YUNUS’U ANLAMAK İÇİN NE YAPMALI?

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: İsmail Güleç*

    Yunus Emre’yi anmak deyince akla iki şey geliyor. İlki, muhabbetle ve takdirle hatırlamak, ikincisi gençlerimize Yunus’u öğretmek. Bir üçüncüsünü de ben ilave edeyim: Yapıp ettikleriyle Yunus’un kim olduğunu öğrenmek, onu tanımak.

    O zaman şu soruyu sorabiliriz: Yunus Emre’yi tanımak ve anlamak için ne yapmalıyız? Bu soruya verilecek cevap, anlamak isteyenlerin durumuna göre değişir.

    Hayatında Yunus Emre adını ilk kez duyanlar, tanımaya TDV İslam Ansiklopedisi’ndeki “Yunus Emre” maddesini veya Mustafa Özçelik’in kitabını okuyarak başlayabilirler. İskender Pala’nın Od isimli romanı da Yunus’un kim olduğu konusunda bize bilgi verebilir.

    İsmini duyduğu hâlde şiirlerini okumayanlar, Faruk Kadri Timurtaş, Abdülbaki Gölpınarlı veya Mustafa Tatçı’nın hazırladığı Yunus Emre Divanı’ndan seçilmiş şiirlerden oluşan kitaplar ile Yunus’u okumaya başlayabilirler.

    Şiirlerini okuduğu hâlde “anlamıyorum” diyenler ise biraz yorulmayı göze alacak. Şiirlerde geçen kelimelerin anlamını bilmediği için şiire nüfuz edemiyorsa iki yoldan birini izlemeli. Ya Eski Anadolu Türkçesi Sözlüğü ve Osmanlıca-Türkçe Sözlük yardımıyla şiirleri anlamaya çalışmalı ya da günümüz Türkçesine aktarılmış metinlerden okuyarak bu sorunu aşmalı.

    Yunus Emre ilahileri aynı zamanda bir şiir. Dolayısıyla anlamak için şiiri de az da olsa bilmek gerekiyor. Yunus Emre, her ne kadar sanatı ve hüneri göstermek için şiir yazanlardan değilse de yine de onun şiirlerini anlamak için biraz aruzdan, kafiyeden, edebî sanatlardan haberdar olmak lazım. Diyelim bunu da aştınız, aruzu, kafiyeyi öğrendiniz. Yine de yeterince anlamadığınızı düşünüyorsunuz.

    Yunus Emre şiirleri, çok zengin muhtevaya sahip. Ayet, hadis, İslam tarihi ve yaşadığı dönemin sosyal, kültürel ve siyasi yapısı bilinmeden şiirlerin maksadı çoğu kere anlaşılmaz. Dolayısıyla şiirleri daha çok anlamaya çalışan kişi, Yunus’un yaşadığı yüzyılı da coğrafyayı da öğrenmeli, bilmeli. Yunus’u yetiştiren iklim bilinmeden şiirlerin anlaşılması pek mümkün olmaz.

    Kelimelerin anlamını bildiğiniz hâlde şiirleri anlamıyorsanız bu sefer kavramlara geçtiniz demektir. Bu sizin için güzel bir haber. Çünkü Yunus’u gerçekten anlamaya başlamanıza bir adım kaldı, anlamına geliyor. Bu adımları tasavvufi terimler ve kavramlar sözlüğü yardımı ile veya Yunus Emre şerhlerini okuyarak aşabilirsiniz. Eğer tasavvuf hakkında bir şey bilmiyorsanız Afifi’nin Tasavvuf ve Lütfi Filiz’in Noktanın Sonsuzluğu isimli eserleri sizin için önemli kaynaklar olacaktır. Şiirlerde geçen tasavvufi kavramları öğrenmek için başlangıçta Süleyman Uludağ, Ethem Cebecioğlu’nun hazırladığı sözlükler yeter. Ama daha fazlasını istiyorsanız Kâşânî’nin sözlüğü gibi daha derinlikli olan sözlük ve kitaplara müracaat edeceksiniz.

