YOLA REVAN OLMAK: RİHLE

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Muhammed Enes Topgül*

    Başlarken…

    İnsan her hâliyle yolcudur. Onun yolculuğu bazen iç âleminde olur bazen dış dünyada. Kadim metinlerde bu iki yolculuğun kesiştiği yerlere de sıklıkla rastlanır. Yani dağlar denizler aşan bir seyyah, aç susuz sınırsız mesafeler kat eden bir ilim talibi, göçüp gitmek zorunda kalan herhangi biri, yolculuk süresince saflaşır, yol ile durulaşır, yol sayesinde arınır. Yolculuğun insanı değiştiren ve dönüştüren ama mutlaka büyüleyen bir tarafı hep olagelmiştir. Bilgi için yolculuk yapmak da insanlık tarihi kadar eskidir. Çünkü her zaman bir yerlerde erişilmesi, edinilmesi, keşfedilmesi gereken yeni bir şeyler vardır. Aranan bir de kutsal olma payesi ile taçlanmışsa yolculuk artık sadece bilgi için yapılan bir faaliyet olmaktan çıkar, kendisi sayesinde elde edilecek daha büyük mükâfatların aracı hâline gelir.

    Kaynaklar erken İslam toplumunda yolculuk (rihle) temasına dair hem teorik düzeyde kuvvetli anlatılar içerir hem de inanılmaz bir hareketliliği gözler önüne seren örnekler sunar. İnsanın bildikleri ve dolayısıyla eyledikleriyle değer bulduğu klasik dönem İslam toplumunda bilgiyi elde etmek, daha özel bir çerçevede ifade edilecek olursa hadis tahsili, bir hocanın dizinin dibine oturmak, meclisine devam etmek (mücâlese), oraya düzenli olarak gidip gelmek (ihtilâf ilâ), hocayla uzun süre birlikte bulunmak (mülâzemet-i tâmme), yakın çevresinden olmak (sâhib, min ashâbi fülân), onun birikimini sonraki nesillere aktarmak (râviyetü fülân) ile mümkündü. Yani ilim, hoca ile talebe arasındaki birebir irtibat ile elde edilebilirdi. İlim talibi de hayatı boyunca bir veya birkaç hocaya bu şekilde bağlanırdı. Temel bilgi kaynaklarının yanı sıra fırsat buldukça beldesindeki diğer hocaların derslerine de iştirak edip yerel birikimi büyük oranda tükettikten sonra çevre şehirlere yolculuklar yapardı. Dolayısıyla o, amaçsız bir şehir gezgini ve gözlemci olan flaneurden tamamen farklıydı.

    Erken İslam toplumunda resmî görevleri dolayısıyla sürekli devinim hâlinde olan postacılar dışında hadisçiler ve yine birikimleri rivayete dayanan tarihçiler, ayrıca dilciler düzenli olarak yolculuk yaparlardı. Muhaddis/râvilerin ileride ele alınacak yolculuk motivasyonları ile örtüşen yönleri olmakla beraber dilciler nadir kelimeler, şiirler ve deyişlerin de peşindeydiler. Dolayısıyla yollarda, kervansaraylarda, gemilerde, çöllerde bir yerlere gidenler eğer postacı veya tacir değillerse ya rivayetin peşinde koşan muhaddis/râviler ya da dilcilerdi. Çünkü bir şehre kapanarak ilim yapmak mümkün değildi. Nitekim büyük muhaddis Yahya b. Maîn (ö. 233/848) “Sadece kendi beldesinde oturup hadis yazan ve ilim uğruna yolculuk yapmayan kimseden hiçbir hayır göremezsin!” derken çok yönlü büyük tarihçi Mes‘ûdî (ö. 345/956) ise “Kendi beldesinin sınırlarına sıkışıp çevreden kendisine ulaşan haberlerle yetinen kimse, ömrünü yolları arşınlamaya adayan, günlerini yolculuğun dağdağasına, her bir bilgiyi [bıkıp usanmadan] özenle kaynağından çıkarmaya ve her bir güzelliği gizli kaynağından elde etmeye tahsis eden kimse gibi olmaz” diyerek bu hususu dile getirmişlerdi.

