FOUCAULT’NUN İKİ KANT’I

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Taha Tunç*

    Fransız filozof Michel Foucault, kendisini sıklıkla başta Immanuel Kant olmak üzere Aydınlanma üzerine düşünen filozofların yanına yerleştirir. Foucault’nun 1978-1984 yılları arası çalışmalarına damgasını vuran Kant okuması bunun gerekçelerinden sadece biridir. Foucault’nun Kant’la ilk karşılaşması değildir bu. Temel doktora tezi Deliliğin Tarihi’yle birlikte, 20 Mayıs 1961’de Jean Hyppolite (danışmanıydı) ile Maurice de Gandillac’ın bulunduğu jüri karşısında savunduğu tamamlama tezi, Kant’ın Anthropologie in pragmatischer Hinsicht (Pragmatik Bakış Açısından Antropoloji) metninin Fransızca çevirisi ve çeviriye yazdığı uzun girişten oluşur. Foucault’nun yazdığı giriş 2008’de Fransızca baskıda çeviriyle birlikte, İngilizce baskıda ise çeviriden ayrı bir kitap olarak yayımlanır.[1] Foucault bu çalışması için 1959-1960 arasında Kant’ın elyazmalarının bulunduğu Rostock yakınlarındaki Hamburg’da araştırmasını yürütür.[2] Başta Kelimeler ve Şeyler olmak üzere başka metinlerinde düşünce tarihinin merkezî figürlerinden biri olan Kant’la karşılaşırız. Gelgelelim Foucault’nun düşüncesinin farklı anlarında başlıca muhatap konumunda yer alan iki farklı Kant mevcuttur.

    Kant’ın Antropoloji ve “Aydınlanma Nedir?” metinlerinin Foucault’nun düşüncesindeki etkisi dikkate değerdir, hatta günümüzde Foucaultcu bir eleştiri felsefesinden bahsetmemizi mümkün kılan etkenlerden biridir. Bu metinlerin hem Kantçı eleştiri felsefesinde hem de Foucault’nun okumalarındaki yerini incelemek gerekir.

    1.     Antropoloji ve Aydınlanma

    Kant’ın eleştiri felsefesinin temel meselesi ampirik olarak verili olanın ardında yatan ve bilgimizi mümkün kılan koşulları, yani transandal olan yapıları belirlemektir. Bu bakımdan uzayla zaman, ampirik gerçekliği haiz olsalar da transandantal açıdan ideal yapılardır; nesneleri deneyimlememizi mümkün kılarlar – Kant’ın transandantal idealizmi kabaca böyledir. Eleştiri veya transandantal eleştiri, bir yandan (Saf Aklın Eleştirisi’nin “Transandantal Estetik” ve “Saf Akıl Disiplini” bölümlerinde) pozitif anlamda matematikte a priori sentetik bilmenin imkânını soruşturmaya, öte yandan (“Transandantal Diyalektik”te) negatif anlamda görüsel alanın bilgisinin kapsamını araştırmaya vakfedilir.[3] Kantçı eleştiri hem imkân hem sınır soruşturması olarak karşımıza çıkar böylece. Üçüncü eleştiri Yargı Yetisinin Eleştirisi’nden 8 yıl sonra yayımlanan Pragmatik Bakış Açısından Antropoloji’de ise Kant, bu defa transandantal incelemeyi değil insanın ampirik bilgisini öne çıkarır. Metafizik “Ne bilebilirim?”, Ahlak “Ne yapmalıyım?”, Din “Ne umabilirim?” sorularıyla meşgulken, “İnsan nedir?” sorusu Antropoloji’yle sorulur Kant’a göre.[4] İnsanın antropolojiyle birlikte bilimin nesnesi olması, Kant’ın transandantal eleştirisinin ihtiyaç duyduğu ampirik içeriğe işaret eder.

