MEVLÂNÂ ŞEYH MUHAMMED ELHALİLÎ: NESEBİ VE MİRASI
„Mevlânâ Şeyh Muhammed’in manevi endamı, 18. yüzyılda Kudüs’te dinî hayatta önemli bir rol oynuyordu.” Kudüs’teki Afgan Zaviyesine mensup bir şeriat mahkemesi kadısı olan Şeyh Sarandah, büyük büyükbabamın Mescid-i Aksa’daki nadir türbelerden birisi olduğunu söyleyip kimliği hakkında soru sorduğumda cevap vermeye böyle başlamıştı. “Allah’ın salih kullarından bir veli” diye sözüne devam etti. “Kudüslü veli ve kadı olarak bu iki sıfata beraber sahip son kişi olabilir, Kubbet’üs-Sahra’ya nazır bir konumda layıkıyla gömüldü, ki onun itibarına sahip bir veli için en münasip şereftir bu.”
Mevlânâ Şeyh Muhammed bin Muhammed bin Şerafettin elHalilî’nin Mescid-i Aksa’nın içinde Medresetü’l-Belediyye’deki türbesi, Kubbet’üs-Sahra’nın eteklerinde bariz bir konuma hükmeder. Bu türbe, Kasım Paşa Şadırvanı ve Kayıtbay Sebilinin karşısındaki sıralı revakların içinde göze çarpan güzel dizilmiş batı tarafı revak altlarının monotonluğunu kırdığı için göze çarpar.
Hz. Peygamberin soyundan gelen Mevlânâ Muhammed bin Muhammed bin Şerafettin elHalilî, kadılar ve kelamcılar ailesindendir. Büyük büyükbabasına ait olan Şerafettin ismi, 16. yüzyılda büyükbabasının el-Aksa imamı olarak yüksek itibarlı konumuna işaret eder. Şerafettin ve Fahrettin gibi isimler, Kudüs’teki elHalilî aile ismiyle sık sık bağlantılı hâlde geçer. 18. yüzyılda çağdaşları tarafından mühim bir mutasavvıf ve fakih olarak saygı duyulan Şeyh Muhammed bin Muhammed bin Şerafettin elHalilî, Kudüs’te hem bir Şafi kadısıydı, hem de bir arif olarak Halvetî Tarikatının şeyhiydi. Şeyh elHalilî’nin manevi gücü, entelektüel basireti ve otoritesi el-Ezher’de aldığı fıkıh eğitimi ve Suriye’deki Kadirî tarikatına intisabıyla aldığı tasavvuf terbiyesi ve daha sonra Halvetî tarikatındaki talimindendir. Halvetîliğe müntesip olması muhtemelen Arap dünyasında Halvetî tarikatının yayılmasında esas rolü oynayan Mustafa el-Bekrî ile dostluğundan gelmektedir.
İrfan, tesir ve hikmet sahibi olduğu söylenen Şeyh Muhammed’in Hz. Hızır ile irtibatlı olduğu anlatılır. Tasavvufun müdafisi olarak Kahire’de meşhur bir fetva vermiştir; buna göre, İslam’ı tasavvuftan arındırmak İslam’ın yapısal ahengini baltalayacaktır. İslam hukukunda hayli tecrübeli bir âlim olarak oradaki âlimlerle buluşmak, çalışmak ve tartışmak maksadıyla neredeyse her sene Kahire’ye gidiyordu. Abdülgani Nablusî Kudüs’e ziyareti esnasında, onun Filistin’in büyük âlimi olduğunu tasdik etti.
Nakîbü’l eşrâf Abdüllatif el-Hüseynî’nin aktardığı üzere, Şafi kadısı elHalilî’nin Hızır’la yoldaşlığı onun şeyhliğini daha muteber kılmıştır ve ona hakikat ilmi, salahiyet ve kudret bahşetmiştir. Öyle bir mertebeye erişti ki orada “hakikati gizleyen örtü kalktı”. Şeyh elHalilî’nin altıncı kuşak torunlarından olan babam büyük büyükbabasını şu sözlerle tarif eder: “Hakikat perdesinin ötesini gören adam.”
