ŞAİR VE DÜŞÜNÜRLER DÜNYAYI NASIL DEĞİŞTİRİR?

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Ahmet Aydın

     Bir insanın zihnine nasıl girilebilir? Bu soru, başrolünü Leonardo DiCaprio’nun oynadığı Inception adlı filmin konusuydu. Dom Cobb rolündeki DiCaprio, bir makine aracılığıyla bir insanın zihnine giriyor ve ona bir düşünce ekmeye çalışıyordu. Tarihi incelediğimizde, “fikir ekmenin” yalnızca filmlerde olmadığını görebiliriz. Şair ve düşünürler insanların zihinlerine fikirler ekmezler mi? Evet, tarihin de gösterdiği üzere fertler dünyayı değiştirebilir. Örneğin Avrupa Aydınlanması halkın geniş katılımı ile gerçekleşmedi. Aydınlanma, şair ve düşünürlerin başlattığı bir projeydi. Fransız Devrimi’ni halkın başlattığı sanılır. Bu tam olarak doğru değil. İşin doğrusu halkın da devrime yardım ettiğidir. Esas olarak Fransız halkı, Voltaire’in, Rousseau’nun, Thomas Paine’in fikirleriyle umutlanmış ve cesaretlenmişti. Kestirmeden “Her şey Voltaire’in yüzünden oldu!” bile denebilir. Almanya’da da kendi okuruna fikirleriyle seslenen önemli isimler olmuştur. Bu bağlamda Johann Gottfried Herder’in rolü genellikle ihmal edilmiştir. Oysa Goethe’nin şiir ve sözcüklerin gücüne ilişkin fikirleri Herder’den ilham almıştır. İşin aslı Herder tüm bir kuşağı etkilemiştir.

     

    Fikirler İnsanları Değiştirir

     

    Herder’in başyapıtı Ideen zur Philosophie der Geschichte der Menschheit (İnsanlık Tarihi Felsefesi Üzerine Fikirler) adlı eseridir. Ne yazık ki bugün üniversite dışında pek okunan bir metin değil. Ben bu kitabı yüksek lisansım için yoğun bir şekilde okumuştum. Düşünce tarzımı tamamen tersyüz etmişti. 18. yüzyılda yaşamış olan bir insan, örneğin Herder, çalışmalarıyla 21. yüzyılda yaşayan beni, Almanca konuşan bir Müslümanı düşünsel anlamda kökten değiştirmişti. Herder şöyle diyordu başyapıtında: “Dünyayı yalnızca fetihler değiştirmez, daha çok nesneler, düzenler, yasalar ve haklar üzerine yeni görüşler değiştirir.” Voltaire, Rousseau, Thomas Paine, Montesquieu gibi şair ve düşünürler bu tarz fikirler üretmiştir. İçindeki yaşadıkları dönemi ve insanları gözlemlemiş, tarihi incelemiş; ardında da düşünüp taşınarak birey ve toplum için koşulların nasıl iyileştirilebileceğini sorgulamışlardır. En sonunda da fikirlerini kaleme almışlardır. Peki sonra ne olmuştur?

     

    Kafelerde buluşan insanlar bu fikirler üzerine konuşmuştur. Kafeler, insanların fikir alışverişi yaptığı, ve hararetli sohbetlerin gerçekleştiği yerlerdi. Dünyayı temelinden sarsan bir devrim bu sohbetler ve tartışmalarla ortaya çıkmıştı. Goethe ise farklıydı. Ya Almanya Goethe’ye sahip olduğu için daha ılımlıydı ya da Goethe Alman olduğu için ılımlıydı. Bilmiyorum. Şunu biliyorum ki, Aydınlanmacıların hiç de sıkıcı olmayan metinleri insanların düşüncelerini değiştirdi. Voltaire aynı zamanda bir tiyatro yazarıydı. Sayısız tiyatro oyunu yazmıştır ve bunlar sahnelenmiştir. Bu şekilde Voltaire topluma hiçbir mutlak hükümdarın yapamayacağı şeyi yapmıştır. Fikirlerini empoze etmiştir.

     

    Voltaire’in döneminde nüfusun çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu. Tiyatrolar eğlence mekânlarıydı. İnsanlar eğlenirken, olumsuz tarafından bakıldığında manipüle edilebilirdi. Ama manipülasyon ilham vermek anlamında olumlu olarak da yorumlanabilirdi. Voltaire manipüle mi ediyordu yoksa ilham mı veriyordu? Bunu yanıtlamak için herkes kendi aklını kullanmalı. Voltaire kitlelerin yol açtığı devrimi bizzat deneyimleyememişti.

