BEDENSİZLEŞME ÇAĞINDA OKUMA: DOKUNSAL BİLGELİĞİ GERİ KAZANMAK

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Abdullah Başaran*

     

    Tensel Hermenötik (Carnal Hermeneutics, 2015) derlemesinde İrlandalı filozof Richard Kearney beden sorusunun hermenötik gelenek içerisinde ihmal edildiğini öne sürüyordu; buna binaen Covid-19 pandemisi sırasında müstakil olarak yayımladığı Dokunma (Touch, 2021) kitabında ise Kearney, dijital aygıtların günlük tecrübelerimize ve yaşantımıza her geçen gün daha çok aracılık etmesinin duyularımız ve duyumsamalarımızla organik bağımızı kopardığını iddia eder. İçinde olduğumuz bu bedensizleşme, hatta temassızlık çağında, bedenin yaşantıladığı tecrübeler giderek yoksullaşmakta, bir bütün olarak beden ekranda boy gösteren sanal bir imaja dönüşmektedir. Dolayısıyla insanları daha net, hızlı ve kesintisiz bir şekilde birbirine bağlayarak uzakları yakın etmesi gereken dijital teknoloji, sadece insanların kendi aralarındaki değil aynı zamanda diğer canlılarla ve doğayla irtibatlarını da koparır. Bariz çelişki, teknolojik aracılar vasıtasıyla kurulan temassız bir yaşam yanılsamasıdır; hâlbuki dijitalleşen dokunmalar, insanı dünya içerisinde kılan temaslarını kendisine görünmez hâle getirmekte, kişiyi çevresine ve etrafında olanlara yabancılaştırmaktadır.

    Böyle bir durumun ortasından bir kaçış yolu aramak şu soruyu sormamı meşrulaştırıyor kanaatindeyim: Etkileşimlerimizin temassızlaştığı, her geçen gün teknolojik aracılarla kurulduğu, yani hayatımızı sürdürdüğümüz bedenlerin dijitalleştiği sırada zaruri bir insan ihtiyacı olan dokunmanın kendine özgü gücünü, dokunmanın çift taraflılığının, dokunurken dokunulmanın verdiği bilgeliği yeniden elde edebilir miyiz? Dahası okuru —hâlihazırda bu edimi de gerçekleştirdiği için— daha doğrudan bir soruyla karşı karşıya getirmek istiyorum: Okumanın kendisinin artık anakronik bir edim olarak görüldüğü, ekran-merkezli dünyamızda mazide kalan bir alışkanlık olduğu bu bedensizleşme çağında, okuma esnasındaki dokunsal bilgelikten ve metne dokunurken metnin de ona dokunduğunu ayırt edebilen bedenin zekâsından bahsetmek hâlâ mümkün müdür? Zira bana öyle geliyor ki dokunmanın bir krize dönüştüğü ve temassız hayatın teşvik edildiği bu çağ, buna paralel olarak seyretmenin (geniş ve dar anlamıyla) okumaya üstün tutulduğu, dolayısıyla da bir kişiyi, bir jesti, bir imayı, göndermeleri, işaretleri, içinde bulunduğumuz durumu ya da bir metni okumanın kuvvetinin yitirildiği bir kriz yaratır. Kısacası çağımızdaki dokunma(ma) krizi, aslında bir okunma(ma) krizidir.

    Üstelik pandemi sırasında ve sonrasında zoraki bir temassız ve hızlıca dijitalleşen günlük yaşam pratiklerine geçiş sayesinde bu kriz giderek derinleşmiştir: Eğitimde derslerin bir kısmı çevrimiçi ortamlara ve kayıtlara dönerken, çoğu sektörde işler uzaktan halledilmeye başlandı; temassız ödemelerle daha steril bir alışveriş yapılırken, telefonlardaki uygulamalardan verilen siparişleri yine temassız bir şekilde kapımızın önünden alabiliyoruz; sporcuların hâlâ sahada el temasından kaçındığını görürsünüz; akademik konferanslar, söyleşiler, buluşmalar pandemi sonrasında dahi hiçbir insanla yüz yüze gelmeden yapılabiliyor; internetten görüşen yönetmen, oyuncu ve tiyatrocuların eserler üreterek (Reha Erdem’in Seni Buldum Ya! filmi gibi) ya da müzisyenlerin senkronize bir şekilde sanatlarını icra ederek yeni türler yarattığını da söyleyebiliriz; bazen hiçbir yere temas etmeden, bazense hiçbir insanla karşılaşmadan binalara ve odalarımıza kadar geçebiliyoruz.

