TAKDİR VE TENKİDİN “ARAF”INDA: DANTE’DE İSLAM MESELESİ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Selman Dilek *

    Daha ilk asrında İslam’ın hızla geniş bir coğrafyada yayılımı, Hristiyan dünya için anlaşılması zor bir vakıaydı. Dinin buyruklarını umursamayan yığınlar karşısında, ilahi gazabın tarihte tezahürü olmalıydı. Öncelikle bertaraf edilmesi gereken askerî bir tehditti ve John Tolan’ın ifadesiyle ilk karşılaşmalarda ilmî bir mesele olarak ihmal edilebileceği düşünüldü. Daha sonra gelişen apolojik tepkiler ise kristolojik bir sapkınlık olarak görme taraftarıydı. Yahudi ve Hıristiyan unsurların bir karışımı olduğu varsayılan İslamiyet’in yeni bir vahye ve dolayısıyla ilahiyata sahip olduğu kabullenilemiyordu. Ancak birkaç asır sonra Hristiyan dünya, “İslam’ın yayılışının geri döndürülemez doğasıyla” yüzleşmek zorunda kaldı (Tolan, 2002, 67). Bu uyanış, bir tür entelektüel farkındalığa evrildi ve İslam’ın incelenmesini gerekli kıldı. Bilhassa Kuran’ın Hristiyan öğretilerine yönelik eleştirilerinin tenkidi üzerinden gelişen savunma literatürü, Arapçadan yapılan tercümelerle yeni bir çerçeve kazandı. Müslüman düşünürlerin eserlerinden Latin kültüre aktarılan felsefi birikim apolojiden teolojiye geçişi mümkün kıldı. Artık yalnız temel inanç ilkelerinin izahı değil, antik düşünce sistemlerinin modellenmesiyle İslam eleştirilerine karşı izahın yeni bir aşamasına geçilmekteydi.

     

    Bu geçişin önemli simalarından birisi Petrus Venerabilis’tir (ö. 1165). Petrus, Müslümanların nasıl tanımlanması gerektiğine dair kafa karışıklığının farkındadır: İnançsızlık yahut sapkınlık arasında karar verilmesi zordu. İlerleyen süreçte Haçlı Seferleri’ndeki başarısızlık, Endülüs ile yoğun kültürel etkileşim ve Kuzey Afrika Fransiskan misyonu, İslam’ı ve ona yönelik ilgiyi tanımlamayı daha da çetrefilleştirdi. Etki ve eleştiri arasında sıkışan Hristiyan âlimlerini, genel itibariyle dört meselenin meşgul ettiğini söylemek mümkündür:

    • Hristiyan şehirlerin Müslümanların idaresine geçmesi dinen nasıl izah edilebilir ve karşı zafer için nasıl bir yol takip edilmelidir: Militarist doktrinin yansıması olan Haçlı Seferleri ile Rekonkista ve ona karşı bir alternatif olarak misyonerlik etrafında gelişen Hristiyanlığın doğasına dair tartışmalar.
    • İslam’ın diğer inançlara yönelik eleştirilerine nasıl cevap verileceğine dair çalışmalar. Bu doğrultuda İslamlaşan topluluklara yeniden nasıl Hristiyan davetinin ulaştırılacağı sorunu.
    • (I) İslam’ın ana kaynaklarının getirdiği inanç eleştirilerinin ve (II) İslam düşünce ve kültürünün etkisi altında Avrupa’da ortaya çıkan Hristiyan sapkınlığına karşı nasıl mücadele edileceğine yönelik arayışlar ve bunlara tepki olarak yayılan engizisyonun temellendirilmesi.
    • Antik bilgi ve kültürün Latinceye aktarılması ile – Le Goff’un da işaret ettiği üzere – entelektüel tartışmaların Arapça tercüme eksenine kaymasına karşı tedbirler: Üniversitelerden İbn Rüşdçülüğün tasfiyesi ve yeni teolojik sistem arayışları sonucunda Thomist ilahiyatın gelişimi.

