KOMŞULUK VE BİRLİKTE VAROLUŞ YAHUT BİR BİTİŞİKLİK ETİĞİ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: Hélène L’Heuillet

    Bazı kavramlar herhâlde düşüncemize bir sağlamlık sureti kazandırıyor. İç-dış, mahrem-kamusal, ya da hatta bireysel-kolektif karşıtlığında bu suret belli oluyor. Bu araçlardan itibaren düşündüğümüzde, insanın birlikte varoluşu ya bireyi gruba bağlamanın yollarını arayan bir ortaklık sorunu olur, ya mahrem yaşamı koruma zorluğunu çözmeye yönelik bir bölge sorunu olur ya da “içeri” ve “dışarı”yı muhafaza etmeyi kollayan bir güvenlik hedefi olur. Fakat, komşuluk tecrübesi, birlikte varoluş üzerine bu perspektifleri paramparça eder. Komşuluk, birbirlerini komşu olarak bilen ve komşu olarak birlikte var olmaya mecbur kişiler için ortak bir alan tasarlar. Bu alan ne mahremdir ne de kamusal; daha ziyade, kamusal ve mahrem kavramlarının göreceliğinin farkına varmamızı sağlayan bir alandır. Samimi ilişkilerime dâhil etmediğim müddetçe komşum benim mahrem hayatımı paylaşmaz, fakat iş yaşamımın kısmen bir parçası olur, çünkü adresimi, yakınlarımı, dinimi vs. bilir. Evimin dışında yaşar ama toplumun bütününe nispetle, benimle aynı “içeri”yi paylaşır. Kendi evimde olsam da biraz da onun evindeyimdir, çünkü onu duyarım, onu görürüm, yaptığı yemekleri koklarım, ayrıca onu görüp duymasam da ona dikkat etmem gerekir. Komşulara sahip olma bilinci aslında dünyada yalnız olmadığımız bilincidir; az çok isteyerek anlaşabileceğimiz başkalarından kopabilecek bir atom değiliz. Komşu, daha evimin eşiğinde karşılaştığım ilk başkadır, ilk toplumsal temasımdır, evime vardığımda da yine oradadır. Issız ada yok, sürülmemiş toprak da.11 Émile adlı eserinde Rousseau, Émile’in yanlışlıkla sürdüğü toprağın bahçıvanına şunu söyletir: “Dünyada artık sürülmemiş toprak yok.” Çocuğun okumasına izin verilen tek şey Robinson Crusoe olduğu için, dünyada yalnız olduğuna inanabilir. Fakat, … Continue reading Kötü bir komşu, ortak alanın işgalcisi gibi davranır.

    İşte tam da bu sebeple komşuluk insanların birlikte var olma zorlukları üzerine bize çok şey söyler. Komşuluk sırf pozitif yasayla düzenlenmez. Hatta kötü komşular bazen kılı kırk yaran bir tarzda yasaya saygıyı gözeten kişiler hâline gelirler, birbirlerine göz kulak olurlar ve gece huzuruna en ufak halel gelmesini kabul etmezler. Dünya nüfusunun arttığı ve hâliyle Lacan’ın dediği gibi “sıkış tıkış” olduğumuz bir zamanda birbirimize artık destek çıkamayız ve yakınlık çoğu zaman acılı bir izdihama dönüşür.22 “Sağımızdaki ve solumuzdaki komşular günümüzde yakınlarımız olmasalar da en azından hacim bakımından sıkışıp tıkıştığımız için bizim yere düşmemizi engelleyecek insanlar hâline geldiler”, Jacques Lacan, L’Éthique de la psychanalyse, Séminaire livre VII, … Continue reading
    Ekonomist Gita Gopinath’ın ifadesini tekrar kullanacak olursak “büyük karantina”, Sars-CoV-2 sağlık krizi esnasında bize bunu gösterdi. İnsanlığın neredeyse yarısını konutlarda oturtmak, sosyalleşmeyi de komşuluğa indirgemek anlamına gelir.33 Vittorio de Filippis, “Récession mondiale, hausse du chômage: pour le FMI, ‘cette crise ne ressemble à aucune autre’”, Libération, 14 avril 2020.
    Fakat bazı yeni bağların ve güzel dayanışma ilişkilerinin yanında abartılmış güvensizliğe dönük ne kadar da çok itham ve şikâyet görüyoruz. Toplumsal bir laboratuvar mahiyetindeki komşuluk birlikte var olmak için bize bazı şartlar sunar. Komşuluk, insanların birlikte var olmasını bedenler seviyesinde düşünmeyi zorunlu kılar. Komşuluk gerçekten de kelimenin düz anlamıyla beden bedene yaşanır: Komşular arasında birbirimizi görür, duyar, koklar ve birbirimize dokunuruz. Komşuluğun birçok seviyesi olsa da (konut, sokak, şehir, ülke komşuluğu) benim yaşam alanıma dokunan bir yaşam alanındaki (mesken ama aynı zamanda mesken sokak, mesken şehir vs.) kişiye komşu derim. Dolayısıyla, bir duyu ilişkisi mahiyetindeki komşularla ilişki zaman ve mekân koordinatlarına bağlıdır. Komşumla hep aynı şekilde birlikte var olmam; komşumu karşı komşu, üst komşu, alt komşu veya yan komşu diye tasavvur etmeme göre bu durum değişir. Komşuluğun bize öğrettiği üzere birlikte var olma sadece rasyonel bir seçim meselesi değil aynı zamanda bir hayal meselesidir. İşte bu bedensel verilerin simgesel menzili sayesinde bu tamamen öznel seviyede konumlanabiliriz ve buradan hareketle yalnızca bir çatışma hâli içinde değil de huzur içinde birlikte var olmayı öğrenebiliriz.