     

    İnsanların sokağa çıkması, Bastille’i basması ve kralı öldürmeleri bir günde olup biten bir şey değildi. Voltaire ve diğer şair ile düşünürler, işlerin bu raddeye geleceğini muhtemelen tahmin etmemişlerdi; ama işte fikir tam da böyle bir şeydir. Bir fikirden ne olacağını kimse bilemez. Olan biten, Herder’in Ideen adlı metninde, başka bir bağlamda da olsa tam bu örneğe uygun olarak tanımladığı şeydi: “İnsan yalnızca yürekten istediğini başarır; ve bir kalabalığın hayatları pahasına ısrar ettiği şey bastırılamaz.” Fransız halkı değişim istiyordu ve bunu elde ettiler. Bu halk, mevcut Avrupa düzenine diz çöktürdü. Sonrasında herkesin bu değişimi yaşaması gerektiğine inanıp fikirlerini dünyaya yaymak istediler. Ama bu varsayımın Avrupa dışındaki dünya için çok ciddi haksızlıkları da getireceği ortaya çıkacaktı.

     

    Nasıl İspanya, Portekiz ve İngiltere Haçlı savaşlarıyla Hristiyanlığı dünyaya yaymaya çalıştılarsa, Fransa da kendi özgürlük fikrini, kendi özgürlük anlayışını dünyaya taşımak istiyordu. Herder Avrupa siyasetinin bu davranışını şöyle eleştiriyor: “Barbarlar yönetir; eğitimli galip ise eğitir.” Bu, diğerlerinin fikirlerine katılmasına ya da kendi fikirlerini geliştirmelerine izin vermek yerine, onları zorlamaktır. Avrupa topraklarında ve atmosferinde gelişen ve Kilise tarihine sıkı sıkı bağlı olan bu fikirler, diğer halklara empoze edilmiştir. Bu durumun bir sonucu, günümüz Arap devletlerinin gösterişli ulus-devlet anlayışıdır.

     

    Osmanlı’nın Schiller’i: Namık Kemal

     

    Namık Kemal bir Osmanlı dönemi düşünürü ve şairidir. Onun için Osmanlı’nın Schiller’i diyebiliriz. Vatan yahut Silistre adlı bir oyun yazdı. Oyunun prömiyeri sırasında herkes birbirinin kolundaydı, tıpkı 100 yıl önce Schiller’in Soyguncular prömiyerinde olduğu gibi. “Vatan” ifadesini Namık Kemal icat emiştir. Onun yaptığı bugüne dek biraz gölgede kalmıştır. Halka daha önce sahip olmadıkları bir alan açmıştı. Bu alana giren ilk Müslüman olarak şöyle diyor Namık Kemal:

     

    “Zamanımızda yazılan hikâyeler mi ahlaka hizmet edecek? Evet, onlar hizmet edecek! İnsan öyle kuru kuruya vaaz dinlemekle yetinmiyor, eğlenerek istifade etmek istiyor. Ne yapalım? Âlemin tabiatın değiştirmek elimizden gelir mi? Âcizane itikadıma kalırsa hikâye hakikaten insanlar arasında nail olduğu itibara layıktır. İnsan eğlencesinde de fayda görecek birtakım nasihatler bulursa zarar mı etmiş olur?”

    Bu fikir, Schiller ve Namık Kemal arasında başka bir benzerliği daha sunuyor bize.  Schiller hikâyeleri yalnızca bir eğlence aracı olarak görmüyordu. Onlar bir ideoloji de yaymamalılardı. Salt ideoloji yayan yapıtlar birer propagandadan başka bir şey değildi. Hikâyeler insanı bir fikir üzerine düşünmeye, fikirleri ve karşıt fikirleri uzmanlar topluluğu içinde tartışmaya teşvik etmeliydi. Nesnel metinler çoğunlukla yalnızca bir uzmanlar topluluğu içindir. Bir şair ya da yazar bu bağlamda yaratıcı olmalıdır. Gerilim yaratan bir hikâye yaratmalıdır. Hikâyedeki karakterler bir şeyler yaşar, birbirleriyle konuşur ve ortaya bir gelişme çıkar. Mesele yalnızca tarihsel olayları sergilemek değildir. Amerikan filmleri bu nedenle başarılıdır. Karakterleri motive eden şey nedir? Bir eylemde bulunurken hangi motivasyona sahiplerdir? Bir insanı kötü olarak betimlemek kolaydır. Ama onun neden kötü olduğunu anlaşılır kılmak ise sanattır. İyi bir insanı betimlemek kolaydır; onun neden iyi olduğunu anlaşılır kılmak ise sanattır. Anlaşılır kılmak demek, niyeti anlamak demektir. Star Wars ya da Batman gibi filmlerin bu kadar evrensel olmasının nedeni budur. Herkes bu tür filmleri sever çünkü orada evrensel değerler bir hikâyeye sığdırılmaktadır. Bu filmlerde bir insanın neden öyle veya böyle davrandığını anlarız. Bu da izleyicinin eğitimine katkıda bulunur. Schiller’in Batı’nın kültürel tarihindeki yerini belirleyen şey de tam budur. Bir kimlik arayan Almanların sanatsal rol modeli olmasının nedeni de budur.