    Tüm bu etkenler Geç Orta Çağ’da İslam’a yönelik araştırma ilgisini çeşitlendirdi. Hristiyan tarihinde ortaya çıkan sapkın bir mezhep olarak değerlendirmek yetersiz kalmaktaydı. İnanç tenkidinden felsefi meselelerine kadar İslamiyet’in çok boyutlu olarak kavranması ihtiyacı ortaya çıktı ve bu uzun asırlar Batılı düşünürleri meşgul etti. Üniversitelerde Arapça eğitimin başlaması, bazı manastırların tercüme faaliyetlerine ev sahipliği yapması, sanat fakültelerinin filozoflardan arındırılması, askerî tedbirler ve yoğun misyon çalışmaları bu çok boyutlu tutumun çeşitli yansımaları olarak okunabilir. Genel itibariyle Orta Çağ düşünürlerinin İslam ile ilişkisi, bu birbirinden farklı tutumlar arasında bir tarafta saf tutmakla gerçekleşmiştir. Bununla birlikte bir kısım düşünürler, İslam medeniyetinin farklı yönlerine muhatap kaldıklarından, yaklaşımları da o derece çeşitlik arz etmektedir. Bunların başında da hem kaynaklarının hem de yorumlarının çeşitliliği itibariyle Dante gelmektedir.

     

    Dante’nin İslami Kaynakları

    Dante’nin İslami kaynakların ışığında eserlerini kaleme aldığına dair ilk iddia 1901 yılında Blochet tarafından ortaya atıldı. Aslında Hint ve İran efsanelerine dayanan göğe yükseliş anlatılarının Arapça literatür üzerinden Latin dünyaya aktarıldığını savunmaktaydı. 1919 yılında Palacios hem şarkiyat hem de Batı düşünce ve edebiyat tarihi çalışan araştırmacılar arasında tartışmalara yol açan Escatología musulmana y la Divina Comedia başlıklı çalışmasını yayınladı. Dante’nin, bir taraftan Yeni Platoncu gelenekle ilişkilendirdiği İbn Meserre’nin etkisinde kaldığını, diğer taraftan Beatrice’in Cennete yükselişi hikâyesinde İbn Arabî’den ilham aldığını ileri sürdü. Zira İbn Arabî, Peygamberin İsra ve miraç yolculuğunun alegorik çehresine dikkat çekmekteydi ve tüm zahirî anlatının aslında içkin bir hikmete dayandığı yaklaşımından Dante etkilenmiş olmalıydı. Düşünce tarihçilerinin büyük ekseriyeti Palacios’un tezine tereddütle yaklaştığından 1924’te kendi çalışma serüvenini ele aldığı Historia y crítica de una polémica’yı kaleme aldı. Daha sonraki yıllarda Palacios’un izinde yapılan araştırmalar Dante’nin İslami literatür ile ilişkisinin çok daha geniş bir yelpazede değerlendirilmesi gerekliliğini ortaya koydu.

     

    Dante’de İslami kaynakların başında elbette Kuran gelmektedir ve büyük olasılıkla Petrus Venerabilis’in himayesinde 1143 yılında Kettonlu Robert ve 1210 yılında Toledolu Mark tarafında İspanya’da yapılan tercümeleri incelemiştir. Suriye ve Irak’taki uzun ikametinden sonra 1300 yılında Floransa’ya dönen Riccoldo da Monte di Croce Kuran tefsirlerine dair geniş bir birikime sahipti. Seyahatlerini anlattığı Liber peregrinationis ve Kuran’daki temel öğretilere yönelik eleştiri metni olan Contra legem Sarracenorum çalışmalarından Dante haberdardır. Nitekim miracın konu edinildiği Contra metnindeki bazı ifadeler ile Komedya’daki tasvirler arasında benzerlikler tespit edilmiştir.

     

    Orta Çağ Hristiyan düşünürlerinde göğe yükseliş anlatısının asıl kaynağını ise, Abdülkerim Kuşeyrî’nin Hz. Muhammed’in miracını tasavvufi çerçevede yorumladığı Kitâbü’l-Miʿrâc’ı oluşturur. Önce Abraham Alfaquim tarafından İspanyolcaya çevrilen eser, Bonaventura tarafından 1264 yılında Liber scale Machometi ismiyle Latince ve Fransızcaya aktarılmıştır. El yazmalarının çokluğundan geniş bir okur kitlesine sahip olduğu anlaşılabilen kitabın özetlerinden birisini içeren Libro del paraíso y del infierno, İslam’a hususi ilgisi olan Papa IV. Nikolas’a (ö. 1292) takdim edilmiştir. Dante’nin hocalarından Brunetto Latini Toledo’da kaldığı dönemde Bonaventura ile tanışma fırsatı bulmuştu. Bu süreçte tahlil etme imkanına sahip olduğu İslam felsefesinden tercümelerin yanında, Liber Scala’yı da öğrencilerine tanıtmış olmalıdır. Günümüz araştırmaları İlahi Komedya ile Liber Scala arasındaki benzerliklere dikkat çekmekte: Cehennemde maruz kalınan çeşitli azaplar, ateşten duvarlar ile derin hendekler ortak imge ve tasvirler arasında yer almaktadır. Fakat daha temelde Komedya’nın Kitâbü’l-Miʿrâc’ın tasavvufi üslubundan ilham aldığını söylemek mümkündür: Zahirdeki tüm elemlerin bâtıni nedenleri mevcuttur ve dünyada işlenen her bir günah kendi cinsiyle ilişkili bir cezaya müstahaktır.

     

    Palacios’un ortaya attığı İbn Arabî etkisine dair kaynak bulmak oldukça zordur. Zira bugüne kadarki araştırmalar, doğrudan İbn Arabî tercümesini içeren bir metne ulaşamadı. Elbette etkileşimi metinlere indirgemek yanıltıcı olacaktır ve sözlü aktarımın gücü ihmal edilmemelidir. Fakat sözlü kaynağın devamlılığını bilimsel olarak izah etmek de kolay değildir. Bu zorluğun gölgesinde şu soruya da cevap aramak gerekir: Bir önceki yazıda değinilen Dante’de felsefe eleştirisinin arkasında tasavvufî edebiyatın bulunma ihtimali nedir?

     

    Paradiso IV, 40’da Dante Beatrice’e, ifade edilemez olanı dile getirmek için şiiri nasıl bir vasıta kıldığına işaret eder. Özellikle alegoride dil ve imgelerin duyusal algının ötesine aklı taşımaya hizmet ettiğini düşünür. Yoksa akıl duyusal sınırlılığın içerisinde maddi evrenin ötesini kavramaya hazır değildir, bu nedenle ‘Cennet’e yükselişte yetersiz kalır. Cennet mutlak yetkinliğin ve güzelliğin tecellisidir, filozofun kararsızlığı ise Araf’ın ötesine geçemez. Convivio’da bir filozof olarak sahne alan Dante, Inferno’da aklın içerisinde düştüğü azaptan elem duyar. Paradiso IV’te manevi yükselişin aynı zamanda dilde metafora aksettiği ve bunun semantik çeşitlilik anlamına geldiğini öğreniriz. İlahi hakikatin engin yansımaları, zahirdeki anlamıyla sınırlanmış olan nesnenin kendisine sığmaz. O nesneye atfedilen isim de dahil olmak üzere, ancak manen keşfedebilecek farklı anlamlar kendisinde mündemiçtir. Zira tek bir varlık olarak Tanrı, varlığa getirdiklerinin çokluğunda kendini dile getirmiştir. Bu bağlamda Dante’yi sudûru esas alan Yeni Platoncu yaklaşımlar ile ilişkilendirmek kabil olduğu gibi varlıkta birlik öğretisi çerçevesinde yorumlamak da mümkündür. Bu eksende asıl aranması gereken etkinin, kendisi de bir felsefe hesaplaşmasına girişen Gâzâlî olduğunu ileri sürenler bulunmaktadır (Deen Schildgen, 2002).

     

    İlahi Komedya’nın üzerine inşa edildiği temel öğreti olan ışık metafiziğinin de İslam düşüncesinde kökenleri üzerine çeşitli iddialar mevcuttur. Varlığa gelişi bir tür Tanrısal ışığın doğuşu olarak gören Dante’nin, tüm ruhlara sirayet eden ve yaşamı aydınlatan kaynak olarak lux, lumen, radius, splendor gibi kullandığı terimlerin kökeninde felsefi ve tasavvufi literatür aranabilir. Nitekim Fârâbî ve Sühreverdî’ye vurgu yapan yorumlar mevcuttur. Ziolkowski çalışmasında dikkatini İslam felsefesine yoğunlaştırır ve bu çerçevede Dante’nin Convivio eserinin üçüncü risalesinde ele alınan ışık öğretisinin kaynağının Bartolomeo da Bologna’nın Tractatus de luce’si olduğunu belirtir. Bu traktat, İslam düşüncesinin (mesela İbn Sinâ) etkisinin tespit edilebildiği bir metindir (Ziolkowski, 2014, 59). Nitekim 1282 yılından sonra Bologna’daki Fransisken Manastırı’na yerleşen Bartolomoe ile Dante tanışmıştı.

     

    Bunun yanında bazı araştırmacılar, hem ışık öğretisinin hem de miraç anlatısının zaten Hristiyan literatürde olduğunu ileri sürmekte ve dikkatleri İslam kaynaklarına çevirmeyi kabullenmemekteler. Örneğin Bonaventura’nın Yaratılış Kitabı’ndaki Yakub’un Merdiveni metaforundan yola çıkarak Fransiscus’un aşk ile başlayıp ebedi birlikte nihayete eren manevi yükselişini anlattığı eseri, Komedya kaleme alınırken başucu metinlerden birisi olmalıdır. Komedya’nın ana öğretisinin kaynakları etrafında tartışmalar devam etse de tasvirler bakımından İslami kaynakların etkisi konusunda görüş birliği mevcuttur. Fakat Komedya okurunu bekleyen asıl sorun, tüm açık etkisine rağmen Dante’nin İslam’a yönelik tavrının muğlaklığı ve Hz. Muhammed’i Cehennem’de tasvir etmesidir.

     

    Komedya’da Peygamber Tasviri

    Hz. Muhammed’in Cehennem’de tasviri anlaşılması zor bir çelişki olarak karşımızda duruyor. Fakat Orta Çağ aydınının – ki sonraki yüzyıllarda farklılaştığı iddia edilemez – İslam ile uğraşısı genel itibariyle çelişkilidir. Bir kurumsal otoriteden yoksunluğu, âlimleri, filozofları, sufileri ile birbirinden farklı modelleri içeriyor olması, İslam’a bir tanımla yaklaşmayı zorlaştırır. Dante de bu belirsizlikten nasibini almıştır.

     

    Aslında Inferno yalnız farklı inanç mensuplarını içermez, Hristiyan tarihinde saygıdeğer konuma sahip kişileri ve hatta Papaları da kapsar. Dante önce dinî düşünce tarihinde ihtilaflara neden olmuş kişilere yer verdikten sonra, XXVIII. Kanto’da doğrudan ihtilafın tohumunu ekenlerden bahseder. Burada Virgil ve Dante, Hz. Muhammed ve Hz. Ali ile karşılaşır. Peygamberin uğradığı ceza göğsünün yarılması şeklinde tasvir edilmektedir; Dante bu sahneyi kurgularken İslam tarihinden ilham almıştır. Peygamberin göğsünün açılıp genişletilmesi vahye manevi bir hazırlık safhası olarak siyer metinlerinde yer alır. Müslümanların nezdinde manen üstün bir makama erişmesine imkân sağladığından şüphe edilmeyen inşirah hadisesini Dante karnavalesk bir tarzda tersine çevirir ve Peygamberin öte dünyada karşılaştığı ceza olarak resmeder. İnsanlık tarihinde fitneye yol açmış ve inançlı toplumların bölünmesine neden olmuştur. Bu contrapasso, dünyada muteber bir makama ulaştıran olayın, ahirette bir azap olarak kişiye geri dönmesidir (Inferno, XXVIII, 142). Dante bu sahneyi tasarlarken hiç ummadık bir oyun çevirir ve Kitâbü’l-Miʿrâc’da Peygamber ile Cebrail arasındaki konuşmayı metne yansıtır: Miracın bir durağında yaralanmış bedenlerle karşılaşan Peygamber’e Cebrail onların günahının “insanlar arasında ihtilaf çıkarmak” (qui verba seminant ut mittant discordiam inter gentes) olduğunu söyler. Dante bu ifadedeki fitne tohumunu eken seminator sıfatını Peygamberi itham etmekte kullanır.

     

    Dante, Kuşeyrî’nin miraç anlatısında Komedya’nın temel motiflerini bulmuş ve onu Bonaventura’nın yorumlarıyla harmanlamış gözükmektedir. Bununla birlikte miracın asıl kahramanı olan Hz. Muhammed’i Inferno’da tutarak, dini kemale erdirmek üzere geldiğini iddia eden İslam’ın Peygamberinin aslında daha kendi manevi yükselişini tamamlayamadığını iddia etmektedir. Gerçekten anlaşılması zor olan bir çelişki durumudur. Bununla birlikte Dante için İslamiyet’in cürmü inançsızlık değil, dinî birliği bölen bir tür sapkınlıktır. Bu bakımdan Hristiyan düşünce tarihinde, Hz. Muhammed’in itham edildiği içeriğe, Aryanizm eleştirilerinde rast gelinir.

