İSTİKLAL HARBİ MÜCAHİTLERİNDEN ŞAİR VE BESTEKÂR MANİSA MÜFTÜSÜ HAFIZ AHMED ÂLİM EFENDİ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: M.Hakan Alvan

    Coğrafyamızda bin yıldır varlığını devam ettiren milletimizin dindarlık anlayışı; “mükellefiyet” ve “muhabbet” kavramlarıyla özetlenebilir. Mükellefiyetleri öğrendiğimiz merci, Allah Resulü’nün (s.a.v.) ilmine vâris olan âlimler, muhabbeti öğrendiğimiz merci ise Allah Resulü’nün (sav) aşkına vâris olan âşıklar ve ariflerdir.

    Medeniyetimizde âlim ve arif sıfatlarını bir arada bulundurmak kemalin işareti kabul edilir. Tarihimizde bu kemali temsil eden birçok şahsiyet yetişmiştir. Mesela Hz. Mevlânâ (1207-1273) yaşadığı çağın en büyük Hanefî âlimlerinden olduğu gibi, ilahi aşkı merkeze alan Mevlevîlik yolunun da piridir. Keza İsmail Hakkı Bursevî (1653-1725), İslam tarihinin en büyük müfessirlerinden olmakla beraber, ariflik mesleğinin talim edildiği tasavvuf kurumunun bir şubesinin piridir. Bu örnekler binlerce isim vererek çoğaltılabilir.

    Âşıkların ve ariflerin hayatı incelendiğinde estetik ilmi, dolayısıyla da güzellik kavramı karşımıza çıkar. Çünkü onlar varlık âleminin her zerresinde Allah’ın sonsuz güzelliğinin izlerini görürler. Âşıklar, güzelliklerin, Allah’ın el-Mübdî (eşi benzeri olmayan şeyi yaratan), el-Musavvir (Kâinatı özel ve güzel bir hâle getiren) esmalarının bir tecellisi olduğunu bilirler. Bu onları diğer insanlardan davranış biçimleriyle ayırır. Mesela normal bir insan yol ortasında gördüğü bir taşı, insanlara zahmet vermemesi düşüncesiyle ayağı ile kenara iter. Fakat bir arif, o taştaki ilahi estetiğin ve her zerrenin Allah’ı zikrettiği hakikatinin farkında olduğu için o taş parçasını ayağı ile kenara itemez. Eliyle nazik bir biçimde kenara koyar. “Allah güzeldir, güzeli sever.” hadîs-i şerifi bu davranış biçiminin en güzel özetidir.

    İslam medeniyetinde güzellik kavramı, estetik sanatlar alanında mimari, hat, minyatür, şiir ve musiki isimleriyle karşımıza çıkar. Bu sanat dallarının ustalarını incelediğimizde, teknik kalitelerinin temelinde ilim, estetik kalitelerinin temelinde ise aşk olduğunu görürüz. Bir konuya aşk seviyesinde ilgi duymak, o konunun ilmî meselelerini de öğrenmeyi beraberinde getirir. Yani bir şeyi öğrenmenin itici gücü aşk’tır. Hepimizin bildiği “Aşk olmayınca meşk olmaz.” sözü konuyu tam anlamıyla özetleyen güzel bir ifadedir. Mesela Mimar Sinan mesleğinde büyük bir deha olmasının yanı sıra, aşkın ve arifliğin meşk edildiği tasavvuf kurumlarından olan Bektaşiliğe mensup bir derviştir. Kendisi, Yeniçeriliğe mensup olduğu yıllarda Hacı Bektaş ocağında yetiştiğini hatıratında ifade eder.

    Osmanlı hat sanatının kurucusu kabul edilen Şeyh Hamdullah, büyük bir hattat olmasının yanı sıra, ariflik mesleğinin talim edildiği tasavvuf yollarından Nakşî yoluna mensuptur. Minyatür sanatımızın büyük ustası Levnî ise Mevlevîlik yolunda bir derviştir. Divan edebiyatının en büyük şairlerinden Şeyh Gâlib Dede Mevlevîlik yolunda bir mürşittir. Musiki sahasının deha ismi İsmail Dede Efendi de Mevlevîliğe ömrünü adamış bir kişidir.

    Bu örneklerden anlaşılacağı üzere, medeniyetimizde güzel sanatlarda isim yapmış kişilerin asıl gayeleri, icra ettikleri sanat vasıtasıyla, ilahi güzelliğe tercüman olmaktır. Âlimliği ile gerçek bilgiyi, aşkı ile gerçek sevdayı, sanatı ile gerçek güzelliği hayatında var etmiş büyük şahsiyetlerin son yüzyıldaki temsilcilerinden biri olan, hattat, şair ve bestekâr, Manisa müftüsü Hafız Ahmed Âlim Efendi’yi sizlere tanıtmaya çalışacağız.

