MECZÛB-İ İLÂHÎ BİR MEVLİTHÂN: HASAN RIZA EFENDİ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Mustafa Hakan Alvan

    Sevgili dostlar, bu yazımızda müziği aşk- ı ilahi ile yoğurmuş ve bunun sarhoşluğu ile bir hayat geçirmiş ve yine bu yüzden “meczûb-i ilahî” lâkâbıyla meşhur olmuş Osmanlı tarihinin en önemli mevlidhanı olarak kabul edilen Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi’den bahsedeceğiz.

    1810 yılında Manisa’da doğan Hasan Rıza Efendi, Kısık Mahallesi Sıbyan Mektebi hocası Hacı Seyyid Abdurrahman Bıyık Hasan Ağa’nın oğludur. Hasan Rıza Efendi ilk eğitimini babasından aldığı dönemde Kur’ân-ı Kerîm’i hıfzetti ve ardından Manisa’da medrese tahsili gördü. Bu yıllarda İstanbul’dan Manisa’ya irşat vazifesiyle gelen Şeyh Ahmed Vehbi Efendiye intisâb ederek Rıfâî Ma’rifî dervişi oldu ve bir süre sonra da hilâfet aldı.

    Küçük yaşlardan itibaren sesinin güzelliğiyle dikkat çeken Hasan Rıza Efendi, Manisa’da tahsiline devam ederken özellikle musıkî ve hat meşk etti. Medrese tahsilini bitirince icâzetnâmesini alarak müderrislik ruûs’una sahip oldu.

    1840 yılında İstanbul’a gelerek Üsküdar’da Toygartepe semtindeki Dürbâli Mahallesi’ne yerleşti ve medrese hocalığına başladı. Küçüklüğünden beri musıkiye kabiliyeti olan Hasan Rıza Efendi İstanbul’a gelmesiyle bu yönünü geliştirme yoluna girdi. Özellikle mevlid icrasında olağanüstü yorumu ve sesinin güzelliğiyle kısa zamanda meşhur oldu ve zamanın sevilen gazelhan ve hânendeleri arasına girdi.

    Devrin en kıymetli musıkî hocalarından ve zâkirbaşılarından olan Mutafzâde Hacı Ahmed Efendi’den dersler aldı. Mutafzâde Hacı Ahmed Efendi, Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi’nin repertuvarı en geniş talebelerindendi ve Sadrazam Ali Paşa’nın hususî imamı vazifesindeydi.

    Eskiden İstanbul’da saray ve devlet hizmetinde bulunan yüksek rütbeli ricâl ve küberânın konaklarında doğum, ölüm vb. ailevî törenlerde, dinî bayramlarda ve merasimlerde, özellikle Ramazan’da teravih namazı kıldırmak ve konaktaki hizmetlilere ve çocuklara Ramazan ayı boyunca itikad ve ibadetle ilgili ders aldırmak için her konağın “hususî imam” bulundurma âdeti vardı.

    Mevki sahibi bu zevât, hususî imamlarını özellikle devrin en kıymetli musıkîşinasları arasından seçmeye çalışırdı. Hasan Rıza Efendi de musıkî hocası Mutafzâde gibi itibar görmüş ve Damat Mehmed Said Paşa’ya intisâb ederek onun hususî imamı vazifesini üstlenmiştir. Hasan Rıza Efendi’nin Damat Mehmed Said Paşa’nın hususî imamı oluşu şöyle gerçekleşmiştir:

    Bir Cuma günü, Sultan Abdülmecid, Bayezıd Camii’ne selamlık töreni için gelmişti. Hatip minbere çıktıktan sonra Enderun görevlileri, müezzinlik vazifesi için hazırlanırken Hasan Rıza Efendi yerinden fırladı ve iç ezan okumaya başladı.

    Sesi o kadar güzeldi ki padişah dâhil, kimse onu susturmak istemedi. Kulaklara dolan hoş sesi, akıllardaki saygısızlık yaptığı fikrini sildi; cemaat hayranlıkla onu dinledi. Hasan Rıza Efendi’nin kıraatını çok beğenen Sultan Abdülmecid, onun cesaretinden ve sesinden etkilendi ve namazdan sonra Ayete’l­Kürsî ve Büyük Âmin Duası’nı da Hasan Rıza Efendi’nin yapmasını irade buyurdu. Padişah daha sonra Hasan Rıza Efendi’yi Sultan imamı olarak tayin ettiğini yanındakilere bildirdi. Padişaha eşlik eden Damat Mehmed Said Paşa, Sultan Abdülmecid Han’a “Efendimizin sarayda güzel sesli birçok bendegânı var. Bu zâtı da lütfen kulunuza bırakınız,” deyince kayınbiraderi olan padişah bu ricayı kırmadı. O günden sonra Hasan Rıza Efendi, “Said Paşa İmamı” olarak meşhur oldu.

    Hasan Rıza Efendi’nin “Said Paşa İmamı” olduğuna dair bilinen arşiv kaydı, h.1256 tarihli Sultan II. Mahmud’un kızı Atiyye Sultan’ın düğün davetiyesidir.

    8 Ağustos 1840’ta evlenen Atiyye Sultan ile Ahmed Fethi Paşa’nın düğün yemeğine davetli zevât arasında Hasan Rıza Efendi de yer almıştır. Düğün davetiyesi konuk listesinde “Cedîde-i Ebulhayr Medresesi Müderrisi ve Sa‘îd Pâşâ İmâmı Hasan Efendi” olarak kayıtlıdır.

    Hasan Rıza Efendi, 1877’de kendi hattıyla yazdığı Dîvânçe’sinin ketebe kaydında “II Damat Emîrü’l-Hâc Muhammed Said Paşa’nın konağı hâce ve imâmı” olarak kendini tanıtmıştır. Buna göre Atiyye Sultan’ın düğününden itibaren en az 37 yıl Mehmed Said Paşa’nın konağında imamlık yaptığı söylenebilir.

    Mehmed Said Paşa 1849­1850’de Şam valisi iken Hac Emirliği de yapmıştı. Hasan Rıza Efendi’nin bu tarihler arasında Mehmed Said Paşa’yla birlikte olduğu için en az bir kere hac yaptığı kuvvetle muhtemeldir. Hasan Rıza Efendi’nin yıllarca konağında imamlık vazifesinde bulunduğu Mehmed Said Paşa, Hasan Rıza Efendi’den yaklaşık 20 yıl önce vefat etmiştir. (h.1288)

    Mehmed Said Paşa da imamı Hasan Rıza Efendi gibi derviş meşrep, sâlih ve âbid bir zâttı. 50.000 akçelik emekli maaşını muhtaçlara sarf etmiştir. 1871’de vefat ettiğinde Üsküdar’daki Nasûhî Dergâhı’na defnedildiği için Mehmed Said Paşa’nın bir Şâbânî-Nasuhî dervişi veya muhibbi olduğu düşünülebilir.

    Damat Said Paşa’nın vefatından sonra, saray çevresinde de sesinin güzelliğiyle tanınan Hasan Rıza Efendi Dolmabahçe Cami’indeki bir cuma selamlığına davet edilmiş ve Sultan Abdülaziz tarafından namazı kıldırması istenmiş. Tam hutbeye çıkacağı sırada, kendisi de çok kıymetli bir musıkîşinas olan Sultan Abdülaziz Han, Cuma hutbesini hicaz makamında okunmasını irade buyurmuş.