     

    “Aydınlanma Nedir?”i de Kant’ın eleştiri felsefesiyle ilişkilendirmek mümkün. Kant’ın Berlinische Monatsschrift adlı aylık derginin sorduğu “Aydınlanma Nedir?” sorusuna yönelik cevabı oldukça nettir: “Aydınlanma, insanın kendi hatasıyla düştüğü yetişkin olmama hâlinden kurtulmasıdır.”[5] “Çıkış” (Ausgang) ancak insanın kendi aklını kullanma cesaretini göstermesiyle mümkün olur. Elbette bireylerin aksine halkların aydınlanması görece kolay olabilir ama süreci yavaştır ve tek şartı vardır: Özgürlük.[6] Özgürlük olmadan Aydınlanma olmayacaktır. Kant böylelikle transandal eleştirinin hedefinde bulunan Aydınlanma’yı özgürlük koşuluna bağlar. Fakat bu özgürlük sorunu Kant’ı bir yöneticinin nasıl olması gerektiğini sormaya yani “yönetme” sorununa götürür. Kant’a göre Aydınlanma yanlısı bir yönetici elindeki tüm askerî güce rağmen şunu söyleyebilmelidir: “İstediğiniz şeyi istediğiniz kadar düşünün ama itaat edin!”.[7] Yöneticinin düşünme ile itaati birbirine bağlayan formülü, Kant’ın “insan” tasavvurunda buluşur. Bu Aydınlanma fikri yaygınlaştığında yönetimler insana makineden fazla bir şey olarak, insan haysiyetine yakışır şekilde muamele edecektir.[8] Böylelikle Kant’ın transandantal eleştiri projesinin hedefinde yer alan Aydınlanma, tıpkı Antropoloji’de olduğu gibi, belli bir insan tasavvurundan ayrı düşünülemez hâle gelir.

    Foucault’nun okumasının bize göstereceği gibi, Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’nde icra ettiği klasik metafizik eleştirisi, Antropoloji ve “Aydınlanma Nedir?”deki insan tasavvurundan ayrı düşünülemez. Bu bakımdan Kant’ın metafiziğinin aradığı transandantal temel ancak ampirik veya tarihsel olanın devreye girmesiyle temellendirilir. Foucault’nun analizlerini besleyen ise transandantal ile tarihselin gerilimidir.

    2.     Transandantal ile Tarihsel Arasında

    Foucault’nun antropoloji incelemeleri erken dönemine, Aydınlanma çalışmaları son dönemine tekabül etse de iki okuma arasında paralellikler saptanabilir.[9] Felsefe tarihinin temel gerilimlerinden biri olan tarihsel ve ampirik olan ile transandantal ve ideal olan, yani mevcut koşullara göre değişebilen ile koşullara göre değişmeyen arasındaki ilişki Foucault’nun eleştiri felsefesini anlamamızı sağlayabilir. Antropoloji’ye yazdığı girişte Foucault bize antropolojik düşüncenin transandantal felsefeye doğru önemli bir geçit sunduğunu söyler: “Antropoloji, Saf Aklın Eleştirisi’ni ampirik düzeyde tekrar eder – bu düzeyde Pratik Aklın Eleştirisi de kendisini mükerrer hâlde bulur: Zorunlunun alanı aynı zamanda buyruğun alanıdır.”[10] Kant’ın transandantal eleştirisinin vardığı antropoloji, aslında bilginin a priori’si ile ahlaki buyruğun, hakikat/doğruluk ile özgürlük sorununun ayrılmazlığını gösterir. Bu durumu Kelimeler ve Şeyler’de (1966) gündeme gelir:

    “Ampirik içeriklere transandantal değer yüklemek veya onların yerini kurucu öznellik doğrultusunda değiştirmek, ancak bir antropolojiye –hiç olmazsa sessiz sedasız– yer açmakla mümkün olur – antropoloji ise edinilen bilginin (nihayetinde de tüm ampirik bilginin) makul kısıtlarının aynı zamanda varoluşun muayyen biçimleri olduğu, daha net biçimde söylersek, aynı ampirik bilgiye verili hâlde olduğu bir düşünce tarzıdır.”[11]