    Dördüncü yüzyılın başlarında Kuzey Afrikalı Hristiyan âlimi Arius’un, teslis ve enkarnasyon başta olmak üzere temel Katolik dogmalara karşı eleştirisi Kilise bütünlüğünü bozan bir girişim olarak görülmekteydi. Her ne kadar görüşleri önce İskenderiye’de daha sonra da İznik’te telin edilse de, kendisi Hristiyanlığın dışına çıkarılmadı. Paradiso’nun XIII. Kanto’sunda Thomas dinî düşüncedeki aceleci yargılara karşı uyarırken, Komedya şârihlerine göre Ariusçuları kastetmektedir. Heterodoksi, kutsal inancın inkârından ziyade anlaşılmasında ve yorumlanmasındaki farklılıklar olarak tarihte baş göstermiştir. Dolayısıyla dinî geleneğin birliğine zarar veren Arius ve Hz. Muhammed, benzer etkiye neden olmuşlardır. Dante burada Hz. Ali’yi de anmayı ihmal etmez, nitekim İslam dünyasının kendi içindeki ayrışmayı da büyük şizmanın bir parçası olarak değerlendirir.

     

    Bir tarafta İslami kaynaklarının çeşitliliği gayet sarih tespit edilebilen İlahi Komedya, diğer tarafta İslam peygamberinin cezalandırıldığı bir sahneyi içerecek kadar çelişkili bir atmosfere sahiptir. Müslüman düşünürlerin eserleriyle meşgul olmakla birlikte Orta Çağ Hristiyanlığının ötekileştirici yükünü üstlenmenin neden olduğu bir kafa karışıklığı olarak görülebilir. Batı aydınının Orta Çağ’dan Rönesans’a kadar devam edecek ve Sömürgecilik çağında yeni formlara bürünecek olan İslam anlayışında içerisine düştüğü bir dilemmadır. İbn Sinâ gibi Müslüman filozofları İslam tarihinin devamlılığından ayrıştırma, Kuşeyrî gibi tasavvufi kaynakları olabildiğince kullanıp herhangi bir atıftan kaçınma, Selahaddin gibi kahramanlara hayranlık besleyip Peygamberi aşağılama… Tüm bu çelişkiler Komedya’da yolculuğa çıkan Orta Çağ aydınının serencamıdır.

     

    İlahi Komedya, esrarengiz bir matematiksel ağ üzerine kurulmuş tezatların birbirlerine yansıdığı bir prizmayı andırır. Her bir kantoyu değerlendirirken kitabın kendi bütünlüğünde ele almak gerektiği gibi diğer kitaptaki paraleliyle birlikte yorumlamak gerekir. Inferno, Purgatorio ve Paradiso’da bölümlerin konuları, kişileri ve metaforları birbirlerine yansır. Doğrusal bir ilerlemenin yanında kantolar arasından birbirlerine pencereler açılır. Bu çerçeveden bakıldığında genel itibariyle dinî gelenek ve kurumlar göksel hikmetin maddi evrene inmiş durumlarıdır ve bundan ötürü Cehennem ve Araf arasında dizilirler. Ruhun yükselişi için felsefi okullar kadar dinî kurumlar da yetersizdir. Bu yaklaşımda, doğu yolculuğundan dönen şövalye tarikatlarındaki hâkim düşüncenin izlerini sürmek mümkündür. Bu yeni oluşumlar, dinî otoritelere uzak olmakla birlikte felsefe ile dinî düşünceyi sentezleyen, akıl ile kalbi bir araya getiren bir kaynak arayışındaydılar. İşte bu ihtiyaç çerçevesinde İlahi Komedya yorumlanabilir. Varoluşun hikmetini halk dilinde ve şiirle ifade etmeyi tercih etmiştir. Skolastik kurgulardan aşkınlaşan aklın ilahi kaynağa yönelişi, itinerarium mentis in deum, kendindeki ruhun ışığıyla gerçekleşir ve böylelikle dışsal bir bağıntıya ihtiyaç duymaz. Orada çokluktan birliğe, fanilikten ebediliğe ve nihayetinde Cehennem’den Cennet’e bir kapı aralandığının idrakine varılır. Bu zıtların mâkesi ne felsefe ne de teoloji ile izah edilebilir ve fakat şiirle yaşanılır kılınır. Şiir ifadenin tüm katmanlarında gezinir, vahyin tüm varoluş katmanlarında gezinmesi gibi.

    İleri Okumalar İçin Tasiyeler   

    John V. Tolan, Saracens: Islam in the Medieval European Imagination, 2002.

    Brenda Deen Schildgen: Dante and the Orient, 2002.

    Jan M. Ziolkowski (ed.): Dante and Islam, 2014.

    Benjamin Kedar: Crusade and Mission. European Approaches toward the Muslims, 1984.

    1. Frassetto (ed.): Western Views of Islam in Medieval and Early Modern Europe, 1999.

    * Dr., Warburg Enstitüsünde Misafir Araştırmacı.