PANDEMİNİN GÖR DEDİĞİ: DÜNYA EKONOMİSİNDE PAYLAŞIM SORUNU VE EŞİTSİZLİKLER

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yunus Kaya

    2020 ve 2021 yıllarında tecrübe ettiğimiz ve etkilerini hâlen anlamaya çalıştığımız Covid-19 pandemisinin önümüze serdiği en önemli hususlardan biri dünya ekonomisindeki eşitsizlikler ve paylaşım sorunudur. Sömürgecilik ve emperyalizm gibi tarihsel; küreselleşme ve neoliberal ekonomiye geçiş gibi daha güncel süreçlerin ortaya çıkardığı ülke içi ve ülkeler arası eşitsizlikler pandemi döneminde ve sonrasında can alıcı biçimlerde kendini göstermiştir. Pandeminin ortaya çıkardığı bazı sonuçlar da yaşanan sorunları derinleştirmiş ve eşitsizliğe sebep olan süreçleri hızlandırmıştır. Bu kısa yazıda öncelikle eşitsizliğin boyutları ve kökenleri ele alınacak sonrasında ise yaşanan ekonomik büyümeden yeterince pay alamayanların durumları tartışılacaktır.

    Paylaşım Sorunu ve Eşitsizlikler

    Günümüz dünyasını ve geleceğini etkileyecek en önemli hususlardan biri şüphesiz paylaşım sorunu ve eşitsizliklerdir. Eşitsizlik çok tanıdık ve yaygın kullanılan bir kavram olsa da eşitsizliğin ölçümü oldukça ciddi tartışmalara ve fikir ayrılıklarına yol açan bir konudur. Eşitsizliğin ekonomi (toplumsal sınıf), ırk ve etnisite, cinsiyet ve yaş gibi birçok boyutu ve göstergesi bulunmaktadır. Eşitsizliğe bunlardan hangisi üzerinden bakıldığına göre ölçüm ve yaklaşımlar farklılık göstermektedir. Eşitsizlik aslında bir paylaşım ve erişim sorunudur. Gelir ve servetin paylaşımı, barınma, eğitim, sağlık ve internet gibi hizmetlere erişim ile enerji ve kaynak kullanımının dağılımı eşitsizliklerin kendini somut olarak ortaya koyduğu alanlardan bazılarıdır.

    Gelir ve servet adaletsizliği ele alınırken genelde bunların dağılımını gösteren ölçütler kullanılmaktadır. Gelir konusunda en çok başvurulan ölçütlerden biri GINI indeksidir. GINI indeksi, İtalyan istatistikçi Corrado Gini tarafından 1912 yılında ortaya atılan GINI katsayısının yüzde hâline getirilmiş versiyonudur Milanovic, 2005). GINI indeks rakamı yükseldikçe gelir adaletsizliği de artmaktadır. Yaygın kullanılan yöntemlerden bir diğeri ise en tepedeki grupların hem gelir hem de servetten aldıkları payları orta ve en alt grupların aldıkları paylar ile karşılaştırmaktır.

    Eşitsizliği ele alırken dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da hem ülkelerin kendi içlerindeki hem de ülkeler arasındaki eşitsizliklerin aynı anda ele alınmasıdır. Küreselleşme, ekonomik liberalleşme veya dijitalleşme gibi tecrübe etmekte olduğumuz dinamikler hem ülkeler arasında hem de her ülkenin kendi içinde kazananlar ve kaybedenler ortaya çıkarmaktadır. Bunun yanı sıra emperyalizm, işgaller, sömürgecilik ve kölelik gibi bazı tarihsel süreçler hem ülkeler arasında hem de toplumlar içinde etkileri geçmişten günümüze uzanan ve somut etkiler ortaya çıkarmaktadır.

    Günümüz dünyasına baktığımızda eşitsizliklerin ülke içlerinde ve ülkeler arasında çok belirgin olduğunu görmekteyiz. Covid-19 pandemisi sırasında sağlık hizmetleri ve beslenme konularında sıkıntıların daha yüksek olduğu düşük gelirli ülkelerde ölümlülük oranları genelde çok daha yüksek olmuştur. Ülke içlerinde de düşük gelirli kesimlerde ölümlülük oranları yüksek gelirlilere göre genelde daha yüksek olmuştur. Örneğin, İngiltere’de Bangladeş kökenlilerin salgından ölme ihtimali beyaz İngilizlere göre 5 kat daha fazlaydı (Oxfam, 2022).