    Buna çok sinirlenen Hasan Rıza Efendi, “İrâde ile hutbe okunmaz; Allah’tan ne zuhûr ederse o okunur!” diyerek üstündeki hatiplik cübbesini çıkarıp camiden ayrılıvermiş. Sultan Abdülaziz, çevresindekilerden Hasan Rıza Efendi’nin meczûbândan biri olduğunu işitince onun bu fevrî tavrını hoş görmüş ve kendisine bir miktar atiyye gönderip kendisini affetmiş. Bu olaydan sonra da Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi’nin saray erkânı ile yakın ilişki içinde olduğunu biliniyor.

    Mesela, Sultan Abdülmecid’in kızı Seniha Sultan’la evlenen Halil Mehmed Rifat Paşa’nın (ö.1856) oğlu Emân­ı Şehriyârî Mahmud Paşa’ya Hasan Rıza Efendi kendi hattıyla kaleme aldığı Dîvânçe’sinin bir nüshasını yâdigâr olsun diye hediye etmiştir.

    Yine, Hasan Rıza Efendi’nin oğlu Kudret Efendi, 5 yaşındayken babasının sağlığında, 17 Haziran 1868’de yapılan şehzadelerin sünnet düğününde sünnet edilmiştir.

    Mehmed Âkif Ersoy’un küçükken bir kez dinlediğini söylediği, Hasan Rıza Efendi’nin padişah annesinin mevlid cemiyetine geç kalma sebebini anlattığı Said Paşa İmamı şiirinde de Hasan Rıza Efendi’nin padişahın vâlidesiyle olan samimiyeti vurgulanmıştır.

    Hasan Rıza Efendi’nin hayatı boyunca yedi kez evlendiği fakat bu evliliklerin birçoğunun önceki eşlerinin vefatından dolayı gerçekleştiği bilinmektedir. Bu evliliklerinden dört erkek üç kız evlat sahibi olmuştur.

    Mevlidhan ve müderris olarak yaşadığı 80 yıllık ömrünün ardından 1890 senesinde vefat eden Hasan Rıza Efendi, hayatı boyunca sıkça gidip vakit geçirdiği Üsküdar Sandıkçı Rifâî Dergâhı hazîresine defnedilmiştir.

    SANATKÂR KİMLİĞİYLE HASAN RIZA EFENDİ

    Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi, musıkîşinas, şair ve hattattır. Hattatlığı ve şairliği mütevazı bir çizgidedir. Ancak musıkîşinaslığı ve bilhassa mevlithanlığı ile devrinin zirve sanatçısıdır. Hasan Rıza Efendi, musıkimizin büyük dehâsı İsmail Dede Efendi’nin talebesi ve Sümbül Efendi dergâhı zâkîrbaşısı olan Mutafzâde Ahmed Efendi’den epeyce istifade ederek musıki yeteneğini geliştirmiştir.

    Mutafzâde Ahmed Efendi’nin ­büyük ihtimalle­ Üsküdar Bulgurlu’daki köşkünde ders verdiği yetenekli talebesi Üsküdarlı Hasan Rıza Efendi’ye Hammamîzâde İsmail Dede Efendi’nin kıymetli mirası olan, ilahi, durak, mersiye, tevşih vb. yanında, klasik Türk müziği formlarında pek çok fasıl geçmiş ve bilhassa Mevlid-i Şerîf’i meşk ettirmiştir.

     

    Böylece Hasan Rıza Efendi olağanüstü güzellikteki sesiyle, kısa zamanda devrin en meşhur mevlidhanı oldu. Kibâr ve ricâl konaklarında herkes onu kendi hânesinde, konağında mevlid okutmaya davet etmek için âdeta yarışıyordu. Üstad­ı hattatîn Necmeddin Okyay Efendi’nin talebesi Prof. Uğur Derman’ın ifadesiyle XIX. yüzyılda İstanbul’da dinî musıkî çevrelerinde şu söz pek meşhur olmuştu: “Mevlid’i Süleyman Çelebi yazdı, Said Paşa İmamı okudu.”

    Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi’nin mevlidhanlığı sadece sıradan bir sanatçı icrası değildir. Hasan Rıza Efendi’nin gönlü fahr­i kâinat, sebeb­i hilkat âlem Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) aşkıyla yanık olduğu için gönlünden çıkan ses güzel ve tesirliydi.

    Yazdığı bir şiirindeki şu ifade konuyu özetler niteliktedir

     

    Geldin Hatemü’l-enbiyâ

    Secde kıldı kamu eşyâ

    Seyyid Rızâ der Mustafâ

    Mevlidin uşşâka sebak

    Kendisinden 20 sene sonra mevlidhanlıkta meşhur olan Hâfız Kemal Gürses’in tiz, parlak ve geniş oktavlı sesinin Hasan Rıza Efendi’ye pek benzediği bilinmektedir. Hasan Rıza Efendi vefat ettiğinde 8 yaşında olan Hâfız Kemal Bey’in çocukluğunda onun mevlidhan tavrını dinlediği ve benimsediği düşünülebilir. Hâfız Kemal Bey’in mevlid ve gazel tavrını en iyi taklit eden talebeleri Hâfız Hüseyin Tolon ile Sadi Hoşses’tir. Beş plaktan oluşan “Mevlid”i, devrin mûsiki meraklılarının elinde dolaşan eserler arasındadır.

    Kendi ağzından anlattığına göre Hâfız Kemal Bey’in mevlid okuduğu bir mecliste onu dinleyenler arasında eskiden Said Paşa İmamı’nı dinlemiş, yaşlı bir zât varmış. Mevlidin hitâmından sonra hemen Hâfız Kemal’in yanına gelen bu zât, ona “Evlâdım, Said Paşa İmamı’ndan sonra mevlidi hakkıyla ilk defa senden dinledik. Gönlüne sağlık. Lakin, o ‘Ol rebiyyülevvel ayı nicesi / On ikinci gice isneyn gicesi’ kısmını pençgâh makamında okurdu. İstersen o kısmı sana meşk edeyim.” demiş.

    Bir diğer rivayette Hâfız Kemal Bey, kendisi gibi okçuluk (kemankeş) sporuyla meşgul olan hattat Necmeddin Okyay’ı Üsküdar Toygar Tepesi’ndeki evinde sık sık ziyaret edermiş. Bir yaz günü, Hâfız Kemal Bey yine bu evin bahçesindeyken birden mevlid okumaya başlamış. Necmeddin Okyay’ın annesi Binnaz Hanım epey bir müddet onu dinlemiş, sonra oğluna dönerek “Oğlum, Necmeddin! Allah aşkına kim bu? Said Paşa İmamı dirilip geldi de mevlid okuyor sandım.” demiş.

    Musahipzâde Celal Doksan Üç Harbi diye bilinen Osmanlı­ Rus Savaşı’na (1877­1878) hazırlanan askerlerimize moral vermek maksadıyla Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi’nin mevlidhanlığından bahsetmiştir: “1293 muharebesinde Mevkîb Alayı teşekkül ettiği sıralarda Sultantepesi’nde Hasan Efendi mevlid okur, duayı da kendisi yapardı. Üsküdar’da okunan bu mevlidi Beşiktaş’tan bile dinlerlerdi. Hasan Efendi’nin sesi gür ve çok tiz olmasına rağmen kulağı tahriş etmez, bilakis ne kadar yüksek sesle okursa o kadar çok hoşa giderdi.” Hasan Rıza Efendi, devletin savaşlar yüzünden her anlamda çöküntü yaşadığı bu dönemde elinden geldiğince askere ve halka moral vermeye çalışmıştır. Nitekim Dîvânçe’sinde 16 bentli bir şiirini askerin moralini yükseltmek için koçaklama biçiminde yazmıştır. Ayrıca eserlerinde sık sık ordunun eski günlerdeki gibi muzaffer olması için dua etmiştir.

    Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi’nin pek çok talebe yetiştirdiği biliniyor; ancak bu mevlidhanlar içinde Fındıklılı Hacı Hakkı Efendi ve Bedevî şeyhi Ali Baba en tanınmışlarıdır. Talebesi Fındıklılı Hacı Hakkı Efendi hünkâr mevlithanı pâyesine kadar yükselmiştir. Üsküdarlı Hâfız Eşref Ede Efendi Hasan Rıza Efendi’nin talebesi Hacı Hakkı Efendi ile müşterek icrasına şahit olmuştur: “Hacı Hakkı, merhum Said Paşa İmamı ile müşterek ezan okurlardı. İkisinin de sesi fevkalade güzeldi. Hacı Hakkı 80 yaşını geçkin olduğu hâlde dik perdelere bastığı zaman müezzinler ona yetişemezdi.”

    Devrinin en güzel Kur’ân­ı Kerîm okuyan hâfızlarından biri olan Hasan Rıza Efendi aynı zamanda gazel, şarkı gibi din dışı müzik formlarını bilen iyi bir hânende ve çok iyi gazelhan olarak halk arasında meşhur olmuştur. Hasan Rıza Efendi’nin hâfız, imam, müderris olmasına rağmen musıkînin güzel icra edildiği her meclise ­düğün, gazino, kahvehane bile olsa­ iştirak etmekte sakınca görmediğine dair pek çok hatıra vardır. Bu hatıralar onun ham­sofu değil, rind­meşrep, gerçek bir sanatkâr olduğunun işaretidir.

    Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi aynı zamanda başarılı bir hattattı. Nesih hattında kendine has üslubu vardı. Ancak, bu sahada genç çağdaşı ve adaşı Hasan Rıza Efendi’nin şöhreti onu gölgede bırakmıştır. Aşağıdaki şiirinden onun en azından bir Mushâf­ı Şerîf yazdığını anlıyoruz. Zaten vefatında vârislerine bıraktığı birkaç parça eşya arasında el yazması bir Mushâf­ı Şerîf olduğu kayıtlıdır:

    Kur’ân yazdım kara kara

    Gözyaşım döndü pınara

    Mevlâ’m işimi onara

    Seyyid Rızâ afvım çâre

    Meşhur hattat Necmeddin Okyay Hoca’da Said Paşa İmamı’nın birkaç el yazısı mevcutmuş. Tabaklar’da Rıfâî dergâhı şeyhi Tevfîk Efendi için kendi el yazısıyla Rıfâiyye­Ma‘rifiyye’den yazılmış bir icâzetnâmenin Şeyh Hayrullah Taceddin Efendi’de olduğunu söyleyen Sadeddin Nuzhet Ergun bu icâzetnâmenin bir kısmını yazdığı Türk müziği antolojisine almıştır.

    Bundan başka Prof. Dr. Âdem Ceyhan, Kütahyalı Mustafa Rüşdî’nin Riyâ- zü’l-Ezkâr ve Hıyâzu’l-Esrâr adlı eserinin hattatının Said Paşa İmamı olduğunu düşünmektedir. Zira künyesi (Atatürk Kitaplığı, O. N. Ergin, No: 243) ve istinsah tarihi h.1257 / m.1841 olan eserin müstensihinin adı “Seyyid Derviş Hasan Rızâ Magnisavî” şeklindedir.

    Prof. Uğur Derman, Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi’nin bir Mushaf­ı َŞerîf yazmaya başladığını ve Rahman sûresine gelince 31 kez tekrar eden ف ِب َأ ِّي آ َلء“  ayetini her seferinde yazmak yerine sadece birisini yazıp “eyzân” diye geçiştirdiğini söyler. Bu rivayetten de anlaşıldığı üzere çabuk sıkılan bir tabiata sahip oluşu nedeniyle, Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi’nin sabır gerektiren hat sanatında ilerlemeye pek niyeti ve gayreti olmamıştır.

    Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi’nin şiirleri incelendiğinde bunların daha ziyade tekkede okunmak için yazılmış ve bestelenmeye müsait şiirler olduğu görülür. Zaten Dîvânçe’nin SÖ nüshasında şiirlerini “nutuk ve güfte-i dil-i ârifâne” diye gösterir. Dîvânçe’nin SÇ nüshasında ise dergâhta türbeleri ziyaret âdâbından bahseden 75. ilahisinin başına bir şiirin bestelenmesini tavsiye ederek “Bestesini uydurun,” diye not düşmüştür.

    MÜDERRİS KİMLİĞİYLE HASAN RIZA EFENDİ

    Hasan Rıza Efendi’nin şiirlerinde sık sık didaktik bir üslupla eğitimin öneminden bahsettiği görülür. Bir eğitimci olarak Hasan Rıza Efendi, şiirleriyle devrindeki gençleri okumaya teşvik etmekten geri kalmamıştır. Dîvânçe’sinde iki yerde gençlere hitaben doğrudan “Mektebe gidin” ifadesini kullanması bu açıdan önemlidir:

    Ger dilersen Hakk’dan ‘âlî mertebe

    Okuyup yazın gidiniz mektebe

    Ömrün âhir olmadan nefsin kurtar cümleden

    Kös-i rıhlet çalmadan ‘âlim ‘âmil insân ol

    Hasan Rıza Efendi çocukların küçük yaştan itibaren eğitimine büyük önem verdiği için eserlerinde buna yönelik tavsiyeleri çoktur. Ona göre çocuklar ehl­i sünnet akaidi ve Hanefî mezhebinin hükümleri çerçevesinde yetiştirilmelidir. Nasihatnâme’sinde, çocuk eğitiminde başarı elde etmenin rıza makamından geçtiğine dikkat çeken Hasan Rıza Efendi, koca rızasını, ana baba rızasını ve hoca rızasını kazanmanın önemine değinir. Ona göre eğitimde, iklim denilen yedi yerden dua alarak yetişen üstün ahlak ve meziyet sahibi çocukların dünyası da ahireti de mamur olur. Bunlar sırasıyla bed’­i besmele duası, hatm­i şerif duası, hocaların hayır duası, sünnet ettirme duası, şeriate ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sünnetine tâbi olma duası, Arapça, Farsça, Fıkıh, Akâid, diğer din derslerini öğrenme duası, Belâgât, Hüsnühat gibi sanat derslerini öğrenme duasıdır. Çocuklar sıbyan mektebine başlarken ebeveynleri ve akrabaları tarafından süslü cüz keseleri, şekerleme, para vb. şeylerle okumaya özendirilmelidir.

    Hasan Rıza Efendi’nin bu tavsiyeleri, Osmanlı’da sıbyan mektebine başlarken hemen her mahallede yapılan Âmin Alayı; yani Bed’­i Besmele Töreni’ni hatırlatmaktadır. Hasan Rıza Efendi Dîvânçe’sindeki çocukların anlayacağı sadelikteki ilahilerini kendisi belki de Âmin Alayı’nda ilahi olarak bestelenip okunması için yazılmıştır.

