ARADIĞINIZ FELSEFEYE ŞU ANDA ULAŞILAMIYOR YAHUT ARAÇSALCI TEFELSÜFÜN REDDİ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  •  Zahit Tiryaki*

     

    Platon, Phaidros diyalogunda iki atın çektiği bir arabadan ve arabanın sürücüsünden bahseder. Söz konusu alegoride Platon güzel ve soylu atın iradeyi temsil ettiğini ve arabayı yani bedeni idealar alemine götürmeye çalıştığını; çirkin ve huysuz atın ise istek ve arzuları temsil ettiğini ve bedeni maddi hazlara çekmeye çalıştığını söyler. Zıt karakterli iki atın dizginlerini elinde tutan sürücü konumundaki akıl ise her iki atı dengede tutmakla ve beden arabasını doğru düzgün bir şekilde idare etmekle yükümlüdür.

    Felsefe bugün bir kere daha bu alegorideki akıl gibi iki kesinlik, mutlak doğruluk ya da hakikat iddiası tarafından farklı yönlere çekiştiriliyor. Pozitif veya ampirik bilimler, felsefenin doğası gereği ilişkili olduğu temel problemlerle yolları kesiştiğinde felsefeyi gözlem ve deney aracılığıyla ispatlanabilir bilimsel kesinlik iddiası ekseninde sorunları tartışmaya doğru çekiştiriyorlar. Buna bilimsel indirgemecilik denilebilir. Dinî ya da teolojik düşünce de benzer şekilde insani ve doğal olana aşkın oldukları iddiasıyla daha üstün olduğu varsayılan başka bir rasyonalite ya da kesinlik uğruna felsefeyi araçsallaştırıyor. Bu tavır da nihai noktada her türden sahici felsefi tutumu karikatürize ediyor ve felsefi soruşturmanın altını oyuyor. Böylece felsefeyi hem radikal materyalist veya fizikalist elemeci ya da indirgemeci bilimsel teorilerin boyunduruğundan güya kurtarmaya hem de söz konusu radikal bilimsel tutumları felsefe aracılığıyla aşmaya çalışıyor. Buna ilaveten sanki varlığa, bilgiye, insana, değere, hayata ve anlama dair sorgulamanın yegâne zemini kendisiymiş gibi felsefeyi ve düşünmeyi nihai noktada dinî ya da teolojik düşünceye indirgemeye çalışıyor. Bu tutuma ise dinî ya da teolojik indirgemecilik denilebilir. Her iki tutum da felsefeye birtakım roller yüklüyor ve felsefeden birtakım faydalar bekliyor. Bir taraf, felsefenin ampirik ve deneysel bilimlerle kol kola vererek bilimsel, teknolojik, ekonomik ve politik faydalara ulaşmanın aracı olmasını istiyor. Buna bilimsel faydacılık diyelim. Diğer taraf ise, materyalist veya fizikalist bilimsel kesinlik idealinin baskın olması durumunda ortaya çıkabilecek olumsuz durumlardan kurtulmak için felsefenin sorgulayıcı işlevinden bir noktaya kadar faydalanmayı fakat nihai noktada felsefi soruşturmanın tekinsizliğinden aşkın olan lehine kurtulmayı amaçlıyor. Buna da dinî ya da teolojik faydacılık diyelim.

    Bu iki yönlü indirgemeci ve araçsallaştırıcı kuşatmanın açık bir şekilde yapılması durumunda felsefe kendi iç mekanizmalarını kullanarak bu saldırıları püskürtebiliyor. Felsefenin, bilimin, dinin, teolojinin ve sanatın ne olduğuna, bunlar arasındaki benzerliklere, farklılıklara ve bu disiplinlerin zaman zaman birbirlerinin sahalarına girip çıkmalarına neden olan sınır problemlere yönelik gözetilebilecek asgari bir dikkat ya da hassasiyet bu püskürtmeyi kolaylaştırıyor. Üstelik hem 18. yüzyıl aydınlanması ve sonrasında baskın hâle gelen pozitivist bilimsel kesinlik idealinin bilim felsefesindeki çağdaş gelişmeler neticesinde zayıflaması hem de dinin ya da teolojinin felsefi, bilimsel, toplumsal, hukuki ve siyasal alandaki iddialarının süreç içinde zayıflaması açık tehlikeleri aşmayı kolaylaştırıcı bir etken olabiliyor. Söz konusu iki yönlü kuşatmanın gizli ya da örtük bir biçimde olması durumunda ise felsefenin işi epey güçleşiyor. Bu karmaşa esnasında felsefenin müzmin talebeleri parlatılmış birtakım söylemler eşliğinde, afili sözler ve entelektüel abrakadabralar aracılığıyla icra edilen sözüm ona bir düşünsel etkinlik ile kendilerine yol bulmaya çalışıyorlar. Acaba bu altlı üstlü, sağlı sollu kuşatılmışlık içinde felsefe, zaman zaman yolunun kesiştiği ve felsefeyi kendi istediği istikamete çekiştiren bu iki ayartıcı kesinlik ve hakikat iddiasının tuzağına düşmeden kendine özgü yolunda ilerlemeye devam edebilecek mi? Her iki tarafın da bir binek aracı gibi kullanıp ulaşılması gerektiğini düşündükleri yere ulaştıklarında kendisinden kurtulmaya ve aracın sürücüsü konumundan aracın kendisi olmaya indirgemeye çalıştıkları felsefeden söz ettiğimizde felsefe ile ne kastediyor olacağız? Felsefenin ne olduğuna ilişkin yüzlerce tanım arasında net bir tanıma ulaşabileceğimizi iddia etmek çocuksu bir iddia olurdu. Üstelik yüz yıllardır ulaşılamayan bir netliğe şimdi, kimin, nasıl ulaşacağının da garantisi yok. O hâlde negatif teolojiden ödünç alabileceğimiz bir kullanımla negatif felsefe diye bir şeyden bahsedebilir ve felsefenin ne olamayacağını belirleyebiliriz.