    Karşı Komşular
    Çatışma daima karşı karşıya olunca başlar, bu durum bizi gerçek yahut hayalî bir düelloda bir karşılaşma ve mukayese ilişkisine sokar. Komşuluk, birbirimizi karşılıklı gözlemlediğimiz yerdir. Komşular arasında ilkin bakış alışverişi olur, hem de sadece rastlaştığımızda değil. Başkasının bizi göremediğini bildiğimizde ona bakarız. Penceresinin önünden geçtiğimizde perde açılmış da oyun başlamış gibi olur. Komşuluk, gözetleme dürtüsünü körükler. Birlikte varoluş böyle karşılıklı gözetmeyle mümkün olduğunda sadece asgaride kalmaz, ayrıca tehditkâr olur. Hatta bazen yok yere idealleştirilen köy topluluklarında gördüğümüz üzere yüz yüze olma bir bakıma bir “ayna” ilişkisidir, bir uyuşma görüntüsü sunsa da bu ancak “bizden olmayan” kişinin ihraç edilmesiyle mümkündür. Komşular hakkında her şeyi biliriz; aramızda bellediğimiz normu aşmayagörsünler, yaşam tarzlarını, görünüşlerini, alışkanlıklarını hemen yaftalarız. Karşılıklı gözetimle oluşan komşuluk ilişkileri, Foucault’nun başka bir bağlamda aydınlattığı44 Michel Foucault, Surveiller et punir, Naissance de la prison, Paris, Gallimard, 1975, tekrar baskı: “Tel” Koleksiyonu, III, s. 159-264.
    disiplin süreçlerine hiç imrenmez. İktidar ilişkileri bir toplumsal gruba içkin olduğundan ve dışarıdan dayatılmadığından komşuluk bir hapishane ya da ön hapishane hâline dönüşebilir. Aramızdaki mantık bir nefret mantığıdır. Ortak kimliği seyretme kavrayışı üzerine oturur ve tezatlı bir çifte tedbir dayatır: başkaları gibi olmak ve onlardan yeterince ayrışmak ki aynı olma yüzünden başları dönmesin. Kültürdeki Huzursuzluk zembereğini Freud bu narsistik mantıkla analiz etti. Komşularla dalga geçeriz, çünkü onlar da tam manasıyla bizim gibiler.55 Sigmund Freud, Malaise dans la culture (1930), fr. çev.: Dorian Astor, Paris, Flammarion, 2010, “GF” Koleksiyonu, s. 136.
    Bu bizi güldürür ama aynı zamanda katliamın da ilkesidir. Büyük komşu katliamlarının tarihsel bakımdan öncesinde “ayrıştırmacı” bir gülme dönemi vardır; 20. yüzyılın ilk yarısında Yahudi-karşıtı fıkralar, Ruanda radyolarında Tutsiler hakkında şakalar vs. Narsistik ilişkilerin yaygınlığı, modern hâkimiyet ilişkilerinin temelinde bulunur. Bu şemaya göre, başkasıyla birlikte var olmaya ancak onun boyun eğmesiyle müsamaha gösterilebilir.

    Alt Komşular
    Alt komşuyu boyun eğmiş komşu diye hayal ederiz. Yadsıdığımız ve görmeye meyletmediğimiz kişidir. Görünür alandan ihraç edilmiştir, manzarada leke yapan kişidir. Bu sebeple, en altta yani sokakta yaşayanları da temsil eder; ekonomik veya siyasi nedenlerden dolayı sokağa “düşmüş” olabilir, ya da bir “serseri” olup çıktığı için sosyal yapıdan uzaklaşma sürecinde sokağı ev bellemiş olabilir. Paris serserilerinin arasına karışıp onlar üzerine etnolojik bir çalışma yapan Patrick Declerck, bu “batık” kişilerin nasıl narsisizmin tersini tesis ettiğini gösterir. Bakışın alanına artık girmedikleri için kendilerini itici ve iğrenç kılarak görünür olurlar.66 Patrick Declerck, Les naufragés, Avec les clochards de Paris, 2001, tekrar baskı: Presses Pocket 2003, s. 76.
    Dolayısıyla, serseriler de bizim komşularımızdır, evimize çok yakın yaşarlar. Hoşumuza gitsin gitmesin, onlarla birlikte var oluruz. Daha genel hâliyle, insanın birlikte varoluşu açısından baktığımızda, fakirlerle komşuluk ilişkilerinin bize gösterdiği üzere, Orta Çağ’a nispeten çok da ilerlemiş değiliz. Kamusal ve siyasi çerçeve dâhilinde fakirlik sorununu vaz etmek, fakirlere toplumdaki yerlerini vermek anlamına gelmez. Hâlihazırda yürütülen politikalar dâhilinde onlarla meşgul olmak aslında fakirliği bırakmalarını zımnen talep etmek ve onları utandırmak manasına gelir. Gerçi Georg Simmel’in dediği gibi “Fakirler bir bakıma grubun dışında kalırlar ama bu da onları daha büyük bir teşekkül dâhilinde bütüne bağlayan hususi bir etkileşim biçimi hâline gelir.77 Georg Simmel, Les pauvres (1908), fr. çev.: Bertrand Chokrane, Paris, PUF, 1998, “Quadrige” Koleksiyonu, s. 56.
    ” Genelde bunu anlamamızı engelleyen şey de alt ve üst komşuların çağdaş toplumsal eşitsizlikte ters ve karşı yüz gibi olmalarıdır.

    Üst Komşular
    Birlikte yaşamanın tüm zorluğundan üst komşuyu sorumlu tutarız, özellikle de ekonomik eşitsizlik sonucu oluşan zorluklar. Bana nazaran üstte olması ister oturduğu kat sebebiyle ister sosyal statüsü bakımından olsun, üstümde oturan insan nefrete muhataptır. Üsttekiyle ilişkimiz artık karşı komşuyla ya da alt komşuyla olduğu gibi gözle değil kulakla kurulur. Gürültü, komşuluktaki esas şikâyet unsurlarından biridir. Üst komşunun ayak sesleri rahat vermez ama tamamlanma hâlinde olan eylemi de göremeyiz. “Yukarda ne oluyor?” diye merak ederiz. Tüm ilişkilerimizde bulunabilen fantezi boyutu söz konusu durumda özellikle etkindir. Üst komşu, meçhul muayyendir. Gizemi yapıyla örtülür. Üstünlüğü bile çoğu zaman fantezide kurulur. Komplolar ve elit-karşıtı söylemler, üsttekilerle komşuluk yapmanın yapı bakımından gizemli olmasında köklerini bulur. Üst komşuya atfedilen güç ve zenginlik, çağımızın batıl inancıdır; çünkü, batıl inanç söz konusu olduğunda, tepede gizemli bir güç olur, bizi yönetir, içimize korku salar. Batıl inancımız olduğunda yapıları kişileştiririz ki idare edemediğimiz uğursuz süreçler için suçlayacağımız şeyler olsun.

    Yan Komşular
    Birlikte en huzurlu yaşayabileceğimiz komşu, yan komşudur. Tam manasıyla birlikte var olabileceğimiz kişidir: Yan yana var oluruz. Bu bağ kuşkusuz narin bir bağdır, tesir altında bırakmanın yanında siyasi de olan şu kalın bağlardan farklıdır. Komşu ne bir arkadaş, ne anne ya da baba ne de hemşeridir. Ama işte en kıymetlilerimiz yanımızda yaşamadığında hemen burada olandır. Komşuluk, yer üzerinden bir bağ olduğundan gerçek bir bağdır. Karantina döneminde hepimizin tecrübe ettiği gibi, artık yer değiştiremediğimizde, komşu bazen mahremiyet eşiğini aşar ve kanlı canlı var olan tek başka kişi olur. Komşuluk, kuşkusuz kamusal yaşamın yerine geçmez, ancak Richard Sennett’ın Mahremiyet Zorbaları çalışmasından yapabileceğimiz çıkarımın aksine, komşuluk ve hemşerilik aynı seçeneğin iki hâli değildir.88 Richard Sennett, Les tyrannies de l’intimité (1974), fr. çev.: A. Berman ve R. Folkman, Paris, Seuil, 1976.

    Narin olsa da işte bu bitişiklik bağı dâhilinde yakınlık ve izdiham karşıtlığı ortaya çıkar. Karşı, üst ve alt komşuyla ilişki daima bir izdiham gibi görülür. Komşuluk orada bir yer kapma mücadelesine dönüşür. Herkes diğerini tehdit eder. Komşumuzu tanımadığımız için onun hakkında hikâyeler uydururuz. Onun hakkında senaryolar hayal ederiz ve meçhul tarafını oluşturan mesafeyi ortadan kaldırmak isteriz. Buna karşın, yakınlık demek aslında samimiyet dâhilinde mesafe bilinci demektir. Bir bitişiklik bağı olarak düşünülüp yaşandığında komşuluk bize yere ortak olduğumuzu hatırlatır; bir söz alanıdır, kendi usulleri ve özgünlüğü vardır, özellikle de bir sohbet alanıdır.

    Sohbet, yan yana olduğumuz komşulukta harika bir etkileşim usulüdür.99 Bu ifadeyi Erving Goffman’dan ödünç aldım: Les rites d’interaction (1974), fr. çev.: A. Kihm, Paris, Minuit, 1974; ve La mise en scène de la vie quotidienne, fr. çev.: A. