ŞİRAZLI SA’DÎ’NİN ADALET TERAZİSİ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Turgay Şafak

    Giriş

    Şirazlı Sa’dî meşhur eserleri Gülistan ve Bostan’da toplumsal hayatta insana yol göstermek amacıyla muhtelif hikâye, anekdot, kıssa ve ibretli alıntı ve iktibaslara ver verir. Mesnevi olarak telif ettiği Bostan’da adalet ve tedbir, ihsan, aşk, tevazu, rıza, kanaat, terbiye, şükür ve tövbeden bahsederek ahlaki özelliklere sahip kimselerin dünyada ve ahirette kazançlı çıkacaklarını; bu özelliklere sahip olmayan kimselerin ise dünyalarının da ahiretlerinin de ellerinden gideceklerini şiir yoluyla anlatmıştır.

    Aynı şekilde içine şiirler serpiştirilmiş düzyazı ile kaleme almış olduğu Gülistan adlı eserinde de Bostan’da bahsettiği konularda ibretli hikâye, kıssa ve anekdotlara yer vermiştir. Gülistan’da bölüm başlıkları şu şekildedir; “Padişahların Ahlakına Dair”, “Dervişlerin Ahlakına Dair”, “Kanaatin Faziletine Dair”, “Sükûtun Faydaları Hakkında”, “Aşk ve Gençlik Hakkında”, “Zayıflık ve İhtiyarlığa Dair”, “Terbiyenin Tesiri Hakkında” ve son olarak “Sohbet Adabı Hakkında”.

    Her iki eserde de birbirine yakın konular ele alınmış olmakla birlikte konuları ele alış yönünden bazı farklılıklara da rastlanmaktadır. Her iki kitabın ilk konuları yöneticinin nasıl davranması, hangi hususiyetlere sahip olması gerektiği ve adaletli bir yönetim ortaya koyabilmesi için nelere dikkat edilmesi gerektiğinden bahsetmektedir. Gülistan’da “Padişahların Ahlakına Dair” başlığı altında padişahların halka, vezirlere, düşmana, misafire, çiftçiye, tüccara, eşkıyaya nasıl davranacağı kırk bir hikâye ve kıssa ile anlatılmıştır. Bu bölüm hacim bakımından Gülistan’ın diğer yedi bölümünden daha büyük hacme sahiptir. Aynı durum Bostan için de söz konusu olup kitabın birinci bölümü olan “Adalet, Tedbir ve Düşünce” başlıklı bölüm 4012 beyitten oluşan eserin 1105 beytini yani yaklaşık dörtte birini teşkil etmektedir. Her iki eserin hem ilk bölümlerinin adalet bahsine ayrılması hem de hacim itibariyle diğer bölümlerden daha geniş olması Şirazlı bilge şairin adalet bahsine verdiği önemi ve değeri göz önüne sermektedir.

