İSLAM DÜŞÜNCESİNDE SEVGİ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: Hatice Toksöz *

    İslam düşünce geleneğinin en temel kavramlarından biri sevgidir. Sevgi kavramının Kur’ân-ı Kerîm’de sıklıkla geçmesi, Müslüman düşünürlerinin teliflerinde kavrama dair farklı açılımlara yer vermesine neden olmuştur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de sevgiyi ifade eden el-mehabbe ve el-vüdd kavramları sıklıkla geçmiş ve sevginin dinî hayatın temeli olduğuna dikkat çekilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de sevgi, insan için fıtri bir durum şeklinde geçmektedir. Bu çerçevede inanan bir insanın neyi ve kimleri sevmesi gerektiğinden ve özellikle de Allah’ın hangi karaktere sahip insanları sevdiğinden bahsedilmektedir.11 Hatice Toksöz, İslam Düşüncesinde Sevgi Teorileri, Ankara: Nobel Yayınları, 2016, s. 3-4; İsmail Karagöz, Ayet ve Hadisler Işığında Sevgi ve Dostluk, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2013, s. 21 vd.; Ali Galip Gezgin, Kur’an’da Sevgi, Isparta: Fakülte … Continue reading

    Sevgi sözcüğü bir kavram olarak Arapçada “hub” kökünden türetilmiş ve Türkçede de “muhabbet” şeklinde kullanılan “mehabbe”dir. Istılahi olarak ise sevgi, “kişinin iyi (hayr) olarak gördüğü ya da düşündüğü bir şeyi istemesi, sevmesi veya ondan hoşlanması” şeklinde tanımlanmıştır. İslam düşüncesinde insandaki sevgi duygusunun ya karşı cinse duyulan sevgi gibi bir hazdan ya faydalanılacak bir nesneden hoşlanma gibi bir faydadan ya da ilim erbabının birbirini sevmesi gibi bilgiden kaynaklandığı ifade edilmiştir.22 Râgıb el-İsfehânî, Müfredât Kur’an Kavramları Sözlüğü, trc. Yusuf Türker, İstanbul: Pınar Yayınları, 2007, s. 360.

    Kur’ân-ı Kerîm’de sıklıkla geçmesinin etkisi ile sevgi kavramı, İslam düşüncesinde ilk dönemden itibaren Müslüman düşünürlerinin fikir dünyasında önemli bir yer işgal etmiştir. Bilhassa ilk dönem sufileri, Allah-kul ilişkisinde korkudan ziyade sevgi ve ümit duygularının ağır bastığı ayet ve hadisleri ön plana çıkararak sevgiyi tasavvufi düşüncenin temel ilkesi konumuna getirmişler ve böylece Allah’ın azabından veya cehennemden korku nedeniyle değil, O’nun rızasını kazanma amacıyla ibadet yapmayı gaye edinmişlerdir.33 Süleyman Uludağ, “Muhabbet”, DİA, 30, İstanbul, 2005, s. 386.
    Hatta Hâris el-Muhâsibî, “… Müminlerin Allah’a sevgisi daha güçlü bir sevgidir…”44 Bakara, 2/165.
    mealindeki ayete atıf yaparak iman sevgisini “asli sevgi” şeklinde tanımlamıştır.55 Ebû Nuaym İsfahânî, Hilyetü’l-evliyâ ve tabakâtü’l-asfiyâ, X, Kahire: Matbaatü’s-Saade, 1938, s. 78.

