MECMÛ‘A-İ ÂLEM’DEN MECMÛ‘-İ ÂLEM’E: YAZMA MECMUALAR VE BİLGİ İLETİŞİMİ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: Ensar Karagöz*

    İnsanı tarif etmek için kullanılan bir tabirdir mecmû‘-i âlem terkibi. Bilgi ve iletişim ise kâinatın zübdesi olan insanı diğer bütün varlıklardan ayırt eden aklın en tabii ürünleridir. İnsanın mevcudiyetinin iptidasından günümüze kadar değişik şekillere bürünmüş iletişim olgusu; mektup, telgraf, telefon, radyo, televizyon ve en nihayet internetle birlikte gelişmiş ve farklı bir hâl almıştır. Özellikle milenyumla birlikte ortaya çıkan sosyal medya adı verilen sanal dünya ile insanların bihaber olma durumu neredeyse imkânsız hâle gelmiştir. İnternet 3.0 ve Metaverse gibi gelişmiş iletişim teknolojilerini konuştuğumuz şimdilerde ise bu ikilinin nasıl bir hâl alacağı bir çoğumuz için muammadan ibarettir.

    İslam’ın ilk dönemlerinde hoca-talebe ilişkisi üzerinden devam eden bilgi intikali, Kur’ân-ı Kerîm’in mushaf hâline getirilmesi ve özellikle hadis tedvini ile bilginin yazılı olarak intikal etmesine evrilmiştir. Her ne kadar eskilerin sadren an sadrin dedikleri ilmi satırdan değil de bir üstattan tahsil etme sistemi temel yöntem olarak devam etse dahi üretilen bilginin zayi olmaması için zapt altına alınması, yani yazılması elzem olmuştur. Bu saiklerle, üretilen bilgi yazılmaya başlanmış ve yazma eser dediğimiz (ar. مخطوط, lat. manuscriptus) ürünler ortaya çıkmıştır. Bu yazmaları, ihtiva ettikleri bilgi ve tasarım şekline göre tasnif etmek mümkündür. İşte bu cümleden genellikle içerisinde birçok bilginin cem edildiği yahut bir konu veya meselede üretilmiş farklı bilgilerin bir araya getirildiği yazma eserlere mecmua denmiştir.

    Burada nispeten ele almaya çalışacağımız konu ise özellikle Osmanlı coğrafyasında bilgi iletişiminin bir unsuru olarak yazma mecmualardır. Konusuna göre resâil, eş‘âr, ebyât, tarih, güfte mecmuası vs. isimlerle anılmakla birlikte şeklinden dolayı cönk, dana dili gibi farklı adlarla anılmış bu mecmualar birer antoloji hüviyetindedir. (Grk. ἀνθολογία/antologia. Yunancada çiçek toplamak manasına gelmektedir. Günümüzde mecmuanın karşılığı olarak kullanılan dergi de bir araya getirmek, toplamak manasına gelen dermek fiilinden türetilmiştir.) Bazıları ise tamamen ajanda veya not defteri mantığıyla kullanılmıştır. Özellikle 16. yüzyıldan sonra telif eser şeklinde algılanmaya başlayan mecmualar daha çok manzum ağırlıklı metinlerin bir araya getirilmesinde kullanılmıştır. Fakat 17. yüzyılın ikinci yarısından sonra okur-yazar grupların arasında bir mecmua türünün popülaritesi bir hayli artmıştır. Kırkanbar diye adlandırılan, ismiyle müsemma bu mecmualar akla gelebilecek her şeyin –burada her şeyden maksat gerçek manada her türlü bilgidir– bulunabileceği, tasnifle uğraşan birçok araştırmacının karışık diye nitelendirdiği mecmualardır.

