NEYİ SEVDİĞİMİZİ BİLMEMEK

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: Cassandra Falke*

    Ben, sevginin öznel ve psikolojik bir tecrübe olmadığını, egonun konumunun tersine çevrilmesini kapsayan ve tüm dünyayı algılamada yaşanan küresel bir değişiklik olduğunu söylüyorum.
    (Marion, “What Love Knows” [Aşkın Bildiği], s. 31)

    Aşırılık Filozofu
    Jean-Luc Marion fenomenolojinin aşırılık kuramcısı, belki de aşırılık şampiyonudur. Christina Gschwandtner, Marion’un metinlerinin gerilimli bir dile ve şok edici sahnelere doğru yön değiştirdiğini söylerken haklı olsa da o, bir aşırılık şampiyonunun yapması gerekenleri yapıyor bir çeşit: bizi her gün çevremizi saran baş döndürücü potansiyelin farkına vardırmaya çalışıyor. Marion’un en meşhur aşırılık kavramsallaştırması, dikkatimizi bir oluşa ya da bir kişiye ya da bir sanat eserine yönelttiğimizde ve anın bize geri verdiği sindirme kapasitemizi aştığında yaşanan doygun fenomenliktir. Benim dikkatim bir kahve bardağı gibidir ve birisi tüm kahveyi doldurmaya çalıştığı zaman kahve taşar. Hayat bu anlarla doludur. Marion, “fenomenlerin hepsinin değilse bile çoğunun haiz olduğu görü aşırılığı” ya da bize onları içine sığdırmaya çalıştığımız “kavram ya da anlam üzerinden” verdikleri sebebiyle “doygun hâle gelebileceğini” yazar (“Banality of Saturation” [Doygunluğun Sıradanlığı]).

    Marion’un doygun fenomenlik kavramıyla ilişkili olan ve daha yakın zamanlarda geliştirdiği iki kavram daha vardır: erotik redüksiyon ve negatif kesinlik. Doygun fenomen kavramının yanı sıra bu fikirleri ele alan bu makale aşk/sevgi ve bilgi arasındaki ilişkiyi inceleyecektir. Makalenin ilk kısmı erotik redüksiyon ve negatif kesinlik kavramlarını tanıtacak, ikinci kısmı ise üç bölümden oluşacaktır: neyi/bir şeyi bilmek, kimi/bir kişiyi bilmek ve kendimizi bilmek.

    I.
    Erotik Fenomen
    Marion, erotik fenomenin “kendilerini her şeye dayatan” (“Banality of Saturation”) doygun fenomenlerden biri olduğunu söyler. Erotik fenomen kendisini her seferinde biricik olarak ortaya koysa da evrenseldir. Bir başkasıyla yaşadığım her karşılaşma beni, beklentilerimi her zaman aşan ve kavramların kapsayamadığı bir varlıkla yüzleşmeye zorlar. Husserl için bu, diğer insanları nesneler olarak değil bize benzer – bizim gibi etten ve zamansal olan – özneler olarak görmemiz gerektiği anlamına geliyordu. Fakat diğerini böyle görmek nihayetinde işe yaramaz. Bu görüş son yüzyılda, bir kimsenin bir diğerine baktığı ve kendine benzer bir özne görmediği çeşitli defalarda trajik bir şekilde, hatta soykırım biçiminde çuvalladı. Bir kimseyi benzeşim üzerinden görme çabalarının hepsi ötekini benim beklentilerim karşısında siler. Levinas, Husserl’in ötekileri benzeşim üzerinden düşünme çabasının tehlikelerini fark etti ama kurucu ego/aynılık ile öteki/fark arasındaki ikili karşıtlığı sürdürdü. Bu ayrımı muhafaza ederek başkalığı kutsallık seviyesine yükseltti. Bu düşünüş biçimi Husserl’de bulunmayan bir etik üretse bile kurucu egonun tahakkümünü itiraz etmeden kabul eder.

    Erotik redüksiyona göre aşk/sevgi, kendimizi başkası tarafından kurulmuş bulduğumuz zaman başlar. Henüz yeni uyanmış çocuğumun yüzüyle ya da bir dilenciyle ya da yalvarmak zorunda kaldığım birisiyle karşılaştığım zaman muayyen bir ötekiden gelen muayyen bir çağrıyla karşı karşıya kalırım. O anın benden ne olmamı beklediğini ve o kişinin beni ne olarak göreceğini belirleyen şey benim dışımdadır ve bunlar mutlak olarak biriciktir. Aşk/sevgi ve nefret, sadece aile ya da arkadaşlardan oluşmayan sonsuz çeşitlilikte ilişki dokur. Marion sevgiyi yeniden düşünüşünü bir “redüksiyon” olarak adlandırır çünkü fenomenolojik redüksiyon gibi o da neredeyse her şeyin radikal bir yeniden düşünülüşünü içerir. Descartes’ın, “Düşünüyorum, öyleyse varım.” epistemik redüksiyonundan da, “benim, söz konusu olan varlık olduğu sürece ben olduğum ontolojik redüksyiondan” (Erotic Phenomenon, s. 194) da daha ilksel olan erotik redüksiyon, “Seviyorum ve seviliyorum (ya da sevildim ya da sevilmeyi umuyorum), öyleyse varım. Seviyorum ve seviliyorum, öyleyse var olmaya devam etmeyi arzuluyorum.” demeyi varsayar.

    Bu indirgeme, ontolojik ve epistemik indirgemeden hem zamansal hem de felsefi olarak zorunlu olarak önce gelir. Zamansal olarak önce gelir çünkü sevilmemiş olsaydım burada olmazdım. İdeal bir durumda bir çocuk sevgiyle dünyaya getirilir, beslenir ve büyütülür. Fakat durum bu olmasa bile bebeklerin dünyaya gelmesi ve yetişkin çocuklar hâline gelmesi için asgari bir sevgi gereklidir. Bebekler kendilerine bakamaz. Ben bir bebekken evlat edinildim. Bana sevgiyle mi hamile kalındığını yoksa tecavüz ya da sarhoşluk veya başka bir şeyin sonucu mu olduğumu bilmiyorum. Öz annemin ben doğduğum zaman genç ve yalnız olduğunu biliyorum. Ama öz annemin beni, hem doğuracak hem de isimsiz bir şekilde ve hiçbir iddiada bulunmadan beni sevgiyle büyüten bir anne ve babaya verecek kadar sevdiğini biliyorum. Eğer sevgi benim varoluşumu ve düşüncemi, sizin varoluşunuzu ve düşüncenizi öncelememiş olsaydı burada olmazdık. Erotik redüksiyon epistemik ve ontolojik redüksiyonu felsefi olarak da önceler çünkü onları ayakta tutan şeydir. Ben eğer buradaysam – düşünüyor, yazıyorsam – var olduğumdan ve varoluşa sahip olduğumdan emin olabilirim. Marion, bundan emin olabileceğimizi kabul ettikten sonra gayet sağduyulu bir hamle yapar. Eğer sevip sevilme umudunu ortadan kaldırırsak soyut düşüncelerin ya da ontolojik ihtimalin bizim için önemli olup olmayacağını sorar? “Benim için, olduğum kişi olmayı sürdürmek için var olmam yeterli değildir: evvel emirde birisinin beni sevmesi – erotik imkân – da gereklidir (Erotic Phenomenon, s. 20) “Bir başkasının kendilerini sevme ihtimalinden” vazgeçenler “[vazgeçişleri] oranında insanlıklarını yitirmiştir.” (s. 19-21) Bir başkasıyla yaşanan her karşılaşma kendimiz için doygun bir fenomen hâline gelmemizi gerektirir. Karşılaşmayı hesaplayamaz, yaşanan her şeyi kavramsallaştıramaz, nereye çıkacağını kestiremeyiz.

    Negatif Kesinlikler
    Erotik fenomenler de diğer doygun fenomenler gibi negatif kesinlik kavramını varsayar. Marion’un iddiasına göre, kesinlik ve nesnelliği o derece bilgiyle ilişkilendiriyoruzdur ki sevginin üzerimizde bıraktığı bilgi türleri gibi diğer bilme biçimlerini bilgi olarak tanımıyoruzdur bile. Marion, “tecrübenin, kendiliğinden oluşan süreci içerisinde bize, sürekli gelişen ve değişen, kontrol edemediğimiz bir görü çeşitliliği dayattığını ve bundan dolayı da şeyin veya şartların olumsallığının, kendisi de çeşitlenen, değişen ve o yüzden de müphem olan bilgiyi etkilediğini” söyler. Gündelik durumlarla başa çıkmak için “şeyleri kesin olarak bilinebilecekleri bir şeye” ve “arta kalanı da bilinemezin karanlığına terk ederiz.” (Negative Certainties, s. 2) Bilgiyi modellenebilir, ölçülebilir ve kayda geçirilebilir olanla sınırlandırmak pratiktir. Hata, bildiğimizi iddia ettiğimiz bir şeyin ya da bir kişinin bize çok daha fazlasını sunan bir hadise içinde verildiğini unutmaktır. Marion ampirizme karşı çıkarken fenomenolojinin temel bir ilkesini yeniden vurgular sadece; ama dışarıda bırakılanın bir hâl ya da tavır, hatta bir tecrübe olmadığını, aslında bilgi olduğunu kendine has bir netlikle ve ısrarla da belirtir. Sevgi bu bilginin edinildiği yollardan biridir çünkü “Sevgi için yaptığım her şey kalıcı bir yara gibi iz bırakmıştır üzerimde.” “Sevmek için ne hâle geldiğimi hiçbir zaman unutmayacağım.” (Erotic Phenomenon, s. 188) ve hayatımdaki sevgilerin beni nasıl şekillendirdiğini hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceğim.

    Sevginin verili tecrübeyi şekillendirmedeki kurucu rolü ve bilginin kavramlar üzerindeki aşırılığının farkındalığıyla birlikte sevginin bilgiyi, diğer insanları ve kendimizi bilme/tanıma noktasındaki rolü ne olabilir? Şimdi odak noktamı bilgiye kaydıracak ve [bilginin] görünüşte en sevgisiz biçimi olan “neyi/bir şeyi bilmekle” [knowing a what] başlayacağım. Benim seven biri olmam, bir yaprağa, bir matematik problemine ya da Kant’ın zor bir paragrafına yöneldiğimde bu yönelimi nasıl etkiler?

    II.
    Neyi/Bir Şeyi Bilmek
    Marion, “Aziz Augustinus’un ve Pascal’ın (ve Heidegger’in!)” “kişinin yalnızca önce onları severse bilebileceği hakikatler olduğunu” (Negative Certainties, s. 188) savunduğunu belirtmekten keyif alır. Ne de olsa felsefe kökeninde hikmet sevgisidir. Lakin bizim sevgi istidadımız, yukarıda söylediğimiz gibi, irademizle üretebileceğimiz bir şey değildir. Diğer insanların sevgilerinin bizden talep ettiği bir şeydir. Öyleyse bilgiyi sevmeye nasıl başlarız?

    Bilginin menşei nereyse tüm hususlarda genellikle birisidir. Böylece matematiksel kavramlar gibi soyutlamalar dahi sevgiyle ilişkili olur. Mesela beşinci sınıftaki matematik öğretmenimle benim bir anlaşmamız vardı. Tüm cevapları doğru bildiğim sürece cevaplarımı yazmak zorunda değildim. Eğer erken bitirirsem kitap okuyabilirdim. Benim için matematik onun sayesinde bir özgürlük alanı hâline geldi. Bana dikkatli ve net olmayı öğretti ama işleri diğerlerinden farklı şekilde yapsak da olurdu. Beni, matematiksel süreçleri benim yapmadığım şekilde yazmaya zorlasaydı matematik bana zaten bilinen olguların manasız yeniden üretiminden başka bir şey değilmiş gibi görünebilirdi. Herkesin okulda ya da başka yerlerde, – nasıl ekmek pişirilir gibi – bir bilgi kaynağına – herhangi bir bilgi kaynağına – yaklaşım biçimimizi etkilemiş öğretmenleri vardır. O kişiler nadiren aklımıza gelse bile sevgileri, ne kadar müphem olsa da gerçek olan sevgileri, bilginin işleyiş şekillerinde bulunmaya devam eder.

    Sevgi aynı zamanda hâlihazırda sahip olduğumuz bilgiyi de yeni şekillerde bağlantılandırarak dönüştürür. Dönüştürür çünkü kendilik akıldan türemez; kendilik ve akıl ilişkisel yaşamdan türer. Şeyleri algıladığımız zaman onlar bize hâlihazırda anlamlılık ağlarına dokunmuş biçimde gelir. Şeyleri hiçbir zaman bu karmaşık iç içe dokunmuşluk dışında tecrübe etmeyiz ama sanki öyleymiş gibi konuşmak, yazmak ve düşünmek pratiktir. Heidegger’in Towards the Definition of Philosophy [Felsefenin Tanımına Doğru] metnindeki bir kürsünün birdenbire algılanışı tartışmasını ele alan Marion, bir kürsü örneğini kullanır. Derse katılanlar şu şu ölçülerde kahverengi bir kutu değil de hemen bir kürsü görür çünkü onu, gerçekleşmek üzere olan olayla ilgili beklentileri içerisinden görürler (Reason of the Gift, s. 44-45; Heidegger, Towards, s. 58). Bizim olayla ilgili beklentilerimiz bir kürsünün bir nesne olarak ne olduğu tanımına dayanmaz. Beklentilerimiz o tanımı önceler. “Sevgi öznel ve psikolojik bir tecrübe olmadığı,” “tüm dünyanın algılanışında yaşanan küresel bir değişiklik olduğu” (“What Love Knows” s. 31) için sevgi ya da sevginin yokluğu, nesneler ve metinler bizim için nesne ve metinler hâline gelmeden, hâlâ olaylarken şekillendirici bir gerçeklik olarak bulunur. Bilgi oluşturmak kelimelere, hadiselere ya da ihtimallere sanki bazen kavramlarmış bazen de nesnelermiş gibi davranmamızı gerektirir. Fakat unutulmamalıdır ki nesne-lik yorumlayıcı ve sınırlayıcı bir kategoridir. Sadece insanlarla birlikte yaşamaktan değil onların arasından yaşamaktan da kaçamayız. Bir sınıfa sevilen ve sevilmeyen varlıklar olarak gireriz. Sevgi bizim bir konuyu yorumlayışımızı, derslerden beklentilerimizin kahverengi bir kutuyu yorumlayışımızı şekillendirmesi gibi kati ve görünmez biçimde şekillendirir.

    Kimi/Bir Kişiyi Bilmek
    Marion, sevdiğimiz birini bilmekle ilgili olarak görünüşte çelişkili olan iki şey söyler. İlk olarak, “Gördüğümün ne olduğunu bildiğim için sevmem, tersine seven ilk kişi olarak ben sevgim ölçüsünde görürüm ve bilirim.” (Erotic Phenomenon, s. 79-80) Fakat öbür yandan, “sadece bilmediğim bir başkayı… sevebilirim.” (Negative Certainties, s. 36) Öyleyse bilgi mi sevgiye bağlıdır yoksa sevgi mi bilgiye? Sevgi bilgi eksikliğine, bilgi de sevgiyle bilmediğimizin farkındalığının birleşimine bağlı gibi görünüyor. En uzun süredir sevdiklerimizle ilgili öğrenebileceğimiz nedir tam olarak? Bir başkasıyla gerçekten ve sevgiyle ilişkiye girdiğimizde o insan tekil bir biçimde ortaya çıkar. Ve birisini sevmeye karar verdiğimizde – böyle bir karar verdiğimizin farkında bile olmayabiliriz – bir hedef olarak kesinlikten vazgeçmişizdir. Kesin bilgi yerine yeni ihtimaller olasılığıyla karşı karşıya kalırız. Bizim sevgide istediğimiz bize kendimizi geri vereceğinin güvencesi olabilir ama bunun olup olmayacağını tahmin etmenin bir imkânı yoktur. Sevgi riski kabul etmek demektir. Öteki hakkındaki bilgimizi ölçerken yaptığımız en büyük hata, severken aldığımız risklerin şartlarını seçebileceğimizi düşünmektir.

    Birlikte büyüdüğüm ve çok sevdiğim kuzenim Carrie çocukluk aşkıyla evlendi. Şimdi 42 yaşında, 20 yılı evli olmak üzere 27 yıldır birlikteler. Eşi eğer işe erken gitmek zorunda değilse kuzenimi, “Benimle evli olduğun için şanslı değil misin?” diye sorarak uyandırıyor. Kuzenim ona doğru dönüp sessizce bakıyor. Dakikalar geçiyor ve eşi elinde kahveyle geliyor: “Benimle evli olduğun için şanslı değil misin?” Kuzenim, “Evet.” diye cevap veriyor.

    Carrie iki senedir kanserle mücadele ediyor. Şimdi daha iyi. Eşi, tedavinin en kötü zamanlarında arkadaşlarına ve aile üyelerine, “Kemoterapi bu hafta zor geçti ve hâlâ hastanedeyiz.” ya da “Carrie bugün saçlarını kazıdı ama gülüşü her zamankinden daha güzel.” gibi haftalık bilgilendirme notları yazdı. Kuzenim kahve içmeyi bırakmak ve protein içeceklerine başlamak zorunda kaldı. Eşi aldı onları. “Benimle evli olduğun için şanslı değil misin?” “Evet.”

    Değişen bir şey oldu mu? Tabii ki oldu. Ritüel aynen devam etti ama o “evet” kelimesinin ifade ettiği şey kategorilerin kapsayamayacağı bir biçimde derinleşti. İyi bir eş mi? Sabırlı bir arkadaş mı? Müşfik mi? Bu kelimeler bir neyi/şeyi tasvir ediyorlar bir kimi/kişiyi değil. Benim yanımda olacak mısın? Evet. İşler kötü gittiği zaman da mı? Evet. Saçlarını kaybeden ve gözlerimin önünde yatağımızda uzanan hasta eşim benim, şanslı değil miyiz? Her şeye rağmen? Evet. Birçok şey sessizlik içinde geçilse de bilinir. Bu iki insanın Carrie’nin hastalığı sürecinde birbiri hakkında çok şey öğrendiğini söyleyebiliriz ama birbirlerine her gün sevgiyle bakma kararlılığının ikisinde de ortaya yeni şeyler çıkardığını söylemek belki de daha doğru olur.

    Kendimizi Bilmek
    Bir şeyi bilmek de bir kişiyi bilmek de bizi bizden dışarı çıkarır ve bu dışarı çıkma yoluyla biz kim olduğumuzu keşfederiz. Erotik redüksiyonda, insanların arasında bulunduğumuz neredeyse her zaman bir kimseyi sevgiyle kabul etme çağrısı mevcuttur. Bu husus benim Marion’un yeterince radikal olmadığını düşündüğüm bir nokta. Marion diğerleriyle olan gündelik etkileşimimizi, sevgilinin öne çıkma“ma”sı gereken (s. 78) “istisnasız tarafsızlık”la (Erotic Phenomenon, s. 77) işler biçimde tarif eder. Öyleyse sevgi ne olabilir? Marion bu soruyu kendine sormak için kendisini bir partideki baştan çıkarıcı olarak hayal eder. Cinsel bir ekonomi içindeki partnerle karıştırılmaması gereken sevgili, kendisi “mütekabiliyeti askıya aldığı” ve “hiçbir garanti ve güvence olmaksızın” (s. 78) ilişkilendiği zaman ortaya çıkar.

    Sevgilinin, maaş müzakereleri yapılırken ya da not verirken ortaya çıkma“ma”sı gerektiği doğrudur. Ama bir kişinin bunun için bir ayartmanın ya da bir partinin gelmesini beklemesi de gerekmez. Aslında, diğer insanların kendilerini “el altında/cepte” gördüğü sosyal konumlardaki insanlar sevgi dolu ihtimamın (ferahlatıcı anlamıyla) samimi nezaketini sıcak karşılayabilir. Sıradan konuşmalarımızın şartları ekonomimizde çok net belirlenmiş olduğu için sürekli gördüğümüz insanlarla el altında olan varlıklar olarak değil de insan olarak iletişime geçmekte özgürüzdür. Market alışverişimi yaptığım Siri’yi bir gün yorgun görürsem ve ona nasıl olduğunu sorarsam aldığım ekmeğin fiyatı değişmez. En sevdiğim barista Arne, bendeki bozukluklar çıkışmadığı için kendi bahşiş kutusundan bozukluk verirse daha sonra sipariş vereceğim kahvede benden daha az para almasını istemem. Ekonominin mantığı dirençlidir. Eğer kişinin son derece özneler arası bir şey olduğunu ve ilişkiselliğin talep ettiği şeyin de sevgi olduğu fikrini ciddiye alıyorsak karşılaştığımız herkesin, bu karşılaşma ne kadar kısa olursa olsun, bizimle ilişkide olduğunu kendimize hatırlatmamız gerekiyor. Ekonominin mantığı bozulmayacaktır.

    Baristanızı ve kasiyerinizi sevme hususu göze ilk göründüğünden daha fazla önem arz ediyor. Fenomenoloji açısından buradaki mesele erotik redüksiyonun evrensel mi yoksa kısmi mi olduğudur. Eğer sevgi hayatımızın – eve geldiğimizde ya da hafta sonlarında yaptıklarımız gibi – bir kısmını oluşturuyorsa erotik redüksiyon kısmidir. Bu, Claude Romano’nun söylediği gibi, “sevginin, seven ve sevilen arasında belli bir mütekabiliyet talep ettiği inancıyla [Marion]” ilgilidir ve [sevgi] “bundan dolayı tam da bu inancı askıya alır.” Öte yandan Husserl’in ve Heidegger’in indirgemeleri doğal tavrı, her şeyi düşünmeye meylettiğimiz araçları askıya almamızı talep eder (s. 329). Eğer durum buysa erotik indirgemede kendimiz hakkında öğrendiğimiz tek şey sevgimizin sonucunun geri sevilmek mi yoksa başka bir şey mi olacağını bilmediğimizdir. Dünya nüfusunun yüzde 90’ı ebeveyn olacak. Eğer çocuğunuz olursa siz bunu her hâlükârda öğreneceksiniz. Ebeveynler 18 yılda yaklaşık iki milyon dört yüz bin kez yemek hazırlıyor. Peki, ebeveynler için hangi sıklıkla yemek pişiriliyor? Eğer erotik redüksiyon yalnızca mütekabiliyet beklememeyi öğrenmek demekse o zaman bu fenomenoloji içinde hiç de yeni bir müdahale değil.

    Ama bence durum bu değil. Ben erotik indirgemenin bizden dünyaya bakışımızı tamamen değiştirmemizi isteyen evrensel bir redüksiyon olduğunu düşünüyorum. Marion bu durumu çok sık belirtmese de onun radikalleştirdiği redüksiyon Levinas’ın redüksiyonu. Levinas’ın hâlihazırda birlikte olma kavramı şu anda olduğumuz kişiler olmamızı sağlayan zemindir. Ofislerimizde yalnız kaldığımızda ya da uzun yürüyüşlerimizde olduğumuz yerdir. Sınıflarımızda, marketlerde, haftasonunda gittiğimiz partide oradayızdır. Yiyeceğimizden fazla ekmek pişirdiğimiz ya da komşumuzun kanepesini taşımaya yardım ettiğimizde bulunduğumuz yer orasıdır. Demek oluyor ki eşimiz kanser olduğunda tabii ki kendimiz hakkında bir şeyler öğreniriz. Uzun zamandır sevdiklerimize bağlandığımız her gün daha çok öğreniriz ama karşılaştığımız ve kendilerini bir daha görmemizin çok düşük bir ihtimal olduğunu bildiğimiz insanların da bize kendimizi gösterme kuvvesi vardır. Öğrendiğimiz şey kavramlar değil, öteki hakkındaki bilgimizde olduğu gibi adlandıramadığımız şeylerdir; E.E. Cummings’den alıntı yapacak olursak, “çok yakın oldukları için dokunamadığım” şeyler.

    *Prof. Dr., The Arctic Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı

    Kaynakça
    Heidegger, Martin. Towards the Definition of Philosophy: with a Transcript of the Lecture Course “On the Nature of the University and Academic Study.” ter. Ted Sadler. London: Continuum, 2002.
    Marion, Jean-Luc. Negative Certainties. ter. Stephen E. Lewis. Chicago: University of Chicago Press, 2015.
    Marion, Jean-Luc. “The Banality of Saturation” içinde Counter-Experiences: Reading Jean-Luc Marion. ter. Jeffrey L. Kosky. Ed. Kevin Hart. Notre Dame: University of Notre Dame Press, 2007. ss. 383 – 418.
    Marion, Jean-Luc. The Erotic Phenomenon. ter. Stephen E. Lewis. Chicago: University of Chicago Press, 2007.
    Marion, Jean-Luc. The Reason of the Gift. ter. Stephen E. Lewis. Charlottesville: University of Virginia Press, 2011.
    Marion, Jean-Luc. “What Love Knows” içinde, Love and Forgiveness for a More Just World. ed. Hent de Vries ve Nils Schott. New York: Columbia University Press, 2015. ss. 27-35.
    Romano, Claude. “Love in Its Concept: Jean-Luc Marion’s The Erotic Phenomenon” içinde Counter-Experiences: Reading Jean-Luc Marion. ter. Stephen E. Lewis. Ed. Kevin Hart. Notre Dame: University of Notre Dame Press, 2007. ss. 319 – 335.