Sadece kendi şehrinde değil, o coğrafyada hürmet edilen şeyh, derslerini ve sohbetlerini bir mağaranın tepesinde inşa edilen hücresinde yürütüyordu, Hızır Kubbesinin yanı başındaki Kubbet’üs-Sahra’nın kuzey batısında yüksek bir mevkiye inşa edilmiş bu hücreyi aynı zamanda halvet odası olarak da kullanmıştı. Daha sonra gömüleceği Medresetü’l-Belediyye’i ise talebeleriyle, fakihlerle ve devlet erkânıyla görüşmek için kullanılırmış. Kudüs’ü ziyaret eden âlimler ve diğer saygın şahsiyetler Mevlânâ’yı orada görmeye gidermiş. Ziyaretçilerin eserlerinde sarahati, zihnî keskinliği ve eşsiz ilmi anlatılmaktadır.
Mustafa Esat el-Lukaymî, Mevânih el-Uns bi-Rıhleti li-Vadi el-Kuds (Kudüs Vadisi Ziyaretimden Bana Kalanlar) başlıklı kitabında Kudüs ziyaretini anlatırken bir sahne tasvir eder, bu sahnede Şeyh ilmiyle karşısındakileri şaşırtır. Mesele şudur: Kelîmullah yani Hz. Mûsâ’nın Tur dağında onun görenlerin kör olmaması için yüzünü bir örtüyle gizlemek zorunda kalmasına rağmen Hz. Muhammed’in Kudüs’teki miracından sonra yüzünü kapatma ihtiyacı duymaması soruyu soran kişilerin meraklarını celbetmiştir.. Şeyh Mevlânâ elHalilî, kendi iddiasını desteklemek için İzzettin bin Abdüsselam’a ait bir tasavvuf kitabı çıkarır, böylece izahına seçili iktibasları kaynak gösterir. Şeyhin beyanına göre, Mûsâ Peygamber, sebat yani kesinlik seviyesine erişmemişti, yüz ifadeleri “renk” değiştirmişti ve yüzü yanan çalıdan yayılan Allah’ın sesiyle karşılaşmayı aksettiriyordu. Mûsâ Peygamber yüzünü Allah’ın nurunun yüzüne yansımasından sonra ona bakanlar kör olmasınlar diye gizlemişti. Hz. Muhammed ise miraç öncesi sağlam bir kanaate eriştiği için renk değiştirmedi; bu sebeple yüzünü gizlemesine de gerek yoktu.
16.-18. yüzyıl arası Kudüs araştırmalarında toplumsal ve dinî tarih hususunda güvenilir bilgi kıtlığı vardır. Ziyaretçilerin yazdığı seyahat kitapları dışında, günümüze kalan literatürün bize sunduğu malzeme kadıların, müftülerin ve imamların isimlerinden ve tarihlerinden ibaret. Vakıflar ve vasiyetnameler yardımcı unsurlar olabilir fakat bürokratik işlemler de onları erişilmez kılıyor. Bilgideki bu bariz boşluklar yüzünden, Mevlânâ elHalilî’nin nesep ve mirasını araştıran kişi, kıyas ve tümevarım muhakemesine yaslanmalı, hatta alet olarak istidlal süreçlerini kullanmalı ki tarihsel ve dinî boşlukların üstesinden gelsin.
Memlük ve Osmanlı dönemleri boyunca elHalilî soyu hem Şam hem de Kudüs’teki entelektüel ve kültürel sahneye önemli katkılar yapmıştır. elHalilî soyundan birçok fakih ve âlim yetişmiştir. Mamluk Jerusalem başlıklı klasik kitabında Michael Hamilton Burgoyne, Mescid-i Aksa’nın iki simgesi olan Gavanima Minaresinin restorasyonunu ve Fahriye Minaresinin inşasını Kudüs imamı —Kudüs ve el-Halil’deki iki mabedin hadimi— Fahreddin elHalilî ve oğlu Şerafettin’e dayandırır.
“Fahriye Minaresi olarak bilinen ilk minare, bir Memlük minaresidir. Memlük Sultanı Laçin’in emri üzerine güney ve batı duvarlarının birleşmesinin ardından 1278 yılında inşa edilmiştir. Minare, duvarın yekpare kısmı üzerine yapılmıştır. Şerafettin bin Abdurrahman’ın babası Fahreddin el-Halilî’den almıştır ismini.”
Bu alıntıda ve genel olarak Latin alfabesi kullanılan dillerde elHalilî isminin tireli yazımı, yazımdan kaynaklanan alışılagelmiş anlam tuzaklarını tartışmaya açar; bir başka deyişle, Mevlânâ Şeyh Muhammed’in ismi genelde onun doğduğu şehir olan el-Halil’e işaret edecek şekilde yorumlanmıştır. Bu genel hata, en az 1278 yılından beri Kudüs’teki elHalilî sülalesini ve Temîm ed-Dârî kabilesinin bir alt kolu olan elHalilî ailesini arşivlerdeki yerini görmezden gelmektedir.
İfade tarzı, retorik ve toplumsal garez, Abdüllatif el-Hüseynî’nin yazdığı Şeyh Muhammed biyografisinde âdeta el ele vermiş ve sonraki biyografi yazarlarının onu el-Halil şehrinden sahtekâr bir muhacir ve susam yağı taciri olarak tasvir etmesine neden olmuş ve hatta ilmi, tasavvufu ve ticareti ustaca kullanıp Kudüs’ün katı toplumsal yapısının sosyo-ekonomik basamaklarını çıkan biri olarak tarif edilmesine kapı açmıştır. Mevlânâ Şeyh Muhammed’e iftira atılmıştır: Pespayelikten ensesi kalın birine dönüşen bir derviş kabadayı imajı sergilenmiştir. Kudüs’ün dinî ve siyasi makamlarının siyasi hâkimiyeti hususunda aileler arası mücadelenin yaygın olduğu 19. yüzyılın sonlarında yazan Abdüllatif el-Hüseynî, arşiv verilerini görmezden gelmiş, olguları tahrif etmiş ve Mevlânâ’nın biyografisini kurmak için seçili sözlü anlatımlara bağlı kalmıştır.
Tasavvufa duyulan nefret ve toplumsal fesadın yanında hem mutasavvıf hem de bir kadı olarak Şeyh elHalilî’nin kişiliğine karşı olağan kıskançlıklar, onun devrindekilerin fark etmeden yazım ve anlam hatası yapmalarının asıl nedenidir. Bu saiklerle, aile ismini (elHalilî) yazarken ilk hece “el” bir ön ek gibi değerlendirilmiş (Almancadaki “der”, “die”, “das” gibi), sonrasında gelen Halilî ismi ise doğum şehri el-Halil’i belirten bir sıfat gibi yorumlanmış; böylece “el-Halil şehrinden” anlamına getirilmiştir. El-Hüseynî’nin biyografisi, sonraki Filistinli tarihçilerin eleştirmeden alıntıladığı ve hatta süslediği kaynak hâline gelmiştir. İronik biçimde, sözlü düzmece anlatılar yazıldığı vakit, dolambaçlı söylemlerle bir gerçeklik inşa ettiler, sonra bu gerçeklik hakikat değeri kazandı, kayıtlı nesnel gerçeklik hâline geldi.
ElHalilî soyunun tarihsel katkılarını Kudüs mabetlerinde çok açık görürsünüz ama bu soyu araştırmak, beklenmedik tuhaf durumlarla karşılaşacağınız bir dedektiflik hikâyesine benzer. Sözlü mülakatlar ve yazılı tarihî kayıtlar da mühim bireylerin ve tarihsel olayların iç içe geçtiği Filistin’in çok katmanlı arkeolojisini içeren anlatıya fikir ve güzergâh sağlamıştır.