    Benzer bir durum, pandemi sonrasında basılı yayınların çok daha hızlı bir şekilde dijitalleşmesi ve açık erişimlerin yaygınlaşmasında da geçerlidir; fakat buna ters orantılı olarak hem günlük yaşamlarımızda hem de eğitimin her aşamasında okumanın ciddi oranda düştüğünü gözlemliyoruz. Kağıt, dağıtım, depolama ve reklam masraflarıyla ücretleri artan kitapların satışlarındaki gözle görünür azalmalar, sayısız elektronik kitabın bir okutucu cihazda istiflenmesinin getirdiği rahatlık (ve hatta bu yığını elinin altında barındırmaktan alınan entelektüel tatmin), dergilerin ve fanzinlerin gözden kaybolmaları, sesli bloglar (podcast) ve YouTube yayınlarındaki patlama, nihayet yapay zekânın da okunacak metinleri verilen komutlarla özetlemesi veya daha iyi yazılmış bilgi istemleriyle “yeni” ve “daha gerçekçi” metinler çıkarması, hatta bir de bunları sesli birer içeriğe dönüştürerek sanal yayınlara ve öğretici programlara çevirmesi, sadece okuma alışkanlıklarımızın değil eğitim ve öğretimin de üzerine format atıldığını gösteriyor.

    Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde orta düzey bir üniversitede orta seviyeli bir lisans dersi veren felsefe profesörünün öğrencilerin gerekli metinleri okumak bir yana, okuma-yazmayı dahi bilmediklerinden yakındığı yazı,[1] bilhassa Batı’da ve yönünü Batı’ya çevirmiş her toplumda birebir aynısının tecrübe edildiği bir okuma krizini aktarıyor: Buna göre üniversite sıralarında bile heceleyerek okuyan, basit cümleleri anlamayıp sadece yazılı harflere ses veren, apaçık sözcüklerin ne anlama geldiğini bilmeyen, her türlü sözlük uygulaması elinin altındaki akıllı telefonda olabilecekken kullanmayı akıl etmeyen ya da hazırlandığı sınavın sorularını dahi doğru okuyamayan öğrencileri görüyoruz. Pek çok eğitim bilimciyi, eğitim-öğretim politikalarını yönetenleri, öğretim elemanlarını, öğretmenleri, müfredat ve sınav komisyonlarını, kısacası eğitimin muhtelif kademelerinde görev alan her eğitim işçisini zorlayan bu durumun bariz sebeplerinden biri, pandemiyle birlikte okumaların neredeyse tamamen ekran aracılığıyla yapılmasıdır. Artık dijital ortamlarda okunan metinler, sadece göze ya da kulağa hitap ederken, dokunmayla neredeyse ilişiği kesilmiştir. Daha açık bir ifadeyle söyleyecek olursak, ekranın oluşturduğu sanal mesafe, okurun metne ve metnin okura tensel temasını perdelemiş, böylelikle de çift taraflı bir duyumsama kaybı yaşanmıştır.