    Âlim Efendi 1874’te Manisa’nın Körhâne mahallesinde doğdu. İlk tahsilini ve Kur’ân-ı Kerîm hıfzını tamamladıktan sonra müderris Ali Rıza efendiden Arapça öğrendi. Manisa Müftüsü Hacı Evliyazâde Mehmed Emin Efendi’nin derslerine devam ederek 1887’de kendisinden icazet aldı ve Manisa Muradiye medresesinde göreve başladı. 1898’de ilmini arttırmak için İstanbul’a gitti. Burada Bayezit dersiamlarından Çarşambalı Hacı Ahmed ve Fatih dersiamlarından Dağıstanlı Mustafa Hulusi Efendinin derslerine devam etti. 1901 de Hacı Ahmed Efendi’den ulum-ı âliye ve a’liyye (Arapça dil bilgisi, fıkıh-İslam hukuku ve kelam) tahsili gördüğüne dair icazetname aldı. Ayrıca daire-i meşihat imamı Hafız Mustafa Ragıb Efendi’den 1902’de Aşere ve Takrib (Kur’an’ı on ayrı kıraatte okuma ilmi) icazetnamesi aldı. Bu dönemde Farsça bilgisini ilerletti. 1902 de Manisa’ya dönerek Muradiye medresesindeki görevine devam etti.

    Âlim Efendi 1906-1908 yılları arasında Saruhan Sancağı Maarif Komisyonu Reisliği görevinde bulundu. Bu vazifesinin ardından 1910 da Manisa Müftü Müsevvidi (Müftü yardımcılığı) görevine getirildi ve bu vazifesini 1914’e kadar yürüttü. Âlim Efendi 5 Temmuz 1915’te Aydın vilayetine bağlı müftülerin katıldığı oylamada, oyların çoğunu alarak Manisa Müftüsü seçildi. 1915-1919 yılları arasında bu görevini başarıyla yürüttü. 1919’da Manisa’nın Yunan işgaline uğramasından sonra Âlim Efendi’nin hayatında yeni bir dönem başladı.

    Âlim Efendi’nin Yunan işgaline karşı mücadelesi
    I. Dünya Savaşı’ndan yenik olarak çıkan Osmanlı Devleti’nin birçok toprağı elinden çıkmıştı. Mondros ateşkes antlaşması sonrasında gelişen olaylar, Anadolu topraklarının işgali tehlikesini de beraberinde getirdi. Ege bölgesinde çeşitli bahanelerle Batı devletlerinin askerleri görülmeye başlandı.

    23 Ocak 1919’da İzmir’de yayınlanan Anadolu gazetesinin haberinde, İzmir ve çevresindeki papazların, yanlarına Yunan subaylarını alarak yakında Yunan ordusu ile geleceklerini, tüm Müslümanları katlederek su kuyularına atma planlarını ve bu topraklardan Türklerin sürüleceğini Hristiyan azınlığa müjdelercesine vaazlar yaptığı haberi yayınlanınca, bölgede yaşayan Müslümanlarda büyük bir tedirginlik oluştu.

    Manisa Müftüsü Âlim Efendi’nin de içinde bulunduğu Müslümanların kanaat önderlerinden oluşan heyet, bu tehlikeli gidişatı İstanbul hükümetine telgraf yoluyla bildirerek tedbir alınmasını istediler. Eli kolu bağlanmış İstanbul hükümeti yapılan çağrılara olumlu veya olumsuz bir cevap bile veremeyince, bölgede “Müdâfaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti” kuruldu. Bu cemiyet 17 Mart 1919 bir kongre yaparak bölge halkının hukukunun işgalcilere karşı korunacağını ilan etti. Bu kongreye Manisa’yı temsilen Müftü sıfatıyla Âlim Efendi de katıldı. Bu arada Âlim Efendi’nin de aralarında bulunduğu bölge müftülerinin kurduğu “Cemiyet-i ilmiye” veya “Cemaat-i İslâmiye” adında gizli bir teşkilatta muhtemel işgale karşı tedbirler almaya başladı.

