ŞİİRDE HAKİKAT/ŞİİRİN HAKİKATİ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: Abdullah Başaran*

    Alman filozof Hans-Georg Gadamer’in Goethe’nin Yaşamımdan: Şiir ve Hakikat’ine (Aus Meinem Leben: Dichtung und Wahrheit) yaptığı göndermeyle ilk olarak 1971’de “Hakikat ve Şiir” (Wahrheit und Dichtung) başlığıyla yayımlanan “Şiir Sanatının Hakikat Arayışına Katkısı Üzerine” (Über den Beitrag der Dichtkunst bei der Suche nach der Wahrheit) yazısı, şiir ve hakikatin bir karşıtlık içerisinde olmadığını, aksine bu ikisinin iç içe geçtiğini ve hatta birbirlerini “dokuduklarını” iddia eder. Buna göre gerçeğin bir kopyasını oluşturarak, yani sahte bir gerçeklik yaratarak Platon’un devletinden kovulmayı hak eden şairlere Gadamer, eski itibarlarını geri verir. Zira şiir, Hesiodos ya da Homeros’ta örneğin, zaten dinî bilgilerin gerçekliğinin cisimleşmiş hâliydi; dolayısıyla şairin insanları hakikatten uzaklaştırması şöyle dursun, bir temsilci gibi değil de sahnede takdim eder şekilde hakikati bizzat icra etmesi söz konusudur. Bu yüzden Gadamer, şiirin ve şiirsel dilin hakikat ve gerçeklikle ilişkisini bir “ortaya koyma” edimiyle açıklar: Hakikat, orada bir yerde kendinden belirli içeriğiyle dururken şiirsel dil onu daima geçerli bir şekilde temsil ediyor değildir; şiir, daima farklı bir şekilde ve farklılaşarak icra edilir. Bu da demek oluyor ki, şiir, her bir okuma ediminde, her seferinde, hakikati(ni) ifşa eder; dil de buna uygun olarak şiirde yer alan hakikat iddiasını meşru kılar.1Hans-Georg Gadamer, “On the Contribution of Poetry to the Search of Truth”, The Relevance of the Beautiful and Other Essays içinde, çev. Nicholas Walker, ed. Robert Bernasconi (Cambridge: Cambridge University, 1986), 105. Peki dil şiirdeki hakikatin ortaya çıkmasını nasıl sağlar? Dahası, şiirde, ne türden bir hakikat ya da gerçeklik söz konusudur ki böylesine farklı tasvirlere ihtiyaç duyulur? Ve nihayet, bu farklılığı kendiliğinden ihtiva eden şiirin hakikati nedir?

    Şiirde Hakikat
    Şiirdeki hakikatin ne tür bir hakikat ya da gerçeklik olduğu sorusuna cevap vermek için önce ne türden bir hakikat olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü şiir, yalnızca hakikat iddiası bulunan bilimsel literatürden değil, aynı zamanda diğer edebiyat türlerinden de ayrılır. Bilgi alışverişine dayalı bir hakikat yoktur şiirde: yani şair, bildiklerini okurlarına aktarmaz; bulguladığı, keşfettiği şeylerin bir dökümünü yapmaz. Bu tür bilgi aktarımlarında dil de yazar tarafından bir aracı olarak kullanılır.2Burhanettin Tatar, Din, İlim ve Sanatta Hermenötik (İstanbul: İSAM, 2014), 39. Deney sonuçlarının dökümü, araştırma yazıları, olay anlatıları, dil aracılığıyla bir gerçeklik tasarımı yapar ve muhatabını bu tasarımla gerçekliğin uyuştuğuna ikna etmeye çalışır. Şiirin ise ikna tarzı başka olacaktır: Şair, okurunu, kurduğu imgelere ikna ettiği sürece okur, kelimelerden bir dünya inşa edecek ve kurulan bu dünyayı mesken edindiği, oraya yerleşip kendini yuvada hissettiği kadar şiirin ve dilin hakikatini tecrübe edecektir.