     

    “Surda Bir Gedik” Açmak

    Felsefenin başlangıçta diğer bilimsel disiplinlere ağabeylik eden bir konumda olduğu biliniyor. Bu yüzden olsa gerek söz konusu zamanlara özgü felsefi-bilimsel disiplinler çerçevesinde daha alt düzey bilimlerden gelebilecek felsefenin daha az kesin bir bilim olduğu şeklindeki bir iddiaya rastlamak pek mümkün değil. Üstelik erken dönemlerde felsefenin bizatihi kendisi kesinliğin ölçütünün yine felsefe tarafından belirlendiği gibi bir iddia taşıyorken daha çok fiziksel gerçeklik ile ilgilenen alt düzey bilimlerin felsefeye böyle bir ithamda bulunması da oldukça güç olurdu. Bu sebeple yerleşik bu çerçeveden hareketle felsefe yapan bir antik ya da klasik dönem filozofunun bir ihtimal olarak bile olsa bu türden ithamlar karşısındaki savunması nispeten daha kolay olabilirdi. Fakat sonraki süreçte başlangıçta felsefenin altında yer alan disiplinlerin felsefeden ayrıştıkları zamanlara tanıklık ettik. Özellikle modern dönemle birlikte daha matematiksel ya da geometrik bir disiplin formunda kesin bir bilim olarak felsefenin kurgulanmaya çalışıldığı zamanlara eriştik. Felsefeyi bilimin ve bilimsel olanın karşısında bir türlü çözülemeyen problemler hakkında sonu gelmez tartışmalar ve spekülasyonlar yapmaktan başka bir işe yaramayan başına buyruk ve biraz da lüzumsuz bir disiplin olarak görme tutumu da bu doğrultuda gelişme gösterdi. Felsefeyi pozitif bilimlerin çerçevesini belirlediği kesinlik anlayışına indirgeme çabaları da felsefenin Tanrı, evren, doğa, hayat, insan, zihin, bilgi, bilinç, anlam, etik, toplum ve siyaset gibi çok temel alanlarla ilgili temel problemleri sadece radikal elemeci veya indirgemeci materyalist tutumlar eşliğinde soruşturması gerektiğine yönelik vurgular da büyük oranda bu gelişmelerden beslendi.

    Günümüz şartlarında neredeyse bilimlerin kendileri için bile tam olarak uygulayamadığımız bu kesinlik idealini felsefeye uyarlamaya çalışan tutumun felsefe yapma etkinliğinde çok önemli bir şeyi gözden kaçırdığını görüyoruz: Felsefe, içinde yaşadığımız gerçekliğe ve hayata dair hem teorik hem de pratik seviyede sorular sormaya ve bu sorulara belirli bir ölçüye kadar açık, seçik ve net cevaplar vermeye çalışıyor. Buna rağmen felsefenin bu sorulara verdiği ezelî-ebedî bir kesinlik taşımayan cevaplar kolayca gündelik ya da teknolojik faydalara dönüştürülemeyecek unsurlar barındırıyor. Başka bir deyişle bilim adamının filozoftan alarak pratik bazı amaçlar için kullandığı çözümler felsefe ve filozof için hâlâ yeni soru ve soruşturmalara açık çözümler olarak görülebiliyor. Bilimin kendisi için önemli olana yöneldiği yerde filozof hâlâ bilim adamının ulaştığı çözümün ortaya çıkardığı yeni sorunlara yeni cevaplar aramaya devam edebiliyor. Bununla birlikte felsefenin bilimsel kesinlik ideali karşısındaki mesafeli ve eleştirel tutumu ile bitmek tükenmek bilmeyen soruları felsefeyi diğer taraftan kendi yönüne çekiştiren dinî ya da teolojik söylem için de felsefenin kullanışlı bir araç olarak görülmesini sağlıyor. Bu aşamada felsefe aracılığıyla bilim duvarında çatlaklar ve boşluklar oluşturmak temel amaç olarak belirlenmiş görünüyor.