    Âlim Efendi Manisa’daki hazırlıkları bizzat organize etti. 50 mahalleden oluşan Manisa’yı beş bölgeye ayırarak işgal durumunda gizlice haberleşme yapacak mahalle imamlarını organize etti. Bu günlerde halkın işgal endişelerini gidermek ve bölge halkına moral vermek maksadıyla Sultan Vahideddin’in oğlu Şehzade Abdurrahim Efendi başkanlığında bir heyet, İstanbul’dan bölgeye ziyarette bulundu. Heyetin Manisa ziyareti sırasında karşılama heyetinde Âlim Efendi de vardı. Bu ziyaret bölge halkına moral olmasına karşın, Âlim Efendi’nin endişelerini gidermekten uzaktı. O yaklaşan tehlikenin farkında olup İstanbul yönetimin çaresizliğini biliyordu. Nitekim bu ziyaret sonrası bölgedeki Rum ve Ermeniler taşkınlıklar yapmaya başladılar. Korkulan oldu ve Yunanlılar 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal ettiler. İzmir’in işgal haberini alan Manisa’nın bazı köylerindeki Rum ver Ermeniler Müslümanların mallarını yağmalamaya başladılar. Âlim Efendi bu olayları, İzmir’de İstanbul hükümetini temsilen bulunan Mutasarrıf Hüsnü Bey’e telgrafla haber verdi. Aldığı karşılık geçiştirici bir üslupta ve ümit vermekten uzak bir cevaptı. Bunun üzerine Âlim Efendi ve birkaç arkadaşı, 20 Nisan’da bölgeye yardım göndermeleri ümidiyle İstanbul’daki yetkililerle görüşmek üzere trenle yola çıktı. İstanbul’da yapılan görüşmelerde yetkililer, mütareke şartları gereği işgal olmayacağını, bunu geçici bir durum olduğunu söylediler. Bu cevap bölgeden gelen heyet için kuru bir teselliden ibaretti. Heyet Manisa’ya dönüş yolundayken 25 Mayıs’ta Yunan askeri Manisa’yı işgal etti. İstanbul’dan dönen heyet sessizce evlerine çekildi. Şehri işgal eden Yunan askeri, gerçek yüzünü göstererek halka zulmetmeye başladı. Âlim Efendi’nin başında bulunduğu “Cemiyet-i İslamiye” teşkilatı mensupları, gizlice toplantılar yaparak şehirdeki Yunan zulmünü fotoğraflarla delillendirip, ihtilaf devletlerinin konsolosluklarına gönderdi. Ayrıca ateşkes antlaşması gereği bunların yapılamayacağını, ihtilaf devletlerinin bu olayları durdurması gerektiğini söyledi. Aynı günlerde çeşitli bahanelerle katledilen Müslümanlar için şehirde büyük bir cenaze töreni yapıldı. Âlim Efendi bu cenazeye İtalyan gözlemcilerini çağırarak, durumun vahametini kendilerine gösterdi. Âlim Efendi işgal öncesi Manisa’da kurduğu teşkilat üyeleriyle bohçacı kadınların taşıdığı mektuplar aracılığıyla haberleşme sağlıyordu. Bu mektuplar, ele geçmesi durumunda anlaşılmaması için limon suyu ile yazılıyor daha sonra ısıtılarak kırmızı renkteki yazıların belirmesiyle okunabiliyordu.

    Âlim Efendi’nin varlığı Yunan yetkilileri rahatsız etmekle birlikte, ona yapacakları kötü bir şeyin halkı galeyana getireceğini de biliyorlardı. Âlim Efendi’ye direkt olarak bir şey yapamayan Yunanlar, oğulları Arif ve Kemal’i sudan bahanelerle 22 Temmuz günü tutukladılar. Bu tutuklamalar Âlim Efendi’nin şehirdeki faaliyetlerine son vermesi için üstü kapalı bir tehdit idi. Her şeye rağmen Âlim Efendi’nin varlığı şehir halkına moral olmaya devam ediyordu. 20 Ağustos günü şehirdeki Yunan savcısı Âlim Efendi’yi çağırtarak, İzmir’de bulunan Yunan temsilcisinin kendisini İzmir’e çağırdığını, gitmemesi durumunda olacaklardan kendisinin sorumlu olacağını söyledi. Yunanlılar, Manisa’da Âlim Efendi’yi tutuklanmaları durumunda halkın ayaklanacağını bildikleri için kendisine bu şekilde bir tuzak kurmuşlardı. Âlim Efendi kendisine kurulan bu kumpasın farkında olduğu için o da bir plan yaptı. Yunan savcısına İzmir’e gideceğini, fakat bunun iki gün sonra olabileceğini söyledi. Âlim Efendi o gece gerekli hazırlıkları yaparak ertesi gün yani 21 Ağustos günü bir şekilde İstanbul’a giden trene binmeyi başardı ve Manisa’dan gizlice ayrıldı. Âlim Efendi 25 Ağustos ile 20 Eylül günleri arasında İstanbul’da mütareke şartlarını denetleyen çeşitli yetkililere, Manisa’da Yunanlar tarafından yapılan mütareke ihlallerini anlattı. Âlim Efendi milli mücadele için Balıkesir’de yapılan kongrelerin dördüncüsüne katılmak için İstanbul’dan ayrıldı ve 21 Eylül’de yapılan toplantıya katıldı. Burada bir müddet kaldıktan sonra Ekim ayında Akhisar’a geçerek Kuva-yi Milliye çalışmalarına katıldı ve bir müddet burada kaldı. Beşinci Balıkesir kongresine katılmak için tekrar Balıkesir’e gitti. Âlim Efendinin “ikinci reis vekili” olarak görev yaptığı beşinci Balıkesir kongresinin sonuç bildirgesinde, Sivas’ta yapılan Sivas kongresinin kararlarına uyulacağı ve millî mücadelenin tek elden yürütüleceği prensibi ilan edildi. 16 Mart 1920’de İstanbul’un itilaf devletlerinin işgali ardından İngilizlerin baskısıyla Şeyhülislamlık makamı, Anadolu’daki millî direnişe katılan kişilerin, devlete isyan gerekçesiyle idamlarına hükmetti. Bunu üzerine Ankara Müftüsü Rıfat (Börekçi) Efendi ve arkadaşları, İstanbul fetvasına karşılık başka bir fetva hazırlayarak millî mücadelenin İslam’ın gereği olduğunu belirttiler. 153 müftü ve âlimin imzasının olduğu bu fetvada Âlim Efendi’nin de imzası vardır. Bu gelişmelerden sonra İstanbul yönetimi Âlim Efendi’nin Manisa müftülüğü görevine son verdi. Âlim Efendi bu dönemde (Mayıs 1920) Kuva-yi Milliye adına Balıkesir’deki faaliyetlere katılıyordu. O döneme ait bir günlükte Âlim Efendi için şu ifadelere rastlanır; “Kuva-yı Milliye karargâhı bahçesinde mensuplara teravih namazı kıldırılıyordu. Namazı Heyet-i Merkeziye azası Manisa Müftüsü Hafız Âlim Efendi kaldırıyordu. Müftü Âlim Efendi hem edip hem musikişinas hem de bestekârdı. Güzel sesiyle halkın ruhuna hitap ediyordu. Bu sayede vatan sevgisi ve Türklük duygusu her akşam zihinlere nakşoluyordu.”
    Yunanların Balıkesir’i işgal etmesiyle Âlim Efendi kendisi hakkında idam kararı olmasına rağmen İstanbul’a gitmeye karar verdi. İstanbul’da bir dostunun evinde kalarak faaliyetlerine devam etti. Kısa bir süre sonra Balıkesir’deki ailesini yanına aldırdı ve millî mücadele kazanılana kadar İstanbul’da yaşadı.

    30 Ağustos 1922’de büyük taarruzun ardından Yunan denize döküldü ve Ege bölgesi düşmandan temizlendi. Âlim Efendi ve ailesi 15 Ekim 1922 tarihinde, üç yıl önce ayrıldığı Manisa’ya geri döndü. Ömrü boyunca hizmet ettiği Manisa halkı onu istasyonda sevgi gösterileriyle karşıladı. Âlim Efendi Ankara hükümeti tarafından gönderilen talimatla 16 Ekim 1922’de tekrar Manisa müftülüğüne atandı.

    Âlim Efendinin ikinci Manisa Müftülüğü dönemi
    Âlim Efendi müftülük görevine atanmasının akabinde “Yunan mezalimini tespit” komisyonunda görev aldı. Aynı günlerde Manisa’da bulunan “Dârul-hilâfetül-Âliye” medresesinde “Encümen-i ilmî Reisi” olarak çalıştı. Bu medrese 1924’te hilafetin kaldırılmasının ardından Manisa İmam Hatip Mektebine dönüştürülmüştür.

    Âlim Efendi Manisa Müftülüğü görevinin yanında, Murâdiye Camii birinci imamlığı ve Murâdiye Medresesi müderrisliğini beraber yürüttü.

    Âlim Efendi’ye, 1923’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ikinci dönemi için Manisa milletvekilliği teklif edildiyse de, bu teklifi meşrebinin siyasete uygun olmadığı gerekçesiyle kabul etmedi.

    Âlim Efendi’ye, 21 Nisan 1924 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 29 Ekim 1920 çıkartılan “İstiklal Madalyası” kanunu gereği, millî mücadeleye cephe gerisinde hizmet etmiş kişilere verilen “Beyaz Şeritli İstiklal Madalyası” verildi. Madalya töreni sırasında Âlim Efendi’nin göz yaşlarını tutamadığını olayın şahitleri hatıralarında belirtir.

    Âlim Efendi Manisa’daki tüm görevlerini aktif olarak yürüttüğü bir sırada 56 yaşındayken 13 Aralık 1930 da evinin balkonunda geçirdiği ani bir kalp krizi sonucu vefat etti. Manisa halkının katıldığı büyük bir cemaatle Birinci Çatal Mezarlığına defnedildi. Bugün Manisa halkının çokça ziyaret ettiği kabrindeki mezar taşında “Manisa Müftüsü iken 30-12-1930’da ölen Hafız, Bestekâr ve Şair Ahmet Âlim Efendi Ruhuna Fatiha” yazmaktadır.

    Ailesi
    Âlim efendi, Hocazâdeler diye bilinen birçok âlimin yetiştiği bir aileye mensuptur. İsmini taşıdığı dedesi Ahmed Âlim efendi, uzun yıllar Manisa müftülüğü yapmış; şair, musikişinas ve hattat bir zat olup, Mevlevîlik yoluna mensup bir derviştir. Âlim efendinin babası Mehmed Arif efendi de babası gibi ilmiye sınıfına mensup ve hattatlığı olan bir kişidir. Uzun yıllar Bursa ve Manisa medreselerinde müderrislik görevi yapmıştır.