     

    Peki bir şair ya da düşünür bir toplumun eğitim seviyesini nasıl yükseltebilir? Namık Kemal bununla ilgili şöyle diyor: “İnsanın vicdanındaki sırları, kalbin en gizli köşelerine bakmadıkça bulmak imkânsızdır. Kalbe ait sırlar bilinmedikçe bir insana söylenilen sözleri tesirli hâle getirmekse bütün bütün ihtimal dışıdır.” Gündelik siyaset tartışmaları insanı gönül işlerinden uzaklaştırır. Bu tartışmalarda bir medeniyet görüşü hakkında konuşulur ve bu önemlidir. Ama şunu bilmek de önemlidir: Bir medeniyet insanlardan oluşur. İnsani ve güzel bir medeniyetin temeli, güzel bir insan anlayışıdır.

     

    Toplumun eğitimine katkıda bulunması gereken hikâyelerde, romanlarda, filmlerde veya dizilerde, bir toplumun tarihi yüceltilmemeli ya da kötülenmemelidir. Bunun orta yolu, evrensel değerleri aşılayan hikâyeler yazmak ve filmler çekmektir. Örneğin, “Müslüman iyidir,” demek yeterli değildir. Neden Müslüman iyidir? Onda iyi olan nedir? Hangi değerlere sahiptir? Fatih Sultan Mehmed neden iyidir? Hangi değerleri temsil eder? Hz. Mevlânâ neden iyidir? Hangi değerleri temsil eder? Neden şiir yazmıştır? Selahaddin Eyyûbi Kudüs’ü fethederken neden kan dökmemiştir? Bunu, yalnızca Müslüman olduğu için diye yanıtlamak yeterli değildir. Bununla ilgili bir açıklama duymalıyız. Bu kişi her şeyi tartmalı, Allah’ı, Peygamberi düşünmeli ve kendi kendine bir insanı neyin iyi yaptığını sormalıdır. Ancak bu şekilde herkes için bu olay anlaşılır ve eğitici olur, böylece evrenselleşir. Şairler ve düşünürler dünyayı olduğu gibi tasvir etmemelidirler. Yoksa bir hikâyeyi tarih kitabından ne ayırır ki? Şairler ve düşünürler bize kendi gönül zenginliklerinden bir şeyler sunmalıdırlar. Asıl eğitim onların gönül zenginliğidir.

     

    İyi bir hikâyeyi yaratan bütün bunlardır. İnsan bir film izlerken kendini eğitebilir. Şairler ve düşünürler düşünce gücünü beslemelidir. Onların görevi budur. Onlar ilham vermelidir. Şairler ve düşünürler dünyayı böyle değiştirebilir. Hikmetli hikâyeler, gönülleri değiştirerek insanların değişmesine katkıda bulunurlar. Hikmetli hikâyeler yazan, anlatan, kaydeden herkes toplumun eğitimine ve bir medeniyetin inşasına katkıda bulunabilir.

     

    Namık Kemal’in bir hatası şuydu: Avrupa’nın entelektüel seçkinlerinin bizzat Avrupa’yı temsil ettiğini düşünüyordu. Oysa Voltaire, Herder ya da Victor Hugo Avrupa’yı temsil etmez. Onlar Avrupa’nın vicdanıdır. Gelecek nesillere neden entelektüel bir seçkinliğin mutlaka zorunlu olduğunu öğretmişlerdir. Bir seçkin grubu, gözlem yapmalı, düşünmeli, fikirler geliştirmeli ve bu fikirleri hikâyeler ve başka araçlarla topluma etkin bir biçimde yaymalıdır.