    Bu noktaya tekrar döneceğiz ama şiirde yer alan hakikatin ilk olarak ne olmadığını tekrarlayalım: (1) Şiirde hakikat, bilgi verici değildir. Göndericiden, şiiri yazandan “bilgi” almayız. Bu yüzden dünyada var olanlar ile şiirde yazanlar arasında bir tekabüliyet aranmaz. Böyle bir uyuşma ya da örtüşme kollandığı takdirde, şairlerin “sahtekâr” vasfını alması da şüphesiz kaçınılmazdır. Çünkü şiirde geçen sözcükler, “dünyada” var olan şeylere tekabül ediyor gibi gözükmekte, ancak tam olarak bu şeylerin gerçekliklerini yansıtmamaktadır. Örneğin bir ev, ayrı disiplinlerde birbirinden tamamen farklı noktalarına odaklanılarak tanımlanabilir ya da tasvir edilebilir. Bu ev, henüz projesi çizilmemiş, planlanmamış bir ev olsa dahi, dış dünyadaki bir evde karşılığını bulur. Ancak şiirde anlatılan bir “ev”, karşılığını ev imgesinde bulur. Bu imge, şiiri okuyan herkesin gözünde canlanabilir, okur kendi yaşantısından getirdiği deneyimlerle yorumlayıp bu evi yeniden inşa edebilir. Ancak şiirde geçen evin tam olarak şairin kastettiği şekliyle okurda canlanıp canlanmamasının bir önemi yoktur; daha önce belirtildiği gibi, burada şiir okurken hayal edilen evin dış dünyada mevcut bir varlığa tekabüliyeti şiirdeki hakikatin ölçüsü değildir. Şiirdeki “ev”, her okuru bir imge yaratmaya zorlar; bu ev, herkesin hayalinde değişkenlik gösterse de herkeste “canlılık” kazanmasında ortaklaşılır. O hâlde şu sonucu da netleştirebiliriz: (2) Şiirde hakikat, sözün, kelamın, yani gösterenin, dışarıda bir gösterilenle örtüşmesi değildir. Şairin kurduğu imgeler, hayalî bir dünyayı inşa eder ve okur da her bir ayrı okumasında bu imgelerle hayale dalarak, düşleyerek, bu dünyanın yeniden kurulma imkânını oluşturur.