     

    “Kahpe Felsefe”

    Ne var ki yukarıda da ifade edildiği üzere felsefeye yönelik kuşatma sadece bilimsel kesinlik idealinden geliyor değil. Felsefe, sadece bilimin pozitif ve ampirik kesinliğine değil aynı zamanda başka bir yöne de çekiştiriliyor. Felsefe ile diğer bilimler arasındaki ilişkinin tarihsel boyutuyla ilgili durumun daha açık olduğuna işaret etmiştik. Benzer bir açıklığı felsefenin din ya da teoloji ile ilişkisinin antik ya da klasik dönemlerdeki boyutuyla ilgili olarak da görüyoruz. Söz konusu dönemlerdeki filozoflar felsefe ile din ya da teoloji arasındaki ilişkiyi bu disiplinlerin sınırları bağlamında değerlendirmişler ve aralarındaki problematik benzerliklere ve yöntemsel farklara işaret etmişlerdi. Bu sayede bu disiplinlerin nerede başlayıp nerede bittiğine ve birbirleri karşısında nasıl konumlandıklarına ilişkin bugünküne göre daha net bir çerçeve oluşturmuşlardı. Fakat bugün bu boyutla ilgili olarak da daha çetrefilli durumlarla karşı karşıya kalabiliyoruz. Çünkü felsefe bu açıdan da hem açık hem gizli bir kuşatma altında görünüyor. Felsefeye yapılabilecek açık bir müdahale tıpkı antik ya da klasik dönemlerdekine benzer şekilde birtakım teknik tanımlarla, sınır ve muhatap belirlemelerle çözülebilir bir sorun gibi duruyor. Felsefenin kitlesel bir faaliyet olmadığı, ehli olmayana ulaştırılmaması gerektiği gibi felsefe içi birtakım kabullerle meselenin bu boyutunun üstesinden kolayca gelinebilir. Ne var ki bu ikinci yönle ilgili gizli tehlike felsefe maskesi takmış dinî düşünce ya da teolojiden kaynaklanıyor. Bu bakış açısında felsefeye önce bilimin tam olarak sağlayamadığı iddia edilen kesinlik ve hakikat idealinin sistematik bir şekilde kurgulanması işlevi veriliyor. Fakat felsefenin başlangıçtaki bu işlevselliği, sabit, değişmez, ezelî ve ebedî hakikatlerin sürekli olarak genişlemesi amaçlanan kitlelere ulaştırılabilmesi noktasında geçerliliğini yitiriyor. Artık sorulardan çok cevapların daha önemli olduğu bir noktada felsefenin dinî düşünce ya da teoloji lehine sahneden çekilmesi bekleniyor. Bu noktada düşünmek demek, bütün hakikatlere sahip olmanın hazzıyla, neyin nasıl olması gerektiğine dair normatif bir tutumla konuşup ahkam keseceğimiz konforlu bir zihinsel etkinlik anlamına gelmeye başlıyor. Bu aşamada ise, bir önceki hamlede felsefede bilimle, bilimde felsefeyle açılan boşluğu dinî ya da teolojik hakikatler ile doldurmak ve o boşluğa yerleşmek amaçlanıyor. Başka bir deyişle Platon’un iki atından biri diğerini zayıflatmak için önce sürücüyle anlaşıp bir süre onunla çalışıyor fakat bir noktadan sonra diğer atın güçsüz kalmasından hareketle sürücüyü de arabayı da kendi istediği yöne çekip götürmek istiyor.

     

    “Kavganın Göbeğidir” Filozofun Yeri

    Deleuze, “Felsefe, rahatsız etmeye yarar. Kimsenin rahatını bozmayan, kimseyi kızdırmayan felsefe, felsefe değildir.” demişti. Felsefenin rahatsız ettiği kimseler felsefeye sürekli olarak yeni istikametler ve vazifeler tayin etme peşindeler. Oysa felsefe hem teknolojik fayda için bilimin muhtaç olduğu niceliksel kesinlik arayışından hem de dünya ve ahiret saadeti ve kurtuluşu için dinî düşünce ya da teolojinin muhtaç olduğu mutlak kesinlik ve hakikat arayışından uzaktır. Belki somut, gündelik, bireysel ve toplumsal faydalar için bilim sürekli olarak soru sormak ve cevap aramak yerine geçici de olsa bir kesinlik noktasında bir süre durmak zorunda olabilir. Belki hitap ettiği insan kitlesi için evrenin ve insanın başlangıç ve sonuna, insanın bu dünya ve öte dünyadaki iyi yaşamına ve mutluluğuna özgü bir anlatı ve kendisine riayet edildiği takdirde mutlu sona ulaştıracak güvenilir bir reçete sunan dinî düşünce ya da teoloji teorik ve pratik düzeyde kesinlik ve hakikatler belirlemek zorunda olabilir. Bu kimseler için en anlamlı düşünsel ve zihinsel etkinlik, erişilen hakikatlerin başkalarına mütemadiyen aktarıldığı yukarıdan aşağıya doğru gerçekleşen tek yönlü hiyerarşik bir faaliyet olabilir. Kimileri istikamet üzere olmak adına evvel zaman içinde bir şekilde sahip oldukları hakikatlere sımsıkı sarılarak yapılan bir etkinliği ideal düşünme biçimi olarak görebilir. Felsefenin ise bu her iki türden kesinlik, mutlak doğruluk ve hakikat iddialarına ihtiyacı yoktur. Felsefenin belirli istikametler doğrultusunda ikna edilmesi ve yönlendirilmesi gereken kalabalıklara da ihtiyacı yoktur. Felsefenin bize borçlu olduğu şey, kendisinde konumlanarak dünyaya nizam vermeye yelteneceğimiz sabit ve değişmez bir kesinlik noktası değildir. Somut, ekonomik, politik, ahlaki, dinî, teolojik acil ihtiyaçlarımız için kolayca uygulanabilir çözümler sunmak da felsefeyi yükümlü tutabileceğimiz bir ödev değildir. Felsefe, dünyanın sorunlarını çözümleyebilir ama onları nihai kesinlik düzeyinde çözemez. Felsefe, çözüm odaklı tavırların açık ya da örtük bir şekilde yapmaya çalıştıkları gibi dinî, siyasi, ideolojik, ekonomik ve politik angajmanların aparatı olamaz. Felsefe, herhangi bir özel bilimin daha iyi uygulayıcısı olmanın nasıl olacağına ya da herhangi bir özel dinin daha iyi mümini olmanın nasıl olacağına ilişkin bir yükümlülükler bütünü de değildir. Felsefe hem bilimin kendisine yönelttiği yeterli kesinlikten yoksunluk suçlamasına hem de dinî düşünce ya da teolojinin felsefeyi bilimsel çerçevede boşluk oluşturmak için kullanıp el çabukluğuyla o boşluğa yerleşme girişimine itirazdır. Felsefe bir zamanlar hem bilim, din ya da teolojiden kendisine yöneltilen az kesinlik çok spekülasyon suçlamalarını hem de bilimsel ya da dinî çevrelerdeki meşruiyet krizini aşmak için bilim, din ya da teoloji ile olan problematik benzerliklerini öne çıkarmış olabilir. Bu yaklaşım sınır problemlerde zaman zaman yolları kesişen bu disiplinlerin birbirleriyle yakınlaşmaları için işlevsel de olmuş olabilir. Fakat felsefe bu iki disiplinden birine indirgenebilir bir etkinlik olmadığı gibi onların iddialarının onay makamı da değildir. Felsefenin sunabileceği en büyük imkân, kendilerinden son derece emin tarafların rahatça ahkam kestikleri esnada herkesi tedirgin edecek sorular sormasıdır. Felsefe, bireysel ve toplumsal yıldırmalara rağmen, insanın dünyada bulunuşundan kaynaklanan ve tam olarak çözümüne ulaşamayacağımız problemlerin tekrar tekrar düşünüldüğü bir kavga alanıdır. Bunun ötesinde felsefeden beklenebilecek bireysel, toplumsal, ekonomik, teknolojik, dinî, ahlaki ya da politik faydalar felsefenin ruhuna ihanettir. Felsefe, kendi soruşturmasının kitlelere aktarılabilir kesin ve keskin kabullere dönüştürülmeye çalışıldığı yerde tekrar eleştiri kılıcını kuşanarak ortamı ve rahatı terk eden filozofun etkinliğidir. Arabanın sürücüsü olarak filozofun titizlik göstereceği yegâne şey, oraya buraya çekiştiren atların kendisini götürmek istedikleri yere ilişkin kuşku ve eleştiridir. Bilim ile dinî düşünce ya da teolojinin indirgemeci formlarının el çabukluğuyla felsefeyi yutmaya ve kendilerine indirgemeye çalıştıkları noktada tehlikeye dikkat çekmek ve her disipline kendi sınırlarını hatırlatmak her zaman olduğu gibi şimdi de filozofun en önemli görevi olacak gibi görünüyor.

     

    *Doç. Dr., Medeniyet Üniversitesi, Felsefe bölümü.