EVİDENZWANDEL: KAVRAMLARIN, ANITLARIN VE GÖRSEL ALANIN TARİHSELLİĞİ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Jeffrey Andrew Barash*

     

    “Hipotezler” dizisi dâhilinde sunduğum kısa katkı, son dönemde çağdaş tarihsel teori söylemi çerçevesinde ortaya çıkmış temel bir kavram olarak gördüğüm şeye odaklanır. Benim analizim elbette hipotetik; üstelik sadece teorik niteliği bakımından da değil, aynı zamanda benim ana dilim olmayan bir dile mensup Evidenzwandel teriminin inceliklerini yorumlamayı önermemden dolayı—benim ana dilimde bu terimin tam bir karşılığı yok. Öyle ya da böyle, çağdaş tarihsel teoride bu kavramın ehemmiyeti ve tarihsel düşüncenin mevcut durumundaki sınırları çizmedeki eşsiz rolü nedeniyle bir aydınlatma girişimini hak ediyor.

     

    1. Kavram, dil ve imgeye dâhil edilen ön yargılar

    Reinhart Koselleck’in çok hacimli Geschichtliche Grundbegriffe (Tarihsel Temel Kavramlar) başlıklı eserinin giriş kısmından bir pasaj, bu terimin semantik derinliğinin çerçevesini çizmemize yardımcı olur. 1972’de basılan bu girişte Koselleck, bu çok hacimli sözlüğe ilham olmuş Begriffsgeschichte yani Kavramlar Tarihi’nin yöntemi ve kapsamı olarak gördüğü şeyi inceler. Koselleck’in işaret ettiği üzere Begriffsgeschichte, belge kaynaklarının basitçe bir araya getirilmesi ve sistemleştirilmesinin ötesinde, kavramlarda sıkıştırılan tecrübeyi yorumlamayı amaçlar, ve bu yorum ışığında, farklı çağlarda öne çıkan “Evidenzwandel” (apaçıklık değişimi) ifadesini dil aracılığıyla kavramlarda ifade edildiği şekliyle sorgular.[1]

    Benim deneyimlediğim kadarıyla Evidenzwandel ifadesi farklı bir anlam dizisiyle yüklüdür. Bir iddiayı doğrulama girişiminde apaçıklık/kanıt/izah olarak kabul edilen şeydeki bir değişimi ve dönüşümü ifade edebilir. Daha genel anlamıyla, kaba hatlarıyla apaçık olarak tasavvur edilen şeydeki bir başkalaşıma işaret edebilir. Bu daha genel seviyede illa bir düşünce konusu olması lazım gelmez ve çoğu açıdan kabul edilmiş ön yargılar dâhilinde işleyebilir. Evidenz (apaçıklık, kanıt, izah) kelimesinin (bu genel fenomenolojik anlamda) son zamanlardaki çevirilerinde kelime gayet haklı biçimde “kendinden apaçık/izahtan vareste” [self-evident] olarak tercüme edilmiş.[2] Bir çağın temel inançlarındaki değişimleri işaret etme tarzı açısından Evidenzwandel kelimesi çok fazla fikir verir. Temel varsayımların doğruluğunu belirtmek ve kaba hatlarıyla apaçık/vazıh olduğu kabul edilen şey hakkındaki mutabakatı vurgulamak üzere ortaya koyulan izah/apaçıklık türü açısından farklı dönemler arasındaki temel süreksizlik noktalarına işaret eder.

