VARLIKLA İLİŞKİLİ OLARAK DİLİN SINIRI VE HEİDEGGER ÜZERİNE TEFEKKÜR

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: Richard Capobianco*

    20. yüzyılın sonlarında Kıta felsefesinde görülen “dil”e dönüş, özgün felsefi sonuçlar doğurdu. Örneğin, var “olan”ın dile indirgenebilir olduğunu iddia etmek moda oldu; bu yaklaşıma göre “varlık” (ya da Heidegger’in Sein veya Seyn anlayışına gönderme yaparken, yaygın olarak kullanılan “Varlık”ı kullanayım) insan dilince kurulur ve onunla ölçülür. Bu iddiadaki felsefi müşkülleri başka çalışmalarda tartışmıştım. Bu kısa tefekkürdeyse, söz konusu yaklaşımı Heidegger’in dil hakkındaki görüşü olarak kabul etmenin yanlışlığına işaret edeceğim daha çok. Kıta Avrupası düşüncesinde dili bu şekilde ele almada ısrar edenler Heidegger’e bu görüşün kurucu atası olarak bakarlar genellikle; oysa Heidegger’in Varlığı dile indirgemeyi aslında reddettiği böylece gözden kaçırılmış olur. Aslına bakılırsa Heidegger Varlığın her daim dili aştığı ve dilin menzilinin –ayrıca zaptının– ötesinde kaldığı konusunda direnmişti.

    Varlığın dile indirgenmesini savunanların sıklıkla alıntıladığı Heidegger metni “Dilin Özü” (“Das Wesen der Sprache” 1957-58) adlı metindir.1Heidegger, Unterwegs zur Sprache, Gesamtausgabe, Band 12 (GA 12), ss. 149-204’te ve İngilizce çevirisi On The Way To Language’te (OWL; ss. 57-108, çev. Peter Hertz, Harper & Row, 1971) Sözü edilen kişiler özellikle metnin sonuç kısmını, Heidegger’in şair Stefan George’nin şu dizesini hatırlattığı bölümü alıntılarlar; “Sözün bittiği yerde hiçbir şey olamaz belki de”.2Heidegger, GA 12, 204; OWL,108. Buradaki sorun, sözü edilen kişilerin metnin devamını hesaba katmamalarıdır. Heidegger hemen ardından “Sözün kesildiği yerde, ‘[var]dır’ çıkar ortaya” dizesini alıntılar. Başka deyişle Heidegger’in derdi şunu göstermektir; “[var]dır” –Varlık– dilin ötesinde olup dili aşan, ona sığmayıp zaptından kaçan, ifade edilemez bir şey olarak gösterir kendini. Heidegger’in de ortaya koyduğu gibi; “Ses eden söz sessizliğe dönüşür, cevaz aldığı yere geri döner; sessiz sedasızlığın çınlamasına…” Yani söz kendi Kaynağının yankısıdır, Varlığa karşı takınacağımız en yaraşır tavır da suskunluktur.

    Heidegger geç dönem eserlerinde bu izleği tekrarlayıp durmuşken, varlığın dile indirgenmesini savunup Heidegger’i kahramanları ilan edenler nasıl olmuşsa bunu kaçırmıştır. Mesela, Heidegger’in Hebel ödülünü alırken, şairin doğumunun 200. yılı anısına Wiesental’de 10 Mayıs 1960’ta düzenlenen törendeki konuşmada yaptığı kısa değinilere bakalım.3Heidegger, Reden und andere Zeugnisse eines Lebensweges, GA 16, 565-67. Bu kısa konuşma çok az biliniyor, oysa bana göre her daim göz önünde tutmamız gereken “Heidegger”i çok güzel teşhir ediyor.

    Heidegger şair Hebel’in Alemanca şiirlerine, Almanya’nın Svabya bölgesinde konuşulan Aleman diyalektiyle yazılan bu şiirlere ne kadar değer verdiğini aktarır dinleyicilerine. O gün Heidegger şairin “şeyler”e, Sachen’a merakını vurgular ve Hebel’in Yaz Akşamı (Der Sommerabend) adlı, hoş şiirine gönderme yapar. Şiir güneşin her günkü muhtelif etkinliklerini betimler, Heidegger de güneşin o “hayret veren gündelik işinde” temas ettiği her “şey”e not düşer. Güneş her bir münferit “şey”in, her bir tikel varlığın harikulade yapısını nazikçe aydınlatır. Heidegger bu şiirden bir dizeyi alıntılar (Aleman diyalektinde):

    Es isch e Sach, bi miner Treu,
    am Morge Gras und z’obe Heu!

    Ortak Almancaya dönüştürürsem:

    Es ist eine Sache, bei meiner Treu,
    am Morgen Gras und am Abend Heu!

    Çevirisi de şöyle:

    Öyle bir şey ki bu, yeminle,
    Sabah çimen, akşam saman.

    Heidegger burada “e Sach” ya da “eine Sache”, “bir şey” ifadesine odaklanır ve dinleyicilerine şu çarpıcı yorumu sunar:

    e Sach, yani gizemle dolu olduğu için hayret veren bir şey. Münferit hiçbir şey basitçe, göründüğü gibi anlaşılamayacağından her bir şey harikulade “bir şey”dir. Her varlığın gizeme açılan “gizli bir kapısı var”dır [het e geheimi Tür]; söz konusu varlık bu kapıdan ortaya çıkıp bize doğru parıldar. Şairin görevi, her şeydeki bu “gizli kapı”yı göstermek hatta bizi ona götürmektir.

    Bu birkaç satırda Heidegger’den, ama bambaşka bir tarzda, öğrendiğimiz şey şu; her “şey”in bir derinliği vardır, sözle hatta şairin sözüyle tüketilemeyen. Her varlık, hakkında söyleyebileceğimiz veya düşünebileceğimizden daha fazlasıdır her zaman. Her varlık dilimizden ve anlamlardan daha fazlasıdır hep; bunları aşar veya bunların zaptından kaçar.

    Heidegger şair Hebel’in “Vecd” (Ekstase) adını taşıyan bir başka şiirinden iki dize alıntılayarak bu durumu açar:

    Dilin hiçbir sözü söylemez onu,
    Yaşamın hiçbir resmi resmetmez.

    Burada şair “her bir şeyi söze döküyor”dur. Yine de yeterli değildir bu, çünkü daha fazlası, Heidegger’in “düşünülemez” [das Unausdenkbare] dediği şey her zaman geriye kalır: “Düşünülemez olan, şiirsel sözde hazır hâle gelir; insani varlığa yakınlaşır”.

    Bir varlık bize sözde hazır kılınmıştır, ama her daim sözden fazlasıdır. “Düşünülemez” kalır geride. Tek tek tüm “şeyler”in “gizem”i her daim öylece kalır. Dahası Varlığın gizemi; her şeyin “Kaynağı” (der Ursprung) hep geride kalır.

    Bu mülahazalar hakkında daha fazlası için, önceden yayımlanmış kitaplarım Engaging Heidegger ve Heidegger’s Way of Being’e, ayrıca yakında yayımlanacak kitabım Heidegger’s Being: The Shimmering Unfolding’e bakılabilir (hepsinin yayımcısı University of Toronto Press). Her şey bir yana, burada vurgulanması gereken asıl nokta şu; Heidegger dile, özellikle şiirsel dile bu kadar değer verse de, dilin derin doğasını keşfetme ve geri kazanma meselesiyle yoğun şekilde ilgilense bile yine de o, varlığın dile indirgenebilirliği gibi bir görüşü asla ortaya atmamıştır. Aslında tam tersi, Heidegger bu türden bütün indirgemelere direnmiş, üstelik Varlığı insan zaptından “özgürleştirme”yi ve “koruma”yı hayat gayesi yapmıştır.

    O hâlde, görünüşe bakılırsa günümüzde birçok araştırmacı ve yorumcunun kabul etmede son derece zorlandığı nokta şudur; Heidegger topyekûn insan dilinin ve anlamın Kaynağını topyekûn insan dilinin ve anlamın ötesinde gören şair ve düşünürler geleneğine, bu uzun soluklu geleneğe aittir. Söz konusu Kaynak bizle tekrar tekrar ifadeye dökülür, fakat yine de ifade edilemez olarak kalır. Hölderlin’in “Yurda Dönüş” şiiri hakkındaki tefekkürlerinde Heidegger bunu açıkça ortaya koyar. Kutsal olarak Varlık özellikle şairin sözleriyle insana ulaşır, oysa şairin sözleri “Kaynak” olarak Kutsalı asla tüketemez. İnsan tekleri olarak yapabileceğimizin en iyisi Kaynağa yaklaşmak ve Kaynağın yakınında ikamet etmektir (“Yurda Dönüş”), gelgelelim Kaynağın nihai gizemine asla nüfuz edemeyiz. Yaptığı yorumda Heidegger’in de ortaya koyduğu gibi; “Gizem olarak gizemi muhafaza etmeliyiz”.4Heidegger, Erläuterungen zu Hölderlins Dichtung, GA 4, 24. Heidegger’in, âdeta damgası gibi olmuş tüm tariflerinde ilgilendiği esas mesele budur; physis olarak Varlık kendini hem gösterir hem gizler. Aletheia olarak Varlık kendini teşhir eder ve kendini setreder. Kaynak olarak Varlık parıldar ama yine de kendini mahfuz tutar. Varlık adlandırılır, ama adsızdır hâlâ. Varlık “gizem”dir (das Geheimnis).