    Demek ki şiir okurken anlamaya, hakikatini kavramaya gayret ettiğimiz şey, şiirin dünyasından, şiirin kendi hakikatinden başka bir şey değildir.3Gadamer, “On the Contribution of Poetry to the Search of Truth”, 112. Hatta öyledir ki, bu hakikat arayışı, Schleiermacher ve Dilthey’daki gibi yöntem ve niyet odaklı yaklaşımları ya da derin hermenötik içeren psikanalizi de reddeder. Bu yaklaşımlar gerek yazarın asıl niyetine, gerek yaşadığı çağa ve gerekse yazarın bilinçdışına yönelerek en nihayetinde ulaşılamayacak bir öteyi keşfetmeyi amaçlar. Deha ürünü bir şiiri okuyup anlamak, gizli kalmış, unutulmuş, yitik bir anlamı yeniden ortaya çıkarmaktır. Bu yüzden, örneğin Schleiermacher’de, okurun kendisi de bu dehadan nemalanmalıdır ki anlamı yeniden (fakat daima eksik bir şekilde) inşa edebilsin. Dilthey ise daha geniş bir hedef belirler: Şiiri anlamak, yazıldığı dönemle okunan zaman arasındaki mesafenin üstesinden gelmektir; mevzubahis tarihsel mesafe de çağının bir ürünü olan şairin kendi ürününe, parça-bütün, yani eser-çağ ilişkisi doğrultusunda yapılacak yöntemsel bir araştırmayla aşılır. Derin hermenötikte ise bilinçdışı hâlihazırda yazarından bağımsız göndermeler yapmaktadır; bu işaretleri doğru okumak, görünenin altında yatan asıl anlamları açacaktır bize. Bu yaklaşımların ortak noktası, şiirin asıl anlamını anlamak istediğimizde bizi şiirin kendisinden başka bir yere göndermesidir: şairin niyetine, yaşadığı çağa ya da zihnin derinliklerine. Fakat Gadamer’in eleştirilerini takip ederek diyebiliriz ki, şiirde kelimeler ve imgeler, bizi her nereye alıp götürürse götürsün tekrar kendisine, şiirsel dilin kendi bütünlüğüne geri getirir. Çünkü şiir, gösteren-gösterilen ekonomisinden muaf bir şekilde kendisinden gösterme eylemiyle piyasayı belirler. Eğer şiirdeki “ev”in anlamı her okurda çoğalır ve kavramsal olarak belirlenemezliği kalıcı olursa, bu şiir başarılı bir şiirdir; çünkü Gadamer’in “gerçek altın” ya da “gerçek arkadaş” analojilerinde olduğu gibi, buradaki “ev” dışarıdaki hiçbir evi göstermeyen ama her evin anlamını da belirleyen bir evdir: Gerçek arkadaş, belirli bir durumda, eylemde bulunarak hakikiliğini kanıtlamıştır; artık “arkadaş” mefhumunu belirleyen o arkadaşın o edimidir. Şiirdeki “ev” de, dilsel gücü doğrultusunda, belirli hiçbir eve gönderme yapmaksızın bütün evlerin dilde görünürlüğüne referansta bulunarak haklarında hüküm verir.4Tatar, Din, İlim ve Sanatta Hermenötik, 60-61. Yani, (3) şiirdeki hakikat şiirin kendisinin dışında başka bir yerde değildir; gerçek olup olmamanın ölçüsünü o belirler, hakikati o tayin eder.

    Artık şiirin nasıl bir hakikat ilan ettiğini de sorabiliriz. Bunun için de önce bu hakikatin “ortaya çıktığı” dil mecrasını tanımamız gerekiyor: Gadamer’e göre şiirsel dili, dilin diğer kullanımlarından ayıran esas unsur, şiirde bilgi alışverişi dışında birbirimize bir şeyler söylüyor oluşumuzdur.5Gadamer, “On the Contribution of Poetry to the Search of Truth”, 106. Yani Heidegger’in de tabiriyle “zararsız ve yararsız” olan bir faaliyet gerçekleşir şiirde (Heidegger, 31).6Martin Heidegger, “Hölderlin ve Şiirin Özü: Beş Kılavuz Söz”, Friedrich Hölderlin, Seçme Şiirler, çev. A. Turan Oflazoğlu (İstanbul: İz, 2008), 31. Şiir okura hitap eder, ancak bunu bir bilgi verme amacıyla yapmaz; okurla kurduğu irtibat farklıdır: okuru etkiler. Şiirin söylediği söz, öngörülemez ve kontrol edilemez şekilde okura tesir eder.7J. Hillis Miller, Edebiyatın Otoritesi, çev. Orhan Tuncay (İstanbul: Ketebe, 2021), 112. Bu yüzden Gadamer tüm dikkatini iki tarafı da birbirine bağlayan söze yönlendirir: söz, bağlayıcıdır; vereni de alanı da bağlar. Şair bir imge yaratmış ve bunu dillendirmiştir; dile gelen bu imge, okuma eyleminde okuru hayal etmeye, şairin kurduğu imgeyi yakalamaya zorlar.8Gaston Bachelard, The Poetics of Reverie: Childhood, Language, and the Cosmos (Boston: Beacon, 1971), 1, 120. “Ev” imgesi, dilin günlük kullanımındaki ev değildir ve şiir bu alışılagelen anlamı bozar. Bu yüzden sadece bir kavramın kullanımına değil hayatın akışına bir ara, bir sektedir şiirsel imge.9Gerald Burns, Toward a Phenomenology of Written Art (New York: Treacle, 1979), 25-26. Şair, o imgeye ait doğru kelimeyi ararken, okur da “başka”sından çıkan sözleri doğru bir şekilde seslendirmenin yolunu arar, sözcüklere nefes verir, kendi bedensel okumasıyla, dokunuşuyla şiire can verir. Bu anlamda şairlerin bizlere nefes alıp vermeyi öğretmesi, aslında çift taraflı hayati bir öneme sahiptir:10Bachelard, The Poetics of Reverie, 182; Burns, Toward a Phenomenology of Written Art, 25-26. Aldığımız nefesi geri vererek hayatta kalırız.