    Hasan Rıza Efendi, devletin kalkınması ve ilerlemesi içinde bazı tavsiyelerde bulunurken eğitimin devlet ve milletin sigortası olduğuna dikkat çekmiştir:

    “Devlet, ziraat ve ticaretin gelişmesini sağlarsa bayındır olur. Toplumu oluşturan bireylerde gaddarlığı, hilekârlığı, yalancılığı terk edip herkese kendi nefsi gibi kıymet vermelidir. Vatandaşlar, mesleğinde en güzeli yapmaya çalışırsa, ibadetlerini aksatmazsa, helal kazançla hayır işlerse hem devletini hem kendi âhiretini mamûr eder. Devlete hizmet edenler, asâyişi koruyup halkın istihdamı için canla başla çalışmalıdır. Eleştirilerini yaparken daima hizmetindekilere iyilikle davranmalı; vazifelerin uygun vakitte ve doğru yapılmasını sağlamalıdırlar.

    Bunlarla beraber, şeriat eğitimin sigortasıdır. Sıbyan mektepleri, medreseler, camiler, tekkeler ve devlet daireleri daima herkese açık olmalıdır. Halkın eğitim, hizmet ve ibadet hakkı gözetilmelidir.”

    İMAM KİMLİĞİYLE HASAN RIZA EFENDİ

    Hasan Rıza Efendi “Said Paşa İmamı” olarak vazifesi gereği, mübarek günlerde ve Ramazan’da ve bayramlarda tekbir, tesbih, salavât, temcid, (Enderûn usûlü) teravih namazı, miraciye, tevşih, Muhammediyye, na‘t gibi dinî musıkî formlarını icra etmesi yanında illa ki Ramazan’da Kur’ân­ı Kerîm mukabelesini ve 10 Muharrem’de Fuzûlî’nin Hadîkatü’s-Süedâ’sını konak halkına okutmuş olmalıdır. Bu mübarek günlerden özellikle Ramazan’ın gelişiyle İstanbul halkının yaşadığı coşku, onun şiirlerine de yansımıştır. Ramazan ayının faziletine dair yazdığı iki şiirinde, ramazan hutbesinde konuşur gibidir:

    Savm u terâvihi güzel

    Tehlîl ü tesbîhi güzel

    Tevhîd ü tevşîhi güzel

    Geldi mübârek Ramazan

     

    İmamlığı vesilesiyle cenaze işleriyle de ilgilenen Hasan Rıza Efendi, zâhir ve bâtın ilim ve hizmet erbâbının cenazesinde kıyamet günü ilmine, hizmetine şahitlik etmesi açısından diploma, hizmet belgesi ve icâzetnâmelerinin cenazeyle gömülmesi gerektiğini söylemiştir:

    “Ümmet-i Muhammed’den … vakti gelip de ecel şerbetini içenlerden bazıları kefenlenirken üzerimize düşen bir vazife vardır. Bunlardan Arapça ve Farsça âlimi olanların şehâdetnâmeleri; din âlimlerinin icâzetnâmeleri; askeriyyeden zamanın evliyâsından olanların ve emirlerin, ferîklerin meşhurları; postnişîn, mürşid ve şeyhlerden ise hilâfetnâmeleri sağ ellerine kendilerinden rütbece üstün veya en azından hem-ayar ve mevkidaş biri tarafından verilir ve cenaze kefenlenir. İcâzet, şehâdetnâme, menşûr ve hilâfet- nâmeleri unutulursa daha sonra … (bu) icâzet ve şehâdetnâme ve menşûr hilâfetnâmeleri mutlaka gömsünler. Pîrlerden gelen bu âdet, Hz. Peygamber’in dostları olan Hulefâ-i Râşidîn’in ve geçmişlerin ruhlarını şâd eder.”

    Cenaze hizmetini son derece önemseyen Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi, ölen kişiye yapılacak son vazifeler konusunda halkı bilgilendirmek için bir manzume yazmıştır. Didaktik bir üslupla yazdığı bu şiirde Hasan Rıza Efendi gasl, tekfîn ve definle ilgili hiçbir detayı atlamamış; soğukkanlılıkla ölüm acısını yaşayanları teskin edici ifadeler kullanmıştır: Bu manzumede özetle şu bilgiler verilmiştir: “Cenaze, salih bir imam tarafından Hanefî mezhebine göre gasledilmelidir. Ölen karı kocanın nikâhı düştüğü için gasledilirken erkeğin veya kadının, vefat eden eşini görmesi caiz değildir. Gasilden evvel, cenazenin ardından ıskat ve devir âdeti uygulanmalıdır. Iskat-ı Salât denen bu uygulamada vefat eden kişinin terekesinin sülüsü; yani üçte biri ıskat­ı salat’ın fidyesi için ayrılır. Ölünün yaşına göre, kılamadığı namazlar, tutamadığı oruçlar takriben hesaplanır. Eğer sülüs­i tereke meblağı fidyeyi karşılamazsa devir denilen uygulama yapılır. Ölünün ardından 70.000 kelime­i tevhid okunur. Gasil esnasında buhurdan gibi güzel koku kullanmak müstehabdır.” Gasil-nâme diye adlandırdığımız 62 beyitli bu sıra dışı manzume, sade ve samimi bir üslupla yazılmıştır:

    Ey dînde kardaş âhiretde yoldaş

    Gasl ü defn-i mevtâda etmen telâş

     

    Kefenini dikesiz hâzır ola

    Gasl suyu dahi az soğuk ola

     

    Çıkarırken evden ağlaşmayalar

    Katı âvâzla da çığrışmayalar

     

    Hüsn-i zan da elzem cümle ümmete

    Dikkat edelim hep farz u sünnete …

     

    Tabûtla nisvâna defn sezâdır

    Erkeğe tâbûtla defn hatâdır …

     

    Hizmet-i meyyiti tamâm Seyyid Rızâ

    Etdi hoşnûd ola Hatmü’l-enbiyâ

     

    Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi’nin Dîvânçe’sinde Kur’ân­ı Kerîm’e hizmeti öven pek çok ifade vardır. Hasan Rıza Efendi hâfız olması hasebiyle, Kur’ân­ı Kerîm’in doğru ve güzel okunmasını, öğretilmesini daima teşvik etmiştir.

    Zira bu hususta Hz. Peygamber, “Kur’an’ı güzel sesle süsleyiniz.” buyurmuştur. Kıraat, tecvid, musıkî gibi Kur’an ilimleri Kur’ân­ı Kerîm’i tezyin etmektedir. Aşağıdaki şiirinin başına eklediği “Tevcid üzere Kur’ân okumak sünnet, dinlemek farzdır.” hadîs­i şerîfi ile tecvidli Kur’ân­ı Kerîm okumanın önemine dikkat çekmiştir:

    Ey kişi gel dîvân-ı merdân oku

    Geç hevâdan tecvîdli Kur’ân oku

     

    Hây u hûy ile görünmez dost yüzü

    Gayra meyletme çalış her ân oku …

     

    Emr-i hamsi kıl kabul ez-dil ü cân

    Sev Nebî-yi Hatemi ey cân oku

     

    Sorumluluk sahibi bir imam olan Hasan Rıza Efendi’nin şiirleri, camide hutbe verir gibi öğütlerle doludur. Kimi zaman muska ve büyüyle uğraşanları eleştirir, kimi zaman halkı şeriate ve fıkıh kaidelerine uymaya davet eder. Hz. Peygamber’e salavat getirmenin fazilet ve hikmetlerini anlattığı bir şiirinde halkı gündelik hayatında sık sık salavat okumaya davet etmiştir. Besmeleyi öven bir şiirinde ise her işin başında besmele çekmenin önemine ve faziletlerine değinmiştir. Besmele, gamı ve yası siler; kalbe safa, vücuda şifa verir; hayırları fetheder, kötülüğü defeder. Bir insan besmeleye hizmetkâr olursa kemâle erişir. Hasan Rıza Efendi, emr­i bi’l­ma‘rûf ve nehy­i ani’l­münker emri gereği, şiirlerinde halkı sık sık ikaz etmekten geri kalmaz ve namaz, oruç, zekât, hac gibi farzların devamına teşvik eder. Bazen de çocuklara, gençlere “Yavrum, kuzum,” benzeri hitaplarla şefkatli bir baba gibi seslenir:

    Savm u namâz vaktiyle hoş emr ü nehyi bil gayrı boş

    Seyyid Rızâ ver nutka gûş gel Allâh’a gel Allâh’a

     

    Cümle insâna bilin mi‘râc namâz

    Farz oruc hacc ü zekât Hakk’a niyâz

     

    Hayvân-sıfât dönüp dolaşma kuzum

    Mânend-i zâg çirke ulaşma gözüm

     

    Aklın başına topla dinle sözüm

    Âsâsız körler gibi yolda kalma!

     

    Hasan Rıza Efendi’yi kimi zaman hocalara, vâizlere, zâhidlere çatarken görürüz. İrfan ve ferasetten yoksun bir hoca, vâiz veya zâhid genellikle insanları dış görünüşüyle yargılar, başkalarına öğüt verir; ama kendi kibrini görmez. Aslında rind­meşrep şairlerin aşka değer vermeyen, nefsini önemseyen, dünya ve ukbâ çıkarını gözeten zâhid tipini eleştirmesi çok yaygındır. Ancak buradaki şair Said Paşa İmamı olduğundan, ironik bir durum söz konusudur.

    Belki de Hasan Rıza Efendi’nin eleştirdiği zâhid kendi nefsidir. Zira samimi dervişler başkalarını eleştirmek yerine kendi nefis terbiyeleriyle meşguldürler. Ona göre ister şeyh, derviş olsun, ister hoca olsun herkese evvela ve daima lazım olan şeriata bağlılıktır. Şeriat kapısının kulu olanlara nasibinde varsa tarikat, hakikat ve marifet kapıları açılır. Hasan Rıza Efendi bu hakikati şöyle ifade etmiştir:

     

    Ey hâce vü şeyh ü dervîş

    Kur’ân ile biter her iş

    Okumaz yazmaza dûr iş

    Ne dervîş olur ne der-pîş

     

    Hasan Rıza Efendi’ye göre din adamları nefs terbiyesi görmüş olmalıdır. Böylece halkın kusur ve günahlarıyla uğraşmak yerine, kendi güzel ahlakıyla halka örnek olurlar. Hasan Rıza Efendi’nin şiirlerindeki zâhid tipi ham sofudur, evliyaya ve evliya bendesi olanlara kötü nazarla bakar. Bir şiirinde böyle bir vâizin sufilere dil uzatmasını eleştiren Hasan Rıza Efendi, vâize riyakârlığı bırakıp nefs terbiyesini tavsiye ederek Elest Bezmi’nde Rabb’ine verdiği sözü hatırlatmıştır:

     

    Yeter vâ‘iz eylediğin nefsine zulm ile ezâ

    Yeter halka eylediğin hûb sözlerle şîrîn edâ

     

    Allâh niçün halk eyledi ervâha hem ne söyledi

    Kullarına ne payladı bildir hoca etme kavga

     

    Ger âlimsen ger âmilsen ger hâmilsen ger kâmilsen

    Şol râh-ı Hakk’a mâyilsen va‘azın verir kalbe safâ

     

    Hasan Rıza Efendi’ye göre padişah imamı olan kişiler, emekli olduktan sonra padişahın takdir ettiği maaşla geçimini sağlamalıdır. Ama ehliyet sahibi olsa bile böyle kişilerin kadılık, kadıaskerlik, şeyhülislamlık gibi makamlara geçmesi, devlet işlerine karışması caiz değildir. Zira bu makamlarda kişilerin mizacına göre hizmet edilemez, vebali vardır. Aynı şekilde devlet hizmetinde bulunanlar, taraftarlıktan vazgeçip sadece Allah’ın, Hz. Peygamber’in, Allah dostlarının ve devrin padişahının rızasını gözetmelidirler. İmamlık yapanlar dünya ve ahirette sorumluluğunu kaldıramayacağı işlere kalkışmamalıdırlar.

    Hasan Rıza Efendi’nin Tasavvuf Düşüncesi

    Hasan Rıza Efendi daha Manisa’dayken Rıfâiyye­Ma‘rifiyye tarikatı şeyhi Ahmed Vehbî el­Antâkî’ye (1793?­1851) intisâb ederek talebelik yıllarındayken manevî terbiyesine başlamıştı. Hasan Rıza Efendi seyr ü sülûkta ilerleyip hilâfet icâzetnâmesini aldıktan sonra Ma‘rifiyye halîfesi olarak İstanbul’a geldi:

    Hizmet-i pîrân ile meydâna geldim dönmezem

    Sohbet-i irfân ile meydâna geldim dönmezem

    Yalnız bir şiirinde mürşidi Ahmed Vehbî el­Antâkî’den ismen bahseden Hasan Rıza Efendi, birkaç şiirinde de “şeyhim” diye dolaylı yoldan bahsettiği Şeyh Ahmed Vehbî Efendi’ye velînimeti olarak bağlılığını ifade etmiştir. Aşağıdaki şiirlerde müntesibi olduğu tarikatın pîri Seyyid Fethü’l­Ma ‘ârif ile mürşidini birlikte zikretmiştir:

     

    Seyyid Rızâ yerleşdi Pîr’i ile birleşdi

    Aşkullâhla söyleşdi şeyhim elhamdülillâh

     

    Hasan Rıza Efendi, kendi tarikatı Ma‘rifiyye Pîri Seyyid Muhammed Fethü’l­Ma‘ârif’in Kartal’daki türbesini ziyaret etmiştir. Bir ziyaretinde Pîr’ine muvâcehe penceresinde niyaz ettiğini ve o esnada aşk ile kendinden geçmişken gönlüne doğan beyiti not etmiştir. “

    Ey azîzân ü ‘ârifân kâmilân / V’ey dervîşân u muhibbân sâdıkân”

    şeklindeki beyitin devamı yoktur, üstelik beyit tek başına anlam ifade etmemektedir. Meczûb­ı ilahî hâllerinden biri olduğunu düşündüğümüz buna benzer bir davranışı Mushâf­ı Şerîf’i yazarken göstermiş ve Rahmân sûresinin tekrar ayetlerini “eyzân” diye geçiştirmiştir.

    Öte yandan Hasan Rıza Efendi’nin şiirlerinde Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin nübüvvet ve velâyet ilişkisini benimseyen ifadeler vardır. Ancak bu diğer Ma‘rifî şairlerin itikadına pek benzemez. Zira Ma‘rifî şairler Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman’dan bahsetmezken Hasan Rıza Efendi, Hulefâ­i Râşidîn’i şiirlerinde Çâr-ı Yâr-ı Güzîn olarak hürmetle anmıştır. Bir şiirinde sanki Hz. Peygamber’in velâyet sırrının sahibi olarak önce Hz. Ali’yi öven Hasan Rıza Efendi, ardından Hz. Ebubekir silsilesinden bir Nakşibendî dervişi gibi Hz. Ebubekir’i şöyle övmüştür:

     

    Kur’ân’ın kalbi Yâsîn’dir anun kalbi de Fâtihâ

    Kamu nokta-yı bâ’dadır ‘Ali’dir o edem beyân

    Bi-hakk-ı leyle-i-Kadir tarîkimiz Ebûbekir

    Bize yapdırır zikir Resûlullâh’dandır ihsân

    Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi, yeni dervişlerin başka tekkelere gi­dip gelmesinin şeyhiyle olan rabıtasına zarar vereceğinin farkındadır. Birden faz­la tarikattan icâzetnâme alan istisnai manevî kapasitesi büyük zâtlar olabilirse de prensipte ilk tarikatinden icâzetnâme almadan başka tarikatlardan ders alınamaz. Bu yüzden Hasan Rıza Efendi, dervişlere gönlünde şeyhine duyduğu muhabbete eş değerde bir sevgi barındırmamasını tavsiye etmiştir:

     

    Zâhir bâtın işin bitmez

    Çatal kazık yere gitmez

    İki şeyh ile yol çıkmaz

    Hemân Allahı zikr eyle

     

    Hasan Rıza Efendi gönülden bağlı olduğu asıl pîri Seyyid Ahmed er­Rıfâî hazretlerine olan sevgisini şiirine yansıtmıştır. Seyyid Ahmed er­Rıfâî’nin Kur’ân­ı Kerîm’e ve sünnet­i seniyye’ye verdiği önem, imam ve müderris olan Said Paşa İmamı’nın pîrine duyduğu muhabbeti kat kat artırmıştır. Zira “Cenâb-ı Pîr Seyyid Usûlen kâmil bir mürşit başka bir şeyhin dervişine ders vermez. Tasavvufta iki şeyhten aynı anda ders alınması, müridi olumsuz etkileyen “esma çatışması” denen hâle sebep olur. Ancak, manevî kapasitesi büyük halifelerine bazen şeyhleri başka tarikattan ders alma­sını tavsiye edebilirler. Mesela Eşrefoğlu Rûmî hazretleri, Bayramî halifesiyken Pîri Hacı Bayram­ı Velî’nin emriyle Şeyh Hüseyin­i Hamevî’den Kâdirî icazetnâmesi almış ve Anadolu’da Kâdirî Pîr­i Sânîsi olmuştur.

    Hasan Rıza Efendi “Seyyid Ahmed er­Rıfâî” redifli şiirinde pîrini Allah’ın arslanı ve şehitlerin şâhı Hz. Ali neslinden gelen zâhir ve bâtın ilminin rehberi, Hz. Peygamber’in ordusunun başkomutanı diye övmüştür:

    Zâde-yi şîr-i Haydârî şâh-ı şehîdân güheri

    Fahr-i âlem ser-‘askeri Seyyid Ahmed er-Rıfâ‘î

    Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi, hayatı boyunca İstanbul’daki pek çok konakta, tekkede mevlidhanlık ve Kur’ân­ı Kerîm tilaveti için bulunsa da Rıfâî­ Ma‘rifî derviş olması hasebiyle doğal olarak kendi meşrebindeki kişilerle görüşmeyi tercih etmiştir.

    Üsküdar’da ikamet ettiğinden daha ziyade ahbabı olan Şeyh İbrahim Edhem Efendi’nin 1857’de inşa ettirdiği Üsküdar’daki Sandıkçı Rıfâî Dergâhı’na devam ederdi. Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi eşref saatindeyse birden mevlide başlayabilirdi; bunu bilen tekke hizmetlileri Sandıkçı Tekkesi’nde pazar geceleri, gül suyunu eksik etmezlerdi.

    Sandıkçı Rıfâî Dergâhı’nın ilk postnişîni Şeyh İbrahim Edhem Efendi (1822­1878), Hasan Rıza Efendi’den on yaş kadar küçük ve Sandıkçı Rıfâî Dergâhı’nın II. postnişîni Mehmed Şevket Efendi (1845­1883) ondan otuz beş yaş kadar küçük olduğu için; “güngörmüş bir büyük” olarak bu tekkede itibar görmüş olmalıdır. Nitekim Şeyh Mehmed Şevket Efendi, Sandıkçı Rıfâî Dergâhı’na dair önemli bilgiler içeren Vukuât-ı Tekayâ adlı eserinde birçok yerde Hasan Rıza Efendi’den bahseder.

    Buna göre Hacı Hasan Rıza Efendi, Sandıkçı Rıfâî Dergâhı’nın tadilatından sonraki açılış merasiminde bulunmuş ve Üsküdar’daki bazı Rıfâî tekkelerinin açılış merasimlerinde mevlidhanlık yapmıştır. Mesela 4 Eylül 1875’te Yakacık’ta Şeyh Tevfik Efendi’nin ihya edip yeniden açtırdığı Rıfâî Dergâhı’nda ve 1 Aralık 1880’de Kassamçeşmesi, Sarmaşık Sokak’ta Rıfâî Şeyhi Abdullah Efendi’nin vakfettiği arsaya, Mirahor Hacı Hamid Ağa’nın yaptırdığı tevhidhânenin açılış merasiminde Hacı Hasan Rıza Efendi mevlid okumuştur.

    Halife olduktan sonra mürşitlik yetkisi de alan Hasan Rıza Efendi’nin bazı kişilere icâzet verdiği bilinmektedir. Dîvânçe’sinin Seyfettin Özege nüshasının başında ve sonunda onun “eş-Şeyh es-Seyyid Hasan Rızâ er-Rıfâî” olarak tanıtılması mürşitlik yaptığının işaretidir. Hasan Rıza Efendi’nin Üsküdar’daki Tabak­lar Rıfâî Dergâhı şeyhi Tevfîk Efendi’ye verdiği kendi Arapça el yazısıyla Rıfâiyye icâzetnâmesi vardır. Bu icâzetnâmenin tercümesi şöyledir:

    “…ve beni şeyhim Şeyh Ahmed el-Vehbî’nin (k.s.) me’zûn kıldığı üzere bu icâzeti alan dervişimi Rifâiyye tarikatından genel bir izinle me’zûn ettim, ona bu tarikat üzere tam bir icâzet ve hilâfet verdim. Ki ben fakir âriflerin, âşıkların, zayıfların ve miskinlerin ayağının toprağı Şeyh Seyyid Hasan Rıza el-Mağnîsâvî’yim. Memleketinden buraya geldi ve Üsküdar’da ikâmet edenlerden oldu. Hâce Abdullah el-Eğirdîrî’nin (Allah rahmet eylesin) oğlu…

    Hasan Rıza Efendi’nin bazı şiirlerinde seyr ü sülûkunda eriştiği manevî hâllere ve makamlara dair ipuçları vardır. Kimi zaman Hz. Hızır’ın eteğini tutar, maddî, manevî anlamda ondan feyz alır. Tasavvufta Hz. Hızır, kabz hâlinden bast hâline geçişin ifadesidir. Bast hâlinde dervişin gönlü şen ve açıktır. Âriflerin çoğu bast hâlinde gibi görünse de mânen kabz hâli yaşarlar. Kimi zamanda havf makamına erişip Allah korkusuyla titrerler. Ancak bu korku, avamın azap ve cehennem korkusu gibi değildir. Âriflerin korkusu, Hazreti Peygamberin derdiyle dertlenip “âşıkın mâşûkunu (zât­ı İlâhî) üzme ve incitmekten korkmasıdır.” Tasavvufta maksat sufinin kalbine havf, yani korkunun egemen olmasıdır. Çünkü recâ hâli galip olursa kalp fesada uğrar.

    Şu beyitte Hasan Rıza Efendi eriştiği havf makamını şöyle müjdelemiştir:

    Dâmen-i Hızr-ı velîyi tutdun ey Seyyid Rızâ

    Müjdele havfdır makâmın sözlerin dost kâlidir

    Mutasavvıf şairlerin şarap, meyhane, aşk, karşı cinsin bedenini övme gibi kavramları, gerçek anlamda algılanır endişesi taşımadan, rahatlıkla kullandığını biliyoruz. Hatta şeriat makamının en zirvesinde olan Şeyhülislam Yahya gibi ulemadan şairlerin şiirlerinde şûhâne ifadeler çoktur. Hasan Rıza Efendi ise gerçek hayatta rind­meşrep ve meczûb­ı ilahî bir derviş olmasına karşın bu kavramların yanlış anlaşılacağı endişesi taşımıştır. Dîvânçe’sinin iki yerinde derkenara not düşüp bu tür ifadelerin beşerî aşk olarak algılanmaması gerektiğini belirtmiştir. Bir şiirde geçen “aşk şarâbı” sözünü yazdıktan sonra derkenarda “Aşk şarâbın içme manası hâce şeyh kendinde olan ilm ü kemâlâtı okutdu, yazdırdı. Nefsânî ucb, riyâ ve kayd-ı sivâdan geçirdi demektir.” diye açıklama yazmıştır. Yine bir mısrada kullandığı “Pîri ile birleşdi” sözünün yanında “‘Uluvv-i şân hakkı vü kemâl ile dîn-i Muhammedî’nin ‘âlî olduğunu teferruâtla şeyhim bildirdi, demekdir.” yazılıdır. Hasan Rıza Efendi’nin böyle bir açıklama yapmaya neden ihtiyaç duyduğunu anlamak için, onun imam ve müderris olduğunu hatırlamak gerekir.

    Dervişler kendi mürşidine, pîrine ve bu sayede Resulullah’a tâbi olurken Cenab­ı Hakk’a zikirle kalbini bağlayıp nefs­i emmâresini hapsedip kendini terbiye etmelidir. Şeyhinin sözünü tutmayan Dost yüzü göremez.

    Dervişler şeyhinin yüzünü Rahmân’ın aynası ve Fâtihâ suresinin tecellisi olarak görmelidirler. Ayaktayken, otururken, secdedeyken, uykudayken daima Fâtihâ sırrına göre yaşayan derviş, basiretli olup manevî bir kuvvet kazanır. O zaman bu dervişin gözünde dünya, avuç içi kadar kıymetsizdir.

    Tasavvufun temelini oluşturan şeriat, tarikat, hakikat, marifet kapılarından geçmeden insan­ı kâmil, ârif­i billah olunamaz. Seyr ü sülûkta marifete ulaşma asıl hedef gibi görünse de bu noktaya gelen sâlik, Allah hakkında tam manasıyla marifet sahibi olunamayacağının bilincindedir. Nitekim Hz. Ebubekir (ra.), “Marifet, sâlikin Cenâb-ı Hakk’ı hakkında marifet sahibi olmaktan âciz olduğunu idrak etmesidir.” buyurmuştur.

    Hasan Rıza Efendi, bir mürşide boyun eğmeden bu dört kapıdan geçmenin mümkün olmadığını söylemiştir:

    Şeriatin sözleri tarîkatsiz bilinmez

    Tarîkatin sırları ma‘rifetsiz bilinmez

    Ma‘rifetin aslına hakîkatsiz erilmez

    Hakîkatin künhüne mürebbîsiz erilmez

    Seyyid Rızâ bu yolda keşf ü kerâmet olmaz

    Muhammed ümmetleri diyânetsiz derilmez

    MECZÛB­I İLAHÎ HASAN RIZA EFENDİ

    Manisa’da tahsiline devam ederken Ma‘rifî şeyhi Ahmed Vehbî Efendi’ye intisap eden Hasan Rıza Efendi, İstanbul’a geldiğinde bu tarikattan icâzetnâmesi olan bir halifeydi. Ancak icâzetnâme verecek kadar yetkin bir şeyh olmasına rağmen Hasan Rıza Efendi bir tekkede halkı irşâd etmeyi hiç düşünmemiştir. Onu tanıyanların anlattığına göre Hasan Rıza Efendi, yaşlılık devresinde tam anlamıyla Hak âşığı bir meczûb olmuştur.

    “Meczûb” kelimesi eskiden, bugünkü gibi “mecnun, deli” anlamında kullanılmıyordu. Hakk rızasını kazanan, Hakk tarafından ünsiyetine (yakınlığına) lâyık görülen, her türlü heva ve heves şâibesinden (lekesinden) temizlenen cezbeli kişiye meczûb denir. Bir meczûbun davranışları sıradan akılla düşünen kişilerce anlaşılamaz, bunları akıl hastaları ile bir tutmak doğru değildir. Anadolu’da dîvâne, meczup, mecnun, budala gibi adlar verilen böyle kişilere “Allah’ın nazlı kulları” nazarıyla bakıldığı için hâlen hürmet görürler.

    Mezar taşında Hasan Rıza Efendi hakkında yazılan ilk kelime “meczûb­ı ilâhî”dir. Hasan Rıza Efendi seyr ü sülûk görürken cezbeye tutulmuş olmalıdır. İmamlığın, müderrisliğin, dervişliğin bile önüne geçen bu ifade, onun özellikle âhir ömründe cezbeye tutulduğunu, halk içinde öyle sevilip kabul edildiğini gösterir. Aşağıdaki beyitlerde görüleceği üzere onun her davranışı, aslında aklı başında bir ârifin hâlini yansıtır:

    Meyve-yi nahl-ı Nebîden al nasîbin sırra bak Fakru fahri remzini gör ehl-i aşk ef‘âlidir

    Dâmen-i Hızr-ı velîyi tutdun ey Seyyid Rızâ Müjdele havfdır makâmın sözlerin dost kâlidir

    Hakkındaki rivayetlere bakılırsa meşrebi gereği cemiyetin beklentilerine göre yaşamak Hasan Rıza Efendi’yi sıkıyordu. Bu nedenle zaman zaman rindâne ve melamî tavırlar sergilemiştir. Hasan Rıza Efendi, mevki sahibi ve zengin kimselerin büyüklenmesine, kibrine asla tahammül edemez; böyle bir hâl karşısında bulunduğu meclisi derhal terk edermiş. Canı isterse ilahi, mevlid okur, kendisine emr­i vâkî yapılmasından hiç hoşlanmazmış. Yanında daima, kutuyla kahve taşır, kahveyi bazen avucuyla ağzına atar; bazen de enfiye gibi burnuna çekermiş. Kibâr ve ricâl konaklarına mevlid okumaya davet edildiğinde pejmürde kıyafetler giyer, elinde örgü torbasıyla veya koynundaki yün yumaklarıyla dolaşır, nerede bulunursa bulunsun daima çorap, şemle, takke gibi şeyler örermiş. Bir gün Hacı Dede isimli bir zat kendisine:

    – Hoca Efendi! Bütün vaktinizi örgü örmekle geçiriyorsunuz; gözlerinize yazık değil mi? diye sorduğunda:

    – Evlad! Nazarımı mâsivâdan vikâye ediyorum. (Bakışımı Allah’ın râzı olmadığı işlerden koruyorum.) cevabını almıştır.