    Bir Sosyal Mecra Olarak Mecmualar
    İletişim araçları ve alanlarının gün geçtikçe değiştiği günümüzde artık sms yahut e-posta gibi yöntemler bile klasik olarak algılanmaya başlandı. Kullandığımız birçok sosyal medya uygulaması insanların birbiriyle gerek aşikâr gerek daha özel iletişim kurduğu alanlar oldu. Her ne kadar birçoğumuz sosyal medyayı iletişim kurmak, haber almak ve bilgiye ulaşmaktan ziyade eğlence amaçlı video izlemek, insanların anılarını paylaştığı resimlere bakmak ve ses kayıtlarını dinlemek için kullanıyor olsak da fonksiyonel olarak bu durum devam etmektedir. Peki Osmanlı yazın hayatında bu amaç doğrultusunda kullanılan bir türün var olduğunu yahut bu şekilde bir bakış açısıyla incelendiğinde neredeyse aynı amaca hizmet ettiğini söylesek çok abartmış olur muyuz? Bu sorunun cevabı biraz da bu yazının başına iliştirilen beyitte gizlidir. Hıfzî Mehmed Efendi’nin (ö.?) mecmuasının başına iliştirdiği bu beyit, tertip ettiği eserine bakışını göstermektedir. Zira mecmuasında ilaç tariflerinden, farklı türde şiirlere, ağır akide metinlerinden hadîs-i şerif rivayetlerine kadar birçok farklı unsur bulunmaktadır. Bu arada mecmuanın kimin olduğunu belirtmek için ismini yazıp mührünü basmayı da ihmal etmemiştir Hıfzî Efendi. Şimdi bir alegoriyle bu mecmuayı Hıfzî Efendi’nin bir sosyal medya uygulamasındaki profili olarak düşünürsek; ismi mevcut, profil resmi yerine mührü var, farklı zamanlarda yazdığı yazılar ve paylaştığı beyitler –Hazret-i Mevlânâ Mesnevî’de buyurmuş ki– şeklinde alıntılar var. Çok tanıdık geldi değil mi? Herhangi bir dostumuzun yahut tanıdığımızın Facebook yahut Twitter profiline ne kadar benziyor.

    Yazma fiilinin temel dinamiği okunmak için oluşudur. Hıfzî Efendi de mecmuasını oluştururken ister kendisi ister başkası tarafından okunacağını bildiği için yazıyor ve bundan da eğlendiğini mecmuasının başına yazdığı beyitte izhar ediyordu. Tabii eğlenmek fiilinin esas itibarıyla oyalanmak, bir mesele üzerinden durmak manasına geldiğini göz önünde bulundurmakta fayda var. Bu manasıyla biz de sosyal medyada eğlenmiyor muyuz?

    Hıfzî Efendi, mecmuası vasıtasıyla okurlarıyla kurduğu iletişimde kendisinin nelerle uğraştığını neleri okuduğunu ve kendisini nasıl tanımladığını göstermektedir.

    Bir de tabiri caizse nicknameli mecmua sahipleri vardır ki işte bunlar tasnif yapan kişiyi sosyal medya tabiriyle stalk yapmaya yani mecmua sahibinin izini rastlanması muhtemel her mecrada aramaya iter. Bu mürettipler mecmualarında adlarını yazmaz, kendilerinden bahsetmez ve gizlemeye çalışırlar. Okurlarla kurduğu iletişimde “kâtibinin kalemiyle”, “bu fakir yazdı”, “bu fakirin kalemiyle”, “bu hakir ve aciz kul söyledi” manalarına gelen li-kâtibihî, li-muharirihi’l-fakîr, bi-kalemi’l-fakîr, li-kâilihi’l-fakiri’l-hakîr rumuzlarını sıkça kullanırlar. Tezkirecilik ve kadı naipliği yapmış Saffetî’ye (ö. h. 1164, m. 1750-1) ait mecmua bu nevidendir. Mecmuasına yazdığı şiirlerinin başına li-muharirihî yazmaktan başka mecmuasında kendini tanıtacak herhangi bir ifade kullanmamıştır.