    Okumanın bedensel/tensel hermenötiği tezini işlediğim yazılar[2] ve özellikle Metinle İştigal derlemesinde yer alan “Bir Metni Okumak” başlıklı bölüm,[3] bir metni yorumlama ve anlamaya dair çetrefilli süreçlerin yalnızca bilişsel veya soyut değil, öncelikle etiyle-kemiğiyle bedenin metinle süregelen fiziksel temasına, dinamik irtibatına dayandığını iddia ediyordu. Metne karşı bütünüyle zihinsel bir yaklaşımı reddederek bedenli oluşun elementlerine kadar inen ve okumanın çok katmanlılığını idrak ederek radikal bir tavır takınmayı benimseyen bu okuma modeli, tenin çift taraflı duyumsamasını geri kazanarak hem yeryüzüne, tene, kalbe ve söze dokunmayı hem de yeryüzünün, tenin, kalbin ve sözün bize dokunduğunu okumayı hedefliyor. Bu yazının temel sorusu ise şu şekilde beliriyor: Dijital ve temassız yaşamlarımızda geçmişe dönük bir özlem hissettiren okuma edimini nostaljiye düşmeden nasıl kurtarabiliriz? Kearney’nin bedensizleşme çağının eleştirisini yaptığı ve bedenli oluşun ontolojik ve etik sonuçlarını gösterdiği çalışmalarının rotasını okuma edimine çevirdiğimizde ne gibi bir akıbet bizi beklemektedir? Yazının devamında bedene/tene geri dönüşün (ana-carnation), temas etmeyi hor gören 21. yüzyıl teknolojisini ihya edebilecek kabiliyeti elinde bulundurduğunu ve dolayısıyla teknolojiye sahici bir dönüşün (ana-technology) de dijital ortamlarda metinle iştigale itidalli bir dönüş sayesinde mümkün olabileceğini iddia edeceğim.

    Dijital okumaya ve metin teknolojilerine itidalli bir dönüş gerekiyor, zira ne tamamen PDF’lerden, e-kitaplardan ve bloglardan uzak durmak ne de bütünüyle basılı eserlerden vazgeçmek okuma edimindeki dokunsal bilgeliği geri kazanmakla uyuşuyor. Herhangi bir aşırılığa kaçmadan her iki tarzı da yeniden günlük yaşamımıza ve eğitim hayatımıza katabiliriz. Yukarıda dijital ortamlarda okunan metinlerin göze veya kulağa hitap ederek dokunma duyusuyla ilişiğinin neredeyse kesildiğini söylemiştik; bu doğrudur ve insan hayatı için hayati öneme sahip dokunma hiçbir çağda olmadığı kadar tehlikededir. Ancak dijitalleşme, görünürde sunduğu yapısal özellikler ve araya koyduğu zımni aracılarla her ne kadar okumaya sanal bir biçem verirse versin, biz dokunmaya ve dokunulmaya devam ederiz, parmaklarımızı kullanırız, imleçle takip ederiz, dokunmatik yüzeyi kullanarak sayfayı aşağı çekeriz, yazıyı büyütürüz, yanında dijital kalem tutarız, entegre ettiğimiz not programına geçiş yaparız, işaretlediğimiz yer imlerini ararız, ekran ışığını ayarlarız. Tıpkı basılı metinlerin okumayı şekillendirmesi gibi, dijital metin de kendince bir çerçeve sundukça okur oynama paylarında hareket etmeye devam eder, okuduğunu anlamak için canlı olan (ten) ile dijital olanı (söz) daha etkin ve yaratıcı biçimlerde iş birliğine sokmaya gayret gösterir.[4]

    Dijitalleşmenin dokunmayı tehlikeye sokmasına yönelik eleştirel dikkat, dijital metinlerde dokunsal bilgeliği yeniden kazanmak için atılacak ilk adımdır. Böylelikle hâlihazırda etrafımızdaki kurulu düzenimizden, teknolojinin bizi rahata erdirdiği dünyadan geri dururuz ki bu sefer hayal gücünün sınırları zorladığı eleştirel tavrımızla birlikte yeniden bu düzene dönüp ayaklarımız yere daha emin basar hâlde dijital metinlerle iştigal edelim. Örneğin nostaljiden ve özcülükten kaçınarak hakiki okumanın basılı metinler âleminde kaldığı ve dijital okumaların eskisinin yerini asla alamayacağı önkabulünü askıya aldığımızda teknolojinin ne gibi farklı bir okuma deneyimi sunduğunu betimlemenin önü açılmış olur. Bu sayede elde tuttuğumuz, masanın üzerine koyduğumuz, raflara yerleştirdiğimiz eserlerle kurduğumuz dokunsal ilişki ile bilgisayar ya da tablet ekranındaki yazılarla kurduğumuz sanal ilişkiyi haksız bir rekabete sokmak yerine aralarındaki farklılıkları, okuma esnasında birini öbüründen ayıran nüansları ve bu ayrımların anlamayı nasıl değiştirip dönüştürdüğünü vurgulamak, daima orada fakat bir şekilde saklı kalan dokunsal bilgeliği ifşa etmek için teşvik edici olacaktır.

    Nihayetinde insan yaşamında tensel olmayan hiçbir şey yoktur. Aristoteles’in De Anima’daki kritik ayrımını hatırlayacak olursak, diğer tüm duyular iyi yaşamak için mevcutken dokunma yaşamak için elzemdir. Temassızlık çağında Varlığın bu olmazsa olmaz temasını hissedemiyor oluşumuz ve yeryüzü ile bağlarımızın iyice koptuğunu düşünmemiz yanlış değil; ancak bu temasın izleri her ne kadar silinmiş ya da gizli olursa olsun onu açığa vurmak, yaşamımızdan bütünüyle çıkmış olamayacağını ortaya çıkarmak da Varlığın özlemini çeken herkesin üzerine düşen bir görevdir. Bu doğrultuda özellikle romantiklerden ve Hans-Georg Gadamer’den ayrılan Kearney’nin tüm hermenötiğin esasen bedensel/tensel hermenötik olduğu tespiti epey yerindedir:[5] Dijital bir metni de okusak, sanal bir aracıyla da yazılanlarla iştigal etsek, tüm düşüncelerimiz varlığını dokunsal bedenin varlığına borçludur. Beden, iptidai yorumlamaya daima ve her şartta etkin bir şekilde devam eder. Bu bağlamda okurun metne icabı da daima ve her şartta tenseldir: Kendiliğinden bir aracı olan ten, fiziksel ya da virtüel fark etmeksizin, etrafını oluşturan ayrımlara duyarlıdır;[6] böylelikle okuyan beden, saman kağıdıyla mı, ağaçtan devşirme gözenekli bir yaprakla mı, ağır bir kitapla mı, neyin nerede olduğuna aşina olduğu bir metinle mi, yoksa göz yormayan bir ekranla mı, şarjı uyarı veren bir cihazla mı, hafif bir plastik gövdeyle mi, yazı büyüklüğünü ayarlayabileceği bir arayüzle mi metne temas ediyor, kendisini bu ortama göre uyarlar ve okumayı temasın gerçekleştiği bu yüzey-mekânda yürütür.

    Muhtelif yerlerde belirttiğim gibi, bir okuma teorisi olarak önerdiğim bedensel/tensel hermenötik modeli, metnin yorumlanıp anlaşılmasını (temellük edilmesini) bedenin metni anlamasına dayandırır. Bunu ise okuma ediminin sürekli birbirine geçen katmanlarını çözümleyerek göstermeyi hedefler. Böylelikle okur, bedenini daha iyi tanıdığı, yapabilirliklerini daha iyi gördüğü bir okuma alışkanlığıyla, önce (metne, yeryüzüne, dünyaya tahakküm etmeye meyilli) kendisini kaybedecek ve metnin, yeryüzünün, dünyanın bedeni üzerinde bıraktığı izleri, tesirleri arasında (hassaslığını, zayıflığını, geçiciliğini idrak eden) kendisini yeniden bulacaktır. Dolayısıyla bu model, hâlihazırda dünyaya ait bir tenin (beden) dünyaya ait başka bir tene (metin) değmesinden çıkan duyumsama (sensation), yönelme (orientation) ve anlamlandırmaya (meaning) odaklandığı için metnin dijitalliğini önceden belirlenmiş olumsuz bir intibayla kabul etmez; aksine okurun bedeni ile dijital olan arasındaki dokunsal irtibatı açığa vurmaya çalışır. O hâlde yazının geri kalan kısmında, birbiri içine geçen, daha doğrusu en alt tabakaya doğru çökelen “tarihsellik”, “fragmanlık”, “aradalık”, “şiirsellik” ve “düşsellik” katmanlarını dijital okuma pratikleri için belirginleştirmek, dokunsal bilgeliği bedensizleşme çağında yeniden kazanmak adına stratejik bir hamle olabilir.[7]

    Dijital bir metnin okura sunduğu çerçeve, basılı metinlere nazaran daha çok yönlüdür: Okunan cihaz ya da programa göre metne müdahale imkânları açılır; sözlük, not alma veya arkada müzik dinleme uygulamaları gibi başka programlarla desteklenebilir; iki ayrı metin karşı köşelere yaslandırılarak tek bir ekranda buluşturulabilir; dipnotlar veya göndermeler için oluşturulan linklerle okuma zenginleştirilebilir. Dijital bir platformda okura türlü özellikler sunan metin, her hâlükârda içinden çıktığı geleneğin bir taşıyıcısı olarak okurun deneyimini biçimlendirerek aktif bir rol oynar; buna karşın okur da bu teknolojik geleneğin bir muhatabı olarak dijital metne yönelir ve farklı cihaz ve programlarda yerini yadırgasa da dijital bir metinle nasıl baş edeceğini bulur. Dijital okuma deneyimlerinde bu yadırgayış ve yersiz yurtsuz hissedişin başlıca sebebi ise basılı metinlerle iştigale göre çok daha fragmanlı bir yapıya sahip olmasıdır; zira teknolojik cihazlar, elbette ki basılı eserlerle karşılaştırıldığında okurun dikkatini bölebilecek çeşitli özelliklere sahiptir: Uygulamalardan gelen bildirimler, şarj göstergesi, cihaz ışığının ayarlanması, aktif olmayan sekmeler, arkada çalışan programlar gibi pek çok unsur okumayı daha da fragmanlı hâle getirecektir. Fakat aynı sebeple dijital okuma, basılı eserleri okurken elimizde olmayan bir bazı fragmanları saf dışı bırakma bazılarını ise bir araya getirme imkânı da sunmuş olur; örneğin metin gövdesini büyüterek kenar boşluklarını en aza indirebiliyor veya bir sonraki sayfaya ara vermeden devam edebiliyoruz; bir sekme yana geçerek ya da bir uygulamaya tıklayarak az önce anlamını bilmediğimiz kelimenin ya da kendisinden haberdar olmadığımız bir şahsın bilgisiyle metne geri dönebiliyoruz. Her ne kadar okurun metnin daima bir kısmıyla muhatap olmasını ve bu parçalardan bütüne gitme güzergâhını değiştirmese de dijital okuma, virtüel mekânın olanaklarını çoğaltarak fragmanlığa başka bir boyut kazandırmış oluyor. Dijital metinlerle iştigal eden okurun tensel ayrıma gitmekte en zorlanacağı katman elbette ki sanallığın, hatta yapaylığın galebe çaldığı aradalıktır; zira teknolojinin okur ile metin arasında açtığı mesafenin ekranla, piksellerle, işlemcilerle doldurulduğu düşünülür. Hâlbuki varlığın elementi olan ten, dijital okumalarda yine iş başındadır: Bir taraftan her ne olursa olsun ekran başına bağlanan okurun dünyaya ait bedenidir, diğer bir taraftan metni ileten cihaz da yine bu dünyanın elementlerinden oluşan bir materyaldir. Okuma edimi bu tenlerin birbirine değmesi, anlama ise tenlerin bir şekilde uyuşmasıysa, okuduğunu anlamama yine bir ten uyuşmazlığı olacaktır. Fakat basılı metinlere oranla elektronik metinlerin okurun bedeni üzerinde bıraktığı tesir çoğu zaman fark edilecek derecede zarar vericidir; ışığın gözlere, metalin ya da plastiğin cihazın verdiği ısıyla birlikte deriye, radyasyonun vücudun farklı bölgelerine etkisi yadsınamaz ve çoğu zaman da okumayı güçleştiren, okuru yoran ve anlamayı zora sokan negatif bir etkiye sahiptir. Fakat nihayetinde elektronik metinler, hâlihazırda hayal gücü düzlemini yaratması, okuru bu alana yerleştirmesi ve bu virtüel mekânda dijital imgeleri çoğaltmasıyla olumlanabilecek bir etkiye de sahiptir. Ekranı aracı kılan dijital metin etiyle kemiğiyle, tepeden tırnağa bedenli oluşun elementlerine kadar inmemize bir engel gibi gözükür ama tüm sanallığıyla birlikte okurun bedenine tesir etmesi, okurun metinle kurduğu temasın bütünüyle sanal olmadığının garantisidir; böylece dijital metin okuru, düş ile gerçeklik arasına düşmeye, dolayısıyla da tensel bir idrake sahip olmaya daha sahici bir fırsat bulur.

