SONSUZ MUTLULUĞA ERİŞMEK

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Necmettin Şahinler

      İman edenler için şüphesiz en büyük mutluluk, Allah’ın onlara vaadi olan cennete girmek ve daha da ötesi “Cemal”e kavuşmaktır.[1] Başka bir ifadeyle cennet, Allah’ın cemalinin en mükemmel tecellisi, cehennem ise celalinin bir yansımasıdır. Bu nedenle “Rahmeti gazabını geçmiş” olan Allah’ın cenneti, cehennemine kıyasla çok daha sınırsız/geniştir. Kur’ân’da cennetten bahsedilirken “gökler ve yer kadar geniş bir cennete girmek için birbirinizle yarışın[2] denilir. Cehennem ise sınırlı/dar bir yer olarak tanımlanır ve bu özelliği, ona sorulan “Doldun mu?[3] ayetiyle vurgulanır. Daha öz ifadeyle, asıl olan cennettir ve insandan beklenen kendisini cennete hazırlayacak ve cehennemden koruyacak[4] kulluk görevlerine yönelmesidir. Kur’ân, bu noktada insandan umudunu kesmemekte ve ne zaman hakikat inkârcılarını cehennemin ağır sonuçlarına/cezalarına karşı uyarsa, arkasından onlara daima cennetinin/rahmetinin kapılarını açmakta ve kendisinden umutlarını kesmemelerini[5] istemektedir. Aslında Allah’ın amacı, insanları cezalandırmak değil, sonsuz mutluluğa kavuşturmaktır.

    Bu minvalde, Nisâ suresinin 57. ayeti ile cennette iman edenleri bekleyen ödüller şöyle açıklanmaktadır: “Buna mukabil, iman edip doğru ve yararlı işlerde bulunanları içlerinden ırmaklar akan hasbahçelere koyacağız, orada sonsuza kadar kalacaklar ve orada tertemiz eşlere sahip olacaklar; (böylece) onları sonsuz mutluluğa eriştireceğiz.[6] Ayete baktığımızda, iman edip yararlı işlerde/salih amellerde bulunanlara üç ödülün verileceğini görmekteyiz. Bunlardan ilki “ebedî olan ve içinden ırmaklar akan cennet”, ikincisi “tertemiz eşler” ve üçüncüsü de “koyu gölgeler”dir.

    Kur’ân’da cennetin tasvir edilişinde “ebedîlik”ten ve “ırmaklardan” bahsedilmesi değişmez bir gerçekliktir. Çünkü dünya hayatı ve bu hayatın getirdiklerine sahip olmak insan ömrü düşünüldüğünde sınırlı bir imkândır. Her insanın içinde ebedîlik/sonsuzluk özlemi vardır ve işte cennetin “ebedî” oluşu insanın bu arzusuna cevap vermektedir. İnsan, cennette elinden nimetlerinin alınmadığı, rahatının kaçmadığı, gelecek endişesinin olmadığı, kargaşanın/huzursuzluğun/hüznün/hastalığın bulunmadığı, bıkkınlığın hüküm sürmediği bir güven/esenlik ortamında sürekli bulunmanın neşesi içinde yaşayacaktır. Kısa bir tanımla cennet, insan için sonsuzluk ödülünün sembol adıdır.

    Cennetin en imrendirici tasvirlerinden “ırmaklar” ise yeşillikler ile birlikte düşünüldüğünde hayatın/dirilişin bir simgesi olarak karşımıza çıkar. Kur’ân bir başka ayetinde bu ırmakların çeşitliliğini “zamanın bozamadığı sudan, tadı hiç değişmeyen sütten, içene lezzet veren şaraptan ve saf süzme baldan[7] olarak açıklar. Şüphesiz Kur’ân’ın kıyamet sonrası hayatın nasıl olacağı konusundaki açıklamaları, insan hayalinin bu dünyada müşahede edebileceği şeylerden hem unsurları hem de mahiyeti itibarıyla bütünüyle farklı olup, bunları kavrama imkânı olmadığına göre, zorunlu olarak mecazidir.[8] Kısacası, su ve cennet birbirlerinin ayrılmaz parçalarıdır. Cehennemin belirgin özelliklerinden birinin de sudan mahrumiyet olması düşündürücüdür.[9]

    Ezvâcun mutahharatun” yani “tertemiz eşler” ifadesine gelince, bu tanımlamaya genel olarak müfessirler cennete girmeye hak eden iman edenlere Allah’ın bir lütuf olarak vereceği “eşler” karşılığını vermişlerdir. Şüphesiz bu eşleri fıkıhsal anlamda değerlendirip dünya hayatının örneklerinden yola çıkarak cinsellik/biyolojik odaklı “kadın/erkek” veya “karı/koca” olarak anlamak ayetin anlam boyutunu daraltmak olur. Çünkü ayette geçen “zevc” kavramı başka ikilikleri de içinde barındıran bir kavramdır. Örneğin; zevcler birbirlerinin benzeri olabilecekleri gibi tam zıttı da olabilirler. Kur’ân’a göre oluşun özünde “zevciyet” yatar ve “zevciyet” süreklilik gerektirir. Her an yeni bir oluşta[10] olan Yaratıcı’nın sünneti her an yeni zevciyetlere varlık verir. Bu nedenle kıyamet, yeni oluşlara, yeni zevciyetlere imkân ve sahne açmanın bir başlangıcıdır. Yani kıyamet, bir yandan bir bitiş ve ölüş sergilerken, bir yandan da başlangıç ve oluş sergiler. Bu noktadan bakıldığında kadın ve erkek iman edenlere cennete verilecek “temiz eşleri” farklı zıddıyetlerin/polaritenin/ikizliklerin uyumlu/huzurlu/sükûnetli bir birlikteliği olarak yorumlamak yanlış olmayacaktır. Kendi zıddından, kendi huzur ve mutluluğuna yol bulma özelliği yalnızca insana özgüdür.

    Cennette iman edenlere son olarak verilecek bir başka nimet ise “zıllen zalîlâ” ifadesiyle tanımlanan “koyu/yoğun gölgeler”dir. Bu ifadenin ne anlama geldiği konusunda müfessirler farklı yorumlar yapmışlardır. Bazıları bunun her türlü yakıcı, rahatsız edici şartlardan uzak olmak olduğunu, bazıları da insanı en güzel biçimde serinleten, huzur ve mutluluk veren bir ortam olduğunu söylemişlerdir. Fakat getirilen bu yorumlar zaten cennetin doğasında bulunan şeylerdir. Öyleyse “koyu gölgeler” ifadesine başka anlamların da yüklenebileceğini unutmamak gerekir. Bunlardan biri “nihai eriş/kavuşma ve daimilik”, bir diğeri ise “örtü/sığınak/koruma”dır.

    Şimdi bütün bu bilgilerden sonra Nisâ/57. ayetine yeniden baktığımızda, aslında bu ayetin Allah’ın insanı yaratma amacını gösteren veya insandan beklentisini en güzel şekilde özetleyen bir kulluk işlevi/sistematiği ortaya koyduğunu anlıyoruz. Zahirî anlam yönünden yaklaştığımızda anlaşılıyor ki; insandan beklenen önce “iman etmesi” yani her türlü şirkten arınmış bir biçimde Allah’a kavuşma/erişme isteği/iradesi göstermesidir. Bundan sonra ise “salih amel” gelir. Genelde müfessirler, bu kavramı doğru ve yararlı işlerde bulunanlar olarak açıklamışlardır ama bunun daha güzel tanımı “insanın nefsini arındırması ve bunun yerine ruhani güzellikleri yerleştirmek için Rabbinin adını anarak bütün varlığını O’na adamasıdır.[11] İşte Allah, bu eylemleri gerçekleştirenleri içinde ırmakların/ilimlerin/tecellilerin aktığı cennete yerleştirecek ve onlara kendileriyle sohbet edecek, ünsiyet kuracak dostlar/arkadaşlar verecektir. Böylece onlar bu hakikate kavuşmanın/erişin diriliği/ebediliği içerisinde sonsuz bir mutluluk içerisinde bulunacaklardır.

    Cenneti bu “muhkem” yönünün dışında irfani anlamda düşündüğümüzde insan için Allah’a kavuşmak, O’na yakın olmak ve O’nu müşahade etmek en büyük zevk/cennettir.[12] Ama bu cennet, kişinin irfanına göre ve bulunduğu makama göre farklı isimlerle anılır. Bu noktada irfan ehli,  “Ef’âl cenneti, esmâ cenneti[13], sıfat cenneti[14] ve zat cenneti” olmak üzere dört cennetin varlığından söz ederler. Bu cennetleri besleyen/öğreten ırmaklar/ilimler de “su, süt, şarap ve bal” ırmakları/ilimleridir. Başka bir ifade ile bunlara “şeriat, tarikat, hakikat ve marifet” ırmakları diyebiliriz. İman etmek, insanı bu cennet idrakine/eğitimine sokan bir kararlılıktır ama burada derecece/mertebe kazanmak insanın kendi gayret ve çalışmasına yani “salih amel”ine bağlıdır. Bu sabrı ve sebatı gösterenlere Allah, arınmış/temizlenmiş kulları eş/arkadaş/dost kılacak ve onlara talip oldukları hakikat ilminin mertebelerini –yetenekleri nispetinde– öğretecektir. Böylece onlar, bu ilim ırmaklarının bilgisiyle, cennet makamlarında ebedî diriliğin/beka’nın sürekli/kesintisiz zevkiyle yaşayacaklardır. Fakat bütün bunların nihai eriş/vuslat noktası “Zat Cenneti” yani “Zatî tecelli”dir. Bunun bir adı da “Ahadiyyet” makamıdır. Diğer makamlara/cennetlere göre bu makam “kesbî” değil “vehbî” bir makamdır. “Âmâ, dipsiz karanlık” adı da verilen bu makamın ayetteki karşılığı “zıllen zalîlâ” yani “koyu/yoğun/siyah gölgeler” ifadesidir. Bu makama, ruhani yükselişe, mi’rac’a ulaşan kişi artık ebedî sükûnun ve huzurun mutluluğu/koruması altındadır.

    Bu “Zatî” cennete/tecelliye ulaşıp da “beka”dan sonra tekrar bu âlemin realitesine geri döndürülenlerin nasıl davranmaları ile ilgili tavsiyeler ise bu ayetin peşinden gelen Nisâ/58. ayette şöyle verilir: “Allah, size emanet edilen (şey)leri ehil olanlara tevdi etmenizi ve her ne zaman insanlar arasında hüküm verecek olursanız adaletle hükmetmenizi emreder. Allah’ın size yapılmasını tavsiye ettiği [şey], mutlaka en güzel [şey]dir: Allah, kesinlikle her şeyi işitendir, her şeyi görendir.”[15] Anlaşılıyor ki; bu ruhani tecrübeyi yaşayan kişiler, bu tecelli sırasında Allah kendilerine lütuf ve ikram ettiği emanetleri sadece “ehline” vermekle yükümlüdürler. Onların değişmez vasfı “adalettir” yani insanlar arasındaki hükümlerinde “herkese hakkını vererek” yaşarlar. Bu onlara Allah’ın bir sünneti/tavsiyesidir. Çünkü “Adl” isminin irfani dildeki anlamı; Allah’ın kulu için ezelde neye hükmetmişse onu ona eksiksiz vermesidir. Şüphesiz ki Allah, “her şeyi işitendir, her şeyi gören”dir yani bu manevi tecrübeyi yaşayan kullarından işiten ve görendir.

    Sana kavuşmayı/erişmeyi, cennet/vuslat sayan kullarından kıl beni Rabbim! Vadettiğin cennetini biliyorum ama ben bugünkü “irfan cenneti”ne girmeyi istiyorum. Sen, bu dünyada âmâ olanların ahirette de âmâ olacağını söylüyorsun Rabbim![16] Eğer, gözümü/gönlümü burada açamamışsam, basiret/yakin sahibi kullarından olamamışsam, yarın ki cennetinde de Senden mahrum ve mahzun kalırım! Ey Rabbim! Cennetinin, Zatî tecelline perde olduğu kullarından değil Yunus gibi “bana Seni gerek Seni” diyen kullarından olmamı niyaz ediyorum. Amel cennetinin nimetlerine dalıp da Cemal’ini/Vechini unutanlardan olmak istemiyorum. Sevgili bir kulunun dediği gibi: “Cehennem korkusuyla sana kulluk ediyorsam, cehennemine at beni. Ama yalnızca seni sevdiğim için, senin için kulluk ediyorsam, vuslatına erdir beni!

    Bunun kolay bir istek olmadığını da biliyorum Rabbim! Ben, Sana iman ettim ve bu imanımı elimden geldiğince samimi/riyasız/ihlaslı davranışlarımla geliştirmeye gayret ediyorum. Rabbim! Sen de beni, bu irfan cennetine/ilmine/zevkine kabul et ve bana bu ilmi öğretecek arınmış kullarını zevc/dost/eş/arkadaş kıl! Onların elinden “dört ırmağın” suyundan/ilminden susuzluğumu gider. Sırasıyla Fenâ’dan Beka’ya geçen ve Sen’de/Sen’le Hayy olan ve böylelikle yaşarken ebediyyete karışan kullarından olayım. Rabbim! Ruhani ikizimle beni karşılaştır ve Zatî cennetinin gölgesinde dinlendir. Bu makamın/cennetin Hz. Peygamberin yani “yetiminin malı[17] olduğunu biliyorum. “Hakîkat-ı Muhammediye”ye olan ezelî yakınlığımın hürmetine bu makamın Nûr’uyla beni yıka, abdest aldır ve ruhaniler zümresine dâhil et! Bu Ahadiyyet’in yoğun gölgesinde bulunup da “tüm övgüleri Sana özgü kılan” ve selamlaşmaları sadece “selam olsun” şeklinde bulunan kullarından say beni.[18]

     

    [1] Tevbe/72

    [2] Âl-i imrân/133

    [3] Kâf/30

    [4] Tahrîm/6

    [5] Yusuf/87

    [6] Nisâ/57  “Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti se nudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden). Lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun, ve nudhıluhum zıllen zalîlâ(zalîlen).

    [7] Muhammed/15

    [8] İbn Abbas’ın  “Cennette olan şeylerin dünyada yalnızca isimleri vardır” sözü bu gerçeğin bir ifadesidir.

    [9] Araf/50

    [10] Rahman/29

    [11] Müzemmil/8

    [12] Bunun tam tersi de cehennemdir.

    [13] Bedenî değil, düşünsel zevkler cenneti.

    [14] Kendi hakikatine arif olanlar cenneti. İlahî sıfatların kişiden zuhuru hâlinde, yaşanılanların adı.

    [15] Nisâ/58  “İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).

    [16] İsrâ/72

    [17] En’âm/152

    [18] Yunus/9-10