    İslam düşüncesinin önemli tasavvufçularından biri olan Hücvirî de Keşfu’l-mahcub adlı eserinde sevgiyi tohuma benzeterek “hayatın aslı” şeklinde ifade eder. Nitekim tohumu toprağa atıp, ona yeterli su ve sıcaklık imkânı verildiği zaman vakti geldiğinde bu tohum filizlenip, büyüyerek çiçek açar ve meyve verir. Benzer şekilde bir insanın kalbine atılan sevgi de burada büyür ve başka sevgilere ulaşmasına vasıta olur. Dolayısıyla bir tohum gibi insanın kalbine atılan sevgi tohumu yeşerir, büyür ve gelişir.66 Hücvirî, Keşfü’l-mahcûb, nşr. İs’ad Abdülhadi Kındil, Beyrut: Dârü’n-Nehdati’l-Arabiyye, 1980, s. 548. Özellikle aile içinde çocukların kalbine atılan sevgi tohumları o çocuğun ilerideki hayatında büyük etkisi olacağı muhakkaktır. Zira sevgi, maddi değil, manevi olarak insanı besleyen ve büyüten bir olgudur.

    İnsanı besleyen ve büyüten sevginin kalp ile ilişkisini Gazzâlî’nin İhyâu ulûmi’d-dîn adlı eserinde zikrettiği bir metafor ile şu şekilde anlatır:

    “Sevgi (el-mehabbe), temiz bir ağaçtır. O ağacın kökü yerde sabit, dalları semaya yükselmiş, meyveleri ise kalp, dil ve azalarda ortaya çıkmıştır.”77 Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, IV, Kahire: Mustafa el-Babi-el-Halebi, 1939, s. 320.

    İslam düşüncesine dair temel metinlerde geçen el-mehabbe ve el-vedûd kelimeleri anlam itibarıyla çift yönlü bir sevgiyi ifade etmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de “… Allah onları sever, onlar da O’nu sever…” mealindeki Mâide Suresinin 54. ayeti sevginin çift yönlü oluşuna dikkat çekmektedir. Bu ayeti referans alan İslam düşünürlerinin kahir ekserisi sevginin çift kutuplu olduğu hususunda hemfikirdir. Bir yanda Allah’ın sevgisi, diğer yanda yaratılmışların, özellikle insanın Allah’a sevgisi vardır. Dolayısıyla İslam metafizik düşüncesinde sevgi, Allah’ın yaratılmışlara yönelik sevgisi ve yaratılmışların Allah sevgisi şeklinde iki yönlü olarak ele alınmıştır.

    Allah’ın yaratılmışlara yönelik sevgisi, O’nun güzel isimlerinin incelendiği Esmâ-i Hüsnâ başlıklı eserlerde başta el-Vedûd ismi olmak üzere, Rahmân ve Rahîm gibi birçok ismin açıklamalarında anlatılmaktadır. Vedud ismi, Arapça meveddet kökünden türetilmiştir ve katışıksız, saf sevgiyi ifade eder. Bundan dolayı da el-mehabbe ve ışk kavramlarından daha farklı bir kavramdır. Kur’ân-ı Kerîm’de özellikle Hûd Suresi 90’ıncı ve Buruc Suresi 14’üncü ayetinde, Allah’ın Vedud ismi, “çok bağışlayan ve çok seven” olması şeklinde, “Gafûr (bağışlayan)” ve “Rahîm (esirgeyen)” sözcükleriyle birlikte zikredilir. Burada Allah’ın müminleri, inanan kullarını sevdiğinden bahsedilir. Allah’ın el-Vedud ismi, 99 isminden bir tanesidir ve Allah’ın sevgisini ifade eder. İslam düşüncesinde Allah’ın el-Vedud isminin iki anlamını zikredilir. Biri, O’nun sevgisi, ikincisi de O’nun sevilen olmasıdır.88 Hatice Toksöz, a.g.e., s. 37-40.

    Âlemdeki bütün sevgilerin kaynağı esasında Allah’ın Vedud ismidir. Bunun sebebi de Meryem Suresinin 96’ncı ayetinde zikredilir. Şöyle ki “İnanıp salih ameller işleyenler için rahman olan Allah gönüllere bir sevgi koyacaktır.” Tamamen bu ayet bağlamında düşünüldüğünde de evrendeki var olan sevgilerin, insanın bir diğer insana duyduğu sevgi, insanın diğer varlıklara duyduğu sevginin kaynağının esas olarak Allah’ın Vedud isminin bir yansıması olduğu söylenebilir.

    İslam felsefesinde sevgiyi felsefi sistemlerinde varlığın ontolojik olarak varoluşunun ilkesi kabul eden Fârâbî ve İbn Sînâ, Allah’ın kendi zatını sevmesini aşk, âşık ve maşuk şeklinde formüle etmişlerdir.99 Hatice Toksöz, a.g.e., s. 41; İbn Sînâ, Metafizik, II, nşr. ve trc. Ekrem Demirli-Ömer Türker, İstanbul: Litera Yayıncılık, 2004, s. 109, 114.
    İbn Sîna, Risâle fî Mâhiyeti’l-‘ışk adlı eserinde mutlak olarak sevgiye layık olan varlığın Allah olduğunu söyler. Zira ona göre en yetkin ve en mükemmel varlık Allah’tır ve diğer bütün varlıklar gizli bir aşkla O’na yönelmişlerdir.1010 İbn Sînâ, Risâle fî Mâhiyeti’l-‘ışk, nşr. Ahmed Ateş, İstanbul: İbrahim Horoz Basımevi, 1953, s. 9-10. Gazzâlî de Allah’ın iyiliğine hiçbir iyiliğin denk olmadığını ve bu yüzden sevgiye layık olanın sadece O olduğunu belirtir. Nitekim Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn adlı eserinde insanda ortaya çıkan sevginin beş sebebi olduğunu zikreder. Buna göre insan, (i) kendi varlığını, kemalini, devamını; (ii) vücudunun devam ve bekası için yardım edip, tehlikeleri önceleyeni; (iii) iyilik yapanı; (iv) ister zahirî ister bâtıni suretinde olsun, zatı bakımından güzel olanı; (v) kendisi ile arasında gizli bir münasebet olanı sever.1111 Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, IV, s. 292 vd.; Hatice Toksöz, a.g.e., s. 61 vd.

    Bu maddeleri şu şekilde açıklayabiliriz:

    Bir insan kendi varlığının, kemalini ve devamını sever; yokluğundan, maddi veya ahlaki eksikliğinin olmasından da nefret eder. Bu düşünce, zati sebebi olarak tamamen Allah sevgisini gerektiren bir durumdur. Çünkü kendisini ve Allah’ı bilen, varlığının devamının ve kemalinin kendi zatından değil, Allah’tan olduğunu idrak eder. Bu sebeple bir kimsenin kendisini yoktan var edeni sevmemesi düşünülemez. Eğer sevmiyorsa, bu durum, kendisi ve yaratıcısı hakkında herhangi bir bilgiye sahip olmadığından kaynaklanır. Zira sevgi marifetin meyvesidir. Marifet olmazsa sevgi de olmaz.

    İkinci olarak bir insan, ihsanda bulunanı sever. İslam düşünürlerinin zikrettiği üzere, gerçek anlamda ihsanda bulunan hakiki cömert olan sadece Allah’tır. İnsan da kendisini ve malını korumak, dostlarına yardımda bulunmak ve düşmanlarına karşı savunmak amacıyla kendisine, ailesine, çocuklarına iyilik yapar ve ihsanda bulunur. Ancak bu niteliklere sahip olan insan, her şeyi kendisine yaptıranın Allah olduğunu bilir ve O’nu sever. Buradaki temel ilke, “asıl iyilik yapan sevilir”dir.

    Üçüncü olarak insan, kendisine faydası dokunmasa bile iyilik yapmakla şöhret kazanmış birini sever. Bu tür sevgi insanın fıtratında var olan bir sevgidir. Zira adil bir hükümdar zalim bir hükümdara nispetle iyilikleriyle ün kazanmış bir kimsedir. Adaletiyle ve iyilikleriyle ün kazanan bir insan hakkında, şahsen bir iyiliği olmasa bile insanların kalplerinde sevgi oluşur. Buna karşılık zulmü ile meşhur olan insan hakkında da nefret meydana gelir. Ancak gerçekte iyiliği yapan sadece Allah’tır. Allah, hikmetiyle âlemi en mükemmel bir şekilde yaratmıştır. Allah’ın hikmetini Gazzâlî şu şekilde tasvir etmektedir:

    “Allah, mutlak anlamda mükemmelliğinden dolayı âlemi yaratmıştır. Sonra da canlı varlıkların her türlü ihtiyacını bahşetmiştir. Nitekim Allah insana hayatını devam ettirebileceği kalp ve beyin gibi organlar vermiştir, bunun yanında hayatını idame ettirebileceği el, ayak, göz gibi organlar ve bedeninin süsü olan saç, kaş, göz rengi vb. azalar bahşetmiştir. Ayrıca insanın hayatını idame ettirebilmek için ihtiyaç duyabileceği birtakım sebepleri var etmiştir.”1212 Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, IV, s. 295.

    Dördüncü olarak güzel olan sevilir. Güzellik ise dış ve iç güzellik şeklinde ikiye ayrılır. Dış güzellik herkes tarafından hemen fark edilir. Fakat iç güzelliği ancak akıl sahibi kimseler idrak edebilir. İslam düşünürleri iç güzelliğin ancak ilim sahibi kimseler tarafından idrak edildiği düşüncesindedirler. Mutlak güzel olan ise sadece Allah’tır. O’nu da sadece ilim sahibi kimseler idrak edebilir.

    Sevginin beşinci sebebi ise seven ile sevilen arasında gizli bir münasebetin var olmasıdır. Birbirini seven insanlar arasında duyularla idrak edilemeyen bir tür münasebet vardır. İslam düşünürleri insan ile Allah arasında gizli bir münasebetin olduğu görüşündedirler. Zira insan Allah’ın isimlerini en güzel bir şekilde yansıtarak O’na benzemektedir. Fakat insanın Allah’a yakınlaşması sahip olduğu ahlaki erdemler ile mümkün olduğu belirtilmelidir.

    Bütün bu sevgi sebepleri itibarıyla insan Allah ile ünsiyet kurabilmektedir. Çünkü insan Allah’ın lütuf ve nimetlerini bilir ve O’nunla ünsiyet eder. Esasen ünsiyet Allah ile bir olmadır.

    Allah ile bir olma veya beşerî aşktan ilahi aşka geçişi, yani ilahi aşkı genelde mutasavvıflar üç aşamada zikrederler. Birinci aşaması züht ve takvadır yani züht insanın her türlü dünyevi şeylerden kendisini tecrit etmesidir. Burada tecritten kastedilen insanın hayatını idame edecek kadar eşya, hayatını idame edecek kadar yeme içmedir. İkinci aşaması da nefsi emmareye boyun eğdirmektir. Nefsi emmare insandaki kötülüğü emreden nefistir yani insanın arzuları, hevesleridir. Üçüncü aşaması ise aşktır. Yani züht hayatı, daha sonra nefsi emmareye boyun eğdirip bilinçli bir ibadet yaptıktan sonra aşk kendiliğinden gelir. İslam düşünürleri ilahi aşkı insanın latifleşmesi olarak ifade ederler. Bu aşamada tamamen Allah’la bir olma vardır.

    İslam filozoflarına göre sevgi, insanın tabiatında var olan bir duygudur. İslam düşüncesinde sevginin “şuurlu bir varlık olan insanın iradi bir durumu” olarak tasvir edildiği görülmektedir. Bu bağlamda İslam felsefesinde metafizik boyutuyla sevgi, Allah ve yaratılmışlar arasında olmak üzere çift kutuplu ele alınırken, ahlaki boyutuyla insanda var olan sevginin iki çeşit olduğu ifade edilmiştir. İnsanda var olan sevginin biri tabii, diğeri de iradi sevgidir. Tabii sevgi anne-babanın çocuğuna olan sevgisidir.1313 Hatice Toksöz, a.g.e., s. 99.

    İradi sevginin ise birçok sebebi vardır. İslam düşünürleri sevginin marifete tabi olduğunu söylerler. Nitekim Gazzâlî, sevginin marifet ve idrak ile gerçekleştiğini ifade eder. Ona göre sevgi, canlı ve idrak sahibi bir varlığın temel özelliğidir, bu sebeple sevgi bilgi olmadan meydana gelmez. İnsan ancak bildiği bir şeyi sever.1414 Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, IV, s. 288.İslam düşünürlerine göre insan bilgiyi duyuları ve aklıyla elde eder. İnsandaki her bir duyunun kendine özgü hazzı vardır. Mesela, kulağın hazzı duyduğu seslerde, gözün hazzı hoşlandığı şeylerde, burnun hazzı hissettiği güzel kokulardadır. İnsandaki bu duyular idrak ettikleri şeylerden haz aldıkları için sevilmektedir.

    Ancak insan sahip olduğu beş duyusu bakımından hayvanlarla ortak özelliğe sahiptir. İnsanı diğer varlıklardan ayıran temel niteliği ise aklı ve kalbidir. İnsan aklı ve kalbi ile duyuların idrak edemediği ilahi ve yüce olan şeyleri idrak eder ve anlayarak buradaki güzellikleri görür ve sever. İnsan ruh ve bedenden meydana gelmiş bir varlıktır. Yüce Allah’ın insana bahşettiği ilk nimeti ona birbiriyle uyumlu çalışan organları olan mükemmel bir vücut vermesi, ardından da akıl vererek bedenin kontrolünü aklına vermesidir. Bu noktada insan bedeni arzularının peşinden koşar ve her daim bedeni hazlarıyla meşgul olursa bir süre sonra akıl yetisi kendi fonksiyonunu gerçekleştiremez hâle gelir. Bunun neticesinde de insandaki asıl olan insani değerler kaybolur gider.1515 Hatice Toksöz, a.g.e., s. 51-52.

    İslam ahlak düşüncesine göre insanda iradi sevgi, iyilik, menfaat ve hazza dayalı olarak ortaya çıkar.1616 İbn Miskeveyh, Tehzîbü’l-ahlâk, nşr. Kostantin Zürek, Beyrut: the American university of Beyrut, 1967, s. 135-136. İyilik, menfaat ve haz, aynı zamanda insanlar arasındaki iletişimde var olan sevginin de sebebidir. Çünkü bu iyilik, menfaat ve hazza dayalı sevgi iradidir ve bu tür sevgiye dayalı fiillerin sonucunda da mutlaka mükâfat ve ceza söz konusudur. İnsanda üç tür irade meydana gelir. Bunlardan biri, insanın şehevânî gücüne bağlı olan duyu güçlerinden gelen istektir (şevk). İkincisi, insanın mütehayyile gücü ve ona bağlı istek (şevk) gücüdür. İnsanda duyu ve mütehayyile gücüne bağlı bilgiler gerçekleştikten sonra akıl gücüne bağlı üçüncü irade meydana gelir. Üçüncü irade ise akıl gücünün fiilinden gelen istektir (şevk). Bu üçüncü irade akıl gücünden doğan fiilden meydana geldiği için aynı zamanda tercih etme (ihtiyâr) olarak da adlandırılır. Birinci ve ikinci iradeler konusunda insan hayvanlarla ortaktır. Fakat üçüncü irade sadece insana özgüdür ve bu irade ile insan ahlaki fiilleri ve sevgi konusunda tercih yapabilme özgürlüğüne sahiptir. Bu nedenle ödül ve ceza da bu üçüncü iradeye bağlı fiillerde gerçekleşir.

    İnsanda iradesiyle ortaya çıkan ve iyilik, menfaat ve hazza dayalı gerçekleşen sevgi dört çeşittir. Bunlar; (i) hemen oluşan ve hemen kaybolan; (ii) çabucak oluşan ve yavaş yavaş kaybolan; (iii) yavaş yavaş oluşan ve çabucak kaybolan; (iv) yavaşça oluşan ve yavaşça kaybolandır.1717 Hatice Toksöz, a.g.e., s. 94.

    Bu sevgi çeşitlerinden olan haz, çabuk değişme özelliğine sahip olduğundan çabuk bağlanan ve çabuk çözülen sevgi sebebidir. Menfaat de az bulunur olmasına rağmen hızlı geçtiğinden dolayı geç bağlanan, ancak çabuk çözülen sevginin sebebi olabilir. İyilik ise çabuk bağlanan, fakat geç çözülen bir sevginin sebebidir. Zira iyilik sebebiyle sevgiye sahip olan kimseler arasında zati benzerlik söz konusudur. Bu nedenle çabuk gerçekleşir, ancak iyilik mahiyeti itibarıyla gerekli olup, ayrılmayı imkânsız kılan gerçek bir birleşim meydana geldiğinden dolayı geç çözülen bir sevgidir. Her üç sebebin birleşimiyle meydana gelen sevgi ise geç bağlanan ve geç çözülendir. Zira iyilik ve menfaatin bir araya gelmesi her iki hâli de gerektirir. Ayrıca İslam ahlak düşüncesinde iyilik sebebiyle gerçekleşen sevginin sırf iyi insanlara özgü bir durum; menfaat ve haz sebebiyle ortaya çıkan sevginin de kötüler ve iyilerle kötüler arasında gerçekleşen bir sevgi olduğu düşünülmektedir.

    İslam ahlak düşüncesinde sevgi bir erdem olarak kabul edilmektedir. Erdem ise insanı asıl gayesine ulaştıran bir vasıtadır. Nitekim İslam ahlak düşüncesinde hikmet, “bilgelik sevgisi” şeklinde tanımlanmış ve bu tanımdan hareketle de insanın gayesi “iyiyi bilmek” şeklinde ifade edilmiştir. İslam düşünürlerinin iyi ile kastettikleri “en yüksek iyi” şeklinde de ifade edilen “en yüce mutluluk (es-sa’âdetü’l-kusvâ)”tur. En yüce mutluluk’u, “mutlak iyi” şeklinde de ifade etmek mümkündür. Esasen en yüce mutluluk insan için ulaşılmak istenilen en son gayedir. Başka bir ifadeyle mutlak iyi veya en yüce mutluluk her bir insanın ulaşmak istediği ve arzuladığı bir gayedir.1818 Hatice Toksöz, a.g.e., s. 9481 vd.

    İnsanın “en yüce mutluluk”a ancak erdemlerle ulaşabileceğini söyleyen İslam ahlak düşünürlerine göre insan, ancak ahlaki anlamda yetkinlik kazanırsa gerçek mutluluğa ulaşılabilir. Ahlak felsefesinde insanın akli, şehevânî ve gadabî şeklinde üç gücünden söz edilmektedir. İnsanın bu güçlerinin sevgi ile ilişkisi şu şekilde tasvir edilmektedir:

    “İnsanın akli gücün sevgisi, doğru, ilim ve öğretim gibi güzel şeylere arzu duymasıdır. Şehevânî gücün sevgisi, yeme-içme ve nefsani isteklere arzu duymasıdır. Gadabî gücün sevgisi ise gözü peklik, öfke, üstün gelme, yönetici olma, övgü ve şeref gibi şeylere arzu duymasıdır. İnsanın akli gücünün erdemi hikmet, şehevânî gücün iffet, gadabî gücün ise şecaattir.”1919 Hatice Toksöz, a.g.e., s. 87.

    İslam ahlak düşüncesine göre hikmet, iffet ve şecaat erdemine sahip olan kimse “iyi/erdemli insan”; bu erdemlerin ifrat ve tefriti olan reziletlere sahip kimse ise “kötü ahlaklı” olarak tanımlanmaktadır. İyi insan, yani erdemli davranışlara sahip kimse herkes tarafından sevilirken, kötü huylara sahip insanlar da diğer insanlar tarafından sevilmez. Dolayısıyla sevgi insanın ahlaki erdemleri kazanmasında önemli rol oynamaktadır. Bu bakımdan da sevgiyi ahlaki erdemlerin hem başlangıcı hem de sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü insan mutlak iyiye ulaşabilmek için ahlaki erdemlere sahip olmak ister. Böylece sevgi, insanın ahlaki erdemleri kazanmasında motive eden güç olmaktadır. Zira ahlaki erdemlere sahip olan kimse hem iyi/erdemli ve yetkin bir insan olmakta hem de iyi huylara sahip olduğundan dolayı herkes tarafından sevilen bir şahsiyet olmaktadır.

    İslam ahlak düşüncesine dair metinlerde bireyin ahlaki yetkinliğini kazanmasında sevginin önemine vurgu yapılırken, aynı zamanda bireyin toplumsal birlikteliğinde sevginin önemi ülfet kavramı ile ilişkili olarak ele alınmaktadır. Nitekim bu metinlerde toplumsal birlikteliğin gerekliliği ve faydasına dair pasajlarda sevgi ve ülfet ilişkisi serdedilmektedir. Bu pasajlarda ilk olarak âlemin bir organizma gibi olduğu ve âlem içindeki varlıkların iyilik içinde olması sevgiye bağlı olduğu ifade edilmektedir. İkinci olarak hem birey olan insanın hem de toplum hâlinde insanların yetkinliğe ve mutluluğa ulaşması, toplumda güven ortamının sağlanması, güç birliği oluşturularak birbirleriyle yardımlaşması sevgi ve ülfetin varlığına bağlanmıştır.

    Ülfet, ahlaki bir erdemdir ve insanların gündelik yaşamlarının idaresinde birbirleriyle yardımlaşmaları konusunda aynı görüş ve inançta olmalarını ifade etmektedir. İslam ahlak metinlerinde ülfetin Allah’ın insanlara bahşettiği en büyük nimetlerden biri olduğu geçmektedir. Bu çerçevede ülfet, iyi/güzel ahlakın; ülfetin zıddı olan ayrışma da kötü ahlakın ürünü olarak zikredilmektedir. Nitekim Gazzâlî, insanları Allah için sevmenin ibadetlerin en güzeli olduğunu ifade eder. Allah için insanları sevmenin birtakım şartları vardır ve bu şartlara dikkat edildiği takdirde insanlar birlik (ülfet) oluşturup, birbiriyle kardeş olabilir. Çünkü İbn Miskeveyh’in zikrettiği gibi, insanların tabiatında diğer insanlara karşı bir yakınlaşma duygusu vardır. İnsanlar arasında kin ve düşmanlığın olmasını engellemek için tabii olarak bulunan yakınlaşma duygusunun titizlikle korunması ve kullanılması gerekir. Nitekim din, insanlar arasında yakınlaşma duygusunu korumaya yönelik olarak insanların bir araya toplanabileceği meclisleri tavsiye etmiştir. Mesela, beş vakit namazın camide kılınmasının tavsiye edilerek, toplu hâlde kılınan namazın ferdî kılınandan daha üstün olduğunun bildirilmesi, insanlar arasındaki sevgi ve ülfetin yaygınlaştırılması amacına yöneliktir. Hatta Allah insanlar arasındaki ülfetin yaygınlaştırılmasına yönelik olarak şehirlerde haftada bir toplanılmasını, bütün Müslümanların da ömürlerinde bir kez Mekke’de toplanmalarını emretmiştir.2020 Hatice Toksöz, a.g.e., s. 115 vd.

    Bu bilgiler ışığında sevgi kavramı gibi, ülfetin de insanlarda fıtri olarak bulunduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de “… Hani sizler birbirinize düşman idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz…”2121 Âl-i İmrân, 3/103. mealindeki ayet bu düşüncenin açık bir delilidir.

    İslam ahlak metinlerinde sevgi, tabii adalet olarak da ifade edilmektedir. Adalet ise “tabii birlik” şeklinde tanımlanmaktadır. Hatta bu metinlerinde “sevgi, adalete yeğdir” ifadesi geçmektedir. Burada sevgi, insanları bir arada tutan tabii adalet anlamındadır. Dolayısıyla sevgi, toplumu oluşturan bireylerin ahlaki yetkinliğini kazanmasında önemli olduğu gibi, toplumsal adaletin ve yardımlaşmanın tesisi için de oldukça önemlidir.

    Sonuç olarak sevgi, insan hayatının merkezinde yer alan ve ona kendi var oluşunun anlamını hissettiren bir duygudur. Çünkü insan, sevgi gibi ulvi bir duyguya sahip olması nedeniyle barış ve huzur dolu bir toplum modeli gerçekleştirebilecek nitelikte bir varlıktır. Bu çerçevede yapılması gereken, öncelikle Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan ayetlerin ve Hz. Peygamber’in sözlerindeki sevgi kavramının anlam içerikleri dikkate alınmak ve İslam düşünce geleneğindeki sevgiye dair yorumlar analiz edilip değerlendirmektir. Böylece bir sevgi ahlakının inşa edildiği bir toplum oluşturmak pekâlâ mümkün olur.

    *Doç. Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi



    1 1 Hatice Toksöz, İslam Düşüncesinde Sevgi Teorileri, Ankara: Nobel Yayınları, 2016, s. 3-4; İsmail Karagöz, Ayet ve Hadisler Işığında Sevgi ve Dostluk, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2013, s. 21 vd.; Ali Galip Gezgin, Kur’an’da Sevgi, Isparta: Fakülte Kitapevi, 2003, s. 98 vd.
    2 2 Râgıb el-İsfehânî, Müfredât Kur’an Kavramları Sözlüğü, trc. Yusuf Türker, İstanbul: Pınar Yayınları, 2007, s. 360.
    3 3 Süleyman Uludağ, “Muhabbet”, DİA, 30, İstanbul, 2005, s. 386.
    4 4 Bakara, 2/165.
    5 5 Ebû Nuaym İsfahânî, Hilyetü’l-evliyâ ve tabakâtü’l-asfiyâ, X, Kahire: Matbaatü’s-Saade, 1938, s. 78.
    6 6 Hücvirî, Keşfü’l-mahcûb, nşr. İs’ad Abdülhadi Kındil, Beyrut: Dârü’n-Nehdati’l-Arabiyye, 1980, s. 548.
    7 7 Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, IV, Kahire: Mustafa el-Babi-el-Halebi, 1939, s. 320.
    8 8 Hatice Toksöz, a.g.e., s. 37-40.
    9 9 Hatice Toksöz, a.g.e., s. 41; İbn Sînâ, Metafizik, II, nşr. ve trc. Ekrem Demirli-Ömer Türker, İstanbul: Litera Yayıncılık, 2004, s. 109, 114.
    10 10 İbn Sînâ, Risâle fî Mâhiyeti’l-‘ışk, nşr. Ahmed Ateş, İstanbul: İbrahim Horoz Basımevi, 1953, s. 9-10.
    11 11 Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, IV, s. 292 vd.; Hatice Toksöz, a.g.e., s. 61 vd.
    12 12 Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, IV, s. 295.
    13 13 Hatice Toksöz, a.g.e., s. 99.
    14 14 Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, IV, s. 288.
    15 15 Hatice Toksöz, a.g.e., s. 51-52.
    16 16 İbn Miskeveyh, Tehzîbü’l-ahlâk, nşr. Kostantin Zürek, Beyrut: the American university of Beyrut, 1967, s. 135-136.
    17 17 Hatice Toksöz, a.g.e., s. 94.
    18 18 Hatice Toksöz, a.g.e., s. 9481 vd.
    19 19 Hatice Toksöz, a.g.e., s. 87.
    20 20 Hatice Toksöz, a.g.e., s. 115 vd.
    21 21 Âl-i İmrân, 3/103.