    Buraya kadar anlatılanlar, Fuzûlî’nin kıyl u kâl dediği konulara giriyor. Evet bunları yaparak Yunus hakkında bir şeyler öğrenebilir ve şiirlerini kısmen anlayabiliriz. Ancak kitaplardan elde ettiğimiz bilgilerle Yunus’u tam manasıyla anlamak mümkün değil. Bir derviş, ehl-i tevhid bir muvahhid, kâmil bir mürşit olarak Yunus Emre’yi tam manasıyla nasıl anlarız? Hele onun;

    Çıkdım erik dalına anda yedim üzümü
    Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu

    Beytiyle başlayan şathiyesini nasıl anlayacağız? Anlaması kolay olsa onca büyük mutasavvıf bu şiiri açıklamak için kitaplar yazar mıydı?

    Üniversitede ders veren bir profesörün anlamayıp bir fırıncının, marangozun, terzinin anlayabildiği Yunus’u bilmek kitapla, bilgiyle mümkün olduğunu düşünüyorsanız size söyleyecek bir çift sözüm var. Hayır, bilemezsiniz.

    Yunus’u bilmek ne okumakla ne de dinlemekle olabilecek bir şey. Ancak Yunus gibi olmakla, Yunusculayın yaşamakla ve hissetmekle mümkün olabilecek bir şey. O yüzden şiirleri oturup birkaç saat içinde okunacak türden değildir. Onun şiirleri, yudum yudum içilen bir şerbet gibi, yavaş yavaş, devamlı ve tadını alarak okunmalıdır. Şiirleri başucumuzda durmalı, her gün bir ya da birkaç şiiri okunmalıdır. Okunduktan sonra da düşünmeli, gündelik hayatın içine yedirmeye çalışılmalıdır.

    Peki Yunus kimdi, nasıl yaşadı, ne yaptı ve bize ne dedi? Bu sorulara hemen cevap vermek kolay değil, ancak şu ilahi bize kısmen bilgi verecektir. Bu ilahi üzerinden şimdiye kadar anlattıklarımızı göstermeye çalışalım.

    Benim bunda karârım yok, ben bunda gitmeğe geldim
    Bezirgânem metaım çok, alana satmağa geldim

    Ben gelmedim da’vî için, benim işim sevi için
    Dost’un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim

    Dost esrüğü deliliğim, aşıklar bilir neliğim
    Denşürüben ikiliğim, birliğe bitmeğe geldim

    Ol hocamdır ben kuluyum, dost bağçesi bülbülüyüm
    Ol hocamın bağçesine, şâd olup ötmeğe geldim

    Bunda biliş olan cânlar, anda bilişirlermiş
    Bilişüben hocamla, hâlim arz etmeğe geldim

    Yunus Emre âşık olmuş, ma’şûka derdinden ölmüş
    Gerçek erin kapısında, cânım arz etmeğe geldim.

    Şiiri kısaca ve kabaca açıklamaya çalışayım.

    Benim bunda kararım yok
    Ben bunda gitmeğe geldim
    Bezirgânem metaım çok,
    Alana satmağa geldim

    Ben bu dünyada kalmayacağım, burada misafirim. Geldim ve gideceğim. Ben bezirgânım ve bu dünyaya mallarımı alana satmaya geldim.

    Dünya hayatının geçici olduğu ve doğan her canlı gibi kendisinin de bir gün öleceğini hatırlatan Yunus Emre, bu beyitte aynı zamanda bizi uyarmakta. Dünyaya kazık çakacağımızı düşünmememizi, işe güce dalıp ahireti unutmamamızı hatırlatıyor. Eskiden mal alıp satan tüccarlara bezirgân denilirdi. Meta ise tüccarın alıp sattığı mallar. Ancak bu mallar, sıradan bezirganların malları gibi değil, Pîr Sultan Abdal’ın dediği gibi;

    Bezirgânım yüküm gevher satarım

    İnci cevher mesabesinde olan ledün ilmi, hakikat bilgisi, hikmetli bilgi. Bu bilgi öyle bir bilgi ki hiçbir mektepte, okulda onu öğrenemezsiniz. O bilgi ancak bir kâmil mürşidin dizinin dibinde tahsil edilir. Yunus Emre, bu dünyaya, inci-gevherden daha değerli olan bu hakikat bilgisini, isteyene satmaya geldiğini söyler. Çarşıda pazarda alışveriş yaparken bedel olarak para ödendiği gibi Yunus Emre’nin satacağı metaı alacaklar da bedel ödemeye hazır olmalıdır. Bu bedel can ile olur, mal ile olur, sevdiklerimiz ile olur, gayret göstermekle olur. Talip olunan mertebe ne kadar yüksek olursa ödenecek bedel de o kadar ağır olur.