    Hasan Rıza Efendi, davet edildiği diğer tekkelerde asla şeyh odasında oturmaz, kahve ocağında bir kenara ilişirmiş. Musıkîye olan düşkünlüğünü bazen sıra dışı ortamlarda da gösterir ve müziğin etkisiyle cezbeye gelirmiş. Bir gün Üsküdar Salacak taraflarında bir evde kına gecesi tertip edilmiş. Tesadüfen oradan geçen Hasan Rıza Efendi, ahengi işitince dayanamayıp derhal düğün evine girmiş. Düğün sahibi böyle sarıklı, cübbeli bir zâtın ulu orta böyle bir mecliste ne işi olduğuna akıl erdiremese de bu davetsiz misafiri usûlen içeri buyur etmiş. Hasan Rıza Efendi, doğruca saz heyetinin yanına giderek onlara dâhil oluvermiş. Gönlünce başladığı Taksim’den sonra defi eline almış ve sabaha kadar fasılı idare etmiş.

    Eski Orman ve Maden Meclisi Reisi Şeref Efendi’nin anlattığına göre bir gece, Şeref Efendi Cağaloğlu’ndaki konağına mevlid okuması için Hasan Rıza Efendi’yi davet etmiş. Pejmürde bir kıyafetle konağa gelen Said Paşa İmamını uşaklar tanıyamamış ve nezaketsizce ne istediğini sormuşlar. Buna çok sinirlenen Hasan Rıza Efendi geri dönmüş ve bakkaldan aldığı kâğıt fenerle mumu yakarak Langa civarında, Musevîlerin “icrâ-yı âhenk” eyledikleri bir gazinoya gitmiş. Saz heyetinin yanına oturarak devam eden fasılda muhteşem bir taksim yapmış. Şaşkınlık ve hayret içindeki Musevîler ve dinleyenlerin ricasıyla bu sefer diğer bir makamda yapılan fasılda daha güzel bir taksim daha yapmış. Gece yarısına kadar çalıp söylemişler. Gazinodakiler sevinçle birbirine girmiş. Hatta gazino sahibi Musevîler kendi keselerinden ve müşterilerden topladıkları 25 lirayı gecenin hatırası olarak Hasan Rıza Efendi’ye takdim etmişler. Ertesi gün gazinoda olanları Hasan Rıza Efendi’nin kendisi Şeref Efendi’ye anlatmıştır.

    Devrinin iyi Kur’ân­ı Kerîm hâfızlarından olan Hasan Rıza Efendi’nin din dışı müzik formlarını bilen güzel sesli bir hânende ve çok iyi bir gazelhan olarak musıkînin güzel icra edildiği her meclise düğün, gazino, kahvehane olsa bile işti­rak etmekte sakınca görmediğine dair böyle çok hatıra vardır. Bunlar, Hasan Rıza Efendi’nin içinden geldiği gibi davrandığını, samimi muhabbetin olduğu her yerde bulunduğunu gama riyakârlığa, kibre, muhabbetsizliğe tahammül edemediğini gösteriyor.

     

    Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi Hakk âşığı bir velîdir. Bir kişinin Allah dostu, velî olduğuna delil aramak daima ondan gayrı kişilerin işidir. İşte bu yüzden halk daima velîlerin kerametleri peşinde koşmuştur. Ancak, tasavvufun temel ve kaynak kitaplarından Kuşeyrî Risalesi’nde, “Bir kişide kerametin görülmesi keramet sahibinin manevî hâllerinde doğruluk üzere bulunduğunun alâmetidir.” diyor. Said Paşa İmamının gönül gözü açık, kerameti zâhir, kâmil bir derviş olduğunu gösteren Hezârfen Necmeddin Okyay Hoca’nın doğumuyla ilgili bir rivayet daha vardır:

    Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi, Necmeddin Hoca’nın karşı komşusuymuş. Vâlidesi Necmeddin Hoca’ya hamileyken 1882’nin Eylül ayında, bir sabah namazı çıkışı evin kapısı çalınmış. Ev sahibi Yeni Valide Camii İmamı ve Mahkeme­i Şer‘iyye Başkâtibi Abdünnebî Efendi kapıyı açmış ve karşı komşusu Hasan Rıza Efendi’yi görünce pek şaşırmış. Zira komşusu evlerine daha önce hiç uğramamış. Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi: “Efendi! Bir oğlun olacak, adını Necmeddin (dinin yıldızı) koy!” deyip geri dönmüş. O gece, Necmeddin Hoca’nın babası rüyasında yatak odasının penceresine bir kuyruklu yıldızın konduğunu görmüş. Gerçekten 5 ay sonra, 1300 yılı Rebiyyülevvel ayının 19’unda doğan bu erkek çocuğuna Necmeddin adı verilmiş.

    Doğumu müjdelenen Hezârfen Necmeddin Okyay (1883­1976), meşhur hattat, ebcedhan, ebru ustası, imam, muallim, mücellid, okçu, eşsiz gül yetiştirici­si olarak Beşir Ayvazoğlu’nun deyimiyle gerçekten “kendi gök kubbemizde bir kuyruklu yıldız” olmuştur.

    Necmeddin Okyay Hoca’nın doğumuyla ilgili yukarıdaki menkıbenin kaynağı, Said Paşa İmamı’nın zenci Hasibe Hanım’dan doğma oğlu Kemal Efendi’dir. Ahmed Yüksel Özemre sayesinde tanıdığımız Kemal Efendi, babası Hasan Rıza Efendi gibi güzel sesli bir gazelhan imiş. 1960’lı yıllara kadar ber­hayat olan ve eski Üsküdarlıların “Takunyacı Kara Kemal” diye bildiği bu zât da babası gibi meczûb­ı ilahî imiş:

    “…Üsküdar’ın meczûbîninden biri de Takunyacı Kemal’di… Herhalde babasından tevârüs ettiği güzel bir sese mâlikti. Attar dükkanında hep gazel okurdu. Üsküdar’ın diğer esnafı da kendisini davet eder ve birkaç kuruş mukâbilince kendisine gazel okuturlardı.

    Neticede sanatkâr, müderris, imam kimliği ile uzun yıllar topluma hizmet eden ve eserler veren Hasan Rıza Efendi’nin Ma‘rifiyye tarikatında hilâfet verecek kadar yetkin bir şeyh olması; onun gayet aklı başında bir zât olduğunu göstermektedir. Bu kadar sorumluluk gerektiren meslekleri baştan beri meczûb olan birinin yürütmesi mümkün değildir. Said Paşa İmamı kendini kontrol edemeyecek derecede akıl hastası olsaydı, hânedan ve ekâbir konaklarına da davet edilmezdi.

    Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi’nin halk arasında meczûb olarak tanınmasının nedeni, Hasan Rıza Efendi’nin bilinçli bir tercihi olarak Melamî meşrebinden kaynaklanıyor olsa gerek. Yani riyakârlığa, kibre, muhabbetsizliğe karşı gelirken bir yandan da rind­meşrebiyle kendi maneviyâtını gizlemek için melamî tavırlar sergilemiştir. Büyük ihtimalle ömrünün son demlerinde, bütün vazifelerinden âzâde olduğu bir dönemde vecd­i İlâhî kendisinde daha ziyade zuhur etmiştir, meczûb­i ilahîdir. Hasan Rıza Efendi’nin bu durumu aklı başında olmayan birinin hâlleri değildir, toplumdaki duyarsızlığa karşı bir tür tepkidir, denilebilir.

    Hakk dost deyü çok süründüm

    Her yüzde yerde göründüm

    Sır örtüsünü büründüm

    Mânend-i Pîrân azîzân

    Seyyid Rızâ’yı bilir kân

    Bilmezse ger halk-ı cihân

    Sûretâ insândır ol kân

    Ma‘nâda sultân-ı Yezdân