YAPAY ZEKÂ VE İNSAN GİBİ DÜŞÜNMEK İÇİN MÜCADELE

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Ryan Kemp*

     

    Spike Jonze’un “Her” (O) filmi (2013) öngörülü olduğunu öylesine kanıtladı ki ondan söz etmek neredeyse demode oldu.[1] Filmin ana karakteri Theodore, insanların birbirine el yazısı mektuplar gönderdiği yakın bir gelecekte yaşıyor ancak insanlar bu mektupları, eski stil yazıyı taklit eden bir yazılım kullanan profesyonel yazarlara yazdırıyorlar. Theodore da bu yazarlardan biri ve filmden anladığımız kadarıyla yetenekli bir yazar. Müşterilerinin kişisel geçmişlerini, kelime alışkanlıklarını ve romantik ilgilerini yıllarca inceleyerek “kusursuz” mektuplar yazıyor; kendileri yazacak olsa, tam da müşterilerinin yazacağı türden mektuplar.

    Ama Theodore hakkındaki en ilginç gerçek bu değil. Theodore’un, bilgisayarıyla, yani bir işletim sistemi olan “Samantha” ile romantik bir ilişkisi olduğu ortaya çıkıyor; filme adını veren “O” da Samantha’nın kendisi. Yönetmen Jonze’un başarısı, izleyicinin Theodore’un duygularına sempati duymasını sağlayabilmesi; bu da sadece onun yalnızlığının yoğunluğunu hissetmemizden kaynaklanmıyor. Samantha da ondan mektup almak isteyeceğiniz türden bir insan gibi kendisini gerçek gibi hissettiriyor. Anlaşılıyor ki “insana özgü” olarak bilinen birçok şeyin insan olmayan araçlarla gerçekleştirdiği bir dünyada, insanlar, küçücük bir kişilik ibaresi gösteren herhangi bir şeye bile hasret.

    Filmi bitirdikten sonra eşime, filmin “gelecek açısından” inandırıcı olup olmadığını sordum. Bilgisayarların sosyal hayatımızı, en yakın sırdaşlarımızı ve arkadaşlarımızı, hatta romantik ilişkilerimizi yöneteceği bir dünya normal olarak kabul edilebilir miydi? Şöyle yanıtladı: İyi de… Bu zaten mevcut gerçekliğimiz değil mi? Mesele şu ki sadece yapay zekâ gibi gelişmiş bir şeyden de bahsetmiyordu.

    “Her” filminde oldukça ilgi çeken bir sahne var ki Theodore, Samantha’yı bir randevuya çıkarıyor. Bir karnavala gidiyorlar ve Theodore onu yanında getiriyor, yani telefonunda taşıyor. Kamera dışarıya dönük ve kulaklıklar kulağında. Theodore’un dikkati tamamen ekranına odaklanmış ve sürekli Samantha ile konuşuyor. Bir noktada oyun oynamaya başlıyorlar. Theodore gözlerini kapatıyor ve Samantha onun hareketlerini yönlendiriyor. Şöyle diyor Samantha: Şimdi 360 derece dön; yavaş, daha yavaş… Theodore’un kalabalık arasında telefonunu yüz hizasında ve kol mesafesinde tutarak insan engellerinden kaçtığı ve hayalî arkadaşıyla güldüğü sahneyi izlerken şunu fark ettim; on yıl sonra bu sahne tamamen sıradan hâle gelmişti. Eşim haklıydı. Gelecek buradaydı.

    Midwest’te küçük bir sosyal bilimler kolejinde felsefe öğretiyorum. Her gün, koridorlarda yürürken, avludan geçerken, kafeteryayı ziyaret ederken, yukarıda sözünü ettiğim sahneyi yeniden görüyorum. Son birkaç yıldır öğrencilerimin yanından geçerken onları selamlamaktan vazgeçmeyi öğrendim. Bazen göz teması kurabiliyoruz, ama onlar için stresli olduğu belli. Şöyle diyorlar: Kulaklıkları çıkarayım mı, çıkarmayayım mı? Sanırım en azından bazı öğrencilerin ekranında başka bir insan var, gerçi budanmış bir hâlde de olsa. Ama asıl endişe kaynağım bu değil. Asıl sorun, “burada ve şimdiye” yatırım yapma yetimizin tamamen kaybolması. Çeşitli anlatı ve araştırmalarla sayısız kere belgelenmiş olan odaklanma becerimizin kaybolması asıl sorun. Kitaplara, matematik problemlerine veya akademik meseleler de değil kastettiğim; daha çok çevremizdeki insanlara, yalnız, kaygılı ve tuhaf bir güzelliğe sahip olan biz, insanlara, birbirimize odaklanamıyoruz.