    Birtakım mecmualar gerek tertip edildiği devirlerde gerek sonrasında fenomen olmuşlardır. Bu mecmuaların takipçileri bir haylicedir. Örnek olarak Azmizâde Hâletî (ö. 1631) ve Rodosîzâde (ö. 1701) zikredilebilir. Özellikle 18. yüzyıl başından itibaren tertip edilen mecmualarda min mecmû‘ti Azmizâde, min hatti Azmîzâde Hâletî şeklinde onun mecmuasından ve el yazısından yapılan nakiller bir hayli fazladır. Aynı şekilde özellikle edebiyatta cereyan eden Sebk-i Hindî akımı sonrası Farsça ağırlıklı mecmualarda Rodosîzâde’nin mecmuasından çokça nakiller yer almaktadır. Bu durum, bu şahısların tertip ettiği mecmuaların insanlar arasında popüler olmasını sağlamıştır. Aynı zamanda bilgi iletişimine katkıda bulunmuş ve kendi dağarcıklarında biriktirdikleri malzemenin meraklıları arasında pay edilmesine vesile olmuştur.

    Tayyîbî’ye ait mecmuanın başında yazılı olan kıta mecmuanın ne kadar önemli ve mahrem olduğunu göstermesi açısından önemlidir:

    Sana benden nasîhat ey birâder
    Sakın mecmû‘anı yârâna virme
    Cihânda ehl-i irfâna sözüm yok
    Velî nâ-ehil olan nâdâna virme

    Köseç Halil Efendi’nin mecmuasının başına yazdığı şu beyit de içerik olarak zengin bir mecmuanın okur için ne ifade ettiğini çok güzel bir şekilde açıklamaktadır:

    Enîs-i cân edinmek elde bu mecmû‘a-i pâki
    Hele bir gam-güsâr nüktedân bulmak kadar vardır

    Aynı şekilde Mehmed Emin Efendi de eline geçen güzel bir mecmuanın başına “Bu mecmû‘a sâhibinden Hakk te‘âlâ râzı olsun. Mütâla‘a edip yâdigâr yazılıp intikal ettik. Mührümüzü bastık ki bizden de teberrük olsun. Zilhicce 1211” [m. 1797] yazarak ona verdiği değeri izhar etmiştir.

    Görüldüğü gibi mecmualar mürettibi ile okuyucusu arasında tıpkı günümüz sosyal medyasında olduğu gibi farklı bir bağ kurmaktadır. Mürettibinin güldüğüne gülmek üzüldüğüyle üzülmek okuyucu için kaçınılmaz bir son gibidir. Bu yönüyle mecmualar bilgi iletişimiyle birlikte duygusal iletişimi de beraberinde getirmektedir. 18. yüzyılın önemli tarihçi ve aynı zamanda en çok mecmua tertip eden simalarından Müstakîmzâde’nin (ö. 1788) bir mecmuasına yazdığı şu pasaj karşısında tıpkı kendisi gibi ağlamamak elde değildir:

    “Diyâr-ı Anadolu’dan henüz gelmiş bir bâliğ uşak ile pilav ekl olunurken su’âl edüp ‘Sizin vilâyetinizde dahi pirinç pilavı ekl eder misiz?’ dediler. Cevâbında ‘Her bayrâm’ dedikde istifsâr olundu. ‘Vilâyetimizin ağası vardır. Tabh edüp bizlere bir çanak her bayrâm verir, yeriz’ dediği sebeb-i bükâmız oldu.”