    Begriffsgeschichte alanındaki eserinde Koselleck analizini tarihsel devamsızlık sorunuyla sınırlamadı ve Geschichtliche Grundbegriffe eserindeki girişin terkip edilmesinden sonraki yıllar içinde teorik çalışmasının önemli veçheleri bir sorun etrafında yoğunlaştı: Peş peşe gelen Evidenzwandel dönemleri ışığında, geçmişi ve şimdiyi birbirine bağlayan devamlılık hatlarını belirlemek tarihçi için nasıl mümkün olur? Chladenius ve Herder’de insanın tarihsel anlayışının perspektif karakteri üzerine düşüncesi onu bazı iddiaların problematik kapsamları hususunda daha hassas hâle getirmiştir: Bu iddialar Hegel sonrası eleştirel tarih kuramları dünyasında gün yüzüne çıkarılmış farklı tarihsel dönemleri aşan bu tarihsel devamlılık hatlarını tarif etme amacındadır. Temel insani varsayımlar ile bunların ortaya çıktığı çağın perspektifi arasındaki kaçınılmaz bağlantı göz önüne alındığında, herhangi bir dönemdeki tarihsel anlayış, bir bütün olarak tarihin anlamını kavrama perspektifinin olumsallığı ötesine geçme kapasitesi bakımından sınırlıdır. İnsanın tarihsel anlayışının perspektif karakterine dair bu içgörü, tarih dönemlerini tekillikleri içinde birbirine bağlayabilecek uzun vadeli yapısal devamlılıkları ihtiyatla aramaktan Koselleck’i alıkoymamıştır. 1970-1980 tarihli yazılarında bu girişim tarihsel teorisinin merkezi veçhesi hâline gelir. Vergangene Zukunft (Geçmiş Gelecek) dâhilinde yayınlanan “Darstellung, Ereignis und Struktur” (1972) (Temsil, Hadise ve Yapı) gibi makalelerde görüldüğü üzere bu yapılar Koselleck tarafından “hadiselerin imkân şartları” olarak nitelenir ve bunlar arasında dost ve düşman arasındaki ilişki, anayasal biçimler ve siyasi rejim türleri, ekonomik karşılıklı ilişkiler, veya potansiyel çatışma veya gelenek oluşumu kaynakları olan doğal nesiller silsilesi yer alır. Durgun biçimler oluşturmak şöyle dursun, değişimle örtüşen ve değişime maruz kalan bu yapılar, özneler-arası ilişkilerin belirli zamansal dinamiklerini açıklar.[3]

    Vergangene Zukunft kitabının yayınlanmasından sonraki yıllarda Koselleck iyi bilindiği üzere araştırmasının odağını genişletmiş ve farklı tarihsel dönemlerdeki dönüşümlere maruz kalmakla birlikte imgelere ve ikonografi formlarına dâhil edilen tecrübenin dil dışı veçhelerini incelemiştir. Anıtlar üzerine çalışması, belirli bir dönemi niteleyen temel bir Evidenzwandel ile eşleşen görsel kodlardaki değişimler hususunda derin bir hassasiyeti ortaya çıkarır. Savaş anıtları üzerine yazdığı “Kriegerdenkmale als Identitätsstiftungen der Überlebenden” (Hayatta Kalanların Kimlik Temelleri Olarak Savaş Anıtları) başlıklı öncü makalesinin sonunda belirttiği üzere, böyle “görsel deneyimdeki dönüşümlerin” radikalizmi gerçekten de o kadar keskin olabilir ki yazılı yazıtların ve görsel kodların önemi anlaşılmaz hâle gelebilir ve daha sonraki dönemlerde bunları görenlerin anlamamasına veya yanlış anlamasına yol açabilir: “[…] Bir anıtın anımsattığı düşünülen kimlikler erir gider, bunun sebebi kısmen formların önerilen ifadesinin duyusal alıcılığının dağılması, kısmen de eşsiz bir şekilde modellenmiş formların başlangıçta konuşmaları gerekenden başka bir dil konuşmaya başlamasıdır.[4]

     

    1. Simgesel somutlaşma ve tarihsel geçmişin anlaşılmazlığı

    Böylece şu ana kadar yaptığım yorumlar vasıtasıyla ortaya çıkan temel soruya ulaşıyorum: Hem dil hem de görsel imgeler alanında temel grup ön yargılarındaki değişimlerin en dolaysız işareti konumundaki geçmiş etkileşimlerin ifadelerini örten bu anlaşılmazlık örtüsünü nasıl yorumlayabiliriz? Bence bu soruya cevap vermek için yapmamız gereken şu: Günlük iletişimde kullandığımız aktif kelimeler ve imgelerden tutun da illa akla getirilmeden ön yargıları yönlendiren kolektif deneyim ve hatırlamanın pasif derinliklerine kadar uzanan farklı özneler arası seviyeleri tanımlamak.