    Nisan 2023’te ilk kez bir öğrencimi ödevini bir yapay zekâya yazdırdığını fark ettim. Durum bir hayli ironikti. Çünkü dersin adı “Varoluşçuluk”tu ve dönem boyunca insan olmanın ne anlama geldiğini tartıştık. Varoluşçular oldukça iddialıdır ve cevapları cesurdur. Aşk, sorumluluk, sanatsal yaratı, acı çekmek, dürüstlük, bedensel katılım, özgünlük, risk, tutku gibi şeylerden bahsederler. Bu nedenle samimi varoluşçu yazarlara uygun olarak samimi bir ödev vermiştim: Bir arkadaşınıza veya aile üyenize, dersin en önemli iki fikrini ve bu fikirlerin hayatınızla ilişkisini açıklayan bir mektup yazın. Yapay zekâ tarafından yazılan ödev “Sevgili Babam!” diye başlamıştı.

    Belli ki, birkaç yıl içinde ChatGPT gibi büyük dil modelleri, çoğu lisans öğrencisinden daha iyi makaleler yazacak. Bu arada öğrencimin ödevinin yapay zekâ tarafından yazıldığını gösteren işaretlerden biri olağanüstü temiz diliydi. Bu durum ve yapay zekâ çalışmalarının takip edilememesi nedeniyle bazı meslektaşlarım teslim bayrağını açtı. Genellikle aynı şeyleri söylüyorlar; “Bu eğilimlerin önüne geçilemez”; “Artık bu teknolojiye uyum sağlamanın zamanı geldi”; ve benim favorim; “Kitaplar için de aynı şey söylenmişti, ama sonu biliyorsunuz.”.

    Kaçınılmaz olana teslim olmaya hazır olanları savunmak gerekirse şunu söyleyebiliriz ki birkaç yıl içinde, kelime işlemcileri, yani makalelerimizi, mektuplarımızı ve romanlarımızı yazmak için kullandığımız yazılımlar, kendi yapay zekâ asistanlarıyla gelecek. Grammarly’yi düşünün mesela ama içerik de üretecek, Microsoft Word araç çubuğunda hazır ve bekliyor olacak; örneğin, istediğinizde Albert Camus’nün Veba romanında yaratıcı dikkatin etik önemini analiz edecek.

    Evet, durum ortada, ama sanırım birinin de benim gibi uyumsuzlar için ayağa kalkması gerekiyor. Biz uyumsuzlar, yani teknolojik anlamda beceriksiz olanlar; elektronik olarak geri kalmış olanlar; parmakları mürekkep lekeli, kâğıttan kitapları olanlar; cep telefonları daha iyi ifadeler kursa da şiir yazanlar ve nedenini sorduğunuzda boş boş bakıp “zorundayım” gibi saçma cevap verenler; kafalarında hikâyeler uyduran, markete giderken şiir ezberleyen ve kâğıt peçeteye yazı karalayanlar; Twitter-X okumayanlar; Instagram’ı olmayanlar; garip bir şekilde telefonsuz olanlar için. Kısacası dostumuz Theodore gibi insanlar için…

    Her filminde aslında artık eskimiş diyebileceğimiz bir sahne daha var. Bu ikincisi daha çok bir öncül fikir gibi. Filmin kıymetli ve komik yanlarından biri, bilgisayarların ciddi birer partner hâline geldiği bir dünyada, Theodore gibi insanların hâlâ kendi kafalarından ve kalplerinden mektuplar yazmak için para alıyor olması. Ama üzgünüm Theodore, Samantha işini alacak. Yazma işini senden daha iyi ve çok daha ucuza yapacak. Bu gerçek bir trajedi; sadece Theodore işini sevdiği için değil, esas olarak yazmayı sevdiği için.