    Gülistan ve Yöneticilerin Ahlakı

    Gülistan’ı sekiz bölümde tertip eden Sa’dî eserin ilk bölümünde adil bir hükümdarın esirlere, tüccarlara, yolda kalmışlara, dervişlere, düşmana, eşkıyaya nasıl davranması gerektiğini hikâyeler yoluyla anlatır. Kırk bir hikâyenin yer aldığı bu bölümde Sa’dî uzun yolculuları sırasında işittiklerinden veya kitaplardan edindiği bilgi birikimini edebi bir üslupla okuyucuya sunar. Hikâyelere bazen beyitler, kıtalar, rubailer ve mısralar da eşlik eder. Gülistan’da maslahat oldukça önemlidir. Padişah devletinin, halkının ve ülkesinin maslahatına göre davranır. Daha ilk hikâyede idam sehpasında bulunan bir esiri kurtarmak için yalan söyleyen vezir, bu vezire husumeti sebebiyle doğruyu söyleyen vezirden daha üstün tutulmuş ve “Hayır için söylenen yalan, şer için söylenen doğrudan evladır.” sözüyle veciz bir şekilde ifade edilmiştir. Sa’dî’nin hem Gülistan’da hem de Bostan’da üzerinde çokça durduğu mevzulardan bir diğeri de dünyanın gelip geçici olması mülkün her daim başkasının eline geçmesi ve malın mülkün ebedi olmadığıdır. Padişahların sahip olması gereken bir başka özelliği gereken halka adaletli davranarak, ülkesini mamur ederek ve halkın huzurunu sağlayarak ölüp gittikten sonra geride kalanlar tarafından isminin hayırla yad edilmesidir. Gülistan’da Sâsânî hükümdarı Anuşirvan’ın ölümünün üzerinden asırlar geçmiş olmasına rağmen adının hâlâ adaletle ve iyilikle anıldığını söyler ve sen de adının iyiliklerle anılmasını istersen “Yaşadığın günleri ganimet bil ve hayırlı hizmetler yap” diyerek tavsiyede bulunur. Hükümdarın yapmaması gereken şeyleri de muhtelif hikâyelerde anlatan Sa’dî’ye göre hükümdar halka zulmetmemeli, halkın malına zorla el koymamalıdır. Bu şekilde yaptığı takdirde halk o ülkeyi terk eder, civar ülkelere hicret eder ve bu sebeple devletin vergi gelirleri azaldığından ekonomisi de zarar görür. Hazine boşlamaya başlayınca orduya gerektiği şekilde harcama yapılamaz ve ordu zayıflar. Ordunun zayıflaması ise her an pusuda bekleyen düşmanın harekete geçmesine ve saldırmasına yol açar. Gülistan’da yer alan bir hikâye akla İslam siyaset düşüncesindeki adalet dairesi kavramını akla getirmektedir. Klasik İslam siyaset düşüncesinde önemli bir yer işgal eden adalet dairesi kavramı ile devletin ancak adaletle ayakta kalabileceğinin veciz bir şekilde ifadesidir. Muhtelif formlara sahip olan adalet dairesinin formlarından birisi şu şekildedir:

    “Lâ sultâne illâ bi-ricâl (Sultan ancak askerlerledir) Ve lâ ricâle illâ bi-mâl (Askerler ancak malladır) Ve lâ mâle illâ bi-imâre (Mal ancak imaretledir) Ve lâ imârete illâ bi-adl ve hüsni siyâset (İmaret ancak adalet ve iyi siyasetledir).”[1]

     

    Sa’dî aynı hikâyenin devamında o padişahın huzurunda bir gün Şehname okunduğu sırada Feridun ve Dahhak’tan bahsedildiği sırada vezir padişaha Feridun’un güçsüz bir şehzade iken nasıl padişahlığa ulaştığını sorduğunda padişah “Halk onun çevresine sevgi ile toplanmıştı,” cevabını verince vezir padişaha “Peki siz halkın sizin çevrenizde toplanmasını neden sağlamıyorsunuz, yoksa padişahlığınızın sürmesini istemiyor musunuz?” diye sorarak yapması gerekeni padişaha hatırlatır. Halka adaletle davranması ve orduyu aç bırakmaması gerektiğini söyler ancak bundan hoşlanmayan padişah veziri hapseder. Bildiği gibi davranmaya devam eder. Kısa süre sonra taht kavgaları başlayınca bu padişahın zulmünden bıkıp kaçmış olana halk isyancılara destek verir ve tahtını tacını kaybeder. Benzer bir vurguyu Sa’dî Şam’da Yahya Peygamber türbesinde karşılaştığı ve kendisine dua etmesini isteyen bir Arap yöneticiye “Zayıf halkına merhametle davranırsan güçlü düşmandan korkun kalmaz” demiş ve halkına merhametle davranması gerektiğini tavsiye etmiştir. Hükümdar kontrolü altında bulundurduğu devlet hazinesini israf etmemeli ve harcamalarına dikkat etmek zorundadır. Hükümdar devlet işlerini ihmal etmemeli ve ordu mensuplarının ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Aksi taktirde düşman saldırdığı zaman asker gerekli şevk ve heyecana sahip olmaz ve kısa sürede düşmana teslim olabilir. Bu konuyu ele aldığı hikâyede bu düşüncesini şu beyitlerle ifade eder:

    Askerden sakınırsa padişah nimeti

    Asker de çeker savaşmaktan elini

    Sa’dî Gülistan’da bir taraftan hükümdarların sahip olmaları gereken hususiyetlerine odaklanırken bir taraftan da yöneticilerin sağının solunun belli olmadığından onlardan uzak durmak gerektiğini öğütler. Hükümdarın gözüne girdiğin taktirde bir anda yüksek makamlara ulaşabildiğin gibi kıskançların iftirasına uğradığın zaman da çabucak azledilir hatta canından bile olabilirsin der.

