FERİDÜDDİN ATTÂR’IN MANEVİ YOLCULUK ANLATISI: MUSÎBETNÂME’NİN KIRK MENZİLİ [1]


Turgay Şafak
Giriş
Birçok mutasavvıf, şair ve filozof, yolculuk metaforu ile kişisel manevi yolculuklarını ve deneyimlerini kaleme almıştır. Mutasavvıf şair ve edipler arasında maddi âlemleri aşarak manevi âlemlere kanat çırpan, hakikat yolcusunun katetmesi gereken menzilleri, karşılaşabileceği engelleri, yüzleşmesi gereken olumsuz hasletleri, ulaşılması gereken faziletleri, hakikate ulaşmak için geride bırakılması ve terk edilmesi gereken taallukatı anlatan veya manevi yolculukları başka eserlerde zikredilen en önemli isimler arasında Bâyezîd-i Bistamî, Muhyiddin ibn Arabî, Senâî-yi Gaznevî, Şemseddin-i Berdsirî, Necmeddin Kübra, Ebu’l A’lâ Maarrî ve Muhammed İkbal zikredilebilir.
Bâyezîd-i Bistamî’nin manevi yolculuğu, Attâr’ın Tezkiretü’l-Evliya’sında ve Ebu’l-kasım Kuşeyrî’nin Miraç adlı eserine ilave edilen bir bölümde anlatılmıştır. Aslında bütün bu literatürün en önemli esin kaynağı Hazreti Peygamberin Miracıdır. Bâyezîd’in manevi yolculuğu da bu büyük sufinin miracı olarak değerlendirilebilir. Bâyezîd’in yaşadığı manevi tecrübe o kadar etkilidir ki insanların onu dinlemeye dahi tahammül edemeyecekleri ifade edilmiştir. Bâyezîd’in Miraç anlatısında, rüyasında Hakk’ın didarına nail olmak maksadıyla göklere yükseldiğini ve orada bir imtihana tabi tutulduğu anlatmıştır. Bâyezîd’in rüyasında tecrübe etmiş olduğu bu manevi seyahat onun dilinden aktarılmıştır. Benzer bir manevi tecrübe Muhyiddin ibn-i Arabî’nin manevi yolculuğunu anlattığı eserinde de görülmektedir. İbn Arabi Kitâbu’l-isrâ ilâ makâmi’l-esrâ adını verdiği eserinde manevi yolculuğunu/miracını kaleme dökmüştür. Şefii Kedkeni’nin iddiasına göre İbn Arabî eserini telif ederken Bâyezîd’in manevi yolculuğunu göz önünde bulundurmuştur. O, gökyüzünün muhtelif katmanlarına sırasıyla ulaşıp her katmanda bir farklı bir tecrübe müşahede eder. Göğün birinci katmanında Hazreti Âdem’in manevi sırlarına ulaşır, ikinci katmanda Hazreti İsa, üçüncü katmanda Hazreti Yusuf, dördüncü katmanda Hazreti İdris, beşincide Hazreti Harun, altıncıda Hazreti Musa, yedinci ve son katmanda Hazreti İbrahim’in manevi sırlarını müşahede eder ve Hazreti İbrahim’in manevi sırlarının Kâbe’de olduğunu görür. Bundan sonra sırasıyla Sidretülmünteha, Kürsi, Kab-ı Kavseyn’e seyahatini anlatır.
Tasavvufi/ahlaki konuları işlediği Hadîkatü’l Hakîka isimli eseri ile mesnevi geleneğinin öncüsü ve başta Mevlâna olmak üzere kendisinden sonra gelen birçok şairi etkileyen Senâî-yi Gaznevî aynı zamanda manevi/ruhsal yolculuğu manzum olarak ortaya koyan ilk şairdir. Senâî, Seyrü’l İbad ile’l meâd adlı hacim olarak küçük ancak muhteva bakımından oldukça mühim olan mesnevisinde ruhun süfli âlemden ulvi âleme dönüşünü anlatmıştır. Şairin bu yolculuktaki seyyahı “nefs-i âkıle”dir. Bazı araştırmacılar Seyrü’l-ibâd ile Dante’nin İlahi Komedya’sı arasındaki benzerliklere dikkat çekmişlerdir. Dante’nin eserini yazarken Seyrü’l-ibâd’tan haberdar olup olmadığını bilemeyiz ancak Maarraî’nin manevi âlemlere hayalî yolculukları anlattığı el-Gufrân risalesinden haberdar olma ihtimali yüksektir. Senâi’nin seyyahı yolculuğu boyunca hayalî şehirlere, farklı gezegenlere, burçlara, feleklere, yıldızlara ve her biri ile irtibatlı kin, tamah ve cimrilik, şehvet, öfke gibi insanın muhtelif huylarından bahseder. İlerleyen bölümlerde akl-ı kül, nefs-i kül ile söyleşir, tevhid ehlinin hususiyetlerini sıralar, tarikat salikleri ve uzlete çekilenler, rıza ve teslim ehli ile söyleşir.
