünyâya teşrîf etmiştir. Gençlik yıllarında tahsîl için Tosya’ya, oradan da Kastamonu’ya gitmiştir. Kastamonu’da Halvetî şeyhi Ahmed Efendi’ye intisap etmiştir. Seyrü sülûkünü tamamlayıp irşat için icâzet almak üzere iken bir gece rüyada Abdülkādir-i Geylânî’yi görmüş ve pîr kendisini Bağdat’a davet etmiştir. Bunun üzerine İsmâil Rûmî Bağdat’a gelmiş ve Geylânî’nin evlâtlarından o dönemde Kādirî Âsitânesi’nin şeyhi ve Bağdat nakîbüleşrafı Feyzullah Efendi’ye intisap ederek bir süre hizmetinde bulunmuştur. Kırk günlük halvetini de tamamladıktan sonra Feyzullah Efendi’den Kādirî icâzeti almıştır. Bağdat’ta bulunduğu günlerde pir Geylânî, mâna âleminde bu defa kendisine Rum’a (Anadolu’ya) giderek tarikatını yaymasını emretmiştir. Bu mânevî emir üzerine şeyhinden de izin alan Rûmî, 300 dervişiyle Bağdat’tan ayrılmış Mısır’a gelmiştir. Mısır’daki Kādirî Şeyhûniyye Tekkesi’nde Geylânî’nin oğlu Abdürrezzâk (Rezzâkıyye) kolundan İbrâhim Burhâneddin’in halifesi Şeyh Ahmed b. Mustafa ile görüşmüştür. Mısırlı şeyhin bir süre hizmet ve sohbetinde bulunarak kendisinden ikinci bir Kādirî hilâfeti almıştır. Rûmiyye’nin pîri Mısır’dan dönüşünde, İstanbul’a gelmeden önce başta anavatını Tosya olmak üzere Edirne, Bursa, Tekirdağ, İzmir, İzmit, Manisa, Selânik, İştib, Köstence, Filibe, Seres, Tımışvar gibi Anadolu ve Rumeli şehirlerinde ve Mısır’da “aktâb” sayısına denk düşecek surette 40 küsur yerde tekke ve zâviyeler inşa ettirerek halifelerini tayin etmiştir. Nihâyet 1612 senesinde İstanbul’a gelmiştir ve Sultanahmet’te Atmeydanı’nda bulunan Sofular Câmî ilk konak yeridir. İki büyük Halvetî tekkesi arasında yer alan, Şeyhülislâm Molla Hüsrev’in yaptırdığı bu câmî, o dönemde “kırklar makāmı” ve “ins ü cinnin” toplandığı yer olarak meşhur olmuştur. Bu sebeple Rûmî’nin ‘‘reîsü’l-aktâb’’ (kutupların reisi) mânevî pâyesi ile Sofular Câmî’ni tercihi tesâdüf değil, ilâhî bir sevk kabul edilmiştir. Burada bir müddet ikâmetten sonra Hz. Rûmî, Hızır (a.s.)’ın emri ile Tophâne taraflarına geçmiş ve Hacı Pîrî (1630) isminde birine âit bostan üzerine, yine Hızır’ın delâleti ile Tophâne’deki Kādirî âsitânesini inşâ etmiştir. Âsitânenin inşâ hikâyesi menkıbeye göre şöyledir: “(İsmâil Rûmî) Tophane’ye gidip Fîruz Ağa Camii bitişiğindeki Hacı Pîrî bostanında durdu. Ve orada Hızır ile hemdem oldu. Hz. Hızır bostanın bazı yerlerine nişanlar koydu ve ‘Bu kadar bir hankah bina eyle!’ diye ferman buyurdu. Bir gün dervişlerini toplayıp bostanda Hz. Hızır ile karşılaşmasını ve o arsaya bir tekke binasına işaret ettiğini açıkladı. Hacı Pîrî’den bostanı istediklerini bildirdiğinde o da bu fermanı kabul etti. Bostanın alım satımından ve eni boyuna kadar ne şekilde işaret buyurdular ise tariflerine göre tekkenin inşasını Hacı Pîrî’ye havale buyurmuştu. Bu hususta altın ve gümüş sarfederek tekkeyi bina etti. Tekke tamamlandıktan sonra şeyhe haber verdiler. Onlar da varıp tekkeyi gezip gâyet beğendi ve Hacı Pîrî’den masraf defterini istedi. Hacı Pîrî de teberrüken, ‘Defterim yoktur.’ dedi. Bunun üzerine Şeyh, ‘Eğer ki hizmetim makbul olsun dersen, her ne masraf ettinse defter edip getir!’ diye ferman buyurdu. Emr-i şeyhânelerine uyarak defterini getirince şeyh, ‘Şurayı kazıp bir sofa yap!’ diye tekrar emretti. Hacı Pîrî buyurulan yeri birkaç zirâ kazınca altın ve gümüş ile dolu bir adet küçük, nakışlı mermer küp çıktı. Küpün içinde olanlar hesaplandı. Ne bir akçe ziyâde ve ne de noksan olarak tekkeye sarfolunan meblâğ miktarı olduğu anlaşıldı. Hâcı Pîrî’ye, ‘Alın hakkınızı!’ diyerek küpün içinden çıkan meblağı verdi.”

    İsmâil Rûmî’nin bir kerameti olarak zuhur eden küp daha sonra ağzına kapak yapılıp bir musluk takılarak tekkenin kuzey tarafındaki pencereye yerleştirilmiş ancak o semtte çıkan umumi yangında söz konusu küp yanmıştır. Dönemin meşâyihinin iştirâki ile dua ve zikirlerle tekkenin açılış merasimi yapılmış, bu yeni Kādirî-Rûmî Âsitânesi ve şeyhi kısa sürede, İstanbul dergâhları içinde hatırı sayılır bir üne kavuşmuştur. Âyin günü salı olan Kādirîhâne’yi dolduran Rûmî dervişlerinin âteşîn ve coşkulu zikir seslerinden, tekkenin yanında yer alan sinagog sakinlerinin orayı terketmek zorunda kaldığı rivayet edilmektedir. Ayrıca Tophane’nin üst tarafında büyük Konstantin’in ikinci defa yaptırdığı Ayion Makaveon Kilisesi’nin kuvvetle muhtemel burada olup tekkenin altında kaldığı söylenmektedir. Tekkenin tevhithâne kapısının eşiğinde kilisenin meşhur rahibi Elyazez’in olduğu bilinmektedir.

    Kādirîhâne, konum olarak bugün Beyoğlu ilçesi olan Tophane’de, Fîruzağa mahallesi, Kādirîler Yokuşu, Tombaz sokağı ve Türkgücü sokağının kuşattığı arsa üzerinde yer almaktadır. Kuruluşundan itibaren tekkeye birtakım ilâveler yapılarak tam teşekküllü bir tarikat külliyesi hali kazandırılmış, ayrıca tekke birtakım tamiratlar ve yenilemeler de geçirmiştir. Zamanla cami-tevhithâne merkezli bir külliye niteliği kazanan tekkeye ilk ilâvenin, cümle kapısı yanında, suyu I. Mahmud’un (1730-1754) annesi Sâliha Sultan (ö. 1739) tarafından getirtilen çeşme olduğu sanılmaktadır. 1823 yılında çıkan “Büyük Tophâne Yangını”nda tekke harap olmuş ve II. Mahmud tarafından yeniden inşâ ettirilmiştir. II. Abdülhamid de 1894’de tekkeye bir mutfak yaptırmış ve zamanla harap olan yerlerini tamir ettirmiştir. 1925’te tekkelerin kapatılmasından sonra Kādirî Âsitânesi’nin câmi-tevhîdhâne kısmı cami olarak kullanılmıştır. 2 Nisan 1997’de Kādirîhâne’de çıkan yangında câmi-tevhîdhâne ile selâmlık bölümleri yanmış, geriye câminin minâresi ve harem kısmı ile türbe ve hazîreler kalmıştır. 1631 yılında doksan altı yaşında iken irtihal eden İsmâil Rûmî, âsitânenin cümle kapısından girişte sol tarafta, harem dairesinin karşısındaki türbesine sırlanmıştır.

    Kādirîhâne’nin meşihatına gelince, İsmâil Rûmî vefatından altı sene önce 1626’da, erkek evlâdı olmadığı için yerine damadı, Bağdat’taki Geylânî Âsitânesi’nin postnişini ve mürdişi Feyzullah Efendi’nin oğlu Şerif Halil Efendi’yi tayin etmiştir. Halil Efendi İstanbul Kādirîliği’nde “Şerifler hânedanı” olarak bilinen ve Kādirîhâne meşihatını 1925 yılına kadar elinde tutan şeyh ailesinin ilk temsilcisidir. Onun vefatını müteâkiben meşihat görevini “erşed ve ekber evlat” prensibince sırasıyla Fâzıl Mehmed Efendi, Abdurrahmân Efendi (şerîf-i sânî), Hüseyin Efendi, Halil Efendi, Mehmed Efendi, Ahmed Efendi, Mehmed Sırrı Efendi, Abdurrahmân Efendi, Mehmed Fahreddin Efendi, Mehmed Emin Efendi, Ali Rızâ Efendi, Abdüşşekûr Efendi (Büyük Şekûr), Mehmed Şerefeddîn Efendi, Ahmed Muhyiddin Efendi, Abdüşşekûr Efendi (Pamuk Efendi), İsmâil Gavsî Efendi deruhte etmişlerdir.

    Kuruluşundan tekkelerin kapatıldığı tarihe kadar Rûmiyye meşâyihinin uhdesinde kalan Kādirîhâne, aynı zamanda XVII. yüzyıldan itibaren İstanbul’da merkezî yönetim modeline göre örgütlenmeyi sağlamış, imparatorluk dahilindeki bütün Kādirî tekkelerine şeyh tayinleri Kādirîhâne’nin yetkisine bırakılmıştır. İstanbul ve Anadolu’daki bütün Kādirî dergâhlarının kendisine bağlı olduğu Kādirîhâne postnişinleri, dervişlerinin tasavvuftaki eğilimlerini dikkate alarak onları Rûmîliğin yanı sıra Kādirîliğin Anadolu’da zuhûr etmiş bir başka kolu Eşrefiyye usûlüne uygun bir üslûpla da yetiştirmişlerdir.

    Kādirîhâne’nin, döneminde sadece Kādirî dervişlerinin manevî eğitim gördüğü bir mekân değil, aynı zamanda pek çok sanatkârın yetiştiği ve müdâvimi olduğu, özellikle de dinî mûsikînin öğrenim ve icrâ merkezlerinden biri olduğu bilinmektedir. Bestekâr, meşhûr hattat, şâir ve neyzen, nakîbü’l-eşrâf, Tosyalı Kazasker Mustafa İzzet Efendi (1876) Kādirîhâne’ye devâm eden sanatçılardan biridir. Âsitânenin hazîresinde medfûndur. Hersekli Ârif Hikmet’in de bu muhite mensub olduğu bilinmektedir. Usta bir tamburî, çok başarılı bir bestekâr ve değerli bir hoca olan, Tophâne kıyısındaki Karabaş tekkesi şeyhi Hopçuzâde Mehmed Şâkir Efendi (1859) meşîhatının yanında Kādirîhane’nin de zâkirbaşısıydı. Son dönemin meşhûr zâkirbaşılarından Râşid Efendi Kādirîhâne’nin zâkirbaşı vekili idi.

    Kasım aylarında Kādirîhâne’de pişirilen “erbaîn helvası”, Kādirî kültürünün İstanbul’un dînî hayatı ve tarîkat kültürüne en tipik katkılarından biridir. Bu helva, “etvâr-ı seb‘a”yı temsîlen Fâtiha okumaya izinli yedi derviş tarafından “kelime-i tevhîd” okunarak pişirilirdi. Tekkeye gelen misafirlere ikram edildiği gibi tertiplenen özel bir merâsimle de tıpkı aşure gibi saraya gönderilirdi. İstanbul’daki diğer tarikat âsitânelerinde yapılan “aşure”, Kādirîhâne’de Muharrem’in 10. günü “muharrem aşuresi” adıyla, diğeri de 10 Muharrem’den sonraki ikinci salı “Safer aşuresi” adıyla yapılmaktaydı. Kādirîler’e mahsus aşurenin özelliği, kaymaklı olup bu kaymağın sıcak aşure tabağında erimemesidir.