    Tacir denizde çok mücevherler bulsa da

    Bir gün cansız bedeni ulaşabilir kıyıya

    Sa’dî bir başka hikâyede divan görevinden azledilmiş bir arkadaşıyla karşılaştığında ona üzülmemesi gerektiğini ve azledildiği için sevinmesi gerektiğini söyler ve “Divandan ma’zul olmak meşgul olmaktan evladır” diyerek hükümdarların gazabından kurtulduğunu dile getirir. Başka bir hikâyede de “Kendi kazancını yiyip oturmak huzurda altın kemerle durmaktan daha iyidir” şeklinde ifade etmiştir. Sa’dî hükümdarların halktan birazcık tuz dahi alacak olsa karşılığını vermesi gerektiğini dile getirir. Bunun nedenini Nuşirevan’ın dilinden şu şekilde ifade eder: “Bu yaptığımızla kötü bir gelenek başlar ve zamanla büyüyerek devam eder. Dünyada zulüm küçük bir şeyle başlamıştı ve sonraki her gelen üzerine bir şeyler ilave ederek büyüttüler.” Küçük bir şey dahi olsa kötü bir gelenek başlatmamak da padişahların dikkat etmesi gereken hususiyetlerinden biridir.

    Devlet hazinesini doldurmak için halkın üzerine ağır vergiler koymak da hükümdarın sakınması gereken özelliklerindendir. Hükümdara yaranmak için halktan fazla vergi toplayan vergi memurlarını “Mahlûka yaranmak için Hâlik’i gücendirenler” olarak tasvir eder.

    Hükümdar affedici olmalı, kendi menfaati için veya vezirler arasındaki çekişme ve rekabet sebebiyle haksız yere ölümlere sebep olmamalıdır. Hükümdarın divanında işini aksatmadan yapan, çabalayan, didinen kişilerin maaşını gününü gırgır şamata ile geçiren memurların maaşlarının aynı olmaması gerekmektedir. Hükümdarın görevi halktan tazim beklemek değil halkı korumak ve kollamaktır.

    Şirazlı Şeyh Sa’dî Gülistan’ın padişahların ahlakını anlattığı ilk bölümünü İskender’den bir rivayet ile sonlandırır. İskender’e senden önce hazinesi ve ordusu senden kat be kat fazla olanlar bunu başaramamışlarken sen doğudan batıya bütün bu memleketleri nasıl hükümranlığın altına alıyorsun?” diye sorar. İskender şöyle cevap verir: “Fethettiğim yerlerin halkını incitmedim, padişahlarını tahkir etmedim.”

    Bostan ve Adil Hükümdar

    Şirazlı Şeyh Sa’dî mesnevi nazım şeklini kullanarak kaleme aldığı dinî ahlaki nasihatname türündeki eseri Bostan’ın ilk bölümüne “Adalet, Tedbir ve Düşünce” adını vermiştir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi kitabın dörtte birlik bir kısmını teşkil eden bu bölümde muhtelif hikâye ve anekdotlarla adil ve tedbirli hükümdarın portesini sunmaktadır. Eserin girişinde bir kişinin sultan olsa dahi Allah’ın kulu olduğunu unutmaması gerektiğini vurgulayarak gündüzleri saltanat kaftanı ile tahta oturup gece derviş elbisesi ile hakkın huzurunda dua etmesini öğütler. Sa’dî nasihatleri çoğunlukla mitolojik veya tarihi İran şahsiyetlerinden, Hülefa-yı Raşidin’den Abbasî ve Emevî halifelerinden ve diğer hükümdarlardan seçer. Bu şahsiyetlerden biri olan Nuşirevan’ın oğluna şöyle nasihat ettiğini aktarır: “Yoksulları gözer, bencillik etme, halkın güvenliği sana bağlı, hükümdar çoban gibidir çoban uyursa sürüye kurt dalar. Hükümdar bir ağaç ise halk onun köküdür. Ağaç gücünü kökünden alır, halka kötü davranman kendi köklerini kesmen anlamına gelir.” Bir başka hikâyede bu defa Hüsrev oğluna şöyle nasihat eder “Niyetlendiğin her işte halkın rızasını öncele, onlara adaletle davran, halka zulmedersen halk ülkeden kaçar, gittiği yerlerde adını kötüye çıkarır.”