    Eşitsizliğin kamuoyunda en çok takip edilen boyutları olan gelir ve servet dağılımına bakıldığında çok ciddi bir dengesizlik göze çarpmaktadır. Dünya Bankası’nın GINI indeksi üzerinden ülkeler için ayrı ayrı yayınladığı veriler son yıllarda gelir adaletsizliği açısından daha stabil görüntü çizse de (Dünya Bankası, 2023) finansal küreselleşme ve dijitalleşmenin yüksek gelirli grupların gelirlerini saklama ve sınırlar ötesine taşıma imkanlarını artırmış olması, bu verilere şüphe ile yaklaşılmasını gerekli kılmaktadır. Buna rağmen eşitsizliğin eldeki veriler üzerinden bile yüksek olduğu göze çarpmaktadır. Dünya Eşitsizlik Raporunun (Chancel v.a., 2022) verilerine göre en tepedeki %10’luk kesim dünyadaki toplam gelirin %52’sine servetin ise %75’ine sahiptir. En alttaki %40’ın gelirden aldığı pay %8.5 iken servetteki payı sadece %2’dir.

     

    Oxfam’ın (2023: 15) hesaplamalarına göre dünyada son 10 yılda üretilen her 100 dolarlık servetin 54.1’i en tepedeki %1’e giderken en alttaki %50’ye sadece 0.7 doları gitmiştir. Yine aynı dönemde en tepedeki %1 en alttaki %50’ye göre 74 kat daha fazla servet artışı sağlamıştır. Dünyada dolar milyarderlerinin sayısı ve servetleri artmaya devam ederken en altta gelirlerde ve servette benzer bir artış söz konusu değildir. Zaman zaman süper zenginler olarak da adlandırılan milyarderler, küresel ekonomik krizler ve felaketlerden de olumsuz etkilenmemekte hatta kazançlı çıkmaktadırlar. Yine Oxfam’ın hesaplamalarına göre (2022: 18) Covid-19 pandemisinin ilk iki yılında milyarderlerin toplam serveti önceki 14 yıldan daha fazla artış göstermiştir. Pandemi sebebiyle ekonomileri canlı tutmak için hükümetler tarafından finansal piyasalara enjekte edilen trilyonlarca dolarlık kaynak daha çok milyarderlere yaramış ve servetlerine servet katmalarını sağlamıştır. Alt gelir grupları ise hâlen pandeminin açtığı ve kimi kalıcı hâle gelmiş ekonomik dezavantajlarla mücadele etmektedir. Benzer bir durum 2008-2009 küresel ekonomik krizinde de yaşanmış ve ilk anlarda servet kaybı yaşamış gibi görünen süper zenginler krizden servetlerini artırarak çıkmışlardı. Alt ve orta gelir grupları ise çok ciddi servet ve gelir kayıpları yaşamışlardı.

    Dünyadaki ülkeler arası ve ülke içlerindeki eşitsizliğin kendini gösterdiği bir diğer alan ise kaynak kullanımıdır. Belli ülke ve bölgeler ile belli toplum kesimleri kaynaklardan çok daha fazla pay almakta ve kullanmaktadırlar. Modern toplumların en önemli ihtiyacı olan enerjiye bakıldığında kişi başı elektrik (kilowatt saat) ve enerji kullanımında (kg petrol eşdeğerinde) Kuzey Amerika’nın (ABD ve Kanada) açık ara önde olduğu ve Avrupa Birliği’nin de onun arkasında ve diğer bölgelerin üstünde olduğu görülmektedir. Enerji kullanımı Doğu Asya ve Orta Doğu’da son yıllarda artmış olsa da bu iki bölgenin hâlen ciddi olarak gerisindedir. Bu bölgelerde yaşanan artış da daha çok Çin gibi birkaç ülke kaynaklıdır. Ülke içlerindeki durumlara bakıldığında üst toplum kesimlerindeki enerji tüketiminin alt kesimlere göre çok daha yüksek olduğu görülmektedir. Küresel ısınma, çevre kirliği ve yenilenemez kaynakların tüketimi gibi sorunlar konusunda en çok sesi çıkanlar Kuzey Amerika ve Avrupa ülkeleri veya üst toplum katmanları olsa da sürdürülemez tüketim düşük gelirli ülkeler veya toplum kesimler kaynaklı değildir. Bazı araştırmacı ve aktivistlerin dile getirdiği gibi tüm insanlık Amerikalılar, Avrupalılar veya zenginler gibi tüketmeye başlasa doğal kaynaklar yeterli olmayacaktır. Bu bağlamda, kaynakların sürdürülebilir kullanımı için asıl sorumluluk yüksek gelirli ülkeler ve sınıflardadır.