    Bu kısa yazıda daha ziyade muhaddisler özelinde rihle olgusunun gelişim süreci, İslami kaynaklarda rihlenin hangi noktalardan hareketle takip edilebileceği, yolculuk motivasyonları, gidilecek yer ve rota seçimleri gibi hususlara temas edilecek, son olarak büyük muhaddis Ahmed b. Hanbel’in yolculukları konu edilecektir. Belki de böylece tarih içinde bir yolculuğa çıkılabilecektir.

    1.      Rihlenin Tarihî Gelişim Süreci

    Erken İslam toplumunda rihle olgusu ve rihlenin meşruiyetini temin etme üzerine hayli erken devirlerden itibaren bir bilinç oluştuğu söylenebilir. Henüz Hz. Peygamber hayattayken onun tebliğine tabi olmak ve dinî anlamda bilgilenmek amacıyla farklı şehirlerden Medine’ye gelenler, onun vefatı akabinde de fetihler, idari görevler ya da ticaret ve akrabalık gibi şahsi nedenlerle farklı garnizon şehirlere göç eden sahâbîler bu hareketliliğe örnek verilebilir. Ancak bu geliş gidişlerin Hadis İlminin bir meselesi olan rihle olgusunu ifade etme kapasitesi yeterli değildir. Bilindiği üzere İslami ilimlerde genel olarak bir eylemin/olgunun meşruiyeti o eylem/olgunun Kuran’dan ya da sünnetten bir veriyle desteklenmesiyle temin edilir. Rihle için de bu durum söz konusu olmuş ve Kuran’dan Hz. Musa ile Hızır’ın buluşmasına işaret eden ayetler, sünnetten bazı sahâbîlerin Allah Resûlü’nün vefatından yıllar sonra bir rivayeti teyit etmek üzere farklı şehirlere gitmeleri rihle örnekleri olarak sunulmuştur. Pek de ikna edici olmayan bu argümantasyona başvurulmasının bir sebebi vardır: Hadisçilere muhalif çevrelerin “hadis talipleri evlerini barklarını, anne babalarını yüz üstü bırakıp sersefil bir hâlde şehir şehir dolaşıyorlar, böylece onların hukuklarını da zayi ediyorlar” iddiası. Böyle bir ithamın ne zamandan itibaren gündeme gelebileceği meselesine bakıldığında ise bir meslek olarak hadis toplama/derleme eyleminin görüldüğü 2./8. asrın başlarına gidilmesi gereklidir. Hicri 1. asır boyunca genelde tesadüflere, şahsi meraklara ve aile içi bilgi aktarımlarına bağlı olan ve özü itibarıyla bir anı ve hatıra paylaşımı mahiyetinde görülebilecek hadis aktarım faaliyeti, 2./8. asrın başlarından itibaren daha özel bir grubun ana meşguliyeti hâlini almıştır. Merak ve enerjisini hadis derlemeye yönelten bu özel grup, yani hadis talipleri (ehlü’l-hadîs, ashâbü’l-hadîs, muhaddisûn) öncelikle kendi şehirlerindeki rivayet birikimini derlemiş, akabinde çevre bölgelere ve şehirlere yolculuk yapmışlardır. Dolayısıyla rihlenin hicri 130’lardan sonra ilmin ayrılmaz bir parçası olma yolunda ciddi bir muhteva kazandığı söylenebilir. Peki, bu ulema hareketliliği klasik İslami kaynaklarda nasıl takip edilebilir?

