DÜNYA NASIL BİR YER DÜNYA KELİMESİNİN ETİMOLOJİK İNCELEMESİ
“Dünya” Arapça bir kelime. Yakın, alçak gibi lügat anlamlarına sahip. Üzerinde yaşadığımız gezegenin adı.
Dünya kelimesi Arapça d-n-y “dal-nun-ye” kökünden geliyor. Bu kökten türeyen Arapça kelimeler arasından bazıları Türkçeye geçmiş. Bu geçişler Kur’an ayetleri ve hadis-i şerifler vesilesi ile olmuş daha çok. Bu kelimeleri Rasulü Ekrem Söyledi İşiten Türk Oldu isimli sözlüğünde Muammer Parlar sıralamış:
Daniye: yakında olan. Denaat: alçaklık. Denaatkâr: deni ve alçak tabiatlı. Müdani: yakın eş, benzer. Tedenni, tedenniyat: aşağı düşme. Mütedenni: bozulan, bayağılaşan. Tedani: yaklaşmak, ilahî kata yaklaşan. İdna: yaklaştırmak. Deni alçak, yakın, garip, zor, zelil. Denie: ayıp, eksik, noksan, nakısa. Edna: çok yakın, pek aşağı. Dünyevi: dünyaya ait. Dünyadar: dünya işleriyle uğraşıp mal mülk sahibi olan.
Bu sözlükte dünya kelimesinin manası alışık olunandan farklı bir anlamlandırma ile verilmiş: En yakın, yakında olan. Ahirete veya ölüme en yakın.
Dilimize Arapçadan gelen “âlem” kelimesi de bütün Türk lehçelerine geçmiş. Âlem kelimesinin dünya olarak algılanmasında elbet bir anlam daralması yaşanmış. Allah’ın dışındaki varlık ve olayların tamamına âlem diyoruz. Yer ve gökte yaratılmış olanların tamamı için de kullanılıyor. Bütün insanlar anlamında da kullanılıyor kelime. Mecazen bütün insanlar anlamında kullanılmasını dünya kelimesinin kendisinde de görüyoruz. Tüm dünya karşıma çıksa yine de senden vazgeçmem diyen biri cümlesini “cümle âlem” terkibini kullanarak da kurabiliyor.
“Cihan” kelimesi için tüm Türklerde genel olarak cihan kelimesi kullanılırken Kırgız, Özbek ve Uygularda “âlem” kelimesinin kullanıldığı tespit edilmiş.
Dünya kelimesine Türkçede çok ilginç manalar yüklemişiz. Mesela bir işin imkânsızlığını o iş dünyada olmaz diyerek ifade ederken dünyayı onunla gördüm ben dediğimizde sevdiğimiz birisinin vasıtası ile dünyadan lezzet aldım demiş oluyoruz. Dünya kadar yol, dünyanın parası dediğimizde kelimeye çok anlamını katmışız. Dünyaperestler dünyaya kazık çakmaya çalışırken kimisi de dünyaya gözünü kapatır, dünyayı gözü görmez.
Tarama Sözlüğü’nde dünyacık ve dünyasın değşürmek tabirlerini görüyoruz. Dünyacık dünyalık para pul anlamında kullanılıyor imiş.
Dünya kelimesinin Türkçesi ne?
Türkiye Türklerinin dışındaki Türkler dünya için hangi kelimeleri kullanıyor diye Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü’nden “dünya”, “cihan”, “arz”, “yer” ve “âlem” kelimelerine baktığımızda sözlükteki tüm Türk lehçelerinde yani Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Başkurt, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Türkmen, Uygur Türkçelerinin hepsinde dünya kelimesinin kullanıldığını görüyoruz. “Yer” kelimesi de tüm lehçelerde “yer” şeklinde geçerken Başkurd, Kazan ve Kırgızlarda “orın” kelimesinin kullanıldığını görüyoruz.
“Orın” (orun) kelimesinin dünya için kullanılan bir kelime olduğu günümüzde unutulmuş durumda. Acaba orın evren kelimesinin yuvarlanmış biçimi olabilir mi diye akla takılabilir ama bu ihtimali çok ciddiye almamak gerekir zira ora, orta, ordu, orman gibi türemiş hâlleri de bulunan “or-” kökünde yer anlamı bulunuyor. Dünya anlamına geldiği kaynaklarda geçen acun kelimesi Caluson’a göre Soğdçadan Türkçeye geçmiş bir kelime imiş.
“Türklere Arapçadan ‘dünya’ kelimesi gelmeden önce Türkler hangi kelimeleri kullanıyordu dünya için?” diye bir meraka kapıldığımızda verebileceğimiz ilk cevap, aklımıza gelebilecek ilk kelime “yer” kelimesi. Benim kendisinin Akşemseddin olduğuna kanaat getirdiğim, bu konuda yalnız da olmadığım bir Muhammed bin Hamza vardır. 15. yüzyılda, 1426’da Türkçe Kur’an tercümesi hazırlayan bir âlim. Prof. Ahmet Topaloğlu hoca bundan 54 yıl önce bu tercümeyi sözlüğü ile yayına hazırlarken Muhammed bin Hamza’nın Molla Fenârî olabileceğini tahmin ettiğini ifade eder. Akşemseddin’in de Molla Fenârî’nin de ismi Muhammed bin Hamza bin Şemseddin’dir. Muhammed oğlu Hamza oğlu Şemseddin’dir ikisi de. Akşemseddin’in “Ak”ının Şemseddin’inin muhtemelen Molla Fenârî ile ve varsa devrin başka Şemseddinleri ile karıştırılmaması için verildiği anlaşılıyor. Molla Fenârî’nin bilebildiğimiz kadarıyla Türkçe kaleme aldığı bir eser yok ama Akşemseddin’in var. Dil, kullanılan kelime kadrosu açısından Kur’an tercümesine bakıldığında Akşemseddin’in 20’li yaşlarında bu tercümeyi yaptığı hissedilebiliyor. Bu tercümede Kur’ân-ı Kerîm’de dünya anlamına gelen kelimelerin nasıl tercüme edildiğini görmek ilginç gelecektir:
Yûsuf suresi 9. ayet:
“Deplen Yusuf’ı, ya bırakun anı bir yire, boş kala size atanuz yüzi”
28. sure 77. ayet:
“Dahi isteme fesadı yer yüzinde; bayık Tanrı sevmez müfsidleri”
“Pes degül ol ikinci ürmek, illa çağurmakdur bir gez, pes ol vakt, anlar yer yüzindedür”
Bakara suresi 11
“Dahi kaçan eyidildi anlara: Fesad eylemen yirde, eyittiler: Degülüz, illa biz eyü işleyiciler”
Bakara suresi 22
“İy Ademiler! Tapun Çalabunuza… Ol kim kıldı sizin için yiri döşek, dahi göği yapılmış.”
9 suresi 25. ayet:
“Bayık arka virdi size Tanrı, çok yirlerde, dahi Huneyn çalışı güni”
Bakara suresi 71. ayet:
“Bayık ol bir sığırdur, yavaş olmuş degül, aktara yiri, dahi suvarmaz ekini yani tolap öküzi degül.”
İslam’la ilk karşılaşılan yüzyıllarında Türkçenin din dilinin nasıl olduğunu görme çabasının kıymetli bir tarafı var. Elbette yüzyıllar içerisinde oluşmuş Kur’an ve hadis kelimelerinden örülü kelime hazinesini kaybetmek gibi bir niyete kapılmadığımızda güzeldir bu. Konunun tam tersi gibi görünen kısmı da önemli: Türkçe ile Allah’a yakarılamayacağı saplantısına kapılmadıkça Kur’an kelimeleri ile, Peygamber Efendimizin fem-i saadetlerinden çıkmış kelimeleri kullanmak güzeldir elbet.
Bu farklı ve güzel tercümede “yer” kelimesi şu Arapça kelimelerin karşılığı olarak tercih edilmiş: Arz, umm, buk’at, mübevva, meşva, müstekarr, mek’ad, mekam, mekan, mekanet, mevzi, mevtin, berr, serab, racfet yer deprenmek) evy (yer tutmak), tebevvu (yer edinmek, konmak, yerleşmek), sahirat (yeryüzü).
Yere niçin yer diyoruz?
Yer, yerküre, yer gök derken kullandığımız mekân anlamında, zemin anlamında kullandığımız kelimede kök anlam olarak hangi mananın bulunduğunu yokladığımızda gideceğimiz ilk yer “yemek” fiili. Yeryüzünün insanı ve bütün mahlukatı yiyip yutmasını şiirinde işleyen şairimiz az değildir. Sadece ikisini zikredelim:
“Kısmetindir gezdiren yer yer seni
Göğe çıksan akıbet yer yer seni”
Kemal Paşazade
Firecikli Hadidi Tarihi Ali Osman’ında “yer”in adının boşa yer olmadığını, yerin taht sahibi nice sultanları yediğini söyler:
“Serir issi nice serverleri yir
Güzaf olmadı bu yirin adı yir”
İsmet Zeki Eyüboğlu Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü’nde Türkçedeki yer kelimesi ile Sankritçe “ira” kelimesi arasında bir benzerlik olduğunu ifade eder. Hint Avrupa dil ailesinde içinde “er” sesi geçen kelimeleri sıralar: Grekçede eraz, Latincede terra, İspanyolcada tierra, Fransızcada terre, İtalyanca terre, Almancada erde, Gotçada airtha.
Eski metinlerimizde yer kelimesinin kimi zaman yir şeklinde geçtiğini kimi zaman da aynı şairin şiirinde hem yer hem yir şeklinde geçtiğini görüyoruz.
Burada tartışmamız gereken konu şu: Acaba dünya kelimesine Türkçede “yer” denilmesinin sebebi toprağın insanı yutması mı yoksa dünyanın kınanmış, yerilmiş, kötülenmiş bir yer olması mı? Arapçada alçak olmak, düşük olmakla alakalı anlam Türkçede de kullanılmış olabilir. İçimden bir ses yerilmiş anlamında yer denmeyeceği yönünde. Birisi etken diğeri edilgen çünkü. Dünyanın yerilmişliğini yani edilgenliğini vurgulamaksa maksat kelimemiz “yer” değil “yerik” gibi bir şey olurdu diye düşünüyorum.
Ruşeni hem yermek hem yemek ile beraber kullanmış yer kelimesini:
“Her ne koyalar önüne yerme yi
Nan ı cev ü gendüm ü erzen dime”
Şair Hikmet yeryüzünün yerilmesi gerektiğini savunanlardandır:
“Şu yeri akıl olan kişi yere
Ki soka akıbet kimseyi yere”
Yüzyıllardan beridir Türkçe konuşulan her yerde okunulan, ezberlenen, Anadolu’yu İslam üzere kuran kurucu metinlerimizden Muhammediye’de ise Yazıcıoğlu Mehmed peygamberleri yeryüzünün yemediğini, Allah’ın o mübarekleri toprağa haram kıldığını yazıp yemeye kalkışsa nasıl yiyebilir ki, yiyemez der beytinde:
“Dedi kim enbiyayı hiç yimez yir
Haram eyledi Allah nitesin yir”
Bu manalandırmalar ile şüphesiz insanımızın kulağı dolmuş idi. Ne yazık ki son kırk yılımız Muhammediye’nin okunduğu Cuma gecelerinin televizyon tarafından işgal edilmesine, o güzelliklerin hafızalardan silinmesine yol açtı. Kaybeden Muhammediye olmadı. Kaybeden Yazıcıoğlu Mehmed olmadı, kaybeden biz olduk.
Yer başka manalarda kullanılmış da o manalar unutulmuş olabilir mi diye Yaşar Çağbayır’ın on ciltlik sözlüğünü elimize bir alalım:
Yaşar Çağbayır “yer” için 30 mana kaydetmiş. Çağbayır’ın on ciltlik Büyük Türkçe Sözlük’ünde “yer” maddesi dört buçuk sayfa tutmuş. Türeyen kelimelerle 10 sayfayı buluyor “yer” kelimesi.
Yer’de en uzak nokta ve kuzey anlamları da var imiş. Yer sağrısı kelimesi de yer yüzü kelimesi için kullanılıyormuş. Yer sub ve yertincö kelimeleri de yeryüzü için kullanılan kelimelerimizden imiş. Bahattin Ögel’in belirttiğine göre yer tengri kelimesi yer tanrısı, mukaddes toprak anlamına kullanılıyormuş. Petrole yer yağı ismi de verilmiş. Patatese de yer yumurtası deniliyormuş. Havuç yerebatan, yerekaçan, yeregeçen gibi isimlerle anılıyormuş.
Kelimelerin ek kök durumunu irdelemek için istifade edilesi kıymetli bir eser olan Tuncer Gülensoy’un Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü “yer” kelimesine 16 mana yüklendiğini tespit etmiş. Macarcadaki “szer” kelimesinin yer ile alakalı olduğunu belirtir Gülensoy Köken Bilgisi Sözlüğü’nde. “Yerincek” kelimesinin ise halk ağzında alçakgönüllü anlamına geldiğini görüyoruz.
Dünya dillerinde dünya için hangi kelimeler kullanılıyor?
Aşağıya dünya dillerinde dünya için kelimeleri listeledim. Listelerken birbirine yakın seslere sahip kelimeleri gruplamaya çalıştım:
World, İngilizce. Werelt, Afrikaanca. Verden, Danca. Wereld, Felemenkçe . Velt, Yidiş. Verden, Norveççe. Welt, Luksemburgca. Värld, İsveççe.
Mundu, Baskca. Mondo, Esperanto. Mundo, Filipince. Mundo, Galiçyaca. Mond, Haiti Kreyolu. Mondo, İtalyanca. Mundo, İspanyolca. Mondu, Korsikaca. Món, Katalanca. Mundo, Portekizce.
Svijet, Boşnakça. Svyat, Bulgarca. Svět, Çekçe. Shijie, Çince. Sviet, Belarusça. Svijet, Hırvatça. Swiat, Lehçe Svet, Slovakca. Svet, Slovence. Svetot, Makedonca. Svet, Sırpça. Svit, Ukraynaca.
Donya, Cava Dili. Dunia, Endonezce. Duniya, Hausa Dili. Duniya, Hintçe. Dinya, Kürtçe. Dinja, Maltaca. Dunia, Malayca. Dunya, Sunda Dili. Dunia, Svahili Dili. Adduunka, Somalice.
Visva, Guceratca. Biśba, Bengalce. Visvada, Kannada Dili. Visva, Nepalce.
Leakam, Malayalam Dili. Lokaye, Sinhala Dili. Ulaka, Tamilce. Lok, Tayca. Lalolagi, Samoa Dili.
Sekai, Caponca. Segye, Korece.
Maailm, Estonca. Maailma, Fince.
Pasaule, Letonca. Pasaulis, Litvanca.
Uwa, İbo Dili. Ao, Maori Dili. Aye, Yorubaca.
Cihan, kiti, donya, âlem Farsça.
Le monde, genel anlam için, la terre, toprak parçası için, l’univers de evren manasında Fransızca.
Erdball (toprak top), Erdkreis (toprak daire), Erdkugel (toprak yuvarlak), Welt (dünya), Planet, Diesseits (bu taraf), Erde (yeryüzü), Weltkugel (dünya yuvarlağı) Almanca.
Orbis Latince. El orbe, el mundo, La tierra, El suelo İspanyolca.
Kamharkyee, Birmanca. Kalibutan, Cebuano. Aşkharh, Ermenice. Byd, Galce. Botë, Arnavutça.
Lefathse, Guney Sotho Dili. Msoplioshi, Gürcüce. Honua, Hawai Dili. Ntiaj Teb No, Hmong Dili Domhan, İrlandaca. T-Soghail, İskoç Galcesi. Heimurinn, İzlandaca. Âlemi, Amharca. Piphoplok, Khmer Dili. Olk, Lao Dili. Izao Tontolo İzao, Malgaşca. Jaga, Marathi Dili. Delkhiin, Moğolca. Dziko, Nyanja. Sasara, Pencapca. Lume, Rumence. Mir, Rusça. Nyika, Shona Dili.
Prapanca, Telugu Dili. Thegioi, Vietnamca. Kosmos, Yunanca. Umhlaba, Zosa Dili. Emhlabeni, Zuluca. Vilag, Macarca.
Tasavvufta Dünya/Âlem /Cihan/Yer
Tasavvufta, dünya çeşitli şekillerde tanımlanmıştır: Seni Allah’tan alıkoyan her şey. İmtihan yeri. Ahiretin tarlası. Geçici, fani yer.
Dünya ile ilgili olarak dervişler: “Yalan dünya”, “Yalancı dünya”, “Dünya malı dünyada kalır.” demişlerdir. Dünya ayrıca cadı, yılan, zehir ve fahişeye benzetilmiştir.
“Beş on gün ömr içün girü kaytma
Bu fânî dünyemün nakşına bakma”
Yûnus Emre
“Dünya kelamı” diye bir tabir vardır. Bir sözlüğün bu tabire verdiği ayrıntı ilginç: “Aşk, zevk ve tasavvufi konular dışındaki yeme, giyme, geçim, spor, borsa, sinema vs. gibi hususlarda konuşma.”
Mahlası ile dikkat çeken bir şairimiz dünya kelamını kararında konuşmak gerektiğini dile getirmiş bir beytinde. Bismillahi mahlası şairimizin. Diyor ki Bismillahi:
“Dünya kelâmın konuş ber-karâr
Haddi aşan mutlak bulur zarar”
“Cihan” dünyanın Farsçası. Ethem Cebecioğlu cihan kelimesini şöyle izah etmiş. Farsça âlem demektir. Cihân-ı halk; Ta’ayyünler (belirmeler) şeklindeki tecelli mertebesi. Cihân-ı emr; İlahî emir âlemi. Cihân-ı reng-âmizi: Renksizlikten kurtulmuş, renk kazanmış âlem, yani etrafımızı kuşatan üç boyutlu maddi dünya. Cihân-ı sübhanî: Lâhût âlemi, en yüce melekût. Cihân-ı tahayyül; Hayal âlemi, kevn ü fesad (olma ve bozulma) âlemi, dünya hayatı ile ilgili olan. Cihân-ı nefs: Nefsani arzular âlemi.
“Bu muhtasar cihan iki cihanca
Dükeli bakarısam yüz bin anca”
Yunus Emre
Seyyid Mustafa Rasim Efendi Istılahat-ı İnsân-ı Kâmil isimli tasavvuf sözlüğünde Dünya ehli, Dünya ve ahiret kimlere haramdır, Dünya nedir, Dünya mel’un olmak, Dünya neden ibarettir maddelerine yer vermiş. Dünya ehlinden bahsederken şöyle der Mustafa Rasim Efendi: “İblis dünyayı kafirlere arz ettikte, semeni yani bahası nedir dedikte, iblis dahi, terk-i dindir dedi. Onlar dahi kabul edip dini dünyaya verdiler. Ve zahidler bi külliye-yi i’raz eylediler. Ve ragib olanlar din ve dünyanın ikisinden geçmeyip, iblise ‘Dünyadan bize bir mezaka ver, görelim çeşnisi nicedir.’ dediler. İblis dahi bunlardan rehn istedikte sem’lerini ve basarlarını rehn kodular. Onun için ehli dünya ahbar-ı dünyayı istima’ ve ziynetlerini müşahade etmeyi severler.” Dünya ve ahiret kimlere haramdır maddesinde Necmeddîn-i Kübrâ’nın Tasavvufi Hayat eserinden şöyle bir hadis aktarılmış: “Dünya iman ehline, ahiret de dünya ehline haramdır. Velilere her ikisi de haramdır.” Devamında “Burada haram memnu manasınadır.” diye açıklama yapılmış.
Âlem kelimesi ise şu maddelerle yer alıyor bu kıymetli sözlükte:
Âlem-i misal-i mutlak, âlem-i misal-i mukayyed, âlem-i emr, âlem-i halk, âlem-i kebir, âlem-i sagir, âlem-i ilm, âlem-i zat, âlem-i sıfat, âlem-i gayb, âlem-i ilah, âlem-i fena, âlem-i beka, âlem-i taayyün, âlem-i la taayyün, âlem-i ama, âlem-i gayb-ı hüviyyet, âlem-i gayb-ı mutlak, âlem-i ıtlak, âlem-i icmal, âlem-i ezeli, âlem-i esma, âlem-i mahiyyat, âlem-i mücerredat, âlem-i cem, âlem-i fark, âlem-i ayan, âlem-i ervah, âlem-i ef’al, âlem-i ma’kulat, âlem-i hayal, âlem-i ulvi, âlem-i tafsil, âlem-i batın, âlem-in nüfus, âlem-ül asar, âlem-i ruhani, âlem-il his, âlem-i nasut, âlem-i anasır, âlem-i eflak ve encüm, âlem-i sufla, âlem-i mevalid, âlem-i şehadet-i mutlaka, âlem-i kevn ü fesad, âlem-i suret, âlemül merbubiye, âlem i kesif, âlem-i mekân, âlem-i la mekân, âlem-i tedvin, âlem-i ayn, âlem-i ma’na, âlem-i tabiat, âlem-i cismani, âlem-i afak, âlem-i enfüs, âlem-i insilah, âlem-i berzah, âlem-i ala, âlem-i kül, âlem-i tehyic, âlem-i ukul.
Âlemin nihayeti yoktur. Lakin cümlesi dört kısımda münderiçtir ki âlem-i lahut, âlem-i ceberut, âlem-i meleküt, âlem-i şehadettir.
Yeryüzünün hayat sahibi olması
Dünyanın bir hayatı bir de ömrü var şüphesiz. Bu hayatı az çok izleyebilir, gözlemleyebiliriz ama dünyanın ömrünü kavramanın imkânı var mıdır, varsa nedir? Bizler için dünyada mekân tutmaya başlamaktan başlıyor hayat. Hayatımız, ömrümüz. Hayat ile ömrün arasında nasıl bir fark var acaba. Her iki kelime de Arapça. Bunu Ebû Hilâl El-Askerî’nin Farklar Sözlüğü isimli çok kıymetli sözlüğünden bakmakta fayda var. Bakıyorum. Hayat ile irtibatlı birçok kelimeyi karşılaştırmış ama ömür ile hayatı karşılaştırmamış. Ömür kelimesinin kökünü ve müştaklarını bilmeden de fark edebileceğimiz özelliği başı ve sonu belli bir hayatiyyeti ifade ediyor olması diyebiliriz. İmar, mamur, mimar, umran, Ümraniye, imaret, tamir kelimeleri ömür ile aynı köktendir.
El-Askerî’nin sözlüğünde hayat ile nema (gelişme) kelimesi, hayy (diri) ile hayevan (canlı) kelimesi, hayat ile ıyş (yaşamak) kelimesi ve hayat ile ruh kelimeleri arasındaki farklar irdelendikten sonra hayat kelimesinin zıddı kelimeleri yani mevt, katl, zebh, fena, nefad, ihlak, idam, kudret, kahr, galebe, muqit, kavi, şiddet, celed, suubet, metanet münnet, salabet, şehamet, cezalet, şecaat, Necdet kelimeleri arasındaki fark ve benzerlikleri irdelenmiş. Ele aldığı kelimelerin bir kısmı Türkçeye yerleşmiş, Türkçede kullanılan kelimeler değil artık.
Arapça kelimeleri irdelemek için elimizin altında mutlaka bulunmasında fayda olan Râgıb El-İsfahânî’nin El-Müfredât’ına müracaat ediyorum. Hadîd suresi 17. ayet ile karşılaşıyorum “h-y-y” maddesinde. Hadîd suresi 17. ayette “Allah Biliniz ki Allah yere öldükten sonra tekrar hayat verir.” buyurur. Ayette geçen arz kelimesinin, yeryüzünün hayat sahibi olduğunu öğretir bize bu ayet. Toprağın canlı olduğunu, tabiatın mevsim be mevsim ölüp ölüp dirildiğini gösterir. Bu kadar canlı bir dünyanın yani Türkçesi ile “yer”in yeme içme işleri ile meşgul olabileceğini aklımızın bir köşesine nakşedelim artık o hâlde.
Fakat Ankebût suresi 64. ayetinde “Ahiret yurduna gelince, işte asıl yaşamak odur. (le hiyel hayevanu)” geçen “hayevanu” kelimesinin beka (sonsuz hayat) anlamında kullanıldığı kimi âlimlerce söylenilmiştir. İaşe, maişet, maaş gibi kelimelerin türediği “ıyş” kelimesi (Aişe, Ayşe ism-i şerifesi de bu kelimeden türemiştir) yaşamayı sürdürebilme ile alakalı yeme içme gibi unsurları ile hayat için kullanılır. Fakat, Ebû Hilâl El-Askerî “ıyş” kelimesi hiçbir konuda hayatın bizzat kendisi değildir der. Hayat ile kudreti karşılaştırırken de der ki bir canlının hayatı aynı çizgide devam ederken kudreti yavaş yavaş azalabilir.
Dünya için edilecek dünya kadar söz var lakin biz Bismillahi’nin dediği gibi yapalım:
“Dünya kelamın konuş ber-karâ
Haddi aşan mutlak bulur zarar”