ElHalilî ismi, atamız İsmail’in soyundan gelen sahabe Temîm ed-Dârî el-Kahtânî’ye kadar köklerini izleyebildiğimiz büyük bir kabilenin kısımlarından birinin ismidir. Temîm ed-Dârî’nin ilk Kur’an hafızlarından olduğu söylenir. Kabilesinin kafilesine liderlik eden bir tüccar olarak Hz. Muhammed ile tanışır. İslam’ı seçer, sahabeden ve hafızlardan biri olur. Temîm ed-Dârî, Kur’an’ın nihai yazılı tedvinine de katılmıştır. Hz. Osman’ın öldürülmesine kadar orada kalmıştır, ardından Filistin’deki memleketine yani Beyt Cibrîn beldesine geri dönmüş ve belde de ondan sonra Müslümanlaşmıştır. İslam’dan önce, Beyt Cibrîn’deki Azize Hanne Kilisesinde piskopostu. El-Halil’de o zamanlar bir Edom mabedi olarak hizmet gören Hz. İbrahim’in kabrini koruma şerefi pagan oldukları için onun kabilesine verilmişti, ki ed-Dârî sıfatı da buradan gelir zaten. Zaman içinde el-Temîmî kabileleri İslam dünyasına yayıldı ve el-Temîmî’nin bir alt kısmı olan elHalilî, İran’a, Basra Körfezi’ne ve Umman’a kadar ulaştı. Mamluk Jerusalem başlıklı klasik kitabında Burgoyne biraz abartıp Mevlânâ Şeyh Muhammed’in 13. yüzyıldaki atası Fahreddin elHalilî’yi bir emir olarak tasvir eder.
Kudüs tarihi ve elHalilî tarihi öyle iç içe geçmiştir ki kentin zengin toplumsal dokusuna bir dizi akraba arası evlilik vasıtasıyla katkı sağlamıştır. 1531 gibi erken bir dönemde elHalilî aile üyeleri başta Şafi kadılığı makamı olmak üzere müftülük, kadılık, imamlık, kâtiplik ve hafızlık gibi diğer dinî görevleri münavebeyle üstlenmişlerdir. Arşiv verilerinin ortaya koyduğu üzere, el-Aksa ile ilişki, 1531 yılında yani Kanuni Sultan Süleyman devrinde Şerafettin elHalilî’nin el-Aksa imamı olmasıyla başladı ve günümüzde Kur’an tilaveti ziyafetleriyle meşhur son kari Yaser Yahya elHalilî’ye (Qleibo) kadar kesintisiz devam etti. Mevlânâ Şeyh Muhammed’in baba tarafından kuzeni olduğu söylenen Abdülmutî elHalilî’nin 1741’deki ölümüne kadar müftü makamı onlarda kaldı. 1870’lerde Halvetî bir mutasavvıf olan İbrahim bin Şeyh Yahya bin Şeyh Yahya (Qleibo sıfatıyla bilinir), son kadıydı. elHalilî soyu da tükendi, babam kuzeni Sa’ad elHalilî’yi içlenip hatırlardı, onun da zaten çocuğu yoktu. Bizim elHalilî kolumuz, elHalilî soyunun yaşayan tek kolu.