    Bostan’da üzerinde en çok durulan konulardan birisi öldükten sonra ardından hayırla yâd edilmek ve adının iyiliklerle anılmasıdır. Padişahlar halka adaletle davranıp, ülkelerini mamur ettikleri zaman kendilerinden sonra gelenler onları hayırla yad ederler. Tüccarlarına sahip çıkmalı, ülkene gelen gezginleri gözetip kollamalıdır. Zira hem tüccarlar hem de gezginler muhtelif coğrafyalarda farklı ülke ve şehirlere gider, gördükleri iyilikleri, ikramları veya uğradıkları haksızlık ve adaletsizlikleri anlatırlar. Bunun sonucu olarak hükümdarın imajı komşu ülkelerde buna göre şekillenir.

    Bostan’da vurgulanan bir başka husus uzun yıllar hükümdarın hizmetinde olan birini yaşlandığı zaman münasip bir maaşla emekli etmesidir. Bu kadar yıl hizmet ettikten sonra yaşlanınca uzaklaştırmak hükümdara yaraşan bir davranış değildir. Hükümdar etrafındaki fitne ve fesat çıkan kimseleri ya uzak diyarlara sürgün etmeli yoksa halkın başına bela olur ve saltanatının sarsılmasına yol açar. Fitnesinde devam eden ıslah olmayan bir kimse olursa behemehal ağır bir cezaya çarptırılmalı ve halkı onun fitnesinden kurtarmalıdır. Hükümdar bu tür kimselere ve düşmanlara karşı sert davranmasını bilmeli ama yeri geldiğinde de yumuşak huylu olduğunu göstermelidir.

    Adil bir hükümdar bir karar verirken aceleci davranmamalı, ortada bir tartışma varsa her iki tarafı dinlemeli ve tedbirli davranmalıdır. Tedbirli davranmayıp aceleci olmamalı, herhangi bir sebepten bir kimseye idam cezası vermiş ise ailesine şefkatle davranmalı, karısını ve çocuklarını da cezalandırmamalıdır. Halkın vergileri ile toplanan devlet hazinesini şahsi ihtiyaçları ve gösterişli kıyafetler için kullanmamalı, israftan kaçınmalıdır. Hazinenin kendisine emanet olduğunu bilerek davranmalıdır. Hükümdar dünyanın, tahtın, tacın, malın, mülkün gelip geçici olduğunu bilmeli, çok büyük hazinelere sahip olan, rüzgâra ve cinlere bile hükmü geçen Süleyman peygamberden geriye ne kaldığını düşünmeli, geriye sadece hayır hasenatının ve adaletle yönetenlerin güzel bir adının kalacağını idrak etmelidir.

    Hükümdarın adaletle davranması, halkın ihtiyaçlarını gözetmesi, ülkesini mamur kılması onun için ibadet mesabesindedir. İbadet sadece tesbihle, seccade ile tekkede camide namaz kılıp zikir çekmek değildir, hükümdarın halkını adaletle yönetmesi ibadetidir.

    Devran sürekli dönmektedir, bugün güçlü olan yarın zayıf düşer, bugün zengin olan yarın fakir kalır. Hükümdar sahip olduklarına her zaman şükretmeli zira yarın elinden çıkmayacağının garantisi yoktur. Halkın sıkıntılara, dertlere, fakirliğe ve zalim valilerin eline düştüğü bir dönemde hükümdara uyku haram olur, hükümdar halkın incinmemesi için var gücüyle çalışmalıdır.