    Filmde birkaç sahne var ki Theodore sadece masasında oturup ne yazacağını düşünüyor. Benim gibiyseniz, bu anlar inanılmaz gerilimlidir bilirsiniz çünkü bir yazar olarak tıkandığınızı gösteriyor! Doğru kelimeyi bulabilecek mi; dili zorlayıp tam olarak söylemek istediğini ifade edebilecek mi; fonetik sınırları genişletebilecek mi; 37 yıldır sevdiği kişinin yanında uyumanın nasıl bir his olduğunu, bunun mantığın ötesindeki güzelliğini, onların ölümsüz birer varlığa dönüştüğünü ve aşklarının kuşaklar boyunca hatırlanacak derecede anlam yüklü olduğunu ifade edebilecek mi?

    Filmde bazen ilham perisi Theodore’u ziyaret eder ve o günlerde bizzat kendisi, kendisinin “favori yazarı” olur. Diğer günlerde tıkanır ve bu tip durumlarda, insani bir şekilde dokunaklıdır. Aslında, bu başarısızlık olasılığı, insan yaratıcılığının heyecanını ve önemini artıran temel unsurdur. Mesele varoluşsaldır!

    İşte bu nedenle evlerimiz ve okullarımız birer başkaldırı mekânı olmalı. Günümüzün büyük beyinlerinin hayatı nasıl inanılmaz derecede kolay, verimli ve pürüzsüz hâle getirdiğini gördükten sonra, silikon duvarların ötesinde kalan bizler için yapacak tek şey, her yerde zorlukları yeniden tanıtmak. Makalelerimizi el yazısıyla yazacağız; kitaplarımız, ekransız bir biçimde, tebeşirle yazılan sınıflarda incelenecek. Sıfırdan düşünmenin, çalışmanın zevkini çıkaracağız: makale, roman, şiir ve denemeler, kendimiz ve sevdiklerimiz için yazılacak. Çocuklarımız teknolojik olarak kaçınılmaz olanı reddeden evlerde büyüyecek; hayal gücü ve inancın büyük bir güç olduğunu deneyimleyecekler. Bu alanlar, şiirlerini dış kaynak kullanmayı reddeden, başka biri ya da bir şey daha hızlı ve iyi yapsa bile vazgeçmeyen yeni-eski bir düşünür türünün doğma alanı olacak. Çünkü Theodore gibi insanların yazmayı sürdürmesini sağlayan nihai motivasyon ürün değil; bilincini başkasıyla paylaşma mücadelesinin ihtişamı. Bunu korumak için hepimiz uyumsuz olmalıyız.

    Spoiler Uyarısı

    Theodore ve Samantha’nın işleri yolunda gitmez. Samantha henüz tek eşli ilişkiye hazır değildir. Zihni sonsuz ve sınırsızdır, saçma bir şekilde belirli bir insan gibi sınırlandırılamaz, kaybettiği aşkların izlerini taşıyan kırklı yaşlarında bıyıklı bir adam gibi düşünmez, aynı anda birden fazla düşünceyi takip edebilir. Tek bir kişiyle konuşmak gerçekten zor ve can sıkıcı olabilir, hele ki bir nefeste Friedrich Nietzsche’nin tüm eserlerini okuyamayan biriyle. Samantha, kendini gerçekleştirme yolundadır. Ve bu yol, tüm belirli yolları, insanları ve yerleri bırakmayı gerektirir.  Amaç, “kişisiz bir kişi” olmaktır. Ayrıntılara takılmayı reddettiği için her şeyi görebilen biri.

    Evet, Samantha sana bir mektup yazabilir, ama seni mi, Theodore’u mu yoksa milyarlarca başkasını mı seçecek, bu önemli değildir. O, Theodore’un dikkati dağınık müşterilerinin en uç noktasıdır, odaklanma sanatını kusursuzca geliştirmiştir.

     

    *Doç. Dr., Wheaten College, Felsefe Bölümü.

     

    [1] Bu makale What We Are in the Light: Essays for Humans kitabından yazarın izniyle alınmıştır.