    Kaynak: Dünya Bankası (2023)

    Enerjinin yanı sıra su kullanımında da benzer bir durum karşımıza çıkmaktadır (Dünya Bankası, 2023). Kişi başı su kullanımında Kuzey Amerika ülkeleri açık ara diğer bölgelerin (AB dâhil) çok üzerindedir. Su kullanımının tüm ülkelerde Amerika ve Kanada seviyesi çıkması hâlinde dünyadaki tatlı su kaynaklarının yeterli olmayacağı aşikârdır. Benzer bir dengesizlik ülke içlerinde de yaşanmaktadır. 2017-2018 yılında Güney Afrika’nın Cape Town şehrinde yaşanan ve dünyada ilk defa büyük bir kentte suyun tamamen tükenmesi durumu ile karşılaşılabileceği söylenen su krizinde şehirdeki üst gelir gruplarının sorumsuz su kullanımının en önemli etken olduğu iddia edilmektedir (Savelli v.a., 2023).

    Son yıllarda dikkat çekmekte olan ve eşitsizliklerin kendini en çok gösterdiği alanlardan bir diğeri barınma sorunudur. Dünyanın hemen her ülkesinde küresel pandeminin sona ermesiyle birlikte ev fiyatlarının ve kiraların arttığını ve sadece alt sınıfların değil toplumların orta hatta üst orta gelire sahip kesimlerinin barınma sorunu ile karşı karşıya kaldığını gözlemlemekteyiz. Standard ve Poors – Case-Shiller ev fiyat endeksine göre ABD’de ortalama ev fiyatları pandeminin başladığı 2020 başına göre %50 artış göstermiştir (Standard & Poors, 2023). Benzer artışlar Avrupa ülkeleri, Avusturalya, Türkiye veya Kanada gibi birçok ülkede de tecrübe edilmiştir. Enflasyon artışları, faizlerin yükselmesi ve kredilerin daralması da ev fiyatlarındaki artışa eklenince orta ve dar gelirliler için barınma sorunu ortaya çıkmıştır. Bu kesimler daralan ve alım gücü azalan gelirlerinin çok daha büyük bir kısmını barınmaya ayırmak zorunda kalmaktadırlar. Bunun yanı sıra evsizlerin sayısında da ABD başta olmak üzere ciddi artışlar yaşanmaktadır.

    Alt ve orta gelir grupları için durum böyleyken yüksek gelirli gruplar bu durumdan çok daha az etkilenmişler, hatta kent rantının artması sebebiyle kazançlı bile çıkmışlardır. Süper zengin olarak adlandırılan kitle bugün küresel olarak çok daha hareketlidir. Başka ülkelerde emlak satın alınması veya emlak sektörüne yatırım yapılması küresel elitler için çok yaygın bir durum hâline gelmiştir. Altın pasaport olarak da bilinen ve yüksek değerli emlak alımı karışlığında oturma izni ve vatandaşlık verilmesi uygulamaları hareketli ve çok uluslu bir küresel elitin oluşumunda önemli rol oynamaktadır (Florida & Mellander, 2017). Şu an karşımızda ikili bir emlak piyasası vardır: Bir tarafta orta ve alt gelir gruplarının ev alamayıp yüksek miktarlar ödeyerek kiracı konumunda oldukları bir piyasa ve diğer taraftan da sadece şehir ve ülkede yaşayanlar için değil tüm dünyadaki zengin alıcılar sunulan lüks evler ve yaşam alanları sunan bir emlak piyasası.

    Paylaşım ve eşitsizlik sorununa genel olarak bakıldığında tüm dünyada “kazanan her şeyi alır” olarak ifade edebileceğimiz bir durumla karşı kaldığımızı söyleyebiliriz. Bu durumun ortaya çıkmasında sömürgecilik ve emperyalizm gibi tarihsel süreçlerin yanı sıra dünya ekonomisinde özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra ortaya çıkan değişimlerin önemli bir rol oynadığı görülmektedir. Küreselleşme olarak da adlandırdığımız bu süreci tanımlayan asıl dinamik, üretim ve ekonomik faaliyetlerin eski Fordist, bütüncül üretim yapılarından parçalanmış ve dünya üzerine dağılmış bir yapıya geçişidir. Aslında 1970’lerde başlayan bu süreç 1980’lerin sonundan itibaren büyük bir ivme kazanmıştır. 1970’lerde petrol krizi, ABD’nin altın standardını terk etmesi, gelişmiş ekonomilerde yükselen işçi maliyetleri ve siyasal problemlerle krize giren dünya ekonomisi, 1970’lerin ortalarından itibaren küreselleşmeye başlamıştır.

    1970’lerden itibaren gelişmiş ülkelerdeki birçok firma artan işçi maliyetleri, yüksek vergiler ve çevre kirliliği düzenlemelerinden kurtulmak ve kârlılıklarını artırmak amacıyla özellikle emek yoğun sektörlerdeki üretim faaliyetlerini gelişmekte olan ülkelere taşımışlardır. Kendi ülkelerinde ise sadece yönetim, pazarlama, araştırma ve geliştirme ve tasarım gibi stratejik ve yüksek nitelikte iş gücü gerektiren faaliyetleri bırakmışlardır (Gereffi, 2006). Ortaya çıkan küresel ekonominin iki önemli unsuru vardır. Bunlar küresel üretim ve dağıtım ağları ve bu ağları yöneten ulus ötesi şirketlerdir. Küresel tedarik zinciri, küresel meta zinciri veya küresel değer zinciri gibi isimlerle tanımlanan bu ağlar, yeni ekonomik sistemin işleyişini sağlamaktadır. Küresel değer zinciri ifadesini tercih eden Gereffi’ye (2006) göre tarım, sanayi ve hizmet sektörleri dâhil olmak üzere dünyadaki ekonomik aktiviteler bu ağlar üzerinden şekillenmekte ve yönetilmektedir. Bu ağları yöneten ulus ötesi şirketler ise küresel ekonominin en önemli ve güçlü aktörleri olarak karşımıza çıkmıştır. Hiyerarşik olarak şekillenen üretim ve dağıtım ağları içinde sermaye, teknoloji ve marka gücünü elinde tutan ulus ötesi şirketler, sektörlerinde faaliyet gösteren bütün firmaların oynayacağı rolü ve elde edeceği getiriyi belirleme gücüne sahiptir (Dicken, 2011). Genel olarak bakıldığında küreselleşme ve ekonomik liberalleşme sürecinin kazananları ulus ötesi firmalar ve yöneticileri, sermaye sahipleri ve buralarda çalışan profesyoneller olmuştur. Kaybedenleri ise ortaya çıkan bu yeni küresel elitin dışında kalan hemen herkestir. Toplumlar, şirketler ve bireyler düzeyinde ortaya çıkan katma değerden kimin ne kadar pay alacağını dikte eden elitler, gelir ve servetin kendilerinde toplanmasına sebep olmuşlardır.

    Gelir ve servet adaletsizliği üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan iktisatçı Branko Milanovic, gelir ve servetin dar bir kitlede toplanmasının 2008-2009 döneminde yaşanan küresel ekonomik krize sebep olduğunu ifade etmektedir. Milanovic’e göre gelir ve servetten yeterince pay alamayan orta ve alt kesimler oluşan bu açığı elitlerin elinde toplanan sermayeden borçlanarak gidermeye çalışmışlardır. Devletlerin de izin hatta destek verdiği bu durum bir süre sonra ev piyasasında aşırı değerlenmeye ve sonrasında krize yol açmıştır.