    Sa’dî zalim padişahla adil padişah arasında mukayese yapabilmek amacıyla iki kardeşin hükümdarlıklarını örnek olarak anlatmıştır. Buna göre adil olan hükümdar güzel huylu, doğru işli, halkını gözeten, çeşmeler, kervansaraylar yaptıran şehzadenin ülkesi güllük gülistanlık; sadece hazinesini doldurmayı düşünen, halktan ağır vergiler alan, tüccarların mallarına el koyan padişahın ülkesinde ise herkes canından bezmiş, askerleri açlıktan devasa takati kalmamış ülke viraneye dönmüştü.

    Bostan’da birçok hikâyede devranın daima aynı kalmayacağı, malın mülkün sürekli el değiştireceği, hükümdarın saltanatına, malına mülküne, zapt ettiği sağlam kalelere güvenmemesi gerektiği sürekli vurgulanır. Nasıl bu saltanat bir başkasından sana tevarüs ettiyse senden de bir başkasına kalacak bu sebeple adil hükümdarın yapması gereken öldükten sonra ardından hayırlı yad edilmesi sağlayacak hayırlı hizmetler yapmak ve ülkeyi mamur etmektir.

    Tedbirli bir hükümdar yanında kendisine doğruları söyleyebilecek, yaptığı yanlışı düzeltecek, hata ve kusurlarını hatırlatacak kimseler bulundurmalı, yoluna çıkabilecek tehlikelerden bahseden kimselerin sözlerine tahammül etmelidir. Tedbirli hükümdar savaşarak yenemeyeceği düşmanıyla iyi geçinerek, ona güzel hediyeler göndererek zarar vermesinin önüne geçmelidir. Sa’dî’ye göre tedbirli davranarak dünyayı ele geçirebilirsin, bükemediğin bileği öperek, ona hoş görünerek hazırlık yapmalı ve bulduğun ilk fırsatta düşmanı ortadan kaldırmak için harekete geçmelisin. Askerin sayısı fazla ise hücuma kalkmamalı, bu neştere yumruk sallamak gibidir. Aynı şekilde düşman çok zayıf ise onu ezmeye kalkmamalı, barış imkanlarını aramalıdır. Düşman barış istediği zaman sakın bundan yüz çevirme der Sa’dî. Adil bir hükümdar savaş meydanlarında kendisi için canını ortaya koyan askerinin barış zamanında kıymetini bilmelidir. Hazinedeki paralar askerler için harcanmalı ki hudut boylarında ülkeyi koruyanlar kendilerine değer verildiğini anlasınlar. Uzun yıllar hükümdara hizmet edenler yaşlandıkları zaman onların tecrübelerinden faydalanmalı, savaş meydanında gençler savaşırken cephe gerisinde düşmanın hilelerini eski tecrübeli savaşçılar bilir ve ona göre savaş taktikleri verir.

    Sonuç  

    Asırlar boyunca Anadolu’da en çok okunan Farsça eserlerden olan Gülistan ve Bostan birçok kez Türkçeye tercüme edilmiş, şerhler ve nazireler yazılmış meclisleri aydınlatan bir mum gibi elden ele dolaşmıştır. Bugüne kadar bir nasihatname ve öğüt kitabı olarak algılanan bu iki muhalled eserin ilk bölümlerinin hükümdarların nasıl olması gerektiğine dair verdiği bilgiler dikkate alındığında birer siyasetname metni olarak da okunabilme özelliğine sahiptir. Hem Gülistan’da hem de Bostan’da adil bir hükümdarın davranış modelleri hikâyeler eşliğinde anlatılır. Moğol saldırılarının hemen akabinde, Haçlı Seferleri’ne yakın bir dönemde kaleme alınmış bu eserler zamanın şartları göz önünde bulundurularak bugünün bakış açısı ve ihtiyaçları ile yeniden yorumlanması gerekmektedir.     

     

    [1] Adalet Dairesi hakkında daha geniş bilgi için bakınız. Kömbe, İlker, “Dünya Düzeninin Temelleri: Adalet Dairesi Literatürüne Giriş”, Dîvân: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, cilt 18 sayı 35 (2013/2), 139-198.