    2.      Erken İslami Kaynaklarda Rihle

    Özelde hadis, sonraki asırlarda ise farklı ilmî disiplinlerle ilintili isimleri derlemeyi hedefleyen ansiklopedik biyografi eserleri (târîh, tabakât, terâcim) tahminimizin ötesinde farklı ve renkli bilgi türlerini, en azından erken tarihli örneklerinde belli bir düzen izlemeden ve kendilerine özel anlamlar yüklemeden kaydetmektedir. Büyük oranda rastlantısal olarak kayda geçirilen ve dağınık hâlde bulunan bazı bilgiler ise sosyal bilimcilerin elinde hedefli bir tarih okuması yapmanın nitelikli bir aracı hâline gelebilmektedir. Bu bilgi türlerinin en önde gelenlerinden biri yolculuk bilgileridir. 3./9. asırda derlenen eserlerde yolculuk bilgisi açısından iki temel veri grubu vardır: 1- Yolculuklara dair biyografik/otobiyografik anlatılar ve bunlara delalet eden kelime ya da kavramlar, 2- Nisbeler.

    Biyografik/Otobiyografik Anlatılar ve Anahtar Kelimeler

    Râvi biyografilerine tahsis edilen ve belli bir tarihten sonra bir biyografinin içereceği bilgi türleri açısından belli standartlara kavuşan eserlerde ya müellif, bir râvinin gittiği yerler ve oralarda görüştüğü kimselere dair kendisi konuşur veya üst nesillerden bilgi aktarır ya da bizzat râvinin bu minvaldeki şahsi anlatısına yer verir. Sonuç aynıdır: Râvinin gittiği yer ya da yerler ve oralarda görüştüğü kimseler böylece kayıt altına alınır. Bu bilginin anlamı ise kişinin nakilde bulunduğu kimse ile bizzat görüştüğünün tespit edilmiş olmasıdır. Böylece isnâdda arka arkaya dizili olarak zikredilen isimlerin birebir irtibatı bilinir hâle gelmektedir. Yolculuk bilgileri sunulurken müellif bu yolculuk, şehir değiştirme, haccetme, göç gibi olguları genelde “rahale, sâfera, zehebe, hacce, hadara, sekene, nezele” gibi fiiller ve bunların türevleri ile ifade eder. Otobiyografik anlatılarda da bu fiillerin birinci tekil şahıs kullanımlarının yanı sıra gidilen yerlerdeki irtibatlar işitme, görme, şahit olma, buluşma benzeri durumların işaret ettiği “semi‘tü, raeytü, şehidtü, lakiytü/iltekaytü” gibi fiillerle ifade edilir. Yani ilgili kalıplarla klasik kaynaklarda yapılacak taramalar 2./8. ve 3./9. asırlardaki inanılmaz ulema hareketliliği hakkında kabaca fikir verebilir.

    Nisbeler

    Kaynakların yolculuk ve şehir değişikliklerine dair bize sunduğu bir diğer bilgi türü ise nisbelerdir. Bir kimsenin şehir, kabile, meslek, mezhep, meşrep gibi aidiyetlerini ifade eden sıfatlar olan nisbelerin en önemli fonksiyonlarından biri râvilerin bölgesel hareketliliğini izlemeye imkân vermesidir. Şöyle ki, bir râvi aslen Kûfelidir (el-Kûfi), sonra Basra’ya yerleşip orada yaşar (el-Basrî), hayatının sonlarına doğru da Medine’ye göç edip orada vefat eder (el-Medenî). Dolayısıyla bu râvinin isminin arkasına gelen bu sıfatlar sayesinde aslında hayatının farklı aşamalarında nerelerde bulunduğu/yaşadığı görülebilmektedir. Tek bir râvi için değil de 2./8. ve 3./9. asırlarda hadis nakil pratiğine katılmış 10.000 kadar râvinin bölge/şehir nisbelerini notlayıp dönemsel olarak okuduğumuzda ise bir arı kovanı etrafındaki hareketlilik gibi râvilerin sürekli yer değiştirdikleri görebiliriz. Aynı veri kümesi sayesinde hangi yıllarda hangi şehirlere daha fazla rağbet edildiğini de gözlemleyebiliriz. Peki, bu bitmek tükenmek bilmeyen hareketliliğin temel motivasyonları nelerdi?