    Tarihsel tecrübenin uzun vadeli yapısal ön koşullarını özellikle tespit etmeye girişen Koselleck’in yanında benim iddiam da şöyle: Kelimeler, imgeler, hareketler ve tarzlar gibi çeşitli fenomenler de dâhil olmak üzere, deneyimin heterojen dilsel ve dil dışı ifadelerini ayırt etme olasılığı, bunların somutlaşmış simgeler olarak tanımlanmasında yatar. Simgeleri en geniş anlamıyla teşekküller olarak ele alıyorum; bu sayede, dilsel ve dil dışı ifadelerin çeşitliliği içinde hatırlanan deneyim gruplar arasında iletilebilir hâle getirilir. Bu manada simgeler işaretlerden ve belirtilerden ibaret değildir, önceden verilmiş olanlara ikincil ilaveler de olmazlar; bunlar, deneyime uzam-zaman kalıbı ve anlaşılabilir düzen vermenin kendiliğinden yollarıdır. Nelson Goodman’ın yerinde ifadesini kullanacak olursak “dünya kurma yolları” şekillendirirler, bunlar da ortak bir dünyada grup etkileşimini yönlendirir.[5] Simgesel somutlaşmanın iç içe geçmiş karmaşık katmanlarındaki arkeolojik arayış söz, imge ve davranışın iletilebilir kapsamını ortaya çıkarmaya çalışır, çünkü bunlar özneler-arası ilişkilerin altında yatan pasif derinliklere ulaşır. Tek biçimli teşekküller oluşturmak şöyle dursun, grup perspektifi uyarınca canlı çağdaş nesiller arasında daima parçalıdır.

    Benim bunları yorumlamama göre, tecrübenin temelindeki simge depoları perspektif açısından daimî değişimlere maruz kalır, ne de olsa yaşayan ve birbiriyle örtüşen nesiller azalıp gider ve onların yerini daha genç nesiller alır. Hem grup tecrübesi koşullarındaki hem de grup hatırlayışı içinde bu tecrübenin simgesel açıdan cisimleşme biçimlerindeki değişimler, bir yandan görsel alanda diğer yandan dille ifade edilmiş kavramlar alanında kendiliğinden apaçıkmış/vazıhmış gibi görünen şeylerde zaman içinde temel değişimlere tekabül eder.

    En derin ve en kalıcı düzeyinde uzun vadeli grup hatırlayışında somutlaşan simgesel ağlar, günlük tutum, adet ve ritüellerde olduğu gibi giyinme, tarz ve davranış gibi çeşitli biçimlerde ifade edilen bir grup êthosu veya habitus’una karşılık gelir. Somutlaşmış grup hafızasının bu pasif düzeyi zaman içinde muazzam bir esneklik ortaya koysa da yaşayan nesillerin göçüp gitmesi ve izlerinin tarihsel geçmişin uzak alanlarına aktarılmasının ardından yeniden düzenlemeye ve kademeli silinmeye maruz kalır. Dil ve görsel imgelerin yüzyıllar boyunca genel anlaşılırlıklarını korudukları yerde bile, yaşayan grupların bunlara atfettikleri nüanslar, kendi bağlamlarına özgü içsel bir anlam çağrıştırır. Bu nüanslar güç algılanan bir çeşitliliğe tabidir, ki bu genelde nadiren hissedilir, çağdaş bir grubun yaşayan tüm hafızaların ötesindeki geçmişe geçişiyle meydana gelir. Bu son bahsettiğimiz bağlamda, birçok nesil boyunca birbiri içine geçmiş pasif simge depoları, sosyo-politik eylemi faaliyete geçirme kapasitelerinde dikkate değer bir güç sergiler, burada kendilerine atfedilen esas anlamı daha sonraki bir bağlamda yeniden şekillendiren amaçların hizmetine sunulurlar. Kavramlar ve teorik inançlar ve bunların hükmettiği geniş mutabakat zemini zaman içinde değiştiğinde bu Evidenzwandel, pasif simge ağları —kendiliğinden ortaya çıkan eğilimler, alışılmış uygulamalar ve temel tutumlar—içindeki değişimlerle zımnen ilişkilenir, ki bu ağlar genelde onları benimseyenler nezdinde inceleme konusu sayılmaz.

     

    III. Giyinme Örneği: Değişen görsel kodların işaret ettiği bir Evidenzwandel

    Şimdiye kadar kısaca anlattığım hipotezi bir örnekle göstermek istiyorum. Reinhart Koselleck’in çalışmasında politik ikonografi hususunda gözde analiz konularından olan anıtlar ve diğer görsel simgeler alanının ötesinde ben örneğimi giyinme alanından seçtim. Giysiyi en geniş simgesel anlamıyla ele aldığımızda, insan bedenini örten ve onu dış etkenlere karşı koruyan işlevsel değeriyle hemen tanımlanabilir. Simgesel bir işlev hâlinde, biçim ve malzemenin uzay ve zamandaki birliği olarak anlaşılabilir, ki bu birlik de çoğu durumda üretiminin tarihsel bağlamına kadar izlenebilir. Giysiler, baskın toplumsal kodlarla uyum hâlinde, iyi bilinen bir dizi başka simgesel çağrışıma bürünür, bu da insan vücudunun parçalarını gizlemekten tutun da cinsel farkı ve toplumsal rütbeyi ifade etmeye kadar uzanan çeşitli işlevler aracılığıyla olur.