    Sözle kurulan bu kuvvetli ama bir o kadar da esrarengiz bağ, hakiki anlamda imgesel bir bağdır. Şiir, şairin kurduğu dünyayla okurun dünyası arasında bir örtüşmeyi sağlamaktan ziyade, bir düşleyen ile başka bir düşleyenin hayal dünyalarını birbirine kaynaştırır. Fransız fenomenolog Gaston Bachelard bu karşılıklı ilişkiye “şiirsel yönelimsellik” adını verir:11Bachelard, The Poetics of Reverie, 5 okur için şiirdeki “ev” imgesi mesela, şairin hülyalarında düşlediği dünyanın sunduğu bir tohumdur; Okur bu tohumu alır ve kendi dünyasına ekip yerleştirerek yeşermesini sağlar. Şiirsel imgenin okurda bıraktığı tesir bu yüzden uzun sürelidir ve köklere doğru yayılır. Bizim şiirsel dil çözümlemelerimiz de işte bu köklere inmekten, bağların sökülüp yeniden dikilmesinden ibarettir. O hâlde, şiirdeki hakikat arayışımızı bir bilgi aktarımında, bir örtüşmede ya da başka bir yerde değil de okunan şiirin kendisinde, şiirsel edimin icra edilmesinde gerçekleştirmemiz gerekir. Çünkü Gadamer’in de belirttiği gibi, “Bir şiiri anlamak isteyen kişi sadece şiirin kendisine yönelir.”12Gadamer, “On the Contribution of Poetry to the Search of Truth”, 107; italik benim. başka bir şeye değil. Çünkü şiir, dili kendisine döndürerek, şairden ve okurdan, reel dış dünya ve diğer ideal referans noktalarından bağımsız bir şekilde vücut bulur. Dolayısıyla şiirdeki hakikat, dilin kendi hakikati, tesir eden ve edilen kendi gerçekliğidir.

    Şiirin Hakikati
    Şiiri okuyan, onu anlamaya niyetlenen kişinin sadece şiire yönelmesini, o şiir özelinde gerçekleştirdiği tekil okuma edimini “ait olduğu bütünlüğün yerine koyması”13Friedrich Hölderlin, Şiir ve Tragedya Kuramı, çev. Mehmet Barış Albayrak (İstanbul: Notos, 2018), 43. ile açıklayabiliriz: Tek bir “ev” imgesi, hiçbir eve gönderme yapmadan, şairin zihnindeki ya da ilk muhatapların algıladıkları bir eve işaret etmeden, “gerçek bir ev” mefhumunu kanıtlar. Çünkü şiirin hakikati, dilin kendi kendini gerçekleştirmesinde (self-fulfillment) açığa çıkmaktadır.14Gadamer, “On the Contribution of Poetry to the Search of Truth”, 110-111. Şiirde yalnızca dil konuşur, dil söyler. Dilin kendi kendisiyle bir oyunudur şiir; şair ve okur ise bu oyunun oyuncuları. Bu yüzden şiirin hakikati, her iki tarafı da aşar. Şiir buradaki gücünü, dilden başka bir gerçekliğe götürmemesinden alır: Şiirsel ifadeler, kendisine yetecek kadar bütün ve eksiksizdir. Kâğıda alınan bir not, yazılan bir makale veya öykü ve romanlardaki sözcük seçimleri kadar “gelişigüzel” değildir. Tam aksine, şiirdeki sözcük değiştirilemez. Bütünlüğü kurşun geçirmez, zedelenmezdir; bir şiirin başarılı olup olmaması da bu “gelişigüzellik” sınavından geçmesine bağlıdır zaten. Gerald Burns’ün dediği gibi, “İyi şiirler, kelimeleri daha bir gerçek yapar.”15Burns, Toward a Phenomenology of Written Art, 16 Gadamer, “On the Contribution of Poetry to the Search of Truth”, 109-110. Böylelikle kendi otoritesini kendinden alan, artık belirli bir maddiliğe ulaşmış, otonom kelimeler, evrilip çevrilmeye, nihai olarak belirlenip tüketilmeye direnir.