    3.      Rihle Motivasyonları

    Küçük yaşlarından itibaren Hz. Peygamber sevgisiyle büyüyen, onun ve çevresindeki sahâbenin hayatını kendine rehber edinen, çevresindeki muhaddislerin hadis ilmi sayesinde itibar gördüğünü gözlemleyen ilim taliplerinin bitmek tükenmek bilmeyen yolculuklara çıkmalarındaki en temel gaye sünnete hizmet etmek ve bunun mükâfatı olarak Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmaktı. Bu sünnete hizmet arzusunun altında ise daha teknik yönleri bulunan iki temel motivasyon dikkat çekiyordu.

    Bu motivasyonlardan ilki birinci sınıf bir muhaddis olmaktır. Bunun yolu ise çok sayıda rivayete sahip olmaktan geçmektedir. Bu uğurda ilim talipleri Allah Resûlü’nün söz ve eylemlerinin kayıtları olan rivayetlerin yanı sıra sahâbe ve tâbiûn neslinin uygulamalarını da derlerlerdi. Sadece hukuk ve itikat gibi öncelikli alanlarla yetinilmeyip ahlak, dindarlık, yeme-içme adabı, tefsir, İslam tarihi gibi konulardaki rivayetleri elde etmek de anlamlıydı. Hatta bir rivayetin tek bir varış yoluyla (tarîk) yetinmek yerine bilginin nispet edildiği diğer hocalardan da aynı rivayeti dinleyerek onu teyit ettirmek ve böylece daha fazla tarike erişmek teşvik ediliyordu. Bu inanılmaz gayret neticesinde bir hadisin sekiz on kola ayrılan her bir isnâdını ayrı bir hadis olarak tanımlayan muhaddisler on binler, hatta yüz binlerle ifade ettikleri rivayet sayılarına sahip olmuşlardı.

    Muhaddislerin ikinci temel motivasyonu ise Hz. Peygamber’e daha az râvi ile varmaktır. Örneğin kendi şehrindeki hoca ve üst nesil hocalarından altı kişinin adını kronolojik bir sırayla anarak Hz. Peygamber’e erişen ilim talibi, bir diğer şehirde Allah Resûlü’ne beş vasıta ile varabileceğini öğrenmişse hemen o şehre gidip oradaki hocadan ilgili rivayeti dinlerdi. Böylece isnâddaki râvi sayısının azalması bir yandan rivayete duyulan güveni artırır, diğer yandan ilim talibinin Hz. Peygamber’e daha da yaklaşmasını ve manen kendisini ona daha yakın hissetmesini sağlardı. Her hâlükârda bir şehirden diğerine yolculuk tesadüflerin sevkiyle gerçekleşmiyordu. Muhaddislerin nereye gidecekleri büyük oranda belliydi.

    4.      Hedef Şehirler ve Rota

    Belliydi çünkü her bir şehirde ilmin merkezinde yer alan, birikimleri dolayısıyla kendilerine yolculuk yapılan sınırlı sayıda âlim bulunuyordu. Bunların sayısı sekiz-dokuz merkez şehirde her nesilde otuz-kırk civarındaydı. Dolayısıyla ilim talipleri kendi bölgelerindeki hocalardan elde ettikleri “merkez hocalar bilgisi” sayesinde hangi şehre gidip kimlerle görüşecekleri konusunda hayli bilinçliydiler. Örneğin 2./8. asrın ilk yarısında Kûfe’ye giden biri Süleyman el-A‘meş (ö. 148/765) ve Süfyân es-Sevrî’yi (ö. 161/778), Basra’ya giden biri Eyyûb es-Sahtiyânî (ö. 131/749), Şu‘be b. el-Haccâc (ö. 160/776) ve Hammâd b. Seleme’yi (ö. 167/784), Medine’ye giden biri Ebü’z-Zinâd (ö. 131/748-9) ve İmam Mâlik’i (ö. 179/795), Mekke’ye giden biri Ebü’z-Zübeyr (ö. 126/743-4) ve İbn Cüreyc’i (ö. 150/767), Şam’a giden biri Evzâî’yi (ö. 157/774), Yemen’e giden biri Ma‘mer b. Râşid’i (ö. 153/770) görmeyi umardı. Sonuç olarak gidilecek olan yerler üst düzey muhaddislerin ikamet yerleriydi. Bu durum doğal olarak birinci sınıf âlimlerin bulunduğu ya da sonradan yerleştikleri beldelerin ilmî, sosyal ve ticari anlamda gelişiminin, geride bıraktıkları yerlerin ise zayıflamasının nedenlerinden biriydi.