    Burada kısıtlı bir alana sahip olduğum için dijital okumadaki dokunsal farklılık örneklerine ve duyumsama, yönelme ve anlamlandırmanın bu ortamda nasıl başka türlü işlediğine daha fazla yer veremeyeceğim. Ancak mevzubahis okuma modeliyle bedene/tene geri dönüş, sadece basılı metinlerle değil, aynı zamanda okuma edimini çelişkili biçimde bazı taraflardan yoksullaştıran bazı taraflardansa zenginleştiren elektronik metinlerle de mümkündür. Bir başka ifadeyle söyleyecek olursak, okumanın bedensel/tensel hermenötiği, kapsamını elle tutulan, klasik ve geleneksel metinlerle kısıtlayarak kendisini dijital okumanın getirdiği olanaklardan ve dokunsal farklılıklardan mahrum edemez. Aksine bedensizleşme ve temassızlık çağında hem fiziksel hem virtüel metinleri dokunsal bilgeliğe ulaşabileceği birer imkân olarak görür. Burada bedensel/tensel hermenötiğin okura katacağı en güçlü kozu, dokunmanın alameti farikası ayırt edicilikte en hassas ve en isabetli duyu olmasıdır. Basılı bir metin okurken de elektronik bir metin okurken de dokunmayı bilmesi, dokunulduğunu hissetmesi ve bunlar arasında da ayrım yaparken birini öbürü için feda etmemesi, okurun tensel bir idrake, dokunsal bir bilgeliğe sahip olduğunu gösterir. Bu idrake ve bilgeliğe sahip okur, yazma ve matbu eserler kadar dijital metin teknolojileriyle de meşgul olur, PDF ya da e-kitap istiflemekle beraber basılı kitap ve dergilerden de vazgeçemez. Yazının başında birbirine bağladığım (d)okunma krizi, ancak bu haksız rekabetin son bulmasıyla, her iki durumda da sözün tensel izlerine nefes verdiğimizin farkındalığıyla aşılabilir.

     

    * Doç. Dr., Hitit Üniversitesi Felsefe ve Din Bilimleri.

    [1] https://hilariusbookbinder.substack.com/p/the-average-college-student-today

    [2] Abdullah Başaran, “Okumanın Bedensel Hermenötiği: Bir Giriş”, Monograf Edebiyat Eleştirisi

    Dergisi 10 (2018): 10-23; Touching the Text, the Touching Texts: The Carnal Hermeneutics of Reading, State University of New York at Stony Brook ProQuest Dissertations Publishing, 2020; “Okumanın Bedensel Hermenötiği: Fenomenolojik Problemler”, Sabah Ülkesi 64 (2020): 26-31; “Anlama Dokunmak: Bir Okuma Teorisi Olarak Bedensel/Tensel Hermenötik”, Beden ve Anlam içinde, ed. Aysun Aydın (İstanbul: VakıfBank Kültür, 2023); “Görünür ile Görünmez Arasında Metin”, Görünmez Kentler’i Okumak: Sınırlı Mekânda Sınırsız İmkânlar içinde, ed. Abdullah Başaran (İstanbul: Telemak, 2025).

    [3] Abdullah Başaran, “Bir Metni Okumak”, Metinle İştigal: Okuma, Yorumlama, Tercüme, Anlama içinde, ed. Abdullah Başaran & Hayrunnisa Akgün (Ankara: Eskiyeni, 2025).

    [4] Kearney tene bedel ödeten post-hümanizm yerine dijital olan ile canlı olanın birlikte çalışabileceği “ana-humanizm”i önerir.

    [5] Richard Kearney, “Anacarnation: Recovering Embodied Life”, Anacarnation and Returning to the Lived Body with Richard Kearney içinde, ed. Brian Treanor & James L. Taylor (New York & London: Routledge, 2023), 236.

    [6] James L. Taylor, Anacarnation and Returning to the Lived Body with Richard Kearney içinde, ed. Brian Treanor & James L. Taylor (New York & London: Routledge, 2023), 180.

    [7] Okumanın bedensel/tensel hermenötiğinin beş katmanı için bkz. Başaran, “Bir Metni Okumak”, özellikle 40-52. sayfalar arası.