Bilgimizdeki boşluk muazzam; elHalilî ailesi üyelerinin tüm isimlerini bilmiyoruz. Sadece olağanüstü başarılar elde etmiş olanların ve ardında vakıflar bırakanların hatıratını sonrakiler tutmuş. Son müftü Abdülmutî elHalilî hakkında çok az şey bilinse de onun mirası benim elHalilî hattıma (Qleibo kolu) geçmiş, müftü sancağı bize kalmış, Nebi Musa Bayramı’nda her yıl geçit törenine liderlik etme şerefi de bize nakledilmiş. Nekbe Günü yani Filistin’in düşüşüne kadar elHalilî ailesindeki bizim kolumuz hem el-Aksa’nın yüksek avlusundaki hem de Nebi Musa Bayramı’ndaki yerini korumuştur.1
Vakıflar, soyu ve toplumsal tarihi incelemede nesnel araçlardır. Evlilik ağlarıyla oluşan aile ilişkileri hem mahkeme hem de Nakîbü’l eşrâf tarafından nüfus dairelerinde titizlikle korunurdu. Kudüs Evkaf Kurumu’ndan Şeyh Mazen Ahram şöyle der: “Bu kayıtlara göre, mirasçı mahiyetindeki vârislerin seviyeleri titizlikle belirlenir ve belgelenir.”
“Hak iddia eden çok var. Pek çok kişi kendini aileye iliştirmeye, haksız yere akraba olduğunu iddia etmeye ve böylece vakıflarda mirasçı olmaya çalışıyor.” Muteber şeyh şunu da samimiyetle ekliyor. “Bizim vazifemiz, soyların saflığını korumak, ailelerin nesebini ve vârislerin kademesini muhafaza etmek. Şeriat mahkemesiyle müşterek çalışıp soyların saflığını tasdik etmeye, meşru kılmaya ve korumaya çalışıyoruz.” Şeyh Mazen Ahram ile yaptığım görüşmede iki elHalilî vakfına erişim kazandım: Bunlardan biri Mevlânâ Şeyh Muhammed Vakfı, diğeri de Şeyh Yahya Vakfı. “Uzun dönemlere yayılan soyları incelediğinizde, baba ve abinin mükerrer isimler dizisini iki isimde sıkıştırmak, çok karşılaştığımız bir durum. İki yüz yıllık mükerrer dede ve torun isimleri, sayılar yardımıyla tek bir ifadeye indirgenir.” Bu açıklayıcı notla birlikte, benim tabakam ve nesebimi temel alıp Kudüs’teki elHalilî ailesinin soy haritasını oluşturmaya azmettim, şeriat mahkemesi ve Nakîbü’l eşrâf da bu haritayı özetleyip tasdik eder, buna göre benim ismim: Muhammed-Ali, Hüseyin, Ali II, Abdürrezzâk II, Ali I, Abdürrezzâk I, bin Yahya II, bin Şeyh Yahya I elHalilî.
17. yüzyıl bitip 18. yüzyıl başlarken, yüksek kültürlü ve zengin bir Şerif olan Mevlânâ Şeyh elHalilî, Kudüs’ün seçkin din adamlarının toplumsal piramidinde tepeye yükseldi. Asil aileler, kızlarını ve oğlanlarını evlendirip onunla akraba olabilmek için yarışıyorlardı. Bu bakımdan, onun sülalesi, Kudüs’ün karakterini ve toplumsal tarihini geliştirmede, kuvvetlendirmede ve tanımlamada büyük bir rol oynamıştır. Yedi nesil boyunca yakın akraba arası evlilikler vasıtasıyla torunları, Kudüs’ün toplumsal dokusunu oluşturmuş ve müstesna Müslüman değerleri, toplumsal davranış tarzlarını yöneten estetiği, çocuk eğitimini, mutfağı ve öğrenme sanatını şehre aşılamışlardır. Şeyh Muhammed’in beş çocuğu oldu, onlar da bir dizi yakın akraba arası evlilikle Kudüs toplumunun belkemiğinin öncüleri oldular. Onların torunları da Kudüs’ün önde gelen aileleriyle evlendiler: El-Alemî, el-Hüseynî, Nusaibeh, Naşsaşibî, Fityanî, Ebu Su’ud, Mu’aket, Qleibo (elHalilî), İmam, Turcuman, Dicanî ve el-Halidî.
