URFA SIRA GECESİ KÜLTÜRÜ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: Türkan Alvan-M.Hakan Alvan

    Eski Türklerin toy ve şölenleri, Anadolu ve Rumeli’den Türk Dünyası’na uzanan geniş bir coğrafyada az çok farklılıklarla da olsa yüzyıllardır devam ediyor. Çankırı, Gerede, Tarhala’da “Sohbet”, Balıkesir’de “Barana”; Bartın, Kütahya, Kastamonu, Bolu, Afyon ve Konya’da “Muhabbet”, “Gezek”, “Sıra”, “Perde”, “Erfane”, “Birikme”, “Oturak”, Van’da “Oturmah”, Ankara’da “Cümbüş”, Antalya, Isparta’da “Keyif”, “Sıra Oturması”, Gezek, “Harfane Geceleri”, “Velime Geceleri”, “Arfana”, “Harfana” Kırgızistan’da “Coro Bozo”, Doğu Türkistan’da “Meşreb”, Bulgaristan’ın Yasenkovo’da “Muhabbet”, Özbekler’de “Geşdek”; Kırım Karay Türklerinde ise “Konuşma” denen sazlı sözlü meclisler zengin birer kültür ve sanat mirasımızdır. Bunlardan sıra gecesi (yâren sohbeti) de Urfa, Harput, Diyarbakır, Erzurum civarında halk meclislerinde saz ve söz eşliğinde okunan gazel, kaside, mani, türkülerin meşk geleneğiyle nesilden nesile aktarıldığı mahallî klasiklerdendir.

    Urfa sıra gecelerinin başlangıcına dair elimizde yazılı belge yok. Ancak bir süre Urfa’da yaşadığı söylenen Hz. İbrahim’in cömertliğinin, yani “Halil İbrahim sofrası” bereketinin sıra gecesi âdetlerini etkilediği aşikâr. Zira Urfa’da çiğköftenin doğuşuyla ilgili anlatılan efsane Hz. İbrahim’le ilgilidir:

    “Rivayete göre Nemrud, Hz. İbrahim’i ateşe atmak için büyük bir ateş yakılmasını emreder. Askerleri yöredeki evleri gezip bütün odunları toplar. Urfalı bir avcı avladığı bir ceylanı evine getirip karısından pişirmesini istemiş. Kadın askerlerin bütün odunları topladığını anlatmış. Çaresiz kadın eti taşla ezip içine bulgur, biber, tuzla karıştırmış ve ilk çiğköfteyi yapmış.”

    Özellikle XI. yüzyıldan itibaren Anadolu’da görülen iki dinamiğin yani Ahîlik teşkilatı ve meşk-bezm geleneğinin sıra gecesi kültürünü etkilediği düşünülüyor:

    a. Ahîlik teşkilatı: Türkçede “cömertlik ve kardeşlik” anlamına gelen Ahîlik, Ahî Evran’ın (v.1262) önderliğinde Anadolu’da görülen ve Osmanlı Devleti’nin kurulmasında önemli rol oynayan tasavvufi sivil bir teşkilattır. İbn Battuta (ö.1368); Antalya’da rastladığı ahî teşkilatının özellikleri ve fütüvvet geleneğiyle ilişkisine dair geniş bilgi verir. Evliya Çelebi’nin de anlattığına göre Ahîlik, şehirlerden köylere kadar esnaf ve sanatkârların yetiştirilmesini ve meslek ahlakı kazanmasını, hatta denetlenmesini sağlıyordu. Osmanlı zamanında memleketin her yerindeki esnaf ve sanatkârların, yılın belli bir gününde düzenlenen eğlencelere katılması geleneği vardı. İstanbul’da bu eğlenceler daha kalabalık ve parlak törenlerle yapılırdı. Fütüvvet geleneğinden gelen Anadolu Ahî teşkilatlarının zaviye ve ocakları, halkın eğitim ve eğlence ihtiyaçlarını karşılayan mekanlardı. Ahîlik, XVIII. yüzyıldan itibaren esnaf gediği adıyla günümüze dek varlığını sürdürmüştür.

    30-40 yıl öncesine kadar, Anadolu köylerinin çoğunda, Ahî ocaklarını andıran misafir odası ve yâren odaları vardı. Yârânlar, harman sonu yıllık eğlenceler tertip ederlerdi. Ulaşım ve haberleşme imkânlarının son derece kısıtlı olduğu dönemlerde, seyahat etmek zorunda olanlar, garipler için yâren odaları büyük bir nimetti. Her yaştan, her mevkiden insanın konuk olduğu bu odalarda; sonu sazlı sözlü eğlenceyle biten eğitici, siyasi, sosyal sohbetler de yapılırdı.

    Yâren odaları, tıpkı Ahî zaviyeleri gibi eğitimin gelişmesine ve insanlar arasında yardımlaşma ve dayanışma duygusunun yerleşmesine önemli katkılar sağlamıştır. Yâren odalarında, özellikle uzun kış gecelerinde köyün ve köylünün sorunları konuşulduğu gibi, dinî ve millî kitaplar okunur, mesleki ve ahlaki konuda sohbetler edilirdi. Okula gidecek öğrencinin, askere gidecek gencin, evlenecek kişinin problemleri bu odalarda çözülürdü. Yâren odalarının yönetimi, yarenlerin en yaşlılarından ve herkes tarafından sevilip saygı duyulan yârenbaşı adı verilen kişiler tarafından sağlanırdı. Her odada, yârenbaşına vekâlet eden bir de odabaşı bulunurdu. Yârenbaşı ve odabaşı seçimle işbaşına gelirdi. Köye gelen yolcular buralarda parasız ağırlanır, yatırılır, hayvanlarına bakılırdı. Kemal Tahir’in Sağırdere ve Kör Duman adlı romanlarında, yârenliğin köy halkının birlik ve dirliğine katkılarından bahsedilir.

    Asıl amacı dayanışma, eğitim ve eğlence olan sıra gecelerinde Ahîlik teşkilatının ruhu devam etmiştir. Kayıtlara göre XIX. yüzyılda Urfa’da sıra gecesi yapılmaktaymış. Urfa sıra gecesi müdavimleri, tıpkı Ahîler gibi çoğunlukla esnaf ve zanaatkârdı. Ahîlikte fütüvvet geleneğinden dolayı teşkilat içinde kadınların bulunmasına müsaade edilmezdi. Onun yerine aynı dönemde Anadolu’da  Ahîlik benzeri Anadolu Bacıları (Bâcıyân-ı Rûm) teşkilatı kurulmuştur. Geçmişte sıra gecesi geleneğinde de kadınlarla erkekler bir arada bulunmaması sıra gecesi kültürünün Ahîlik teşkilatıyla yakınlığını gösteren başka bir özelliktir.

    b. Meşk-Bezm Geleneği: Usta-çırak ilişkisi içinde bir üstadın talebelerine musiki tecrübesini aktardığı meşk ile divan şiirinde sıkça bahsedilen bezm (işret) meclisleri doğrudan alakalıdır. Tarihî süreçte bir üstadın meşk kültürüyle yetiştirdiği bestekâr, hanende ve gazelhanlar; aldıkları eğitimin sergileyebilmek için bezm meclislerinde boy göstermişlerdir. Bu meclisler şiir ve musikinin gelişmesinde, yayılmasında büyük rol oynamıştır. İşte, günümüzde halk arasında “meşk etme” kavramıyla kastedilen meşkte öğrenilenlerin bezm meclislerinde icrasıdır. Bunun için meşk ve bezmin ortak seyrini bir bütün olarak değerlendirmekte fayda vardır.

    Meşk-bezm geleneği divan şiiri yanında âşık edebiyatının gelişmesine katkıda bulunmuştur. Meşk usulüyle yetişen âşıklar, divan şairleri ve musiki erbabı; bezm meclislerinde sanatlarını sergileme imkânı bulurdu. Enderun, mehterhâne ve sayısız özel meşkhâneden başka; halkın rahatlıkla katıldığı Ahî ocakları ve tekkelerde yapılan meşk sonrası bezm meclisleri yüzyıllardır pek çok yabancı ve yerli seyyahın yazılarına da konu olmuştur. Sıra gecesi, usta-çırak ilişkisiyle eser meşk eden sanatkârların hünerlerini sergilediği bezm meclislerindendir.

    Urfa Sıra gecelerine de meşk adabına göre yetişen sazendeler çağrılır. Halk müziğine, türkülere gazellere ilgi duyan gençler, bu meclislerde ustaları dinleyerek müzik terbiyesi alırlardı. Urfa sıra gecelerinin büyük bir keyifle yaşatılmasının sırrı kuşkusuz müzikli ve yemekli bir sohbet olmasında saklıdır.

    Sıra gecesinin yazılı olmayan ama mutlaka uyulan kuralları vardı. Sıra’nın kendine has bir hiyerarşisinde her sıra’nın grup üyeleri tarafından seçilen bir başkanı vardı. Başkanlar genellikle grubun en olgun, en varlıklı, en arif kişiydi. Her isteyen sıra’ya giremez, katılmak isteyenler sıra başkanı tarafından geçmişi, sıra’ya katkısı ve uyumu sorgulanırdı. Toplantıya her üye zamanında katılıp zamanında ayrılmak zorundaydı. Kural bozanlar cezalandırılır veya toplantıdan uzaklaştırılırdı. Sıra arkadaşları sosyal, ekonomik, sağlık gibi sorunlarda birbirini desteklemek zorundaydı. Sıra adabında nezaket kaidelerine riayet çok önemliydi. Mesela alacaklı bir sıra üyesi, kendisine borçlu sıra arkadaşından borcunu isteyemez, ancak borçlunun yakın akrabasından isteyebilirdi. Yahut kan davasında sıra arkadaşlarına bedel ödetemezdi. Sıra gecesi üyeleri oluşturdukları bir fonla yoksullara, asker ailelerine vb. yardımlarda bulunurdu. Yörede çeşitli nedenlerle ortaya çıkan kan davaları, düşmanlıklar ve kırgınlıklar, sıra gecesi üyeleri tarafından sıra gecelerinde barıştırılır, tatlıya bağlanırdı. Sıra gecesinde siyasetten edebiyata her tür sosyal meseleler konuşulup tartışılırdı. Gelenek içinde sunulan her tür görüş dinlenir, kabul görür veya eleştirilirdi.

    Sıra gecesi erkeklere mahsus bir meclisti. Erkeklerin sıra gecesine giderken kadınlarda kendi sıra gecelerini veya sıra günü meclislerini tertip ederdi. Erkeklerinkine benzer özelliklere sahip bu mecliste inne tutmak geleneği vardı. “İnne tutmak”, sırayla herkesin mani söylemesi demekti.

    Urfa’nın kurtuluşu mücadelesi de böyle bir sıra gecesi tertibi sayesinde başlamıştır.
    İngilizler, 7 Mart 1919’da Urfa’yı işgal ettikten sonra, halkın direniş için örgütlenmemesi maksadıyla ufak grupları tespit edip dağıtmak için ajanlar kullanıyordu. Fakat 5 Eylül 1919’da gözlerden uzak bir yerde Güllüzâde Hacı Osman Efendi’nin evinde toplanan eşraf ve aydınlar, Binbaşı Ali Rıza Bey’in önderliğinde düzenlenen sıra gecesinde buluştular. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Urfa şubesi, işte bu sıra gecesi esnasında kuruldu. İngilizler, sıra gecesini bilmediklerinden, bu gecelerde insanların sadece çiğköfte yiyip müzikle eğlendiklerini sanmışlar. Urfa’yı düşman işgalinden kurtarmak için Kur’ân-ı Kerîm’e el basıp yemin eden bu kahramanlar, halk arasında “On ikiler” diye bilinir.

    Urfa’da sıra gecelerinde yeme-içme faslının ayrı bir yeri vardır. Gecenin başında ve sonunda sıra’dakilere yörede mırra denilen sade, acı kahve sunulur. Mırranın yapılması, sunumu ve içimi, belirli kurallara bağlıdır. Sıra gecelerinde alkollü içki kesinlikle içilmez. Sıra’da, müzik veya sohbet devam ederken okunan türküler, uzun havalar ve gazellerin yakıcı nağmeleri eşliğinde yoğrulan çiğ köfte ise âdeta meclistekilerin acılarını, hasretlerini, özlemlerini de yoğurur.

    Eskiden, ulema ve şeyhlerin de iştirak ettiği irfan meclisleri olan sıra gecesi günümüzde ticari amaçlı turizm etkinliğine dönüşmüştür. Ayrıca içki ve kadın figürlerinin eklenmesi sıra gecesi kültürüne büyük zarar vermiştir.

    c. Gazelhânlık Geleneği
    Urfa folklorunda gazelhânlık sıra gecelerinden önce doğmuştur. Mevlit, düğün vb. merasimlerinde, dağ ve bağ gezmelerinde, Mecmelbahr Bahçesi, Anzelha Bahçesi, Köroğlu Kahvesi ve Yasin’in Kahvesi gibi mekânlarda gazellerin okunduğu gazelhânların hatıralarından ve naklettikleri anekdotlardan anlaşılmaktadır.

    Urfalı gazelhânlardan Tenekeci Mahmud’un naklettiğine göre yörede XVII. yüzyıl âşıklarından Kuloğlu Mustafa, gazelhânlık geleneğinin piri olarak bilinir. Hikâyede bahsedilen kılıç zoruyla söyletilen “Bülbül güle kon dikene konma” uzun havası makamında okunan gazellere hâlen sıra gecesi meclislerinde kılıçlı makamı denirmiş:

    “IV. Murat, Bağdat Seferi’nden dönerken, birkaç gün Urfa’da kalır. O zamanda Kuloğlu Mustafa isimli, bağlama çalıp söyleyen, başına buyruk, istemediğine gitmeyen Urfalı bir sanatkâr varmış. Padişah bu Kuloğlu Mustafa’nın ününü duymuş ve dinlemek üzere davet ettirmiş; fakat Kuloğlu Mustafa davete gitmek istememiş. İki kılıçlı zaptiye, zorla Kuloğlu Mustafa’yı padişahın huzuruna çıkarmış. Kuloğlu Mustafa, zorla ve kılıç gölgesinde gelmenin verdiği duygu ile ‘Bülbül güle kon dikene konma’ adlı türküyü okumuş. Padişah, hiç duymadığı bu türkünün makamını sorduğunda, Kuloğlu Mustafa, bu makamın ismi ‘Kılıçlı Makamı’dır diye cevap vermiş, IV. Murad bir şey diyememiş. İşte Kuloğlu Mustafa’nın o anda icat ettiği makam, bugüne kadar ‘kılıçlı makamı’ olarak bilinir. Bu olayın geçtiği dönem, 1623-1640 yılları arasındadır.”

    Hikâyede padişahla yaşadığı bu tatsız hadiseye rağmen Bektâşî dervişi olması kuvvetle muhtemel Kuloğlu Mustafa’nın sonradan Yeniçeri Ocağı’nda IV. Murad’ın hizmetine girdiğini şiirlerinden anlıyoruz.

    Gazelhânlar makamına göre gazel okumayı klasik Türk musikisindeki gibi meşk usulüyle öğrenirler. Gazelhânlık geçim kaynağı olarak değil; zevk için yapıldığından Urfalı gazelhânların çoğu müezzin, hafız veya esnaf, meslek erbabıdır (Tenekeci Mahmud, Kazancı Bedih, Şükrü Hâfız, Mukîm Tahir, Halil Hâfız, Ahmet Hâfız, Bekçi Bakır vb.)

    Gazelhânlık geleneği divan şiiri ile halk şiirinin etkileşiminin güzel bir örneğidir. Sıra gecesi geleneğinde gazelhânların bilhassa Fuzûlî’den mutlaka bir gazel okuması âdetti. Büyük ihtimalle bugün hiç rastlanmayan Fuzûlî hafızları da geçmişte halk arasında sevilen ve hürmet edilen birer gazelhândılar. XIX. yüzyılda Urfa’da gazelhânlık geleneğinin en önemli temsilcisi Mihiş’in oğlu Ali Hâfız’dır. Bütün makamları çok iyi bilen Ali Hâfız, mutasavvıf Dede Osman Avni’nin müezzinliğini yapmıştır. Gayet berrak ve yüksek perdelere çıkan sesiyle klasik şarkı ve türküler de söylemiştir. Bir ara İstanbul’a gitmiş ve orada birçok hafızla tanışmış, padişahın iltifatına mazhar olmuştur.

    Eldeki bilgilere göre Fuzûlî hafızlığının, yani Fuzûlî’nin Dîvân’ını ezbere okumanın bilinen son temsilcisi İsa İshakoğlu’dur (Şıh İs). Urfalı saygın çiftçi bir ailenin oğlu olan Şıh İsa (1919-2005) Fuzûlî hafızlığı yanında, sıra gecelerinde Urfalı Nâbî gibi diğer ünlü şairlerden de yüzlerce gazeli ezberden okurdu. Musikişinas yönüyle de tanınan Şıh İsa geleneksel sıra gecesi kültürüne vâkıftı. XX. yüzyılın başından itibaren Dede Halil, Kirişçi Halil, Cürre Mehmet, Saatçi Yusuf, Hacı İbiş, Kekeç Muhittin, Damburacı Derviş, Kuşcu Yusuf, Mukim Tahir, Herli Ahmet Ağa, Hâfız Ahmet, Bekçi Bakır, Tenekeci Mahmud, Hacı Mahmut Ağa, Hâfız Şükrü Çadırcı, Hâfız Nuri Başaran, Hâfız Yusuf Bilgin, Badıllı Mahmut Bitmez, Hâfız İsmail Uyanıkoğlu, Kazancı Bedih, Halil Hâfız, Kel Hamza, Demir İzzet gibi gazelhânları yetiştiren Urfa’da bu gelenek, günümüzde de Bekir Çiçek, Naci Yoluk, Azem Osman, Yusuf Oktay, Mercan Özkan, Ahmet Öncel gibi gazelhânlar tarafından sürdürülmektedir. Günümüzde sıra gecesi kültürünü İstanbul’da yaşatanlardan biri de udi Metin Özden’dir.

    Sıra Gecelerinde Okunan Gazeller
    Sıra gecelerinde okunmak için tercih edilen gazellerin muhtevaları Anadolu insanının ahlaki olgunluğunu, aşka hürmetini, kadere tahammülünü, engin hoşgörüsünü yansıtır. Urfa musiki meclislerinde icra edilen gazellerin bir kısmı Fuzûlî, Zâtî, Leyla Hanım gibi divan şiirinin en usta şairlerine aittir. Büyük çoğunluğu ise mahallî klasik sayılan Urfalı divan şairlerinin eseridir. Sıra gecelerinde genellikle şu gazeller okunur:

    Abdî (1857-1941)
    Söyle ey nâzik beden kasdın mı vardır cânıma
    Ahd ü peymânı unuttun gelmez oldun yanıma
    (icra: Osman Azem)

    Hüsnün senin ey dilber-i nâdîde kamer mi
    Hûri misin ey âfet-i can yoksa beşer mi
    (icra: Bekçi Bakır, Kazancı Bedih)