    Pay Alamayanlar

    Dünya ekonomisinin son 60 yıldaki büyüme seyrine bakıldığında kriz önemlerindeki kısa süreli küçülmeler dışında sürekli bir büyüme olduğu görülmektedir. Aşağıdaki grafik gayrisafi yurt içi hasılayı (GSYH) tüm dünya için toplam ve kişi başı olarak göstermektedir. Veriler enflasyon etkisinden arındırmak için 2015 fiyatları sabit alınarak sunulmuştur (Dünya Bankası, 2023). Fakat, nominal değerler açısından da benzer bir eğilim söz konusudur. Grafik 2020 yılında pandeminin etkisi ile hem toplam büyüklük hem de kişi başı gelir açısından daralma yaşayan dünya ekonomisinin 2021 ve 2022 yıllarında tekrar büyüme eğilimine girerek pandemi öncesinin de üzerinde bir seviyeye ulaştığını göstermektedir. Grafikte gösterilmese de 2008-2009 küresel krizinde benzer bir durum oluşmuştur. 2008-2009 yıllarında küçülen dünya ekonomisi 2010 yılından hızlı bir büyüme sürecine girmiştir. Ekonomik büyüklük verileri dünya nüfusunun çoğunluğu tarafından tecrübe edilen sorunların bir ekonomik büyüme yokluğu değil, gerçekleşen büyümeden yeterince pay alamama sorunu olduğu açıkça görülmektedir. Yazının bu son kısmında pay alamayanların hâline ve tecrübelerine kısaca değineceğiz.

     

    Bu bağlamda karşımıza çıkan en çarpıcı durum emek sömürüsünün eski ve yeni biçimleri ile yaygınlaşması ve derinleşmesidir. Dünya Çalışma Örgütü’nün (ILO) yakın zamanda yayınladığı rapora göre “modern kölelik” olarak tabir edilen zoraki işçilik (forced labor), fuhşa zorlanma ve zorunlu evliliklerde artış olmuştur. Bu artışta pandeminin de ciddi bir etkisi olmuştur. Pandemi döneminde gelirleri azalan veya ortadan kaybolan ve borçlanamayan birçok insan kendini modern kölelik olarak adlandırılan konumda bulmuştur (ILO, 2022). ILO’nun hesaplamalarına göre 2021 sonu itibarı ile dünyada 50 milyon insan “modern köle” durumundadır.

    Dünyada emeğiyle geçinen nüfusun çoğunluğu eşitsizliğin ve sömürünün en ağır biçimi olan kölelik konumunda olmasa bile ciddi ve artan sıkıntılarla karşı karşıyadır. İşsizlik (özellikle genç işssizliği) iş piyasalarındaki en önemli sorunlardan biri olarak devam etse de çalışan bireylerin gelirlerinde ve çalışma koşullarında yaşanan bozulmalar dünya nüfusunu etkileyen en önemli olgudur.

    Dünyada artan sayıda insan kontrat temelli çalışma veya kısa süreli iş ekonomisi (gig economy) olarak adlandırılan koşullarda çalışmaktadır. Zaman zaman özellikle de işverenler tarafından olumlu bir şekilde esnek çalışma olarak sunulan bu durum, ciddi iş güvencesizliklerine ve gelir kayıplarına yol açmaktadır. Gallup’un tahminine göre ABD’de çalışanların yaklaşık %30’u kontrat temelli çalışmaktadır. Kontrat temelli çalışma, danışmanlık yapan üst düzey profesyonellerden kargo ve yemek dağıtımı yapan alt düzey hizmet sektörü çalışanlarına kadar her seviyede görülen bir çalışma biçimidir. Bu istihdam biçimi çalışanın çalışacağı gün ve saatleri kendinin seçmesi ve daha çok çalışarak daha çok para kazanma imkânı olması gibi sebeplerle olumlu bir biçimde sunulsa da ciddi sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Bir kere bu çalışma biçimi birçok çalışan için gönüllü değil zorunlu hâle gelmiştir. İş piyasasındaki işlerin önemli bir kısmı artık bu hâldedir (Lata, Burdon, & Reddel, 2022). Bu şekilde çalışan işçiler ücretli izin gibi ayrıcalıklara sahip değildir. Emeklilik ödemeleri ve sağlık sigortası ödemeleri gibi sorumluluklar bu sistemde çalışanların üzerindedir. Daha çok kazanma bazı esnek çalışanlar için geçerli olsa da çoğunluğu için değerli değildir. Bu çalışma biçimi az sayıda kazanan ve çok sayıda kaybeden üreten bir sistemdir. Amerikan Merkez Bankası tarafından yapılan bir çalışma esnek çalışanların %58’inin 400 dolarlık ani bir ödemeyi karşılamakta zorlanacağını göstermektedir. Bu oran klasik şekilde çalışanlar için %38 olarak hesaplanmıştır.

    Kontrat temelli çalışmanın işverenler tarafından tercih edilmesinin sebebi işçilerin refahının artırılması kaygısı değil doğal olarak maliyeti düşürme isteğidir. Sosyolog Richard Sennett (1998) tarafından esnek veya yeni kapitalizme geçiş olarak adlandırılan bir süreçte 1990’lardan itibaren yaygınlaşmaya başlamıştır. Pandemi ise bu çalışma biçimine geçişi hızlandırmış ve birçok sektörde yaygınlaştırmıştır (Giousmpasoglou, Ladkin, & Marinakau, 2023).

    Esnek çalışmanın pandemi döneminde yaygınlaşan bir diğer boyutu ise evden veya uzaktan çalışma olgusudur. Pandemi döneminde zorunluluk olarak kendini gösteren uzaktan çalışma sonrasında birçok çalışan için kalıcı hâle gelmiştir. Bu durum olumlu bir şekilde sunulsa da çalışanların birçoğu için yeni sorunlar ortaya çıkarmıştır. Çalışanlar için evden çalışmanın en olumsuz etkisi klasik iş saatleri dışında ve daha uzun süreler çalışmaktır. Örneğin, pandemi döneminde İngiltere’de evden çalışanlar haftada ortalama 2 saat daha uzun çalışmışlardır (Osborne, 2021). Yang v.a. (2022) ise bilişim sektöründe uzaktan çalışanların ortalama %10 daha uzun süre çalıştıklarını belirtmektedir. Uzaktan çalışma işverenler için ulaşım ve ofis maliyetlerini azaltma fırsatı sunmuştur. Kontrol ise azalmamış ve dijital teknolojilerin vasıtası ile artmıştır.

    Yukarıda ele aldığımız paylaşım sorununda ve gelir ve servetin en tepede toplanmasında bu çalışma biçimlerinin de çok ciddi bir katkısı vardır. Yaygınlaşmaya devam edecek gibi gözüken bu çalışma biçimleri eşitsizliklerin derinleşmesine yol açacaktır. Paylaşım sorununun devamı ve derinleşmesi ise siyasi kargaşaya ve toplumsal olaylara yol açmaya gebedir. Oluşan umutsuzluk ve mutsuzluğun ise yön değiştirerek Donald Trump gibi popülist liderlerin yükselmesi ve ırkçı hareketlerin güç kazanması gibi tehlikeli sonuçlar doğurması muhtemeldir.

    Toplumsal ve siyasi olarak ciddi riskler taşıyan bu durum bireysel düzeyde de ciddi patolojilere yol açma potansiyeline sahiptir. Sosyolog Robert Merton klasikleşen çalışmasında amaçlar ve araçlar arasında yaşanan uyumsuzluğun ciddi sapmalara yol açabileceğini söylemiştir. Merton’a göre bireyler iyi yaşama ve pay alma gibi amaçları gerçekleştirebilecekleri meşru araçlara sahip olduklarında toplumsal kurallara uyan bireyler (konformist) olurlar. Bu araçlara ulaşma konusunda sorun yaşadıklarında ise karşımıza üç tipoloji çıktığı söyler. Bunlardan ilki amaçlarına ulaşmak için meşru veya gayri meşru yeni yollar arayan icatçılardır. Günümüzde yaygın olarak gördüğümüz sosyal medya fenomenliği, içerik üreticiliği, dijital para ticareti, kaçak göç, dijital dolandırıcılık veya dijital beden ticareti gibi birçok aktivite bu tipoloji bağlamında değerlendirilebilir. Bir diğer tipoloji ise toplumsal hayat ve ekonomiden yüz çevirenlerdir. Bu durumda olanların sayısı ne yazık ki yüksektir. Ne eğitimde ne istihdamda olan (NEET) gençlerin veya uyuşturucu bağımlılarının sayısındaki artışlar bu bağlamda değerlendirilir. Son tipoloji ise asilerdir. Bunlar ise tepki olarak hem araçları hem de amaçları reddederler. Bu tipolojide olanlar sistemsel değişimlerin aracı olabilecekleri gibi toplumların yerleşik ananelerini alaşağı eden yıkıcı bir güce de dönüşebilirler.

    Toparlamak gerekirse, yakın zamanda tecrübe ettiğimiz Covid-19 pandemisi süreci uzunca süredir devam edegelen eşitsizliklerin ve dengesizliklerin yıkıcı etkisini çıplak bir biçimde ortaya koymuş ve bunların yıkıcı etkilerini hızlandırmıştır. İnsanlık toplumsal ve siyasi kargaşalar ve çatışmalarla karşı karşıya kalmamak veya bireysel patolojilerin derinleşmesinden kaçınmak istiyorsa paylaşım sorununu çözmek zorundadır. Aksi takdirde zengin veya yoksul herkesi, dünyanın hangi bölgesinde veya ülkesinde yaşıyor olursa olsun, ciddi belirsizlikler ve tehlikeler beklemektedir.

     

    KAYNAKÇA

     

    Chancel, L., Piketty, T., et al. (2022). World inequality report 2022. World Inequality Lab.

     

    Dicken, P. (2011). Global shift: Mapping the changing contours of the world economy, 6th Edition. The Guilford Press.

     

    Dünya Bankası. (2023). Dünya kalkınma göstergeleri. https://databank.worldbank.org/source/world-development-indicators

     

    Gereffi, G. (2006). The new offshoring of jobs and global development. International Institute for Labour Studies.

     

    Giousmpasoglou, C., Ladkin, A. & Marinakou, E. (2023), Worker exploitation in the gig economy: the case of dark kitchens, Journal of Hospitality and Tourism Insights, online foreward copy.

     

    Osborne, H. (2021, Şubat 4). Home workers putting in more hours since Covid. Guardian.

    https://www.theguardian.com/business/2021/feb/04/home-workers-putting-in-more-hours-since-covid-research

     

    ILO. (2022). Global estimates of modern slavery: Forced labour and forced marriage. International Labour Organization.

     

    Florida, R., & Mellander, C. (2017). The geography of the global super-rich. CESIS Electronic Working Paper Series, 448.

     

    Lata, L. N., Burdon, J., & Reddel, T. (2023). New tech, old exploitation: Gig economy, algorithmic control and migrant labour. Sociology Compass, 17(1), Online foreward copy.

     

    Milanovic, B. (2005) Worlds apart: Measuring international and global inequality. Princeton University Press.

     

    Oxfam. (2022). Inequality kills: The unparalleled action needed to combat unprecedented inequality in the wake of COVID-19. Oxfam International.

     

    Oxfam. (2023). Survival of the richest: How we must tax the super-rich now to fight inequality. Oxfam International.

     

    Savelli, E., Mazzoleni, M., & Di Baldassarre, G. et al. (2023). Urban water crises driven by elites’ unsustainable consumption. Nature Sustainability, 6, 929-940.

     

    Sennett, R. (1998). The corrosion of character: The personal consequences of work in the new capitalism. W.W. Norton & Company Ltd.

     

    Standard & Poors. (2023). S&P CoreLogic Case-Shiller Home Price Indices. https://www.spglobal.com/spdji/en/index-family/indicators/sp-corelogic-case-shiller/sp-corelogic-case-shiller-composite/#overview

     

    Yang, L., Holtz, D., Jaffe, S. et al. (2022).  The effects of remote work on collaboration among information workers. Nature Human Behavior, 6, 43-54.