Şeyh Muhammed II, Kudüs, Yafa ve el-Halil’de bulunan sayısız dükkânı, susam yağı pres tezgâhlarını ve büyük vakıf konaklarını evlatlarına miras bıraktı. Bir mutasavvıf ve kadı olarak Mevlânâ, Mescid-i Aksa’nın toprağına gömüldü, hem de tasavvuftan hoşlanmayan ve hatta tasavvuftan nefret eden devrindeki bazı kişilere rağmen. Dünyayı da gözeten bir entelektüel olarak özenle toplayıp muhafaza ettiği kitapları halkın kullanımına sundu. Titiz bir fakih olduğu için günümüze ulaşan yayınlanmış hükümleri ve fetvaları, o dönemin varoluşsal sorunlarına ışık tutar. Aydın bir âlim olduğundan dolayı kürtajla, kadınların konumu ve rolüyle ve reşit olmayanların evliliğiyle alakalı hükümleri, kadın haklarına öncülük edecek mahiyettedir. Eserleri, 18. yüzyılın kültürel paradigmasına ayna tutabilir.
Abdülgani Nablusî, Mustafa el-Bekrî ve Esad bin el-Lukaymî’nin seyahat kitaplarında tasvir ettikleri Şeyh elHalilî portresi, Halvetî tarikatı şeyhinin etkileyici, ihtişamlı ve merasimlerde saygı gören biri olduğunu gösterir. El-Bekrî, Filistin’in Arsuf şehrinde bulunan Seyyidina Ali Makamına Muhammed elHalilî’nin ziyareti esnasındaki merasim alayını tasvir eder; mürşit, bundan sonra Yafa’daki evlerinden birine geçer. Bilgiye aç denilebilecek elHalilî, Şam, Kahire ve Filistin arasında usanmadan seyahat etmiştir.
Mevlânâ Muhammed’in aile hikâyelerini kazara hatırlayabilecek bir akrabayla tanışmayı çok istemiştim. Kişiliğini, tavrını veya yüzünü tarif edecek bir hikâye duymayı umuyordum, hatta onun hakkında sadece bir cümle. Ailem, 1922’ye kadar Sâhira Kapısı dışındaki elHalilî konağında kesintisiz yaşamış olsa da ne babam, ne amcalarım, ne de bu konakta doğmuş büyük kuzenlerim hiçbir şey hatırlamıyordu. Hatırladıkları tek şey, konakta ve bahçelerde geçirdikleri mutlu çocukluklarıydı.
Ölümünden ve bir veli olarak el-Aksa’daki türbesine kaldırılmasından kısa süre sonra efsanevi bir muammalı figüre dönüştü. Son büyük Müslüman arif ve âlim olarak Kudüs’ün tasavvuf hayatına yaptığı büyük katkılar unutulup gitti. Kudüs’e bir külliyat miras bırakmıştı, bu külliyattan sadece birkaç elyazması günümüze ulaşabildi, onlar da bezgin bir kayıtsızlığa kurban gitmiş kutuların içindeydi. UNESCO’nun himayesinde kütüphanesini restore etme projesi, her ne kadar manevi mirası koruma kategorisine girse de bu üzücü olgu bize Kudüs’ün bir müzeye dönüştüğünü hatırlatıyor. Bir zamanlar Kudüs’ün hazinelerinden sayılan kitaplarının kaderi, Kudüs’te tasavvufun kaybolmasının ve Kudüs’ün mevcut krizinin âdeta bir dışavurumu olarak görülebilir
*Dr., Antropolog ve ressam.
1 Genelde Nebi Mûsâ ile özdeşleştirilen ve Eyyubi dönemini hatırlatan müftü alemi, elHalilî sülalesinin Yahya kolunda kaldı. Amcam Hasan alemi taşıyan son kişiydi, Eriha civarındaki Nebi Mûsâ’ya ziyarete giderken Nablus ve el-Halil dağlarından gelen cemaatlerden müteşekkil tasavvuf törenini idare ediyordu.