    Bilgi İletişiminde Mecmualar
    Ben odaklı bilgiler cihetinden son derece mühim olan mecmuaların ihtiva ettikleri bilgileri eskilerin tabiriyle hurda/kırıntı görmek son derece yanlıştır. Özellikle belli bir amaç doğrultusunda tertip edilmiş ise bu mecmualar bilgilerin intikalinde mühim bir vazife görmektedirler. 17. yüzyılın ikinci yarısından sonra işlerliği iyiden iyiye artmış güfte mecmuaları, musiki repertuarımızın coğrafyanın birçok yerine taşınmasında önemli bir rol üstlenmiştir. Aynı şekilde bazı şiir mecmuaları edebiyat muhitlerinin birbiriyle olan iletişiminde temel mecra olmuştur. Bunlar içerisinde belki de en ilginç olanı Hısn-ı Mansûrîzâde Mucib Efendi’nin (ö. 1727) tertip ettiği mecmuadır. Yaklaşık 30 sene boyunca yanından ayırmadığı mecmuasındaki sayfalarca bilgiyi beraberinde gezdirmiştir. İstanbul, Gelibolu, Diyarbakır, Halep, Bağdat gibi şehirlerde hep yanında taşıdığı mecmuasıyla şehirler arası bilgi taşımacılığı yapmıştır. Aşağıda yer alan haritadan daha net bir şekilde anlaşılacağı üzere Mucib Efendi’nin mecmuası, Osmanlı coğrafyasının en kadim şehirlerinin şairleri arasında bir ağ kurmuştur. Mecmuada 20’den fazla şairin kendi el yazısıyla şiirleri bulunmaktadır. Bunların içerisinde 12 şair Diyarbakırlıdır. Mecmua bu cihetiyle taşra merkezi ile payitahtta bulunan şairlerin birbiriyle olan iletişiminde bilgi ve görsellikle hizmet etmiştir. Mecmuada el yazısıyla şiirleri bulunan şairlerin haricinde birçok âlimin mecmuasından ve hattından yapılan nakiller, mevcut bilginin yayılmasına da hizmet etmektedir.

    Bu durum biraz da Twitter kullanıcılarının yakından bildiği alıntılı tweete (retweet) benzemektedir. Mucib Efendi’nin min mecmû‘ati Hafız Post şeklinde meşhur bestekâr Hafız Post’un (ö. 1694) mecmuasından naklettiği pasajlar, kardeşi Münib Efendi’nin (ö. 1716) de mecmuasında karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca Sa‘dî Çelebi (ö. 1539), Azmîzâde, Kafzâde (ö. 1622), Nâbî (ö. 1712), Âgâh-ı Semerkandî (ö. 1728), Abdülbâki Ârif Efendi (ö. 1713) gibi ünlü simaların mecmualarından da nakiller yer almaktadır.

    Mucib Efendi’nin mecmuası birçok mecmuadan devşirilen bilgilerin toplandığı bir heybe gibidir. Yanından ayırmadığı bu kıymetli mecmuası vasıtasıyla belki de birbirinden habersiz olan pek çok âlim, şair ve sanatkârın birbirleriyle iletişim kurmasına ve bilgi alışverişinde bulunmasına vesile olmuştur.

    Mecmualar bahis konusu edildiğinde hiç şüphesiz akla gelen önemli âlimlerden biri de İsmail Hakkı Bursevî’dir. Bursevî, mecmuaları doğrudan bir iletişim unsuru olarak kullanmaktadır. Tespit ettiğimiz kadarıyla 40’a yakın mecmua tertip etmiş olan bu âlim, sevdiği kişilere Tuhfe (Tuhfe-i Recebiyye, Tuhfe-i Haliliyye vs.) adı altında mecmualar tertip edip hediye etme suretiyle kendinde mahfuz olan bilginin onlara intikal etmesini sağlayacak bir iletişim yolu kullanmıştır.

    Mecmualara atfedilen önem belli dönemlerde öyle bir seviyeye çıkmıştır ki içeriklerinin zenginliğinden dolayı bunlar istinsah yoluyla çoğaltılmaya başlanmıştır. Düz bir mantıkla bakıldığında birinin not defteri yahut kendi zevkine göre tertip ettiği eserin kopyalanması abesle iştigaldir. Fakat yukarıdaki beyitte vurgulandığı gibi bir mecmua, içerisinde yer alan bilgilerin nadideliğiyle iştihar ettiyse kopyalanması elbette kaçınılmazdır. Müstakîmzâde’nin istinsah ettiği, Ragıp Paşa’nın (ö. 1763) Sefine adıyla bilinen mecmuası ile ünlü muhaddis İbn-i Himmât’ın (ö. 1761) fevâid mecmuaları bu nevidendir.

    Müstakîmzâde demişken yukarıda da andığımız gibi 18. yüzyıl mecmua mürettipleri içerisinde kendisinin yeri ayrıdır. O tertip ettiği ve tertibine katkıda bulunduğu –şimdilik tespit ettiğimiz kadarıyla– 20 mecmuayla mecmua-nüvisler listesinde başlarda yer almaktadır. Tarihçi olması cihetinden özellikle mecmualarında yer alan biyografik ve bibliyografik malzeme eşsizdir. Bu cihetiyle de okuyucuların ilgisini çekmiştir. Kendisinden hemen sonraki dönemde yaşamış bir başka mecmua tutkunu tarihçi Sahaflar Şeyhizâde Esad Efendi (ö. 1848), Müstakîmzâde mecmualarına ayrı bir önem atfetmiş, mütalaa ettiği mecmualar üzerine çokça notlar almıştır. Esad Efendi kendisi de mecmua tertip edenler arasına dâhil olmuş ve gerek Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki koleksiyonunda gerek başka kütüphanelerde bulunan 17 adet mecmuayla bilginin intikaline hizmet etmiştir.

    Esad Efendi’yi anıp rakibi Şeyhülislam Ârif Hikmet Beyefendi’yi (ö. 1859) es geçmek uygun değildir. O da hem mecmua-şinas hem de mecmua-nüvistir. İbnü’l-Emîn (ö. 1957) merhumun –ruhu şad olsun– Ârif Hikmet Bey’in yeğeni Beykozlu İzzet Efendi’nin terekesinden satın alarak koleksiyonuna dâhil ettiği yaklaşık 10 mecmua olmasaydı Ârif Hikmet’in bu özelliğinden bihaber olacaktık.

    Yeri gelmişken İbnü’l-Emîn de kırkanbarcıyân taifesinin ser-âmedlerindendir. Kendi mecmualarının haricinde, koleksiyonunda başta babası Mehmed Emin Paşa olmak üzere Ali Tevfik Paşa, tarihçi Seyyid Hâkim Efendi, kütüphanesiyle meşhur Atıf Efendi, Sadrazam Said Paşa, Bursalı şair Tayyîbî gibi birçok farklı meslekten ve meşrepten zevatın mecmuası bulunmaktadır.

    Kırkanbarcıyân tabiri Süheyl Ünver Bey’in (ö. 1986) kendi dönemindeki bu mecmua-sever taifeyi izah için kullandığı tabirdir. “Der beyân-ı ahvâl-i Kırk Anbârcıyân” başlığıyla yazdığı küçük bir yazıda bunların hâlleri ve meşrepleri hakkında bilgi vermektedir. Kendisi belki de mecmua tertip edenler zümresinin son halkalarından biridir. Koleksiyonunu bağışladığı Süleymaniye Kütüphanesi’nde ve Türk Tarih Kurumu’nda Kütüphanesi ile kızı Gülbin Hanım’da bulunan defterlerinin birçoğu kırkanbar hüviyetindedir.

    Bu muhtasar yazıda mecmua türünün bütün serencamı anlatılmaya çalışılmamıştır. İletişim araçlarının çok sınırlı olduğu bir dönemde özellikle Osmanlı coğrafyasında bilgi iletişimi ve bilginin intikali noktasında, karışık olarak nitelenen mecmuaların önemi vurgulanmak istenmiştir. Bununla özellikle günümüz sosyal bilim çalışmalarında trend olan social network araştırmalarına kaynak olabilecek bir materyale ilgi çekilmek istenmektedir. Âlim, şair, edip, hattat, musikişinas yahut sadece okuryazar olan kimselerin birbirleriyle olan iletişimlerinin daha iyi şekilde anlaşılması için mecmualara daha fazla önem vermemiz kaçınılmazdır.

    * Yazma Eser Uzmanı.