    Âlim efendinin annesi Zahide hanım ise Evliyazâde ailesine mensup olup, Manisa müftülüğü görevinde iken 1884 yılında vefat eden Ali Rıza Efendi’nin kızıdır. Âlim Efendi’nin babası Ârif Efendi ve annesi Zahide Hanım’ın evliliğinden Zehra Hanım ve Âlim Efendi dünyaya geldi. Zehra Hanım, Manisa Mevlevîhanesi’ne mensup ve Hz. Mevlânâ’nın soyundan gelen, Manisa Belediye Başkanlarından Cevdet Çelebi ile evlendi.

    Âlim Efendi ömrü boyunca iki evlilik yaptı. İlk hanımı Fâtıma hanım, Manisa Belediye başkanlarından Hacı Lütfullah Efendi’nin kızıdır. Bu evliliğinden; Nîmetî (Çelebi), Ârif (Özbilge), Rukiye (Doğrusoy) ve Şekib (Özbilge) isminde dört evladı dünyaya geldi. İlk eşi Fâtıma hanım 1916 yılında vefat etti. Âlim Efendi çocuklarına daha iyi annelik yapacağı düşüncesiyle, vefat eden hanımının kız kardeşi olan ve kısa bir süre önce dul kalan Âişe hanımla (1873-1958) evlendi. Âişe hanımın da ilk evliliğinden bir kız bir erkek iki evladı vardı. Âlim Efendinin ikinci evliliğinden çocuğu olmadı.

    Âlim Efendi memleketin içinde bulunduğu zor şartlara rağmen evlatlarının iyi yetişmesi ve tahsilleri için çok gayret etmiş bir kişidir. Oğlu Arif Özbilge (1900-1945) İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu olup Hâkimlik yapmıştır. Ayrıca medrese tahsilinde gören Arif Bey babasının vefatından sonra yapılan Manisa Müftüsü seçimlerinde aday gösterilen kişilerden biridir. Diğer oğlu Şefik Özbilge (v.1964) abisi gibi İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu olup Avukatlık yapmıştır. Kızı Nîmetî Çelebi (v.1971) Avukat Kemal Cevdet Çelebi ile, diğer kızı Rukiye Doğrusoy ise Dr. Rıza Doğrusoy ile evlenmiştir.

    Âlim Efendi’nin kişiliği:
    Âlim Efendi hakkındaki ilk kapsamlı çalışmaları yapan Neyzen Selami Bertuğ (1924-2004), kişiliği hakkında şu ifadeleri kullanır: “Âlim Efendi âlim, fazıl, yerinde latifeyi seven, israfa çok karşı, çevresinde her zaman çok saygı duyulan bir kişiydi”. Ablasının torunu Tarık Ölmezoğlu ise Âlim Efendi için şu kanaatlerini aktarır: “Evet… o çocukla çocuk, büyükle büyük, efendi bir insan, yani, eşine az rastlanır bir insandı.” Torunu Sevim Aksüyek, dedesinin tavuk beslediğini, onlarla ilgilendiğini, israfı sevmediğini hatta bir kibriti birkaç işte kullandığını aktarır. Âlim Efendinin bir zeytin bahçesi sahibi olduğu ve buradaki işlerle bizzat ilgilendiği de bilinir.

    Âlim Efendi’nin müftülük vazifesiyle bölge halkına hizmet etmesinin yanında onların ekonomik sorunlarıyla da ilgilendiği biliniyor. Mesela; dağ köylülerini keçi yerine, ekonomik getirisi daha fazla olan koyun besiciliğine yönlendirmiştir. Dağ köylülerine birer çift koyun vererek bu hayvanların sütünü, yününü ve dişi olan kuzularını onlara bırakıp buna karşılık sadece erkek kuzuların kendisine verilmesini istemiştir. Bu sistem sayesinde erkek kuzuları satarak, yaptığı masrafı telafi ettiği gibi, bölge halkının da daha kazançlı bir işle meşgul olmasını temin etmiştir.

    Âlim Efendi’nin Tasavvufi yönü:
    Âlim Efendi, dedesi ve babası gibi Mevlevîlik yoluna mensup bir muhip veya dervişti. Âlim Efendi’nin yaşadığı dönemde, Manisa Mevlevîhânesi’nde Halim Çelebi, Murtaza Çelebi ve Celâleddin Çelebi şeyhlik makamında bulunuyordu. Ayrıca Âlim Efendi’nin ablası Zehra Hanım’ın, Manisa Mevlevihane’sindeki Çelebi ailesinin gelini olması hasebiyle bu aile ile dünürlük hukuku vardır.

    Âlim Efendi ömrü boyunca ifa ettiği müftülük görevi icabı Mevlevî dervişi kimliğini ön plana çıkarmamış ve bu konuya şöyle bir izah getirmiştir: ”Mescidin mihrabı ortadadır, çünkü bunun manası çok büyüktür; eğer ben bir tarikata veya partiye bakacak olsam caminin mihrabı kayar…”

    Âlim Efendi’nin burada söylemek istediği mesele şu olsa gerek; Müslümanlar farklı düşüncelere ve meşreplere sahip olabilirler, fakat, cami tüm Müslümanların ortak ibadet yeridir. Burada imamlık yapan kişinin Müslümanların ortak kabulleri çerçevesinde görevini ifa etmesi gerekir. Âlim Efendi toplumsal vazifelerinde tasavvufi kimliğini belli etmemesine karşın, duygu ve düşünce dünyasında bu kimliğini hep var etmiştir. Şiirleri incelendiğinde bu kimliğinden izler açıkça görülür.

    Âlim Efendi’nin şairliği:
    Âlim Efendi’nin şiirleri ile alakalı malumatı bestelediği eserlerde kullandığı şiirleri vasıtasıyla edinebiliyoruz. Şiirlerine baktığımızda, divan edebiyatı geleneğini devam ettirdiğini ve şiirlerinin aruz, kafiye ve divan edebiyatı estetik anlayışına üst seviyede uyduğunu anlıyoruz. Divan edebiyatı şairlerinde bulunması gereken Türkçe, Farsça ve Arapça dil bilgisi birikimini, Âlim Efendi’nin şiir dilinde fark etmek mümkündür. Âlim Efendinin bugüne ulaşan birkaç şiirinin dışında da şiirleri olduğu, fakat bugüne ulaşmadığını söyleyebiliriz. Şimdi onun birkaç şiirine göz atalım;

    Hicaz kâr-ı nâtık olarak bestelediği aşağıdaki şiirinin her beytinin ilk satırında, bir musiki usulünün , ikinci satırında ise bir musiki makamının adı kullanılır. Şiirin edebî anlamında, derin tasavvufi temalar görülürken, müzikal anlamında, birbirine uyumlu usullerin ve makamların sıralandığı görülür.

    Bâ-selam devr-i kebîr et hep makâmâta bugün
    Gel “hicâz’e kâr-ı nâtık ile beyte dâhil ol

    Sôfiyâne kıl ziyâret aşk ile eyle niyâz
    Rahâtü’l- ervâh’ı ancak böyle bulmuştur fuhûl

    Pek hafif bas bu makâmat bildiğin yerler değil
    Kaymasun pâyin eviç’den çünki müdhiştir nüzûl

    Çenber-i devrâne pek bel bağlama iğfal eder
    Dûş eder bestenigâr’e fâide vermez duhûl

    Pek sakîl olmaz yavaşça etmiş olsan intikal
    Bir güzel bâd-ı sabâ’yı andırır hoşça nükul
    Fahte görsen eğer yolda sakın aldırma kim
    Eylesün şevk-i tarâb’la tîz-i reftârın hücûl

    Bir remel deryâsını geçmek gerek baştan başa
    Tâ nihâvend’e kadem bassun imîd bulsun husûl

    Devr-i hindî’den geçüb hep mâsivâdan el çeküb
    Sûz-nâk ol, âteş-i aşk-ı Nebî’ye, Hakk’ı bul

    Çekse zencîr’e ne gam, kurbân da olsan çok değil
    Ol hicazkâr’ı edâya durma sende âşık ol

    Öyle aksak sekmek olmaz doğrudur Hakk’ın yolu
    Rast’ı dâim iltizâm et, eyleme Haktan nükul

    Nim-devr ile çıkarsan râzıyım devrâne ben
    Olma hüzzam-ı dilim sen âfitâb-ı cânım ol

    Sende bir devr-i revân’sın rûhu tehzîz eyleyüb
    İltifât et nîm- nigehle kalb-i uşşak’a sokul

    O muhammes ehl-i beyt-i Mustafâ râ bend-kon
    Şed Hüseyn’i hem Hasan’ı Hayder’i ibn-i Betül

    Ha düyek’de, ha iki-bir halka-i tevhîde gir
    İsfahân’ı Erzurûm’u Şam’ı bir saymış Resûl

    Bir semâî hâtıra geldi hemân döndü girû
    Vardı bir şehnâz ile arz-ı Hicâz’e girdi ol

    Âlim Efendi’nin, ümmetin birlik şuurunun parçalandığı bir dönemde yazdığı ve Hüzzam makamında bestelediği şu şiiri ise onun Müslüman kişiliğinin tevhit düşüncesine verdiği önemi göstermesi bakımından önemlidir.

    Emr-i Hakk düstûrumuzdur,nûr-i Kur’an hâdimiz
    Etmeyiz pervâ cihanda,müslüman hüddâmıyız

    Din-i hakdır dînimiz hep müslüman ihvânıyız
    Hem halîfe hem emîrü’l- mü’minîn hakânımız

    Türk,Arap,Çerkez,Acem,Boşnak,Habeş,Laz bilmeyiz
    Hepsi İslâm hepsi kardeş, böyle der Furkânımız,

    Hazret-i Allah bizi kardeş kılınca bî gümân
    Müttehiddir gâyemiz,âmâlimiz hep kânımız

    Âlim Efendi’nin musiki yönü:
    Âlim ve sanatkârların yetiştiği bir aileye mensup olması hasebiyle, güzel yazının (Hüsn-i hat), şiirin ve musikinin var olduğu bir çevrede büyüdü. Küçük yaşta hafız olmasından dolayı musiki makamlarını öğrendi. Manisa Mevlevîhânesi’ne mensup aile büyükleriyle beraber bu dergâhta icra edilen ayinlere katıldı. Bu dergâhın mensuplarından olan Hilmi Dede’den ney ve nota, sık sık Manisa’ya gelen İzmir Mevlevîhânesi’nden Şeyh Cemâleddin Efendi’den de Hamparsum notası öğrendi. Manisa Rifâî tekkesi şeyhi, şair, bestekâr ve neyzen Hasan Rüştü Efendi’den (1834-1919) tekke musikisi konusunda istifade etti. Ayrıca, Manisalı Kadızâde Âsım Molla’nın talebesi Çerkez Hâfız Mehmed Efendi’den pek çok eser meşk etti. Âlim Efendiyle ilgili hatıratlarda yaptığı bestelerin notasını yazdıktan sonra ney ile üfleyerek kontrol ettiği söylenir.

    Sultan Abdülaziz dönemi saray imamlarından olan büyük bestekar Tanbûrî Ali Efendi, sultanın tahttan indirilmesinden sonra İzmir’de zorunlu ikamete mecbur edilmişti. Amca oğlunun Manisa’da görevli bulunmasından dolayı, Tanbûrî Ali Efendi son yıllarında bir müddet Manisa’da ikamet etti. Bu günlerde Âlim Efendi ile Tanbûrî Ali Efendi’nin görüştükleri tahmin edilir. Tanbûrî Ali Efendi’nin talebelerinden, bestekâr ve İzmir Hisar Camii imamı Râkım Elkutlu’nun da hocasının vasıtasıyla Âlim Efendi ile tanışmış olabileceğini düşünebiliriz.

    Âlim Efendi’nin gerek gençliğinde tahsil döneminde gerekse millî mücadele yıllarında İstanbul’da bulunduğu günlerde, musiki çevrelerinde görüştüğü insanlar olduğunu bilinir. Bunlardan birisi Neyzen Halil Can’dır. Âlim Efendiyle ilgili ilk biyografik bilgiyi Hoş Sada adlı kitabında yayınlayan, İbnülemin M. Kemal İnal, Âlim Efendi’yi Neyzen Halil Can vasıtasıyla tanıdığını ifade eder.

    Âlim Efendi musikimize besteleriyle birçok eser kazandırdığı gibi kendisinden sonra Manisa’da bu kültürü yaşatan birçok sanatkâr da yetiştirmiştir. Bunların başında Çorapçı Ahmet adı ile anılan Hafız Ahmet Esad Uğurlu (1887-1977) gelir. Musikimizin büyük üstadı Hafız Bekir Sıdkı Sezgin’in de (1936-1996) feyz aldığı, Hafız Ahmet Esad Uğurlu, talebesi Nâim Kaya’ya aktardığı hatıralarında, musiki arkadaşı Ali Asgar Efendi ile birlikte hocaları Âlim Efendi’ye yatsı namazından sonra meşke gittiklerini ve meşklerin sabah namazına kadar sürdüğünü anlatır.

    Âlim Efendi’nin bugün elimizde olan eserlerine baktığımızda, deha seviyesinde bir bestekâr olduğunu söyleyebiliriz. Bu kanaatimizi doğrulayacak en önemli eseri ise Hicaz kâr-ı nâtık bestesidir. On beş makamın ve usulün büyük bir ustalıkla kullanıldığı bu beste, musikimizdeki kâr-ı nâtık geleneğinin en güzel örneklerindendir.

    Kendisinin sanatçılığı konusunda ilk kapsamlı çalışmayı yapan Neyzen Selami Bertuğ, 1950’li yıllarda, son yüzyılın en önemli bestekârlarından olan Hafız Saadettin Kaynak’a, Âlim Efendi’nin Hicaz kâr-ı nâtık eserini gösterir. Aldığı cevap çok manidardır: “Bu eseri ben besteleseydim bundan daha güzel olmazdı”.
    Hicaz kâr-ı nâtık

    Bâ-selam devr-i kebîr et hep makâmâta bugün
    Gel “hicâz’e kâr-ı nâtık ile beyte dâhil ol

    Sôfiyâne kıl ziyâret aşk ile eyle niyâz
    Rahâtü’l- ervâh’ı ancak böyle bulmuştur fuhûl

    Pek hafif bas bu makâmat bildiğin yerler değil
    Kaymasun pâyin eviç’den çünki müdhiştir nüzûl

    Çenber-i devrâne pek bel bağlama iğfal eder
    Dûş eder bestenigâr’e fâide vermez duhûl