Attâr’ın Manevi Yolculuk Anlatıları
Nişaburlu büyük sufi Feridüddin Attâr, manzum ve mensur olarak telif ettiği eserleriyle İslam tasavvuf kültüründe benzersiz bir yere sahiptir. Sufilerin menkıbelerinden oluşan muhalled eseri Tezkiretü’l-evliya’da Cafer-i Sadık’tan Hallac’ı Mansur’a kadar uzanan bir zamanda yaşamış yetmiş iki mutasavvıf ve âlimin menkıbelerine ve yaşamlarından kesitlere yer vermiştir. Seyrüsülûkü kuşların dilinden alegorik bir şekilde anlattığı Mantıku’t-tayr adlı eseri ile insanın hakikat arayışında karşı karşıya kalacağı zorlukları, engelleri ve psikolojik hâlleri yazmış hem de hakikate ulaşmada aşılması gereken merhaleleri/yedi vadiyi kuşların yolculuğuyla birlikte anlatmıştır.
Mantıku’t-tayr’da kuşlara göre hiçbir topluluk hükümdarsız olamaz ve kendileri de hükümdarları Simurg’u bulmak amacıyla çıktıkları bir arayış yolculuğundadırlar. Bu yolculukta onlara Hüdhüd rehberlik yapacaktır. Uzun ve çileli bir yolculuğa çıktıklarının farkında olmayan kuşlardan bazıları daha yola çıkmadan bazıları ise yola çıktıktan sonra muhtelif bahanelerle yolculuktan vazgeçerler. Her bir kuşun bu yolculuğa çıkmamak veya yarı yoldan dönmek için kendine göre mazereti vardır. Bülbül güle olan sevgisinden vazgeçemez, papağan aba-ı hayata ulaşmak istemektedir, tavus güzelliğine aldanır yola çıkmaz. Kuşların her biri aslında insanın zayıf yönlerini temsil etmektedir. Dünya sevgisi, mecazi aşk, zahitlik, dünya malına tamah etme, güce esir olma, maddi zenginliğe aldanma, geçici sevgiler ve sevgililer bunlardan bazılarıdır. Çıktıkları yolda sebat gösteren otuz kuş (si murg) karşılaştıkları yedi vadiyi aşar ve Simurg’un kendileri olduğunu fark ederler. Kuşların hakikate ulaşmak için aştıkları vadiler ise temsilî olarak; talep, aşk, marifet, istiğna, tevhid, hayret, fakr ve fena olup salikin seyrülülûkta katetmesi gereken makamları ifade eder.