    1. yüzyılda Avrupa’nın diğer yerlerinde olduğu gibi Fransa’da da giyinme, bireyleri ve bireylerin mensup olduğu grupları ayrıştırmış olan simgesel açıdan şekillenmiş farkların en vazıh görsel ifadelerini sağlar. En önemlisi de soylu ve burjuva erkeklerin pantolon, çorap, peruk ve benzeri kıyafetler giymesi onları zanaatkâr ve el işçilerinden ayırıyordu, çünkü onlar uzun pantolon giyse de peruk ya da diğer toplumsal sınıfların giydiği tipik kıyafetleri kullanmıyorlardı. Ancien Régime [Eski Rejim] yıkılıp gittikten sonra devrimciler giyinmenin tek-tipleştirilmesi ve demokratikleştirilmesinin yollarını aradılar. Erkeklere genel oy hakkı tanıyan 1792 anayasasının onaylanmasının ardından Devrimin radikalleşmesiyle birlikte, Jakobenler ve Sans-Culottes [Baldırı Çıplaklar] grupları yükselişe geçti; bu gruplar, giysilerle ifade edilmiş toplumsal hiyerarşiye karşı meydan okumaya odaklanmıştı. Bu meydan okuma, Baldırı Çıplakların tipik kıyafetlerinde görselliğini tamamladı: Roma antik döneminin özgürleştirilmiş kölesinin canlı simgelerine dayanan kırmızı Frig başlığı ve uzun pantolon.

    Fransız Devriminin giyinme ve modası konularıyla ayrıntılı biçimde ilgilenmek bu kısa yazının çerçevesini epeyce aşardı, ki bu temalar geçtiğimiz yıllarda çok sayıda kapsamlı araştırmaya konu olmuştur.[6] Bu sebeple son sözlerimi özellikle anlamlı olan bir veçheyle sınırlandıracağım; bu temanın karmaşıklığının göstergesi olan bir veçhe aslında, ayrıca dünyamızı simgesel ufuktan ayıran ve çoğu zaman fark edilmeyen o mesafeyi de gösterir, ki bu mesafe, tarihsel geçmişin bu zamansal kesiti daha yakından incelendiğinde ortaya çıkacaktır.

    Burada 14 ve 24 Mayıs 1793 tarihli iki kararnameye dikkat çekmek istiyorum; bu kararnameler devrimci Terör ve Avrupalı güçlerden oluşan büyük koalisyonla savaş en yoğun dönemdeyken onaylanmıştı: Yargıçlar, belediye yetkilileri veya Fransız ordularındaki halk temsilcileri de dâhil olmak üzere Fransız yetkililerin giydiği kıyafetlerin standardını belirleme amacındaydı; ayrıca bir “Fransız vatandaşının sivil kıyafeti” (“habit civil du citoyen français”) de tasarlanmıştı. Bu giysiler, Fransız ulusunun tüm erkek vatandaşları için ayırt edici bir kıyafet sağlamayı amaçlıyordu (o noktada kadınlar için hiçbir model tasarlanmamıştı), tasarım için ünlü ressam Jacques-Louis David görevlendirilmişti. Bu kıyafetin modellerine daha yakından baktığımızda en çarpıcı özellik ortaya çıkar: David’in Fransız “sivil kıyafet” modelleri ile Baldırı Çıplaklar ya da daha genel olarak zanaatkârlar ve el işçilerinin kıyafetleri arasında hiçbir benzerlik yoktur! Cumhuriyetçi kıyafet bir ceket ve dar pantolon, kısa bir pelerin ve tüylü yuvarlak bir şapkadan oluşuyordu. David, Dominique-Vivant Denon’un ürettiği bir dizi örneği sunduktan sonra, Kamu Güvenliği Komitesi onun modelini heyecanla kabul etti. Ancak 1794 yılının Temmuz ayındaki darbe ve Robespierre’in ölümünün ardından “sivil alışkanlık” planları kesin olarak rafa kaldırıldı. Daha sonraki tarihçiler bu proje ile Devrimin en radikal anındaki bariz idealleri arasındaki tuhaf uyumsuzluğa sık sık dikkat çekmişlerdir. Bu kararnamelerin onaylanmasından bir yüzyıl sonra, Sorbonne Üniversitesi’nde Fransız Devrimi Tarihi Kürsüsünün ilk sahibi olan tarihçi Alphonse Aulard, bu ulusal kostümün “saçmalığına” işaret eder: “Belli bir dozda atölye pervasızlığına bulanmış güzel bir sanatçı rüyası, tabii o zamanların ciddi tutkularına gülmek mümkünse.[7]“ Öyle ya da böyle, bu sanatsal rüyayı kanunlaştırma projesi o zamanlar sadece David’in talebeleri değil Kamu Güvenliği Komitesi üyeleri tarafından da çok ciddiye alınmıştı, Komite üyeleri ve Fransa’daki diğer yetkililer arasında dağıtılmak üzere bu kostümden 20 bin adet üretilmesini emretmişlerdi.