    Demek ki Kant’ın metafizik projesi antropolojisinden ayrı düşünülemez, metafizikte transandantal olarak saptanan unsurlar antropoloji açısından ampirik olarak gerekçelendirilir. Foucault insanın bilimi olarak beliren antropoloji ile düşünmenin zeminini soruşturan metafizik arasındaki gerilimi şöyle özetler: “Yani antropoloji, sadece bilim olmakla kalmayıp tüm insan bilimlerinin ufku da olan insanın bilimi değil, aynı zamanda insanın bilgisini kendisi için hem temellendiren hem sınırlandıran şeyin de bilimidir.”[12] Bu doğrultuda belli bir zaman aralığında ve belli bir coğrafi kesitte beliren insan bilimleri de antropolojik düşüncenin ürünü olarak anlaşılabilir. Kelimeler ve Şeyler’de icadı son dönemlere tekabül eden “insan” figürünün belki de sonunun geldiğini söylediğinde Foucault’nun kastettiği, insana yönelik belli bir kavrayışın, belli bir antropolojik düşünme biçiminin sonudur aslında.[13]

    Maurice Florance müstear adıyla 1980’de yazdığı metinde kendi yöntemini “antropolojik evrensellerin tümü karşısında sistematik bir şüphecilik” olarak adlandırması Foucault’nun antropoloji eleştirisinin sürekliliğini hatırlatır.[14] Evrensellerin/tümellerin antropolojik bir varsayım olduğunun ortaya çıkarılması hem Kant incelemelerine hem yapıtının geneline damgasını vurur: “(…) evrensellerin olmadığını varsayalım. Bu noktada tarihe ve tarihçilere şu soruyu soruyorum: Devlet, toplum, hükümdar, tebaa vb. bir şeyin varlığını a priori kabul etmediğiniz takdirde nasıl tarih yazabilirsiniz?”[15] İlk olarak ABD’de yayımlanan ilk “Aydınlanma Nedir?” metninde transandantal ve evrensel a priori’nin karşısında, Foucault’nun “yöntemi bakımından arkeolojik, gayesi bakımından soykütüksel”[16] araştırması, Kelimeler ve Şeyler’in epistemolojik zeminini netleştirmek amacıyla 1969’da yayımladığı Bilginin Arkeolojisi’nde tasvir edildiği gibi, tarihsel a priori’lerin peşine düşer.[17] Transandantal olan ile tarihsel olan arasında yeni bir ilişkiyi ifade eden tarihsel a priori “Aydınlanma Nedir?”de “olay/hadise”[18] (événement) olarak, kendi çalışmasının geneli ise “bir olaysallaştırma sınaması”[19] (épreuve d’événementialisation) olarak belirir. Yani Foucault, transandantal ile tarihsel arasında yeni ilişkilerin ancak şeyleri tümellerden itibaren düşünmeden, tekillikleri dâhilinde incelemekle mümkün olacağını gösterir. Foucault’da olay kavramı bu tekilliğin ifadesidir; olaysallaştırmalar aracılığıyla özne, devlet, tebaa, hükümdar gibi tümellerin tarihsel varoluşları ortaya çıkarılır. Foucault’nun transandantal eleştiriyi tarihselleştirdiği, a priori olarak hedefe konan şeyin tarihsellikten arındırılamayacağını gösterdiği söylenebilir.

    Sonuç olarak, Foucault’nun eleştiri felsefesi Kant’ın iki metninden hareketle anlaşılır hâle gelir: 1) Antropoloji’yle birlikte transandantal eleştirinin ihtiyaç duyduğu tarihsellik ortaya çıkar (bu durum, tarihsel a priori’yle pozitif varlığa bürünür); 2) “Aydınlanma Nedir?” ise eleştirinin kendisini konumlandırmak için kendi çağımızla belli türde ilişki kurmamız gerektiğini gösterir.