    Pek sakîl olmaz yavaşça etmiş olsan intikal
    Bir güzel bâd-ı sabâ’yı andırır hoşça nükul

    Fahte görsen eğer yolda sakın aldırma kim
    Eylesün şevk-i tarâb’la tîz-i reftârın hücûl

    Bir remel deryâsını geçmek gerek baştan başa
    Tâ nihâvend’e kadem bassun imîd bulsun husûl

    Devr-i hindî’den geçüb hep mâsivâdan el çeküb
    Sûz-nâk ol ,âteş-i aşk-ı Nebî’ye, Hakk’ı bul

    Çekse zencîr’e ne gam, kurbân da olsan çok değil
    Ol hicazkâr’ı edâya durma sende âşık ol
    Öyle aksak sekmek olmaz doğrudur Hakk’ın yolu
    Rast’ı dâim iltizâm et, eyleme Haktan nükul

    Nim-devr ile çıkarsan râzıyım devrâne ben
    Olma hüzzam-ı dilim sen âfitâb-ı cânım ol

    Sende bir devr-i revân’sın rûhu tehzîz eyleyüb
    İltifât et nîm- nigehle kalb-i uşşak’a sokul

    O muhammes ehl-i beyt-i Mustafâ râ bend-kon
    Şed Hüseyn’i hem Hasan’ı Hayder’i ibn-i Betül

    Ha düyek’de, ha iki-bir halka-i tevhîde gir
    İsfahân’ı Erzurûm’u Şam’ı bir saymış Resûl

    Bir semâî hâtıra geldi hemân döndü girû
    Vardı bir şehnâz ile arz-ı Hicâz’e girdi ol

    Âlim Efendinin bugün elimizde notaları bulunan diğer bestelerinde de aynı kalite ve vakar karşımıza çıkar.

    Bestenigâr Beste
    Usûlü:Devri Kebir

    Mihr ile bakmaz felek bu tâli-i âvâreme
    Derdimi bilmez tabîbân bakmasınlar çâreme
    Yok bu acze hâne-i âlemde merhem yâreme
    Sensin ey meh- pâre merhem bu dîl-i sad pâreme

    Bestenigâr Nakış Ağır Semâî
    Usûlü:Sengin Semâî

    Öyle bir âfet-i yektâ-yı emelsin meleğim
    Bakamam gözlerine çünki erir göz bebeğim
    Akıtan göz yaşını pâyine bir secdeperim
    Bakamam gözlerine çünki erir göz bebeğim

    Şehnâz Beste
    Usûlü: Hâvî

    Gerçi ol şeh nâz ederse gönlümüz mahzûn olur
    İltifâtı bezl edince ömrümüz efsûn olur
    Etse hâvî bezmini nây u mey ile her şeyi
    Şevkimiz bâlâ olur hem kendide memnûn olur

    Rast Şuûl
    Usûlü: Devr-i Hindî
    Güfte sahibi: Hz Ebûbekir-i Sıddîk( R.A)

    Cud bi lutfik men lehu zâdün kalîl
    Müflisun bi’s-sıdki ye’ti inde bâbike yâ halîl

    Eviç ilâhi
    Usûlü: sofyan
    Güfte sahibi: Niyâzi-i Mısrî Hz

    Çün sana gönlüm müptelâ düştü
    Derdi gâm bana âşinâ düştü

    Zühd ü takvaya yâr idim evvel
    Aşkınla benden hep cüdâ düştü

    Kim seni buldu, kendi yok oldu
    Vaslına ey dost can bahâ düştü

    Bu Niyazînin hiç vucûdünde
    Zerre komadı hep bekâ düştü

    Yukarda künyelerini belirttiğimiz Âlim Efendi’nin bestelerini, sosyal medyadan ulaşılabilen, “Manisa’nın millî ve manevi büyükleri” isimli CD çalışmasında, Ahmet Faruk Ayaz beyefendinin sesinden dinleyebilirsiniz.

    Son Söz
    Kadim kültürümüzün eşsiz kalitesini yeterince fark edemediğimiz şu zaman diliminde, Âlim Efendi ve benzerlerini tanımaya ve anlamaya ne kadar çok ihtiyacımızın olduğunu belirtmek isteriz. Rabbimizden niyazımız odur ki; gelecek nesillerimiz bu nevi zevatı daha iyi tanısınlar ve onların temsil ettiği medeniyetimizi daha da ileri götürsünler.

    Kaynaklar:
    İstiklal Yolunda Bestekâr Bir Müftü, Ahmed Âlim Edendi-Manisa Belediyesi Kültür Yayınları 6- 2008- Nejdet Bilgi
    Hoş Sada, Maarif Yayınevi-1958 İst-İbnülemin Mahmud Kemal İnal
    Türk Musikisi Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi-1969 -Yılmaz Öztuna
    Manisa Sevdası, Kubbealtı Neşriyatı no.172-2011 -Cemil Altınbilek
    Osmanlı Araştırmaları Dergisi, 14. Sayı-1994-Nuran Tezcan