    Bu kıyafet simgeciliği ne anlama geliyor? El işçileri ve zanaatkârların toplumsal işlevleriyle bu giysilerin uyumsuzluğu nasıl yorumlanabilir, çünkü onların görevleri böylesine süslü ve pahalı giysilere pek uygun değil? Ayrıntılı görsel kodların yasallaştırılması vasıtasıyla ulusal kimlik arayışındaki sanatsal fantezinin bu radikal devrimci bağlamdaki ikna edici gücünü nasıl anlamalıyız? Eldeki apaçıklıkların/izahların incelenmesi sadece bu kıyafetlerle ilişkili simgesel yankıları yorumlamanın zorluğunu teyit eder. Her şeyin ötesinde şunu gün yüzüne çıkarır: Görsel kodları, dili ve kavramları kullanan temel grup varsayımlarındaki değişimlerin gerçekleştiği incelikli yollar, başlangıçtaki oluşumun zamansal ufku dışında yorumlanmaya genellikle dirençli olan simgesel bir mantık harekete geçirir.

    Giysilerle ilişkili görsel kodlar ve daha sonraki dönemlerde bu kodları çözmeye çalışanlar için bu kodların bulanıklık miktarı örneği bizi Evidenzwandel hususundaki ilk yorumlarımıza geri götürür. Çağdaş söylemde bu temel kavramın ortaya çıkışı, farklı tarihsel dönemleri tekilleştiren ve bugünün tarihsel geçmişten uzaklığını belirten tarihsel deneyim zemininde kökten devamsızlığa dair yüksek farkındalığın açık bir işaretidir. Bu kökten değişimleri bir Evidenzwandel’in peş peşe ifadeleri olarak gören Reinhart Koselleck’in teorik çalışması, belirli bir döneme özgü tecrübeyi kuşatan dil yapılarının eşiğinden öteye bu kavramın menzilini genişletme ve böylece ikonografi ve anıtlar üzerine çalışmalarında keşfettiği dil dışı alanı kucaklama meziyetine sahiptir. Anıtlarda somutlaşan görsel kodların gösterdiği üzere, hâkim grupların ön yargılarındaki değişimleri yöneten, zaman içindeki bir Evidenzwandel, daha önceki bir dönemde aşırı önem verilen bir şeyi sonraki bir dönemde epeyce muğlaklaştırabilir.

    Benim yorumlama çerçeveme göre, Evidenzwandel’in öne çıkardığı devamsızlık her şeyden önce geniş simgesel teşekküllerdeki tüm değişimlere işaret eder, ki biz bu teşekküller sayesinde kendimizi ve ortak bir dünyada başkalarıyla birlikte var olma biçimlerimizi yorumluyoruz. Belirli dönemlerdeki baskın grupların benimsediği temel ön yargılardaki değişimler somutlaşmış simgelerin anlamındaki derin ama çoğu zaman nadiren hissedilen değişimler seviyesinde tespit edildiğinde tarihin dokusundaki yarıklar kanıtlanır ki tarihi devamlı bir süreç hâlinde kuşattığını iddia eden herhangi bir tarih felsefesi ya da siyasi ideoloji bunun üstesinden gelmeye muktedir değildir. Koselleck’in yerinde ifadelerini ödünç alıp söylersek, karmaşık tarihsel zaman katmanları ön yargılı modellerin tek-tip şemasına indirgenemez gibi yeni bir çağdaş farkındalık varsa bu iç görü bizi yeni bir tarihsel yorumlamaya yönlendirecek ve sadece dilde ve kavramlardaki değişimler hususuna değil, böyle ifadelerle (hareket, tavır, kıyafet veya tarz gibi belirli bir dönemde çoğu zaman olağan sayılan dil dışı evren) bağlantılı bütün bir görsel kodlar sahasındaki örtük değişimler hususuna da yeniden dikkat kesilmeye yöneltecektir.

     

     

     

    *Emekli Profesör, Université de Picardie Jules Verne, Felsefe Bölümü.

     

     

     

     

     

    [1] “Sie fragt ausdrücklich nach dem jeweils epochalen Evidenzwandel, wie er sich sprachlich in den Begriffen artikuliert hat.” Reinhart Koselleck, Giriş, Geschichtliche Grundbegriffe, Historisches Lexikon zur politisch-sozialen Sprache in Deutschland, cilt. 1 (Stuttgart: Klett, 1972), s. xix. Türkçesi: “Kavramlarda dilsel olarak dile getirildiği şekilde, dönemsel apaçıklık/izah değişimini geriye yönelik biçimde açık bir şekilde sorar.”

    [2] Örneğin bkz. Blumenberg Reader sözlüğündeki “Evidenz” maddesi. Anladığım kadarıyla Blumenberg ve Koselleck “Evidenz” ifadesini vazıh/apaçık olduğu tasavvur edilen şeyin tarihselliğini işaret etmek için benzer şekilde yorumlarlar. Bunun en erken görüldüğü yer ise Koselleck’in Kritik und Krise kitabı ve Blumenberg’in “Möglichkeit und Wirklichkeit des Romans” başlıklı konuşmasıdır: Bu konuşma, Koselleck’in de katıldığı Poetik und Hermeneutik, Nachahmung und Illusion grubunun ilk oturumunda sunulmuştur. Bkz. History, Metaphors, and Fables. A Hans Blumenberg Reader, ed. ve çev.: Hannes Bajohr, Florian Fuchs ve Joe Paul Kroll (Ithaca: Cornell University Press, 2020), s. 581; Hans Blumenberg, “Möglichkeit und Wirklichkeit des Romans”, Poetik und Hermeneutik, cilt. 1, Nachahmung und Illusion, ed. H. R. Jauss (Münih: Fink, 1969), s. 9-27; Reinhart Koselleck, Kritik und Krise. Ein Beitrag zur Pathogenese der bürgerlichen Welt (Freiburg/Münih: Karl Alber, 1959).

    [3] Reinhart Koselleck, “Darstellung, Ereignis und Struktur,” Vergangene Zukunft. Zur Semantik geschichtlicher Zeiten (Frankfurt am Main: Suhrkamp, 1979), s. 148-149.

    [4] Reinhart Koselleck, “Kriegerdenkmale als Identitätsstiftungen der Überlebenden,” Identität, Poetik und Hermeneutik, cilt. 8, ed. Odo Marquard ve Karl-Heinz Stierle (Münih: Fink, 1979), s. 274.

    [5] Nelson Goodman, Ways of Worldmaking (Indianapolis: Hackett, 1978), s. 1; Goodman burada açıkça Ernst Cassirer’in sunduğu simge teorisinden faydalanır. Bu minvalde bkz. benim simge yorumum: Jeffrey Andrew Barash, Collective Memory and the Historical Past (Chicago and London: University of Chicago Press, 2016).

    [6] Bkz. Örneğin Jennifer Harris, “The Red Cap of Liberty: A Study of Dress Worn by French Revolutionary Partisans, 1789-94,” Eighteenth-Century Studies, cilt. 14, 3, (Spring, 1981), s. 283-312; Richard Wrigley, The Politics of Appearances. Representations of Dress in Revolutionary France (Oxford/New York, Berg, 2002); Michael Sonenscher, Sans-Culottes: An Eighteenth-Century Emblem in the French Revolution (Princeton and Oxford: Princeton University Press, 2008).

    [7] “Ce sont des costumes simples, poétiques, absurdes. C’est un beau rêve d’artiste, avec je ne sais quel soupçon de fumisterie d’atelier, s’il est possible de prêter un sourire aux passions graves de ce temps-là”; Alphonse Aulard, Études et leçons sur la Révolution Française, (Paris: Felix Alcan, 1893), s. 262; ayrıca bkz. Pierre Mollier, “David ou le triomphe de la citoyenneté,” Grand Orient de France, Humanisme, 2009, 1, nr. 284, s. 97-106.