    3.     Tarihsel Epistemolojiden Tarihsel Ontolojiye

    Foucault’nun iki Kant’ından bahsederken, alışık olduğumuz Eleştiriler’in Kant’ından “başka bir Kant” söz konusudur.[20] “Aydınlanma Nedir?” üzerine ders notunda bilginin biçimsel koşullarını arayan Kant okumalarına “hakikat/doğruluk analitiği”, kendi okumasına ise “kendimizin ontolojisi” veya “şimdinin ontolojisi” dediğinde yaptığı ayrımla, “tarihsel ontoloji” olarak adlandırdığı bir eleştiri fikrine doğru yönelir.[21] Böylelikle kendi düşüncesini Fransa’da “tarihsel epistemoloji”[22] olarak adlandırılan ve Gaston Bachelard, Alexandre Koyré, Jean Cavaillès ve Georges Canguilhem gibi isimlerin öncülük ettiği düşünce geleneğine yaklaştırır.[23] Jean-Paul Sartre ve Merleau-Ponty’nin “deneyim, duyu, özne felsefesi” ile “bilgi, rasyonalite ve kavram felsefesi” olarak adlandırdığı tarihsel epistemoloji arasında net bir ayrıma gider.[24] Foucault burada da tarihsel epistemoloji geleneğini Almanya’da Kant’tan ve “post-Hegelcilerden Feuerbach, Marx, Nietzsche ve Max Weber vasıtasıyla Frankfurt Okulu’na uzanan” Aydınlanma geleneğine yaklaştırarak Fransa’da Aydınlanma sorusunun büyük ölçüde bilim tarihi ve felsefesi üzerinden sorulduğunu söyler.[25] Bizim okumamıza göre ise Foucault eleştiri felsefesini (tarihsel ontolojisini) Fransa’daki bu tarihsel epistemolojinin yüklendiği Aydınlanma düşüncesinden türetir.

    Kant’ın Aydınlanma’sında yönet(il)me ile bilme biçimlerimiz arasındaki ilişki, yani özgürlükle bilgi ilişkisini gündeme getirdiğini söylemiştik. Foucault Kant’ın bu ilişkiyi sorunsallaştırmasını, kendi çağını bir “olay” (“devrim”) etrafında inceleme niyetinden geldiğini iddia ederek öncekilerden farklı bir düşünme biçiminin önünü açtığını söyler: “‘Güncelliğimiz nedir? Mümkün deneyimlerin mevcut alanı nedir?’ Bir hakikat analitiği değildir bu, şimdinin ontolojisi, kendimizin ontolojisi diyebileceğimiz şeydir.”[26] Gelgelelim, Foucault’nun Kant’tan aldığı bu ilham defalarce dile getirilmiştir daha önce.[27] Ama genellikle göz ardı edilen başka bir husus bulunur: Kant’ın seyrettiği “yolu tersten kat etmek” gerektiğini de söyler Foucault. Aydınlanma’nın Eleştiri projesi uğruna heba olduğunu ima ederek Kant’ın epistemolojik-transandantal sorusunu “tavır meselesi”ne doğru götürür.[28] Kant eleştirinin bu yeni anlamına yaklaşmışsa da aksi yönde gitmeyi sürdürmüştür. Kant’ın kendi çağını bir olay etrafında sorunsallaştıran tavrı, bilmeyle yönetme arasındaki ilişkiyi gündeme getirme tavrı, Foucault’nun “eleştirel tavrı”nın başlangıcıdır. Eleştiri, ancak bilginin tahakkümle rabıtasını ortaya koyabilirse bireysel ve kamusal olarak yetişkin olmama hâlinden kurtulabilir.[29]

    Sonuç olarak, bir yandan Kant’ın iki metninin Foucault’nun eleştiri projesine olan katkısını yadsımak zor, öte yandan Foucault’da Kant’ın izlediği yolu izlemeyen bir tavır da var. Eğer günümüzde Foucaultcu eleştirinin özgün noktalarına odaklanabilirsek, eleştirinin farklı bir anlamını işler hâle getirmek de mümkün olabilir.

     

    *Arş. Gör. Gaziantep Üniversitesi, Felsefe Bölümü.

     

     

    [1] Michel Foucault, Introduction à l’Anthropologie de Kant, haz. Daniel Defert, François Ewald ve Frédéric Gros, ardından Emmanuel Kant, Anthropologie du point de vue pragmatique, çev. ve not. Michel Foucault (Paris: Vrin, 2008). İngilizcesi: Introduction to Kant’s Anthropology, ed. Roberto Nigro, çev. R. Nigro ve Kate Briggs (Los Angeles: Semiotext(e), 2008).

    [2] Daniel Defert, François Ewald ve Frédéric Gros, “Introduction”, Introduction to Kant’s Anthropology, 9.