    Ben gelmedim da’vî için,
    Benim işim sevi için
    Dost’un evi gönüllerdir,
    Gönüller yapmağa geldim

    Ben bu dünyaya bir şeylerin peşinde koşmak için gelmedim. Benim işim gücüm sevgi ve muhabbet. Çünkü en iyi dost olan Allah’ın evi gönüldür. Bundan dolayı ben gönüller kazanmaya, gönülleri Allah’ın evi yapmaya geldim.

    Davanın birçok anlamı var. Biri, kişinin kendisinde bir meziyet olduğunu iddia etmesidir. Bir diğer anlamı hakkını aramak veya korumak için mücadele etmektir. Davanın sonunda biri kazanırken diğeri kaybeder. Oysa Yunus, benim ne başkalarından üstün olduğumu iddia edecek bir meziyetim ne de peşinde koşacağım ve arayacağım bir hakkım var, diyor bizlere. Onun derdi, “Yere göğe sığmam, mümin kulumun gönlüne sığarım.” mealindeki hadîs-i kudsîde geçtiği gibi müminlerin kalbini Allah’ın evi yapmak, Allah sevgisinin tohumlarını ekmek, yeşertmek.

    Nesîmî’nin de;

    Çünkü bildin müminin kalbinde beytullah var
    Niçin izzet etmedin ol evde ki Allah var

    Şeklinde veciz bir şekilde ifade ettiği gibi marifet gönle Allah’ı sığdırmaktır. Allah’ın gönle sığması, gönülde onun sevgisi ve rızasını kazanmak dışında hiçbir fikir ve düşüncenin kalmamasıdır. Yunus’un gayesi, insanların gönüllerini Allah’ın evi yapmaktır.

    Dörtlükte üzerinde durmamız gereken bir husus daha var. Kâbe’yi ilk inşa eden Hz. İbrâhim’in lakabı halîlullah, yani Allah’ın dostudur. Kâbe’yi yapan Allah’ın dostu olduğu gibi gönül Kâbe’sini de ancak Allah dostları yapabilir. Gönüller yapmaya gelen Yunus, bu açıdan düşündüğümüzde de gerçek bir Allah dostudur.

    Dost esrüğü deliliğim,
    Âşıklar bilim neliğim
    Denşürüben ikiliğim,
    Birliğe bitmeğe geldim

    Benim deliliğim dost sarhoşluğu. Nasıl ve ne olduğumu en iyi âşıklar bilir. İkiliğimi değiştirip birliğe ulaşmaya, tevhidi idrak etmeye geldim.

    Yunus bu dörtlükte, bize aşkın bir hâlinden bahsetmekte. Âşıklar, aşk şarabını içtiği için başları bir hoş olur, sersem sersem dolaşırlar. Görenler de onları deli sanırlar. Oysa onların deliliği yegâne ve hakiki dost olan Allah’ın aşkından dolayı olan sarhoşluktur. Bu dünya ikilik dünyasıdır. Kişi hep “ben” der. “Ben” diyenlerin en büyüğü şeytandır. Dünyayı şaşı görmek, iki görmek anlamına gelir. İki görmek ise hak ve hakikatten gayrısını görmektir. Dolayısıyla önce nefsimizde ikiliği ortadan kaldıracağız, daha sonra da nefesimizde, hakikatimizde. Böylece dünyaya şaşı bakmaktan kurtulacağız. Yunus, ben, ikiliği ortadan kaldırıp birliğe kavuşmaya, ehl-i tevhid olmaya geldim, derken kastettiği budur.

    Ol hocamdır ben kuluyum,
    Dost bağçesi bülbülüyüm
    Ol hocamın bağçesine,
    Şad olup ötmeğe geldim

    O Allah veya mürşidim benim üstadımdır, ben de onun kuluyum, hizmetkârıyım. Bana dost olan hocamın bahçesinin bülbülüyüm. Ben bu dünyaya hocamın bahçesinde mutluluktan şakımaya, ötmeye geldim.

    Yunus, bu dörtlükte neden şiir söylediğini açıklamakta. “Hocamdır” dediği hem Allah hem mürşidi olabilir. Şiirin başından beri, hep Allah’tan dost olarak bahsetmesinden burada kastedilenin Allah olduğunu söyleyebiliriz. Ben Allah’ın kuluyum, derken hem her insan gibi kulu olduğunu ifade etmekte hem de kulun hizmetkâr anlamını düşündüğümüzde Allah’a layık bir kul olmak için ona hizmet ettiğini, onun emirleri doğrultusunda yaşadığını söylemiş olmakta. Hocasının bahçesi ise Allah’ın yarattığı bu dünya. Eğer mürşidi olduğunu düşünür ise tekkesi ve tarikatı. Şad olup ötmek, insanın yaşadığı dönem boyunca mutlu mesut olması. Ötmesi mutluluğunu diğer insanlara duyurarak onları da bu mutluluğa ortak olmaya çağırmasıdır.

    Bunda biliş olan canlar,
    Anda bilişirlermiş
    Bilişüben hocamla,
    Hâlim arz etmeğe geldim

    Bu dünyada birbirlerini tanıyan canlar, ihvanlar cennette de birbirlerini bilir, tanırlar. Orada da birlikte olurlar. Ben de Allah’ımı bildim, Allah da beni biliyor. Bu dünyaya ben, bu durumumu anlatmaya geldim.

    Bunda ile dünyayı, anda ile ahireti yani cenneti kastetmekte. Canlar ise hem Allah sevgisi ile dolu olanlar hem de aynı tarikte olan dervişlerdir. Yunus, kendisinin yolunda olanlar ile kendisi gibi olanlara can demekte. İkiliği ortadan kaldırıp “bir”i öğrendi, Allah da onun “bir”i öğrenmesinden haberdar idi. Yunus, bu dünyaya bu mertebeye nasıl eriştiğini anlatmaya, içinde bulunduğu durumu arz etmeye geldiğini söylerken kastı, bizim gibi günahkâr kulların da o yolu izleyerek kurtuluşa ermesi.

    Yunus Emre âşık olmuş,
    Ma’şûka derdinden ölmüş
    Gerçek erin kapısında,
    Cânım arz etmeğe geldim.

    Yunus Emre âşık olup sevdiğinin derdi ile canından geçtim. Gerçek erin, Allah dostlarının kapısının önünde, onların uğrunda canını vermeye hazır olduğunu söylemeye geldim.

    Son dörtlükte Yunus, âşık olmanın ne demek olduğunu bize anlatıyor. Bunun âşık olmaktan başka bir yolu yok. Ma’şûkun derdi ile ölmek, ömrü Allah için ve onun yolunda onun aşkı ile geçirmektir. Gerçek er dediği ise Allah’ı hakkıyla bilen Allah dostları, nebiler, erenler, velilerdir. Allah’a ulaşmanın yolu bu erlerin, velilerin eteğine yapışmak, dizine dizini değdirmek, kapısında hizmetkâr olmaktan geçer. Hayatı anlamlı ve değerli kılmanın yolu, gerçek bir Allah dostu bulup ona hizmet etmekten geçer. Bu hizmetin karşılığı himmettir ve bu himmet sayesinde bizler de Allah’ın dostları arasına girebileceğiz.

    Bu şiiri anladık ya da anladığımızı zannediyoruz. Peki gerçek manada anladık mı? Eskiler bilginin üç derecesinden bahsederler. Biri ilme’l-yakîn dediğimiz bilgi, diğeri ayne’l-yakîn dediğimiz görerek bilmek ve sonuncusu ve en üstünü hakke’l-yakîn dediğimiz içinde olarak, yaşayarak, her zerremizle hissederek bilmek. Bizim yaptığımız bilginin ilk derecesi. Geriye ayne’l-yakîn ve hakke’l-yakîn dereceleri kalıyor. Onları da bildiğimiz gibi yaşamakla elde edebileceğiz. Şu hâlde yazımızı bir dua ile bitirelim:

    Ey bizleri yoktan var eden ve kalbimize sevgi koyan Allah’ım! Gönüllerimizi evin yap ve bizleri hakkıyla bilenlerden eyle. Amin.

    *Prof. Dr., İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi.