TARİHSEL ŞİMDİDE GÜNCEL BİR FELSEFE ÜZERİNE

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Raúl Fornet-Betancourt*

     

    Felsefe, büyük geleneğiyle haklı olarak gurur duyabilir ve duymalıdır da. Bundan bence kesinlikle şüphe duyulmamalı. Bana aynı derecede kesin olarak görünen şey, her çağın felsefesinin kendi gelişimi için bizzat felsefi gelenekle diyalog kurma zorunluluğudur.

    Bununla birlikte şu noktayı da göz önünde bulundurmak gerekir:

    Eğer felsefe bugün müzelik olmayacaksa, o hâlde “güncel felsefe” olarak kendini ifade etmeye çalışmalı; yani, güncel odaklı düşünüm ve pratik müdahaleler aracılığıyla, kendi çağının şimdisinde güncel hâle gelmelidir.

    Bunun için yalnızca gelenekle diyalog yeterli değildir. Çünkü ister Hegel’e başvurarak “dünyanın düşüncesi”[1]; ister Michel Foucault’nun söz ettiği anlamda “radikal bir gazetecilik”[2] pratiği; isterse Karl-Otto Apel’in “tarihe ilişkinlik”[3] diye adlandırdığı şeyin tutarlı bir icrası olarak şekillensin (burada yalnızca üç örnek vermekle yetiniyorum) “güncel felsefe” mutlaka kendi çağının tarihsel dünyasıyla doğrudan bir yüzleşme içine girmek zorundadır. Elbette felsefe, geleneği göz önünde bulundurmadan tarihsel dünya ile diyalog kuramaz; ama ancak çağın sorularıyla hesaplaşarak kendi döneminin şimdisinde gerçekten katılımcı bir varlık kazanır.

    Bu anlayıştan yola çıkarak, yani “güncel felsefe”yi gelenek ile yenilik arasındaki diyalektik gerilimden tanımlamaya çalışarak, felsefenin kültürler arası dönüşüm programını özetlemeyi amaçlayan bazı tezler ortaya koyacağım.[4]

     

    I

    Tarihsel şimdiyi güncelleştirerek kendini “güncel felsefe” olarak kuran felsefe, her şeyden önce bağlamsal felsefe olmak zorundadır. Burada kastedilen, düşünme yolunun bir “öğrenme süreci” olarak karakterize edildiği bir felsefedir; yani bu düşünme yolu, dünyanın birçok mekânı ve hikâyesi olduğunu, farklı kültürel bağlamlarda konumlandığını felsefe yoluyla öğrenir.

    Bağlamsal felsefenin yolu bu nedenle aslında dünyanın birçok farklı yolundan geçen bir yolculuktur. İnsanların dünyası ve tarihiyle diyalog içinde yapılan yolculukta, felsefe kendi söylemselliğini geliştirir; bu söylemsellikte, dünyanın birçok kültürüyle birlikte bağlamların çeşitliliği dile gelir.

    Dolayısıyla bağlamsal felsefe, yalnızca şimdiyi gerçek bağlamsal çoğulluğuyla kavramaz, aynı zamanda felsefenin “konusuna” yöntemsel ve içeriksel açıdan çoğulcu yaklaşan bir felsefe biçimi hâline gelir. Bu nedenle bağlamsal felsefe ancak çoğul hâlde vardır.

     

    II

    Günümüzün “güncel felsefesi”nin bağlamsallığını bu şekilde anlamak, ne etnosentrik bir bağlamcılık, ne felsefi söylemselliğin parçalanması anlamında bir görelilik, ne de iletişimin reddi anlamına gelir. Burada bağlamsallık, felsefenin gerçekten kapsamlı bir biçimde dünyaya aşina hâle gelmesini ve böylece dünyanın bağlamsal karmaşıklığına cevap verebilmesini sağlayan bir “yöntemi” tanımladığından, burada mübadele ve diyalogun zorunlu olduğu anlaşılır.

    Felsefe için bağlamsallık, kendini sınırlandırma değil; tersine, iletişimin zorunlu hâle geldiği sınır deneyimidir. Bu iletişim, yalnızca diğer tarafın (sınırın ötesinde karşılaşılan yabancının) görüşünü öğrenmek için değil, aynı zamanda kişinin kendi bağlamında bildiklerini daha iyi anlaması için de zorunludur. Bağlamsallığın dinamiğiyle, bağlamsal felsefeler daha baştan itibaren “kendi” ile “yabancı” arasındaki ilişkilerin açımlayıcı tartışması sürecine dâhil olurlar. Bu ilişkilerin çoğulluğu, hem iletişim için bir ortam yaratır hem de dünyanın çeşitliliği üzerine bağlamsal olarak nitelikli bir diyalogun koşuludur.

     

    III

    Bağlamsal felsefeler arasındaki diyalogda, günümüz felsefesinin kültürle rarası biçimde yeniden konumlanma olanağının temeli bulunur. Bu yeniden konumlanma, felsefenin, tarihsel dünyanın çok dilliliğinden beslenen bir güncellikte bulunmasının zorunlu koşuludur. Tam da bakımdan felsefe, kendini kültürler arası olarak tarihsel dünyada konumlandırabilir. Yukarıda belirtilen iletişim yükümlülüğü nedeniyle, kültürler arası bir biçime bürünen felsefe, gelenekte sürekli öne sürüldüğü gibi felsefi aklın evrensellik iddiasını ilkesel anlamda yadsımaz. Çünkü kültürler arasılık aslında evrenselliğe giden başka bir yoldur ki bu çok dilliliğin yoludur ve bu yol da zaman ister. Yadsınan şey, evrenselliğin önceden dayatılmış biçimleridir; yani, diyalogu kesintiye uğratan ve mevcut araçlarla evrenselliği tanımlayan, böylece aslında bizzat evrenselliği kesintiye uğratan biçimlerdir bunlar.

     

    IV

    Kültürler arası biçimde bürünen bir felsefenin niteliksel olarak farklı evrensellik savunusu, küresel neoliberal ideolojiye yönelik eleştiride somutlaşır, zira bu ideoloji, evrenselliğin yerine küresellik hayalini dayatmaktadır. “Küresel dünya” adı altında kültürel çeşitliliği homojenleştirme ve tektipleştirme stratejilerine karşı kültürler arasılık, taze bir evrensellik anlayışına uygun olarak, kültürler ve halklar arasındaki ilişkilerin, farklılıkların özgür gelişimi hakkı temelinde yeniden düzenlenmesi gerekliliğini savunur.[5]

    Bu alternatif program –meselenin daha iyi anlaşılması adına söylenmelidir ki– hâlâ egemen olan doğrusal tarih anlayışının eleştirel bir revizyonunu talep eder: Günümüzde bu doğrusal tarih anlayışı, insanlığın bütününün güncel tarihsel gidişatını tam da “Batı” uygarlığının küresel genişlemesi temelinde belirlemenin gerekçesi olarak kullanılmaktadır.

     

    V

    “Güncel felsefe”nin kültürler arası bakış açısından neoliberal küreselleşme eleştirisi, tarihi yalnızca modern, Avrupa merkezci bir “ilerleme” mantığına bağlı, doğrusal bir zaman anlayışında benimseyen tarih tasavvurunun eleştirisiyle ilerler. Bu eleştirinin anlamı, insanların ve kültürlerin tarihsel zamanını baskın uygarlığın hızlandırılmış temposundan kurtarmak, amacı da, evrenselliği zamanın içindeki kültürlerin çeşitliliğini de kapsayan bir dünyanın ortaya çıkmasını sağlamak olmalıdır. Çünkü kültürler arası bir dünyada tarih, özellikle evrensel tarih olmak istediğinde, dünyadaki ekonomik pazarın planlı zamansal mantığından çıkar ve farklı zaman deneyimleri ile beklentilerinin karşılaştığı açık bir eylem ufkuna dönüşür. Bu anlamda kültürler arasılık, tarih kategorisinin zamansal çoğullaşmasını ileri sürer ve böylece insanlığın farklı kültürlerindeki farklı zaman deneyimleri arasında bir diyaloğu içerir.[6]

     

    VI

    Bugünkü tarihsel durumdaki mevcudiyetini, kültürel çeşitlilikten yola çıkarak sözde dünya toplumunun dönüşümüne bir katkı olarak anlayan ve kendini “güncel felsefe” olarak ortaya koyan kültürler arası felsefenin yaklaşımı, hem çok kültürcülükten hem de kültürler arasıcılıktan uzak duran bir değişim perspektifini savunur. Çok kültürcü yaklaşımların tersine, kültürler arası felsefe, asıl meselenin kültürel çoğulluk içinde birlikte yaşamı “düzenlemek” ya da birçok kültür arasındaki ilişkileri dışarıdan “yönetmek” olmadığını, bunun yerine bizzat kültürler arasında etkileşimli yaşam pratiklerinin kültürünü geliştirmek olduğunu vurgular ki bu da zaten fiilen mevcut olan birlikte yaşamı, kültürler arası bir birliktelik olarak betimlemektir. Diğer yandan kültürler arası felsefe, kültürler arasıcılığa karşı olarak da, kültürler arası etkileşimle beraber geleneksel kültürlerin ve onların kimliğe vurgularının kendiliğinden çözülmediğini öne sürer. Kültürler arası birlikte yaşam, tam tersine, bilinmeyen yönlerin açığa çıkmasını veya bağlamsal geleneklerin zenginleşmesini sağlayabilir; böylelikle, kimliksiz bir karışım yerine, köklü kültürlerin yenilenerek yeniden boyutlandırılmasını sağlayabilir.

    Çok kültürlülük ve kültürler arasılık tartışması bağlamında ayrıca belirtmek gerekir ki kültürler arası felsefe, güncelin yorumunda kültürlerin çeşitliliğinden hareket eder; ancak bunu, kültürü tarihsel bir anlayışla ele alarak yapar ki buna kültürel süreçlerin bağlamsallık ve tarihsellik gibi temel boyutları da dâhildir. Dolayısıyla, onun perspektifinde kültür ne özcü bir biçimde anlaşılır, ne de kutsal ilan edilir. Kültürler, dokunulmaz bir sanat hazinesinin anıtları değil, insanın tam anlamıyla kendini gerçekleştirmesine hizmet eden tarihsel yapılandırmalardır.

     

    VII

    Kültürler arası felsefenin, daha iyi bir “dünya düşüncesi”ni geliştirme yöntemi olarak önerdiği kültürler diyaloğu, tarihsel gelenekler arasında gerçekleşen ve dolayısıyla kendi tarihselliklerinin bilinciyle, birbirlerine “oluş süreçlerini”, yani kökenlerini aktaran ve böylece kendi geleneklerinde neye dönüştüklerinin olumsallığını ve çok anlamlılığını açığa çıkaran bir diyalog anlamına gelir.

     

    Sonuç

    Burada sunulan “tezlerle” kültürler arası felsefe programının bazı ana hatlarını kısaca özetlemek istedim: Temel mesele, felsefenin, insanlık mirasının çeşitliliğinden hareketle, tarihsel şimdinin dönüşümüne katkıda bulunma sorumluluğunu üstlenmesi gerekliliğidir. Bunun için, açıkça görüldüğü üzere, felsefenin bizzat kendisini dönüştürmesi gerekir. Ancak bu görev, bir amaç olarak görülmemelidir. Kültürler arası felsefenin hedeflediği dönüşüm, nihayetinde insanın ve insanların birbirleriyle ilişkilerinin çoğulcu bir dünyada iyileştirilmesine yöneliktir. Kültürler arası felsefe, bunu aynı zamanda dünyadaki barışa bir katkı olarak görmektedir.

     

     

    Prof. Dr., RWTH Aachen Üniversitesi, Felsefe Bölümü.

    [1] G.W.F. Hegel, Grundlinien der Philosophie des Rechts, Theorie Werkausgabe, Cilt 7, Frankfurt/M. 1970, S. 28.

    [2] Michel Foucault, „Le monde est un grand asile“, Dits et Écrits, I, Paris 2001, S. 1302. Cümlenin tamamı şöyle: “Geleceğimizin efendisi olmak istiyorsak, öncelikle güncelin sorusunu kökten biçimde sormamız gerekir. İşte bu yüzden, benim için felsefe bir tür radikal gazeteciliktir.”

    [3] Bkz. Karl-Otto Apel, Diskurs und Verantwortung, Frankfurt/M. 1988; ve Ausein­andersetzungen, Frankfurt/M. 1998.

    [4] Felsefenin kültürler arası dönüşümü programını ayrıntılı biçimde şu eserlerde ele aldım:
    Raúl Fornet-Betancourt, Lateinamerikanische Philosophie zwischen Inkulturation und Interkulturalität, IKO Verlag, Frankfurt/M. 1997; Raúl Fornet-Betancourt, Interkulturalität in der Auseinandersetzung, IKO Verlag, Frankfurt/M. 2007; Raúl Fornet-Betancourt, Beiträge zur interkulturellen Zeitdiagnose, Wissenschaftsverlag Mainz, Aachen 2010; Raúl Fornet-Betancourt, Tradition, Dekolonialität, Konvivenz. Themenfelder zur Erprobung Interkultureller Philosophie, Wissenschaftsverlag Mainz, Aachen 2021 ve Raúl Fornet-Betancourt (haz.), Zur Geschichte und Entwicklung der Interkulturellen Philosophie, Wissenschaftsverlag Mainz, Aachen 2015.

    [5] Bununla ilgili olarak örneğin Uluslararası Kültürler arası Felsefe Kongreleri’nin belgelerine bakılabilir; özellikle de IX. ve X. kongrelerinkine. Raúl Fornet-Betancourt (ed.), Das menschliche Zusammenleben: Probleme und Möglichkeiten in der heutigen Welt. Eine interkulturelle Annäherung, Wissenschaftsverlag Mainz, Aachen 2011; ve Raúl Fornet-Betancourt (ed.), Auf dem Weg zu einer gerechten Universalität. Philosophische und politische Perspektiven, Wissenschaftsverlag Mainz, Aachen 2013.

    [6] Bkz. Raúl Fornet-Betancourt, Interkulturalität in der Auseinandersetzung, IKO Verlag Frankfurt/M. 2007.