    [3] Paul Guyer ve Allen Wood, “Introduction to the Critique of Pure Reason”, Critique of Pure Reason, çev. P. Guyer ve A. W. Wood (Cambridge: Cambridge University Press, 1998), 7-8.

    [4] Immanuel Kant, Lectures on Logics, çev. J. Michael Young (Cambridge: Cambridge University Press, 1992), 538; antropoloji ile mantık arasındaki fark için ayrıca bkz. s. 327.

    [5] Immanuel Kant, “An Answer to the Question: ‘What is Enlightenment?’”, Political Writings, ed. H.S. Reis, çev. H.B. Nisbet (New York: Cambridge University Press, 1991), genişletilmiş 2. baskı, 54.

    [6] Agy, 55.

    [7] Agy, 59, vurgu yazara ait.

    [8] Agy, 59-60.

    [9] Foucault’nun 1954-1955’te Lille Üniversitesi ve École normale supérieure’de (ENS) verdiği antropoloji dersleri La Question anthropologique (Antropoloji Meselesi) başlığıyla Gallimard ile Seuil yayınları ve École des hautes études en sciences sociales (EHESS) ortaklığıyla “Hautes Etudes” dizisinden yayımlanacaktır.

    [10] Foucault, Introduction, 103.

    [11] Michel Foucault, Les Mots et les choses. Une archéologie des sciences humaines (Paris: Gallimard, 1966), 261.

    [12] Foucault, Introduction, 117.

    [13] Bkz. Foucault, Les Mots et les choses, 398.

    [14] Michel Foucault, “Foucault”, Dits et écrits: 1954-1988, 4. cilt, no.345 (Paris: Gallimard, 1994), 634.

    [15] Michel Foucault, Biyopolitikanın Doğuşu, Collège de France Dersleri, 1978-1979, çev. Alican Tayla (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2019), 5.

    [16] Michel Foucault, “Débat au département d’histoire”, Qu’est-ce que la critique ? suivi de La culture de soi, haz. Henri-Paul Fruchaud ve Daniele Lorenzini (Paris: Vrin, 2015), 132; Türkçesi: Eleştiri Nedir? Kendilik Kültürü, çev. Murat Erşen (İstanbul: Ayrıntı, 2021).

    [17] Michel Foucault, L’Archéologie du savoir, (Paris: Gallimard, 1996), 167.

    [18] Michel Foucault, “Qu’est-ce que les Lumières ?”, Dits et écrits, no.351, 686-87.

    [19] Foucault, “Qu’est-ce que la critique ?”, Qu’est-ce que la critique ?, 51, 56-7.

    [20] Daniele Lorenzini ve Arnold I. Davidson, “Introduction”, agy, 12-3.

    [21] Michel Foucault, “Qu’est-ce que les Lumières ?”, Dits et écrits, no.351, 687-688.

    [22] Tarihsel epistemoloji konusunda bkz. Ferhat Taylan, Concepts et rationalités. Héritages de l’épistémologie historique de Meyerson à Foucault (Paris: Editions Matériologiques, 2018), 3-11.

    [23] Michel Foucault, “La vie : l’expérience et la science”, agy, no.361, 768.

    [24] Agy, 764. Fransız fenomenolojisinin güncel tartışmaları da göz ardı edilemeyecek boyuttadır. Bkz. Emre Şan, “Sunuş”, Çağdaş Fransız Felsefesi ve Fenomenoloji Hareketi, der., çev. E. Şan (İstanbul: Pinhan, 2017), 7-31. Metne şuradan erişim mümkün: https://www.academia.edu/38979852/Frans%C4%B1z_Fenomenoloji_Hareketi_Sunu%C5%9F_

    [25] Agy, 766-67.

    [26] Foucault, “Qu’est-ce que les Lumières ?”, agy, no.351, 687.

    [27] Bkz. Frédéric Gros, “Foucault et la leçon kantienne des Lumières”, Lumières 8 (2007): 159-160.

    [28] Lorenzini ve Davidson, “Introduction”, agy, 15; Foucault, “Qu’est-ce que la critique ?”, agy, 58.

    [29] Foucault, agy, 58.