    Gadamer’e göre başka türden metinler de benzer otoriteye sahiptir: Örneğin, dinî metinler taahhüt etmeleri (Zusage), hukuki metinler ise beyan etmeleri (Ansage) bakımından sözü verenle alanı, yazarla muhatabı birbirine bağlar.16Gadamer, “On the Contribution of Poetry to the Search of Truth”, 109-110. Dinî bir vaat ya da hukuki bir hüküm, bir iletişim amacı gütmeksizin bağlayıcıdır. Tüm bu benzerliğe rağmen şiirsel ifade (Aussage), gerçek olana dair bir görü ve bu gerçekliği karşılayabileceği bir dil sunar okura.17Brice R. Wachterhauser, “Gadamer’s Realism: The ‘Belongingness’ of Word and Reality”, Hermeneutics and Truth içinde, ed. Brice R. Wachterhauser (Evanston: Northwestern University, 1994), 159). Trajedi, öykü, roman ve deneme gibi diğer edebî türlerin en tepesinde yer alan şiir (ve bilhassa da lirik şiir), anlam piyasasında asıl otorite olduğu için sözcük ve dizelerin sonsuzca yorumlanmasını kaldırabilecek yegâne sanattır. Bu yüzden şiirler okunduklarında anlamları kaybolmaz, sözleri yitirilip gitmez; aksine, her bir ayrı okumada şiir yeni bir nefes, yeni bir hayat kazanır ve her bir yorumla varlık genişler.

    Şiirin hakikati, dilin kendine dönmesi, kendi kendisini gerçekleştirmesidir demiştik. Dilin bu bütünlüğünün okur üzerindeki tesiri de şiirin hakikatini açığa vurur. Her bir okumada tek tek üzerine düşülen, düşlenen imgeleri bütün içerisine yerleştirmenin verdiği keyif, bir anda okuru etkisi altına alır. Bu etkiler, tıpkı karanlık bir gecede yolu bir anlığına aydınlatıp sönen, fakat parlaması sayesinde bulunduğumuz yeri, geldiğimiz ve gideceğimiz yolu anlamamızı sağlayan şimşekler gibidir. Şiir okurken bir anda şimşek gibi çakan imgeler, şimşek gibi hayal dünyasının karanlığında yitirilir: Bir anda yanıp söner ama etkisi kalıcıdır; ışıksız kalınan ortamda, onun aydınlattığı an sayesinde yerimizi, yönümüzü buluruz. Bu yüzden peş peşe şimşeklerin çaktığı harikulade bir şiirde, ortam ışıl ışıl olur; şiir, böyle bir anda akıp gitmekten ziyade, âdeta kaynağından fışkırır.18Edward S. Casey, “The Difference an Instant Makes: Bachelard’s Brilliant Breakthrough”, Adventures in Phenomenology: Gaston Bachelard içinde, ed. Eileen Rizo-Patron (Albany: SUNY, 2017), 22 Bir diğer ifadeyle, şairin kurduğu imgenin çarpıcılığı, karanlığı aydınlığa çevirir, bir anda bütün ortamı görürüz — ancak bir anlığına. Biz şiirin hakikatini, tıpkı şimşeğin parladıktan hemen sonra sönüp gitmesinde olduğu gibi, imgenin bizde bıraktığı anlık tesirin yitirilmesinde tecrübe ederiz; ancak bu tesirin kuvveti doğrultusunda bütüne bir anlığına vâkıf olan okur, ortalık kararmışken, ışığın yokluğunda, neyin nerede olduğunu hatırlayarak görür. Şiirin hakikati, şiiri okurken hülyalara dalan okurun dilin bütününü bir anlığına temaşa etmesidir. O hâlde diyebiliriz ki, okuru şiirde etkileyen şey, ona içten, en yakınından, canından dokunur; şiirin hakikati, her okumada bu tuhaf yakınlığı yaratmaya dayanır.19Gadamer, “On the Contribution of Poetry to the Search of Truth”, 113-115.

    * Dr., Hitit Üniversitesi, Felsefe ve Din Bilimleri.



    1 Hans-Georg Gadamer, “On the Contribution of Poetry to the Search of Truth”, The Relevance of the Beautiful and Other Essays içinde, çev. Nicholas Walker, ed. Robert Bernasconi (Cambridge: Cambridge University, 1986), 105.
    2 Burhanettin Tatar, Din, İlim ve Sanatta Hermenötik (İstanbul: İSAM, 2014), 39.
    3 Gadamer, “On the Contribution of Poetry to the Search of Truth”, 112.
    4 Tatar, Din, İlim ve Sanatta Hermenötik, 60-61.
    5 Gadamer, “On the Contribution of Poetry to the Search of Truth”, 106.
    6 Martin Heidegger, “Hölderlin ve Şiirin Özü: Beş Kılavuz Söz”, Friedrich Hölderlin, Seçme Şiirler, çev. A. Turan Oflazoğlu (İstanbul: İz, 2008), 31.
    7 J. Hillis Miller, Edebiyatın Otoritesi, çev. Orhan Tuncay (İstanbul: Ketebe, 2021), 112.
    8 Gaston Bachelard, The Poetics of Reverie: Childhood, Language, and the Cosmos (Boston: Beacon, 1971), 1, 120.
    9 Gerald Burns, Toward a Phenomenology of Written Art (New York: Treacle, 1979), 25-26.
    10 Bachelard, The Poetics of Reverie, 182; Burns, Toward a Phenomenology of Written Art, 25-26.
    11 Bachelard, The Poetics of Reverie, 5
    12 Gadamer, “On the Contribution of Poetry to the Search of Truth”, 107; italik benim.
    13 Friedrich Hölderlin, Şiir ve Tragedya Kuramı, çev. Mehmet Barış Albayrak (İstanbul: Notos, 2018), 43.
    14 Gadamer, “On the Contribution of Poetry to the Search of Truth”, 110-111.
    15 Burns, Toward a Phenomenology of Written Art, 16 Gadamer, “On the Contribution of Poetry to the Search of Truth”, 109-110.
    16 Gadamer, “On the Contribution of Poetry to the Search of Truth”, 109-110.
    17 Brice R. Wachterhauser, “Gadamer’s Realism: The ‘Belongingness’ of Word and Reality”, Hermeneutics and Truth içinde, ed. Brice R. Wachterhauser (Evanston: Northwestern University, 1994), 159).
    18 Edward S. Casey, “The Difference an Instant Makes: Bachelard’s Brilliant Breakthrough”, Adventures in Phenomenology: Gaston Bachelard içinde, ed. Eileen Rizo-Patron (Albany: SUNY, 2017), 22
    19 Gadamer, “On the Contribution of Poetry to the Search of Truth”, 113-115.