Fikir Yolcusunun Seyrüsülûkü
Attâr’ın Mantıku’t-tayr kadar popüler olmayan ancak bazı araştırmacılara göre muhteva ve kurgu açısından bundan daha sağlam olan Musîbetnâme adlı eseri de bir manevi yolculuk hikâyesidir. Bu eserde kahraman “sâlik-i Fikret” yani fikir yolcusudur. Fikir yolcusu hedefine ulaşmak için kırk menzili/merhaleyi aşması gerekmektedir. Kırk sayısı bilinçli olarak tercih edilmiştir. Zira tasavvufta kırk günlük çile/uzlete çekilmek kadim bir gelenek olup salikler kırk gün çilehaneye çekilip ibadet ve dua ile meşgul olurlar, dünya nimetlerinden ve eğlencesinden uzak dururak olgunluğa ulaşırlar. Attâr’ın fikir yolcusu da hakikate ulaşması için kırk merhaleyi/makamı aşması gerekmektedir. Her merhale bir varlıktır aynı zamanda. Fikir yolcusu ulaştığı her menzilde hayret makamındaymış gibi muhatap olduğu varlıktan kendisini hakikate ulaştırması için kılavuzluk yapmasını talep eder. Salik her merhalede muhatap olduğu varlığın sahip olduğu hususiyetleri saydıktan sonra muhatabına kendisine yardımcı olması için ricada bulunur. Musîbetnâme salikin çaresizlik içinde kaldığını anlatarak başlar. Onu hiçbir şey teselli edemez; ne sufinin hırkası ne papazın zünnarı. Kendini köpekten daha aşağı görür, kapı halkası gibi baş aşağı asılmıştır. Ne hiçtir, ne bir şey; ne cüzdür ne kül. Ne gümandır ne yakîndir, ne şektir. Ne mümindir, ne kâfir. Bütün bu ümitsizlik ve yenilmişlik içinde bir şeyh/Pîr ile karşılaşır ve ondan kendisine yardım ve kılavuzluk etmesini ister. Burada bir Pîrin elinden tutmadan yolun yürünmeyeceğine de işaret ediyor Attâr. Pîrin yönlendirmesi ile önce Cebrail’e gider, ondan yardım ister ancak Cebrail “Ben de senin gibi dertlere duçarım.” diyerek cevap verir. Salik yeniden Pîrin huzuruna dönerek başından geçenleri anlatır. Pîr Cebrail’in kendisine verilen emirler dışında bir şey yapamayacağını söyler. Bir sonraki menzil İsrafil’dir. Aynı şekilde İsrafil’in hususiyetlerini sıraladıktan sonra ondan yardım ister. İsrafil de Cebrail’in cevabına benzer bir cevap vererek “Ben de senin gibi alın yazımı bekliyorum.” der. Salik aynı şekilde tekrar Pîrin yanına döner ve başından geçenleri anlatır.
Salikin sonraki durakları sırasıyla Mikail ve Azrail’dir. Bu iki melek de kendi hâllerinin iktizasınca cevaplar verirler. Salikin yolculuğunun bir sonraki durağı daha sonra arşı sırtında taşıyan meleklerin huzurudur. Onlar da içinde bulundukları durumu anlatır ve sırtlarında ağır yük olduğunu ifade ederler. Salikin yolculuğu sırasıyla arş ve kürsüden de yardım ister ancak onlardan da olumsuz yanıt alır.
Salik, İlahî sırların yazıldığı Levh’e gider ve ondan yardım talep eder. Levh kendi iradesi olmadığını ve üzerine kalem ne yazarsa onu okuduğunu dile getirir. Salik, kalemden de yardım ister ancak o da yardım edemez. Salikin çaldığı bir sonraki kapı cennettir. Cennet de halinden şikâyet eder ve hakiki müminlerin cenneti talep etmediklerini söyler. Salik geri dönüp olanlardan şeyhe bahsedince şeyh “Cennetin gerçek anlamı hakkın cemalini müşahede etmektir.” şekline cevap verir. Pîr, salikin yardım istediği her varlık hakkında ona bilmesi gerekenleri ve bu varlıkların ona niçin yardım edemeyeceklerini anlatır. Yani her yolculuk sonrası ona hakikatten bir yudum sunmaktadır.
Cennetten sonra cehenneme de uğrar salik. Pîr cehennem hakkında “Cehennem bu dünyadır ve kendini buradan kurtarmalısın.” der.
Yolculuk gökyüzü ile devam eder. Gökyüzünden yardım alamayan salik, sırasıyla güneş ve aydan da kendisine rehberlik etmelerini ister. Güneş de kendi dertlerinden dem vurur ve salikin talebini geri çevirir. Ay da olumsuz cevap verir. Pîr ayın güneşe âşık olduğunu ancak ona yaklaşmaya mecalinin olmadığını söyleyerek ayı mazur gösterir.
Bundan sonraki duraklar ateş, hava, su ve yeryüzüdür. Her biri kendi içinde bulundukları durumu hâl diliyle ifade eder ve yardım edemeyeceklerini söylerler. Yeryüzündeki varlıklardan dağdan yardım talep eder. Dağ kıyamet gününe kadar ayaklarının bağlı olduğu söyleyerek reddeder yardım etmeyi. Dağdan sonraki merhale denizdir. Diğer varlıklarda olduğu gibi denizin özelliklerini sayar, buna karşı deniz “Her ne kadar su ile dolu olsam da susuzum.” cevabını verir. Salik daha sonra sırasıyla cemad, nebat ve hayvana gider ve onlardan yardım diler ancak onlardan da olumsuz cevap alır.
Salik daha sonra kuşlara gider. Kuşlar “Biz de gece gündüz bir o yana bir bu yana uçuyoruz ancak sonunda senin gibi şaşkınlık içinde kalıyoruz.” cevabını verip gönderirler. Salik neredeyse her varlıktan yardım talep eder. Büyükbaş hayvanlar ve balıklar da salike olumsuz cevap verirler. Bir sonraki kapı şeytanın kapısıdır. Daha sonra cinler ve insanoğlunun huzuruna gider.
Salik Allah’ın bütün isimleri öğrettiği Hazreti Âdem’e gider ve isimlerden bazılarını kendisine öğretmesini ister. Âdem peygamber diğer varlıklar gibi kendi dertleri ve çilelerinden bahsetmek yerine sorunlarının çözümünün Hazreti Muhammed (s.a.v.)’de olduğunu söyler. Hazreti Nuh da dertlerinin devasının Hatemu’l Enbiya olduğunu dile getirir. Salik bir sonraki merhalede misafirperverliği ile meşhur Hazreti İbrahim’in kapısını çalar. Hazreti İbrahim salike “İbadete sarıl ve yüzünü Hazreti Muhammed’in dergâhına çevir.” tavsiyesinde bulunur. Hazreti Musa’ya giden fikir yolcusu ondan da talep ettiği yardımı alamaz. Hz. Musa da diğer peygamberler gibi Hz. Muhammed’e yönelmesini tavsiye eder. Aynı şekilde Hazreti Davud ve Hz. İsa da gitmesi gereken kapının Hazreti Muhammed’in kapısı olduğunu söyler. Her biri kendi sahip oldukları üstün sıfatları bağlamında salike öğütler verirler.
Salik sonunda Hazreti Muhammed (s.a.v.)’in dergahına ulaşır. Salik, peygambere talebini ilettikten sonra Hazreti Peygamber salike şöyle hitap eder: “Sende ‘benlik’ bulunduğu müddetçe aşık olmuş akıl, bilinçli ruh sahibi olamazsın. Bu yolun bu menzilde olmaktır, gönül derinliğine inmekten başka çare yoktur. Katetmen gereken menziller şunlardır: His, hayal, akıl, gönül ve can. Bu beş menzili geride bırakırsan benliğinden kurtulur, sağır olsan da her şeyi duyarsın, gözlerin kör olsa da her şeyi başka bir gözle görürsün. Senin olmayan bir dille konuşur, senin olmayan bir ruhla hayatta kalırsın. Hakkın tecellisinde kaybolursan benim açıklayamayacağım şeyler görürsün.”
Attâr peygamberlerin salike yardım edemeyip Hazreti Muhammed (s.a.v.)’e yönlendirmesi kıyamet günü sadece peygamberimiz Hz. Muhammed’in şefaatçi olacağına dair hadis-i şerifin bir tür şerhi niteliğindedir.
Fikir yolcusu daha sonra yine Pîri ziyaret eder ve konuşulanları anlatır. Salikin sonraki durakları Hazreti Peygamberin tavsiye ettiği beş menzildir. İlk menzil olan his/duyudan kendisine hakkın sırrını göstermesini ister. Duyu kendisinin de eksikliklerle dolu olduğunu beş ayrı parçaya bölünüp (beş duyu organı) tevhitten uzaklaştığını ve yardım edemeyeceğini dile getirir.
İkinci menzil hayal gücünü ziyaret eden salik onu kesretten vahdete ulaştırması için yardım talebinde bulunur ama yine aradığını bulamaz salik. Pîr salike duyu ile hayal arasında bir karşılaştırma yapar ve hayalin daha üstün olduğunu söyler. Salik akıl menziline gider ve onu gönlündeki ölümlülükten kurtarmasını ister. Akıl ona cevap olarak “Aklın hakikatinden bi-behresin yoksa aklın seni kurtarabileceğini beklemezdin.” cevabını verir.
Bir sonraki menzil gönül menzilidir. Salik ona “Sen iki parmak arasındaki boşluk kadar hakka yakınsın, beni de Hakk’a yaklaştır.” ricasında bulunur. Ancak gönül de aradığını veremez ve “Ben de can/ruh güneşinin bir nuruyum.” diyerek olumsuz cevap verir.
Böylelikle fikir yolcusu son menzile yani ruh/can menziline varmak için yola çıkar. Ruha hitaben şunları söyler: “Sen hem cansın hem cihansın hem rahmanın nefesi hem hakkın nefhasısın, benim ruhum senin denizinden bir katredir, artık ölüyorum, son söz son karar artık senindir. Bana hayatta genişlik verirsen, kendin gibi beni de yüceltirsin.”
Bu sözlerden sonra ruh fikir yolcusuna bütün bu yolculuğun hasılasının ne olduğunu, Cebrail ile başlayan yolculuğun kırkıncı kapısında elde edeceği şeyin aslında kendisinde olduğunu anlatır. Ruh fikir yolcusuna şunları söyler:
“Ey salik bana ulaşmak için yüzlerce dünya dolaştın, sonunda kenarıma ulaştın, sen bir şey kaybettiysen o şey senin içindedir. Sen de ona perdesin. Sağda solda çok dolaştın, kendi fıtratına adım atmadın bir türlü. Şimdi artık buraya ulaştıysan cesur ol! Benim denizime dalıp tek ol. Ben sınırsız bir deniz olarak var oldum, ebede kadar sınırsız oldum. Denizimin kenarında başınla yürü, gönlünü kendinden ayır, benim denizimde gark ol. Bu denizde tam manası ile dalarsan her zaman daha da derinlere dalmaya bak.”
Salik bunları duyduktan sonra kendini ruh denizine atar ve bütün cisimleri ve eşyanın aslının kendisi olduğunun farkına varır. Bunu fark ettikten sonra ruha bu sefer “Peki bütün bunları bildiğin halde niçin benim bütün dünyayı boş yere dolaşmama izin verdin.” diyerek serzenişte bulunur. Bunun üzerine ruh şu cevabı verir.
“Benim kadirimi kıymetimi bilmen için. Bir kimse emek harcamadan bir hazine elde ederse onun zerre kadar kıymetini bilemez. Bir şey elde etmek için emek harcayan kişi ancak onun kıymetini bilir.”
Fikir yolcusu yaptığı yolculuğun ne anlama geldiğini, aslında kendi ruhunda yapması gereken yolculuğu başka âlemlerde yaptığını fark etmiş ve şu şekilde hayıflanmıştır.
“Eyvah! Dünyaları dolaştım ama bir an bile kendi kıymetimi bilemedim. Eğer hep kendi canımda dolaşmış olsaydım her zerremi yüz kere dolaşmış olurdum.”
Salik her menzilden sonra yaptığı gibi yine başından geçenleri Pîre anlatır. Pîr ona bundan sonra yapması gerekenleri söyler. Artık salikin ruhu, hak yolunun yolcusu olmuştur. “Fenada fena olmaktan” başka yapacak işi kalmamıştır. Her iki cihanda olup bitenleri kendi içinde görebilir. Ruhun sırlarına vakıf olduktan sonra dirilmiş ve Allah’ın kulu olmuştur.
Attâr diğer meşhur eseri Mantuku’t-tayr’da olduğu gibi Musîbetnâme’de de hakikati ararken kendinin farkına varmamızı salık veriyor. Kendi sahip olduğumuz hakikati başka yerlerde aramanın yersiz olduğunu anlatıyor. Ancak bir taraftan da bütün bu zahmetin çekilmeden sahip olduklarımızın kıymetinin bilinmeyeceği mesajını da vermektedir.
Son olarak şunu da eklemek gerekmektedir. Biraz özetlemeye çalıştığım eser boyunca salikin her bir menzilde muhatapları ile konuşmaları, geri dönüp Pîre aralarında geçenleri anlatması, Pîrin bahsedilen varlıkla ilgili salike bilgiler vermesi şeklinde kurgulanan çerçeve hikâyenin dışında Attâr hikâyelerle de anlatımı güçlendirmiştir.
[1] Yazıyı hazırlarken büyük oranda Attâr’ın bütün eserleri ile birlikte Musîbetnâme’nin de tenkitli neşrini hazırlayan Muhammed Rıza Şefii Kedkenî’nin esere yazdığı Âlimane Mukaddime’den istifade ettim. Musîbetnâme’nin Türkçe manzum tercümesi Prof. Dr. Mehmet Kanar tarafından yapılmıştır.