    Nice bir nâr-ı aşkınla ciger yansın kebâb olsun
    Bu âteşle nasıl cism-i nizârım zevk-yâb olsun
    (icra: Kazancı Bedih)

    Güzeldir sevdiğim ağyâre akran eylesem azdır
    Hayâl ü fikrim hasr-ı cânân eylesem azdır
    (icra: Yusuf Oktay)

    Nice bir mastaba-i dehrde nâ-şâd olalım
    Çıkalım çille-i gamdan yeter âzâd olalım

    Zâhidâ sanma ki nev-güfte makâlât okuruz
    Mey-i aşkı içeriz hüsn-i makâmât okuruz

    Ahmed Paşa (v.1497)
    Bir dil mi kalmıştır bu tîr-i gamzeden kan olmamış
    Bir cân mı vardır ol kemân ebrûya kurban olmamış
    (icra: Osman Azem)

    Fehîm (v.1900)
    Yanıp bir nâr-ı ruhsâre çerâğ olduğun var mı
    Seni pervâne veş şem,e şebistân olduğun var mı
    (icra: Tenekeci Mahmud, Bekçi Bakır, Kazancı Bedih)

    Furûgî (1877-?)
    Karadan ağa dönüp ders-i dilârâ okuruz
    Mekteb-i aşka varıp şimdi elifbâ okuruz
    (icra: Kazancı Bedih)

    Fuzulî (v.1556)
    Meni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
    Felekler yandı âhımdan murâdım şem,i yanmaz mı
    (icra: Kazancı Bedih)

    Hâsılım yoh ser-i kûyunda belâdan gayrı
    Garazım yoh reh-i aşkında fenâdan gayrı
    (icra: Kazancı Bedih)

    Kerem kıl kesme sâkî iltifâtın bî-nevâlardan
    Elinden geldiği hayrı dirîğ etme gedâlardan
    (icra: Osman Azem)

    Mende Mecnûn’dan füzûn âşıklık isti‘dâdı var
    Âşık-ı sâdık menem Mecnûnun ancak adı var
    (icra: Bekçi Bakır)

    Cân verme gam-ı aşka ki aşk âfet-i cândır
    Aşk âfet-i cân olduğu meşhûr-ı cihandır
    (icra: Çulha Hâfız)

    Öyle ser-mestem ki idrâk etmezem dünyâ nedür
    Men kimem sâkî olan kimdür mey-i sahbâ nedür
    (icra: Kazancı Bedih)

    Hatâyî (1823-1900?)
    Bugün gam tekye-gâhında fedâ bir cânımız vardır
    Gönül abdâl-ı aşk olmuş gelin kurbânımız vardır
    (icra: Dede Osman)

    Kânî (d.1845-?)
    Gam-ı aşkınla ahvâlım perîşân oldu gittikçe
    Cefâ vü cevr-i hicrinle ciger kân oldu gittikçe
    (icra: Kazancı Bedih)

    Nûş etmediğim dehrde peymâne mi kaldı
    Yaslanmadığım gûşe-i meyhâne mi kaldı
    (icra: Kazancı Bedih, Tenekeci Mahmud)

    Nakşibendî/Kâdirî
    Ahmed Kuddûsî Hz. (1769-1849)
    Aldanma gönül devlet-i ikbâle güvenme
    Vârislere âhir kalacak mâla güvenme
    (icra: Kazancı Bedih)

    Leylâ Hanım (1850-1936)
    Rahm eyle bu dil-haste-i nâ-çâra İlâhî
    Zahm-ı dilime senden olur çâre İlâhî
    (icra: Kazancı Bedih)

    Lûtfî (1888-1938)
    Nice bu hasret-i dildâr ile giryân olayım
    Yanayım âteş-i aşkın ile büryân olayım
    (icra: Kazancı Bedih)

    Nâbî (1642 Urfa-1712 İstanbul)
    Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâdır bu
    Nazargâh-ı İlâhîdir makâm-ı Mustafâdır bu
    (icra: Bekçi Bakır)

    Yaşar Nezihe Hanım (v.-1971)
    Aşkım ebedîdir erecek sanma zevâle
    Dönsem elem-i kahr-ı firâkınla hilâle
    (icra: Kazancı Bedih)

    Gül-ruhlarını gonca-i zibâya değişmem
    Endâm-ı dil-ârânızı tûbâya değişmem
    (icra: Kazancı Bedih)

    Bir perînin aşkına düştüm çok efgân eyledim
    Râz-ı aşkı çok zaman kalbimde pinhân eyledim
    (icra: Kazancı Bedih)

    Dil-i nâ-şâdımın ne sabrı ne ârâmı kalmıştır
    Ne yârin lutfu ne bahtın bana in’âmı kalmıştır
    (icra: Kazancı Bedih)

    Gönül bir bî-vefâ bir âfet-i bî-dâda düşmüştür
    Hülâsâ gayr-ı mümkün gamze-i cellâda düşmüştür
    (icra: Halil Hâfız)

    Sabret gönül eyyâm-ı safâ yâre de kalmaz
    Gam çekme ki vuslat demi ağyâre de kalmaz
    (icra: Kazancı Bedih)

    Mecnûn isen ey dil sana Leylâ mı bulunmaz
    Bu goncaya bir bülbül-i şeydâ mı bulunmaz
    (icra: Kazancı Bedih)

    Lâyık mı bu hicrân ile ömrüm keder etsin
    Gelsin melekü’l-mevt beni mahv u heder etsin
    (icra: Tenekeci Mahmud)

    Râsih (v.1731)
    Süzme çeşmin gelmesin müjgân müjgân üstüne
    Urma zahm-ı sineme peykân peykân üstüne
    (icra: Kazancı Bedih)

    Adıyamanlı Rifat (ö.1864)
    Tükendi nakd-i ömrüm dilde ser-mâyem bir âh kaldı
    Ne vasl-ı ârız-ı dilden ne yârândan nigâh kaldı
    (icra: Kazancı Bedih)

    Bağdatlı Ruhî (v.1605)
    Sûretde eger zerre isek ma‘nide yûhuz
    Rûhu’l-kudüsün Meryeme nefh etdiği ruhuz
    (icra: Dede Osman)

    Sabrî (1800-1871)
    Şerh ederken yine tahrîr-i derûn-ı sitemim
    Yakdı evrâk-ı dil-i sûzu zebân-ı kalemim

    Safvet (1866-1950)
    Erbâb-ı safâ taht-ı Cem’i bâğda kursun
    Sultân-ı kadeh elden ele hükmünü sürsün
    (icra: Kazancı Bedih)

    Konyalı Âşık Şem,î (1783-1839)
    Ben beni bilmem neyim dünyâ nedir ukbâ nedir
    Söyleyen kim söyleten kim aşk nedir sevdâ nedir
    (icra: Kazancı Bedih)

    Ziya Paşa (v.1880)
    Bir katre içen çeşme-i pür-hûn-ı fenâdan
    Başın alamaz bir dahi bârân-ı belâdan
    (icra: Kazancı Bedih)

    Âsâfın mikdârını bilmez Süleymân olmayan
    Bilmez insan kadrini âlemde insân olmayan

    Urfalı gazelhânların repertuvarlarındaki gazellerin hepsi bunlardan ibaret değildir. Metni tespit edilen gazel kayıtları dinlendiğinde bazen gazelhânların okudukları gazelin sonunda başka bir şairin bir beytini veya farklı şairlerden iki beyit okuyarak icralarını tamamladıkları görülür. Bilhassa Kazancı Bedih, bu tarza sık başvururdu. Gazellerin çoğu dinî-tasavvufi niteliktedir. Özellikle belki Urfalı olduğu için sıra gecelerinin vazgeçilmez şairi Nâbî’nin “Sakın terk-i edebden” matlalı gazeli, halk arasında meşhur menkıbesiyle en çok okunan şiirlerdendir.