    Gidilecek şehirler ve görüşülecek kimseler büyük oranda belli olduğu gibi gidiş şekli ve rotası da hayli öngörülebilir bir mahiyetteydi. Yolculuklarda doğal olarak erken Abbâsî döneminden itibaren posta teşkilatı tarafından da kullanılacak olan ve kervansaraylar, kuyular ve işaret taşları ile tezyin edilen ticaret yolları revaçtaydı. Kişinin tek başına yolculuk yapması tehlikeli olduğundan ilim talipleri genelde ticaret kervanları ile hareket ederlerdi. En küçükleri birkaç yüz, daha hacimlileri ise binlerce deveden oluşan ticaret kervanları güven ve konfor açısından tercih edildiği gibi, aslında geneli maişetini ticaretle sağlayan muhaddislerin –ki onların bu niteliği “Kumaşçı (el-Bezzâr)”, “Pamukçu (el-Kattân)”, vb. meslek nisbeleri üzerinden izlenebilir– ürünlerini farklı şehirlere güvenle taşımalarını da sağlıyordu. Yani muhaddis gittiği yerde hem ticaretini yapıyor hem de bölgenin ileri gelenlerinin rivayet birikimini kendi müktesebatına ekliyordu.

    5.      Rihlenin Zorlukları

    Yine de geneli varsıl olmayan, hatta daha gerçekçi bir ifadeyle ticaretleri ancak asgari bir yaşam standardını temin eden ve bundan dolayı yoksulluk sınırında yaşayan muhaddisler için yolculuk başlı başına masraf demekti. İşin maddi külfeti büyüktü, çünkü deve edinmek ya da kiralamak, kervana katılmak, yeme-içme, gidilen yerde uzun kalınacaksa barınma, kâğıt temini vb. hususlar doğrudan gider kalemlerini teşkil ediyordu. Bundan dolayı muhaddisler her şeyi en alt limitleriyle temin etmeye bakarlardı; tek başına ev kiralamak yerine aynı odayı birkaç arkadaşla paylaşmak, haftayı genelde oruçlu geçirmek, ucuz yemek, deve kiralamak yerine yürümek, kaliteli kâğıt edinmek yerine parşömen kullanmak, hatta genel anlamda ezbere ağırlık vermek gibi. Sadece yemek meselesini biraz daha açacak olursak hurma ve kuru ekmekle yetinmek, balık ekmek yemek, haftanın belli günlerinde yapılan toplu hayvan kesimlerinin akabinde ucuz fiyata sakatat almak bu bağlamda zikredilebilir. Özellikle zahmetli ve uzun yolculuklarda eğer kervanla hareket edilmemişse –ki maddi imkânsızlık râvileri bu yola sevk edebiliyordu– geri dönüşü olmayan bir maceraya atılmak işten bile değildi. Bundan dolayı rihleye gidip dönemeyenler, genç yaşında tekinsiz yollarda yitenler, güvensiz deniz yolculuklarında, nehirlerde boğulanlara dair bilgiler kaynaklarda yer almaktadır.

    6.      Bir Büyük Yolcu: Ahmed b. Hanbel

    Rihle hakkındaki teorik anlatıları bir muhaddisin hayatı içre izlemek adına, hayatı dizi ve filmlere de konu olan Ahmed b. Hanbel’den daha iyi bir örnek bulmak gerçekten zor. Onun bazen kendi anlattıkları, bazen de oğulları ve yakın talebe ya da dostlarının şahitliklerine dayanan bilgiler sayesinde hayatının pek çok evresi hakkında birinci elden ayrıntılı bilgilere sahibiz. 165/780 senesinde dünyaya gelen Ahmed mahalle mektebinde aldığı ilk temel eğitimi ve hafızlığının ardından 15 yaşındayken hadis tahsiline başladı. Babasını genç yaşında kaybetti, annesinin himayesinde yetişti. Maddi olarak alt sınıfa yakındı. Devrin ilim geleneğine tabi olarak önce Bağdat’ta çeşitli muhaddislerin ders halkalarına katıldı. Bu, ailesinin yanında iaşe ve ibatesini temin eden biri için pek de zor olmayan bir çabaydı ve masraflı değildi. Kendisini Allah Resûlü’nün hadislerine âlî bir isnâdla eriştirecek Bağdatlı hocalardan istifade etmişse de gerçek bir ilim talibi şeddü’r-rihâl niyetiyle davranmalı, yani yola revan olmalıydı. Örneğin Rey şehrinde Cerîr b. Abdülhamîd (ö. 188/804) adlı büyük bir muhaddis vardı. Ahmed’in ise arkadaşlarının aksine oraya gidecek 50 dirhemi yoktu. Bu sebeple Ahmed bu büyük zatla görüşemeyişine bir ömür hayıflanacaktı.

    Oğlu Salih’in kendisinden aktardığına göre Ahmed b. Hanbel ilim için ilk yolculuğunu annesinden izin almaksızın hicri 183 senesinde 18 yaşındayken Kûfe’ye yapmış ve hocası Vekî‘ b. el-Cerrâh’ı (ö. 197/812) ilk kez burada dinlemiştir. Yine Kûfe’de hicri 185’te bir diğer önemli hocası Ebû Nuaym Fazl b. Dükeyn’den (ö. 219/834) ilim almıştır. Üç sene sonra hicri 186’da 20 yaşındayken önce Vâsıt’a, ardından devrin bir diğer önemli ilim merkezi Basra’ya ve sonra da Abbâdân’a gitmiştir. Hicri 187’de 21 yaşında Mekke’ye gidip ilk haccını eda etmiş ve bu sene büyük muhaddis Süfyân b. Uyeyne (ö. 198/814) ile görüşmüştür. Yeniden memleketi Bağdat’a dönmüş, dört sene sonra, yani hicri 191’de 25 yaşında bir kez daha hacca gidip o sene hacceden Velîd b. Müslim (ö. 195/810) ile buluşma imkânı elde etmiştir. Belki de bu Şamlı muhaddisle buluşmasının yegâne yolu hacdı.

    Hicri 195’te 30 yaşındayken Basra’da altı ay kalıp Bağdat’tan da tanıdığı büyük münekkit Yahya b. Saîd el-Kattân’dan (ö. 198/813) ilim almıştır. Basra ilim geleneğinin bir diğer temsilcisi olan ve talebelerinin sadece ilmî gelişimleri ile değil, maddi ihtiyaçlarıyla da ilgilenen Abdurrahman b. Mehdî (ö. 198/814) ile Bağdat’ta görüşmüştür. Yani hoca rihleleri de gidilen yer için bir imkândır. Basra’dan ayrıldıktan sonra Vâsıt’a geçmiş ve orada Yezîd b. Harun’un (ö. 206/821) derslerine iştirak etmiştir. Diğer hac yolculuğunu 31 yaşındayken hicri 196’da yapmış, 197 senesini de Mekke’de geçirmiştir. Bir sene sonra arkadaşı Yahya b. Maîn ile birlikte hacca niyet edip akabinde de Abdürrezzâk b. Hemmâm (ö. 211/827) ile buluşmak üzere Yemen’e gitmeyi planlamışlar, o sene hacca gelen Abdürrezzâk ile Mekke’de karşılaşmışlardır. Ancak Ahmed bu buluşmayı ilmî hedefleri açısından yeterli görmediği için ilk planını uygulamaya koyup hicri 198’de –parasızlıktan dolayı kervancıların yanında deve bakıcılığı yaparak– Yemen’e gitmiş ve 199 senesini ileri yaşlarında olan Abdürrezzâk’ın San‘a’nın dışındaki köyünde geçirmiştir. Buradayken arkadaşı İshak b. Râhûye (ö. 238/853) ve eşi özel/konforlu bir odada kalırken Ahmed’e basit bir hücre düşmüş, Abdürrezzâk bu çok güvendiği talebesine kendi nüshalarının bulunduğu odanın anahtarını teslim etmiştir. Dönüş yeri ise tabii ki Bağdat’tır.

    Son olarak Ahmed beş defa haccettiğini, bunların üçünü yürüyerek yaptığını, bu yolculuklardan birinde o dönem için oldukça mütevazı bir meblağ olan 30 dirhem harcadığını söylemektedir. Görüldüğü üzere Ahmed b. Hanbel’in ilim yolculuklarında haccın merkezî bir rolü vardır ve o da diğer ilim talipleri gibi bu yolculuğa ihtiyaten beş altı ay önce çıkmış ve haccın hem öncesinde hem de sonrasında Medine ve Mekke’de vakit geçirip farklı beldelerden gelen kimselerle ilim alışverişinde bulunmuştur.

    Sonuç Yerine: Çağdaş Yolculuklar Üzerine

    Aslına bakılırsa Ahmed b. Hanbel özelinde örneklenen rihleler standart üstü bir muhaddis olmanın bir parçasıdır ve sonraki nesillerde de aynı idealleri taşıyan ilim talipleri zorlu yolculukları göze alarak sayıları bazen sayısı bini aşan hocalardan ilim almışlardır. Tarih boyunca ilim yolculukları bazen mahiyet farklılıkları olsa da hiçbir zaman kesintiye uğramamıştır. Bazen işgaller, iç kargaşalar ve siyasi istikrarsızlık ulema hareketliliğine bir açıdan ket vurmuşsa da diğer taraftan ilim taliplerinin entelektüel meraklarının peşinde ülke ülke gezmelerinin yolunu da açmıştır. Bu yolculuklar kimi zaman Hicaz bölgesine 18. asırdan itibaren yapılan yolculuklarda olduğu gibi bir dinî görüşün tüm İslam coğrafyasına yayılmasını sağlayabilmiş, bazen de Batılı ülkelerden akademik dereceler alıp ana vatanlarına dönen kimseler eliyle fikrî yenilik arayışlarına ve problem alanlarına yol verebilmiştir. Ancak daha reel bir olgu olarak son on yıllarda ve özellikle de pandemi sonrasında, normal şartlarda buluşmaları hayli meşakkatli olabilecek akademisyenler veya farklı ülkelerden ilim talipleri belli meseleleri konuşmak üzere online platformlar aracılığıyla bir araya gelmektedirler. Bu konfor alanının bilgi için yolculuk olgusuna yakın/uzak etkileri hakkında net bir şey söylemek için erkense de nasıl resmî eğitim kurumları, siyasi ve ilmî istikrar vb. unsurlar yolculukları bitiremediyse içinde bulunduğumuz dönem ve sonrasında da bizzat bulunmayı, temaşa ve tecrübe etmeyi, duygudaşlık kurmayı, ufku genişletmeyi sağlayan yolculuğun tahtının kolaylıkla sarsılmayacağı öngörülebilir. Çünkü hâlâ bir yerlerde erişilmesi, edinilmesi, keşfedilmesi gereken yeni bir şeyler vardır…

    * Doç. Dr., Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi.