TEKKE MUSİKİSİNDE ÖLÜM

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Mustafa Hakan Alvan*

    İslam’ın hikmet ve irfan veçhesini yaşatmak gayesini baş tacı eden tekkelerde, doğumdan ölüme kadar zamana ve zemine göre ilahi okuma âdeti vardır. Ramazan ayında oruçla ilgili ilahiler, rebiyülevvel ayında Hz. Peygamberin dünyayı teşrifi ile ilgili ilahiler, cemaziyülevvel ve cemaziyülahırda üç aylara girmeden önce manevi olarak arınmak için tövbe ile ilgili ilahiler, zilkade ve zilhicce aylarında ise hac ve kurbanla ilgili ilahiler okunur. Öte yandan dinî musiki repertuvarının kaynağı olan ilahiler, mersiyeler gibi çeşitli formlarda üretilen şiirlerin temasının ağırlık noktası, insan hayatının değişmeyen en önemli kavramı ölüm ve ahiret inancıdır.

    En basit ifadeyle ölüm, her insanın hayatındaki kaçınılmaz tek gerçektir. Allaha ve ahiret gününe inanan Müslümanlar, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmek zorundadırlar. Bu kurala uydukları müddetçe ahiret hayatları mutlu, uymadıkları takdirde ise azap içinde olacaktırlar. Hayat ve ölümün anlamı konusunda son yüzyılın irfan geleneğimizin önemli temsilcilerinden Sahaflar Şeyhi Hacı Hafız ve vaiz Muzaffer Ozak Efendi’nin eserlerinde ve vaazlarında sıkça dile getirdiği “İki şeyi, Allah’ı zikretmeyi ve ölümü unutursan dünyada da ahirette de helak olursun. Bir kimse ölümü ve Hakk’ı unuttu mu o kimse, yeme içmede ve yaşamada insanlar gibi olsa da hakikatte hayvanlardan daha ednâ ve esnâdır… Birçok adam kendine kabir hazırlar, ama kendini kabre hazırlamaz, hâlbuki kendini kabre hazırlaması lazımdır. Birçoğu da kıyameti sorar ama kıyamet için bir şey hazırlamamıştır. Kıyameti sorup ne yapacaksın? Kıyamet eninde sonunda kopacaktır… Doğdun, öleceksin. Ölüm bir nehir, o nehirden içmedik olmaz. Kefen bir libas, o libası giymedik kalmaz… Kabir bir kapı, oradan girmedik olmaz. Asıl mühim soru: Ölümü biliyorsun ama ne hazırladın ölüm için?” tespitleri bu bağlamda oldukça önemlidir. Muzaffer Ozak Efendi’nin Aşkî mahlasıyla yazdığı sabâ makamındaki şu ilahisi de ölüm gelmeden insanın nasıl yaşaması gerektiğini güzelce özetlemektedir:

    İbret al azizim gel bu devrandan

    Sana hiç fayda yok seyr ü seyrandan

    Gün olur göçersin dehr-i virandan

    Ayırma gönlünü emr-i Kur’ân’dan

     

    Dünyada bâkî mi sanırsın insan

    Âbâ u ecdadın hak ile yeksan

    Zikr ile şükr ile dönmezse lisan

    Ya iman zayıftır ya akıl noksan

     

    Rabbini bilmektir en büyük irfan

    Rabbini bulmaktır irfana burhan

    Tecelli etmezse rahmet-i Rahman

    Akıbet mutlaka hicran u hüsran

     

    Arkadaş bu dünya yalandır yalan

    Ölümden ders alır akıllı olan

    Malını mülkünü ederler talan

    Kalırsın ortada girye vü nâlân

     

    Kazanla teneşir ederler i’lân

    Evinden yükselir nâle vü efgân

    Toplanır kapına emsal ü akran

    Olursun ahiret yoluna revan

     

    Tabutun içinde nihan ü pinhan

    Bir namaz vaktince olursun mihman

    Karşında saf tutar ahbab ü yârân

    Musalla taşında olur imtihan

     

    Kabir var hufre-i nâr-ı nîrândır

    Kabir var ravza-i bâğ-ı cinandır

    Kabir var mü’mine dârü’l emândır

    Kabir var münkire zâr ü zindandır

     

    Koyarlar mezara seni perişan

    Başına dikerler bir küçük nişan

    Kalbini Kur`ân’la etmişsen rahşân

    Kabrini melekler eyler dırahşân

     

    Ey Aşkî hayır yok fani cihandan

    Gelenler gidiyor bir bir bu handan

    İmanla Kur’ân’a bağlan ki candan

    Dâreynde olasın şâdân ü handan

     

    Mutasavvıflar Hz. Peygamberin “Ölmeden evvel ölünüz.” tavsiyesini zaruri bir emir telakki ederler. Bu yüzden mutasavvıflar için ölüm; nefsin ve şeytanın insan ruhunu öldüren zararlarından kurtulmanın bir aracıdır. Bu gerçek, Hüseyin Sebilci’nin uşşak makamında bestelediği Şemseddin Sivasî’nin meşhur ilahisinde “Mûtû kable en temûtûsırrını fehm eyleyen  /  Haşr u neşri bunda gördü nefha-i Sûrolmadan” şeklinde ifade edilmiştir.

    Tekke ilahilerinde ölüm gerçeği, ölüme hazırlanmamız gerektiği, ölümü bize unutturan dünya meşguliyetlerine karşı uyanık olmamız gerektiği çok sade ama çok beliğ ifadelerle hatırlatılmaktadır. Mesela hicaz makamında bestelenen Âşık Yûnus’un “Nice bir uyursun uyanmaz mısın, dellâllar çağrışır inanmaz mısın, göçtü kervan kaldık dağlar başında…” ilahisinde, “Yunus sen bu dünyaya niye geldin, gece gündüz Hakk’ı zikretsin dilin…” diye kendisini ikaz etmesi, dinî ilimlerin hemen hepsini kapsayan özgün mısralardır. Yine Muallim İsmail Hakkı Bey’in neva makamındaki bestelediği Âşık Yûnus’un şu ilahisi nazla karışık Cenab-ı Hakk’a niyazdır:

    Bir tahta yaratmışsın

    Hâlim anda yazmışsın

    Mevla’m ne yazdın anda

    Kullar anı ne bilsin

     

    Yedi tamu yarattın

    Kâfirlere vadettin

    Ana müminler girmez

    Hazzı olanlar girsin

     

    Sekiz cennet yarattın

    Habibine vadettin

    Ana kâfirler girmez

    Müminlere ne dersin

     

    Yüzüm kâre elim boş

    Bağrım yanık gözüm yaş

    İnayet eyle Mevla’m

    Yûnus cemâlin görsün

    Bir başka örnek, sözleri Adana vaizlerinden Kelâmî mahlaslı Cumalı Çoğal’a ve bestesi Hafız Zeki Altun’a ait nihavent makamındaki şu ilahide şair kendine şöyle öğüt vermiştir:

    Ey gönül bakma cihana gün gelir seyran gider

    Durma ağla gözlerim bu kafesten can gider

     

    Sağlığı sen bil ganimet gönlünü Allah’a ver

    Çağrılır kabre girersin sonra bu meydan gider

     

    Sıdk ile Allah’a kul ol mal ü dünya fitnedir

    Bir kefen giyip gidersin servet ü saman gider

     

    Cümle halk ehl-i seferdir devr-i Âdem’den beri

    Pençe-i mevte takılmış günde bin kervan gider

     

    Hazır ol mevte Kelâmî gâfil olma bir nefes

    Dost gider düşman gider ağyar gider ihvan gider

     

    Şair Diliyle Gasil ve Defin

    Bugünkü gassaller şiirden pek anlamasa da tekke şiirindeki –şimdilik– bilinen tek gasilnâmenin şairi hafız, müderris, hattat ve Osmanlı tarihinin en önemli mevlithanı Said Paşa İmamı Hasan Rızâ Efendi’dir. Ömrünün son deminde meczup olmuş bir Rifâî dervişi olan Said Paşa İmamı’nın fıkıh kaidelerine göre cenaze gasli ve defni işlemlerini anlattığı bu manzumeyi, günümüz bestekârlarından Süleyman Şahintürk rast makamında bestelemiştir:

    Gasil-nâme

    Ey dinde kardaş ahirette yoldaş

    Gasl ü defni mevtada etmen telaş

    Hizmetlerin yol ile yazdım bakın

    Dişi erkek gasl ü defnini yapın

    Nazar-ı Hakk gidince cismi tenden

    Ruh makamına gider bil tez elden

    Gasl olunmazdan evvel devrin edin

    Sülüsünden yaşına göre edin

    Hem dahi birlikte Kur’ân hatmedin

    Kefareti yerlerine sarf edin

    Kefenini dikesiz hazır ola

    Gasl suyu dahi az soğuk ola

    Ağır okun cüzleri yüksek tutun

    Aceleyle okumayın söz tutun

    Tekmilinde teneşir üzere koyun

    Sülehâdan bir imam ile yuyun

    Kalbimiz temizleyen Hakk erenler

    Cismimiz temizleyen siz yârenler

    Çevre etrafın üç kez buhûrlayın

    Zikr-i tevhit ile gasle başlayın

    Çıkarırken evden ağlaşmayalar

    Katı avazla da çığrışmayalar

    Zikr i cehri ile yab yab gidesiz

    Farzı kifâye namazın kılasız

    Bahr ü berr hacc ü seferde garîb

    Olsa mümin mümine cümle şehîd

    Çocuk doğsa bir nefes alsa ölse

    Gasl edesiz dişi vü erkek olsa

    Defn edince dostân cismi teni

    Su dökeler hatmi dua son demi

    Son selâm ile bırakıp gidiniz

    Hakk’a teslim ile avdet ediniz

    Hizmet-i meyyiti temâm Seyyid Rızâ

    Etti hoşnûd ola Hatemü’l-enbiyâ

    Tevhit Gecesi

    Dergâh musikisi geleneğinde zamana ve zemine göre ilahi okuma âdeti olduğunu ifade etmiştik. Dergâh şeyhi vefat etmişse gasil sırasında, dervişleri tarafından sözleri Abdülehad Nûrî-i Sivâsî’ye ait şu hüseyni ilahi okunur:

    Yanmaktan usanmazam pervane miyim bilmem

    Hiç sonunu saymazam divane miyim bilmem

     

    Dil-hane harâb oldu yıkıldı türap oldu

    Her cânibi bâb oldu virane miyim bilmem

     

    Kalbimde ocağım var sinemde de dağım var

    Ateşte durağım var hep yâne miyim bilmem

     

    Nûrî dem-i dehşette bahr-i gam-firkatte

    Ka’r-ı yem-i hayrette dürdâne miyim bilmem

    Gaslin ardından, merhum şeyhi cenaze namazı için camiye götürürken Âşık Yûnus’un hüseynî makamındaki ilahisini hep bir ağızdan okurlar:

    Hayıf benim bunca geçen ömrüme

    Dervişlik ne güzel sultanlık imiş

    Hû dedikçe safa verir canıma

    Dervişlik ne güzel sultanlık imiş

     

    Ebûbekir hırkasın abâ biçtiler

    Aşk şarabın kana kana içtiler

    Ömer Osman Ali böyle göçtüler

    Dervişlik ne güzel sultanlık imiş

     

    Dervişin ayağındadır nalını

    Gider cennete salını salını

    Allah bilir dervişlerin hâlini

    Dervişlik ne güzel sultanlık imiş

     

    Bakmaz mısın şu dünyanın hâline

    Padişahlar çare bulmaz ölüme

    Dervîş Yûnus sen de şükret hâline

    Dervişlik ne güzel sultanlık imiş

    Tasavvuf geleneğinde Allah dostlarının vefat ettiği günün yıl dönümlerinde anılmaları, ruhlarına hediye göndermek ve şefaatlerine nail olmak maksadıyla “Tevhit Gecesi” denilen cemiyetler düzenlenir. Tevhit Gecesi’nde dervişler bir araya gelerek kelime-i tevhit okurlar. Tevhidin sonunda ise Rahman suresi tilâvet olunur. Tevhit esnasında kasidehanlar tarafından, Tevhit Gecesi yapılan zatın kendi yazdığı şiirleri varsa bunlar, yoksa da konuyla ilgili başka şiirler makamlı olarak doğaçlama okunur.

    Kerbela mersiyeleri

    Malum olduğu üzere, hilafetin saltanata dönüşmesiyle, devletin başına geçirilen Yezid bin Muaviye, Hz. Hüseyin’i kendisine biat etmeye zorlamış, kabul etmeyince de susuz bıraktığı Hz. Hüseyin ve ailesini 10 Muharrem’de şehit ettirmiştir. Siyasi bakımdan zamanla İslam dünyasında tatsız bir tefrikalara yol açan bu elim hadise, İslam medeniyetinde geçmeyen bir gönül yarası olarak el-ân tazedir. Aklıselim ve kalbiselim sahibi her mümin, feraseti gereği Allah Resulünün ümmetine emanet ettiği ehlibeytine muhabbet ve sorumluluk beslemesi gerektiğini bilir. Bu ferasete sahip olan ecdadımız, bunun gereğini her ortamda yerine getirmiştir. Öyle ki Osmanlı toplumunda eskiden muharrem ayında düğün gibi sürûrlu faaliyetlerden bile uzak durulurdu.

    Osmanlı coğrafyasında yazılan Kerbela mersiyelerinin büyük bir çoğunluğu, sanılanın aksine ehlisünnet itikadına sahip derviş şairler tarafından yazılmıştır. Tasavvuf musikisi geleneğimizde şehadetinin ardından en çok besteli mersiye okunan zat, Hz. Hüseyin’dir. Ancak ehlisünnet itikadı gereği yazılan bazı mersiyelerde Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin için birlikte yâd edilmiştir. Alvar köyü imamı olan Nakşî şeyhi Muhammed Lütfi Efe hazretlerinin divanında otuzdan fazla Kerbela mersiyesinin bulunması, gözden kaçırılmaması gereken bir ayrıntıdır. Alvarlı Efe hazretlerine ait Hakan Alvan’ın uşşak makamında bestelediği ilahiyi örnek verelim:

    Habîb-i Kibriya ağlar (bugün eyyâm-ı) matemdir

    Aliyyü’l-Murtezâ ağlar (bugün eyyâm-ı) matemdir

     

    Semavât ü zemin ağlar bugün âlem kara bağlar

    Bugün Hayrunnisa ağlar (bugün eyyâm-ı) matemdir

     

    O şâhın derdine yandı bu âlem kana boyandı

    Bugün ah arşa dayandı (bugün eyyâm-ı) matemdir

    Hüdâ’nın lütfî ihsanı olur dostları kurbanı

    Yere dökülür al kanı (bugün eyyâm-ı) matemdir

    Muharrem ayında dergâhlarda görülen mersiyehânlık geleneğinin özel bir yeri vardır. Özellikle 10 Muharrem’de dergâh meclislerinde musiki eşliğinde besteli veya gazel formunda okunan şiirlere muharremiyye veya mersiyye, bunları okuyanlara da mersiyehân denir. Mersiye icraları sırasında konuya hürmeten ritim çalgıları kullanılmazdı. Dergâhlarda Yazıcıoğlu’nun Muhammediyye’sindeki “Vefâtü’l-Hasan ve’l-Hüseyn” bahri ve Fuzûlî’nin Hadîkat-üs Süedâ’sından parçalar Muharrem ayında dergâhlarda mutlaka okunurdu. Yazıcıoğlu’nun mersiyenin ilk 4 beyti ve makta beyti Hatip zâkiri Hasan Efendi tarafından nühüft makamında ve durak formunda bestelenmiştir. Mutat olduğu üzere, Sünbül Efendi Âsitânesi’nde 10 Muharrem günü tüm tekke şeyhleri toplanır, öğlen namazı sonrası Hz Hüseyin ve Kerbela şehitlerinin ruhu için mevlit okunur, aralarda mersiyeler ve muharrem ilahileri okunurdu.

    Üsküdar Hallaç Baba Sadî Dergâhı’nın son şeyhi Sadeddin Nuzhet Ergun’un bildirdiğine göre, eskiden İstanbul ağzıyla güzel mersiye okuyan meşhur mersiyehânlar çoktu. Bunlar arasında Kastamonulu Zâkir Turşucuzâde Hafız Mehmed, Beylerbeyili Hakkı Bey, Üsküdar Vâlide-i Atîk Tekkesi şeyhi Hafız Şerâfeddin Efendi ve kardeşi Âgâh Bey, Beylerbeyi Camii imamı Hafız Hamdi Efendi, bestekâr Hacı Fâiz Bey, Kasımpaşa’da Hâşimî Dergâhı şeyhi rebâbî Mehmet Süreyya, Cerrahpaşa Camii imam ve hatibi na’than Hafız Kemal, zâkirbaşı Yaşar Baba, Karababa Dergâhı son postnişini Hakkâkzâde Ali Haydar Bey, Bedevî Şeyhi Ali Baba, a‘ma Aksaraylı Hafız Hasan, Mollagüranili Münîb bilhassa zikredilmelidir. Yine Malak Hafız diye meşhur olan Cerrâhî dervişi Aksaraylı Hüseyin, muhrik sesiyle İstanbul’un en meşhur mersiyehânıydı. Bandırma, İskenderpaşa ve Nureddin Cerrâhî tekkelerinde zâkirbaşılık yapan Aksaraylı Hüseyin, dâvûdî sesiyle iyi bir Kur’an okuyucusuydu. Gizlice Evliya Tekkesi şeyhi Muhlis Efendi’nin oğlu Üsküdarlı mersiyehân Hüseyin Tevfik Bey ve Cerrahpaşa Camii imam ve hatibi Hafız Mehmed Ârif Efendizâde de ünlü mersiyehânlardandı. Hüseyin Tevfik mersiye okurken düşüp bayılanlar çok olurdu. Anadolu’da da mersiyehânlıkla şöhret bulmuş pek çok mersiyehân yetişmiştir. Iğdır’da geçmiş mersiyehânların en tanınanı Meşe Ahmed Dede’ydi.

    Klasik mersiyehan tavrını günümüze ulaştıran Hüseyin Sebilci (v.1975) ise Osmanlı’nın Cumhuriyet’e intikal eden son mersiyehânıydı. Muharrem ayında İstanbul’un Eyüp, Kocamustafapaşa gibi muhtelif yerlerinde sebil olarak su dağıtan bir aileden geldiği için “Sebilci” lakabıyla anılan Hüseyin Sebilci; muharrem günü su dağıtırken ehlibeyt aşkıyla kendini yere atan insanlara şahit olmuştur. Hüseyin Sebilci’nin hüzzam makamında bestelediği ve sık sık okuduğu meşhur “Zâlimler el urup hep şemşîr-i cân-rübâya, kastettiler ser-â-pâ evlâd-ı Mustafa’ya…” mersiyesinin güftekârı ise Osmanlı ordusunda görevli Koniçeli Kâzım Paşa el-Bedevî’dir. Eski İstanbul’da kazaskerlik makamına yükselen Kahyazâde Ârif Efendi’nin “Kurretü’l ayn-i Habib-i Kibriyâ’sın ya Hüseyn…” mersiyesi de çok sevilmiş, bu mersiye hüzzam makamında Hacı Ârif Bey, hicaz makamında Eyyübî Ali Rıza Bey ve hüseynî makamında Bolahenk Nuri tarafından bestelenmiştir.

    Günümüzde ise ilgili mahfillerde Hüseyin Sebilcinin talebesi Hafız Celal Yılmaz, Süleymaniye Camii emekli müezzini Mustafa Başkan ve Kurrâ Hafızı Murat Taştekin bu geleneği devam ettiren isimlerdendir.

    Yukarıda ismi geçen Hafız Celal Yılmaz 2014 yılında mersiye okuma geleneğine yaptığı katkılardan dolayı, Kültür ve Turizm Bakanlığının “Kültür ve Sanat Büyük Ödülü”nü Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının elinden almıştır.

    Âşıklar Ölmez

    İslamiyet sadece fıkıh kurallarından ibaret değildir, dinî vecibelere tam bir teslimiyetle oluşan imanda Allah ve Resulüne muhabbetin zuhur etmesi şarttır. “…Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler…” (Mâide, 5:54). Ancak her insan bir olmadığı için bu muhabbet, bazı muttakilerde “aşk” şeklinde zirveye çıkar. Kur’ân-ı Kerîm’de bu konu “Eşeddühubben lillah”, yani “Müminler Allah’a karşı şiddetli bir muhabbet duyarlar.” (Bakara, 2:165) diye tarif edilmiştir. Allah ve Resulüne aşk ile bağlanmak, tasavvufun özüdür. Bu yüzden mutasavvıflar için ölüm, korkudan ziyade özlenen Hakk Dost’a ve asli vatanına kavuşmadır. Bu ayete binaen, Rifâî şeyhi Hayrullah Tâceddin Efendi, (Hüseyin Sebilci’nin muhayyer ve Hacı Hafız Zeki Altun’un hüseynî makamında bestelediği) ilahisinde bütün zarafetiyle âşıklar zümresine dâhil olarak ölmeyi dilemiştir:

    Cemâlin hüsnüne canlar fedadır ya Resûlallah

    Yüzün ayine-i nûr-i Hüdâ’dır yâ Resûlallah

    Bu yolda can verenlere beni sultanım ilhak et

    Bu Tâcî’nin niyazı bir ricadır ya Resûlallah

    Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ı şiddetle seven Allah dostlarına, yani evliyaullaha “İyi bilin ki Allah’ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (Yûnus 10:62) müjdesi verilmiştir. Hayatıyla Kur’ân-ı Kerîm’e şahitlik ederek tefsir eden Allah Resulünün bu dünyadan ayrılmadan önce sevdiklerine en son söylediği sözün “Refîk-i âlâya (En yüce Dost’a) gidiyorum.” olması, bu yüzden çok anlamlıdır. Allah’ı şiddetli seven ve ona dost olmuş insanlar için ölüm korkulacak bir son olmaktan çıkar, sevgiye kavuşmanın vasıtası olur. Âşıklar için dünya ve ahirette yüce Allah’ın cemâlinden uzak kalma korkusu, cehennem azabından bile beterdir. Ahmed Hatipoğlu’nun nihavent makamında bestelediği Âşık Yûnus’un şu ilahisi de bu hakikati pek güzel anlatır:

    Nice feryat edip zârı kılam ben

    Nice bu aşk oduna yakılam ben

     

    Ölümden korkmazan be hey yârenler

    Budur korkum yârdan ki ayrılam ben

     

    Yunûs eydür senin aşkın yolunda

    Varsam Mansûr gibi ber-dâr olam ben

    Mutasavvıflar “Allah yolunda öldürülenler için “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.” (Bakara, 2:154) ayetinin tefsirinde sadece şehitler değil, evliyaullahın da kastedildiğini belirterek ölüm kavramını bambaşka bir boyuta taşımışlardır. Bu konuda farklı düşünenlere, ayetin sonundaki “Siz bunu bilemezsiniz.” ifadesinden meselenin basit aklın alamayacağı derecede derin olduğunu hatırlatmakta fayda var. Mutasavvıflar bu hakikate binaen Somuncu Baba’nın meşhur ilahisindeki “Diriyiz dâim ölmeyiz, karanularda kalmayız, çürüyüp toprak olmayız, bize leyl ü nehâr olmaz…” gibi, “Âşıklar ölmez” düsturunu ilahilerinde çokça kullanmışlardır. Bu düsturun en güzel ifadesi ise Âşık Yûnus’un çok sevilen uşşak makamındaki ilahisinde mevcuttur:

    Bu akl u fikr ile Mevlâ bulunmaz

    Bu ne yâredir ki merhem bulunmaz

    Yûnus öldü diye salâ verirler

    Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez.

    Son söz niyetine Allah ve Resulünün âşığı ve dostu olduğunu iddia etmek, dünya hayatında sadece iddiadır. Tasavvufta böyle davranan iddia ve dava sahipleri hep eleştirilmiştir. Zira öyle Allah dostları vardır ki kendilerinin Allah katındaki değerini bilmezler. Mahur makamında bestelenen şu meşhur ilahi böyle iddia sahiplerine “Kim evliyaullah kim değil, kıyamet günü belli olacak!” diye güzel bir ders verir:

    Gaflet ile Hakk’ı buldum diyenler

    Er yarın Hakk divanında bell’olur

    Ahiret tedarikin gördüm diyenler

    Er yarın Hakk divanında bell’olur

     

    Kiminin adı sofî kiminin derviş

    Derviş isen gardaş hak yola çalış

    Gizlice yollardan sen Hakk’a eriş

    Er yarın Hakk divanında bell’olur

     

    Devletliyim deyû fakire gülme

    Gülüp denlü denlü kem nazar kılma

    Ölüm vardır yahu sen gâfil olma

    Er yarın Hakk divanında bell’olur

     

    Derviş Yûnus söyler kâlû belî’den

    Nübüvvet Nebî’den mürüvvet Ali’den

    Biz de bunu böyle gördük uludan

    Er yarın Hakk divanında bell’olur

     

    *Neyzen, bestekâr.