    Artık, Heidegger göçüp gittikten neredeyse 50 yıl sonra araştırmacı ve yorumcuların, hatta tüm okurların Heidegger’in çağlar, kültürler boyunca uzanan şu kadim görüşü paylaştığını kabul etmelerinin tam zamanı; sözü edilen Kaynak dil aracılığıyla tezahür eder ama dille tükenmez. Heidegger bu kavrayışı bize hatırlatıp yeniden beyan eder. Kendisi bu işi elbette oldukça özgün ve yaratıcı bir tarzda yapar. Beri yandan kabul edilmelidir ki Heidegger’in kendiyle geçmiş ve günümüz yazarları arasına bunca mesafe koyması talihsizliktir. O, öyle veya böyle parçası olduğu müstakil bir düşünme geleneğine çoğunlukla sahip çıkmaz. Bu durumu onaylayıp kabul etmek, ayrıca geçmişin tüm geleneklerini kökten “aşma” iddiasında ısrar etmemek Heidegger araştırmacılarının lehine olacaktır.

    Yayımlanmış başka çalışmalarımda Heidegger’le başka birçok şair, düşünür ve yazar arasında yakınlık kurmuştum; bu tefekkür babında özellikle büyük Farisî şair Mevlânâ’nın tanıklığına kulak verelim. Bu bağlamda dikkate alabileceğimiz birçok hoş ve çağrışım yaratan şiir bulunuyor, ancak birkaç dize kâfi gelecektir.

    “Boşluğa Sevdamızdan Yaratılmış Bu Dünya” şiirinin son beytinde şair, şiirde kullanılan kelimelerin kendi Kaynaklarını yakalamaya güç yetiremediğini fark eder:

    Söylediğim kelimeler yitirmeye başladı anlamı:
    Varlık, boşluk, dağ, saman
    Kelimeler ve söylemeye çalıştıkları süpürüldüler
    Pencereden dışarı, damdan aşağı5Rumi, The Essential Rumi [ER], çev. Coleman Barks, New York: HarperCollins, 2004, 22.

    Nihayetinde, muazzam gizeme kelimelerin değil sessizliğin daha yakıştığını öğreniyoruz. “Eski hayatımız”ın, hani Mevlânâ’nın başka yerde sessizlikten çılgınca kaçtığını söylediği eski hayatımızın aksine sessizliğe kabiliyetli olan yeni bir hayata müteyakkız olmalıyız.

    Heidegger’den asırlar önce Mevlânâ şair dilinin yeterli olmadığını anlamıştı. “Susamış Balık” şiirinde Mevlânâ mahzun ama mizahi bir tavırla şuna işaret ediyordu:

    Hep böyle oluyor
    ne vakit bir şiiri bitirsem
    muazzam bir sessizlik çöküyor üzerime
    bir de şaşıyorum
    neden dili kullanmayı düşündüm diye6Rumi, ER, 20.

    Ah keşke Heidegger’de Mevlânâ’nın bu hassas dokunuşu olsaydı!

    * Massachusetts Stonehill College.

     



    1 Heidegger, Unterwegs zur Sprache, Gesamtausgabe, Band 12 (GA 12), ss. 149-204’te ve İngilizce çevirisi On The Way To Language’te (OWL; ss. 57-108, çev. Peter Hertz, Harper & Row, 1971)
    2 Heidegger, GA 12, 204; OWL,108.
    3 Heidegger, Reden und andere Zeugnisse eines Lebensweges, GA 16, 565-67.
    4 Heidegger, Erläuterungen zu Hölderlins Dichtung, GA 4, 24.
    5 Rumi, The Essential Rumi [ER], çev. Coleman Barks, New York: HarperCollins, 2004, 22.
    6 Rumi, ER, 20.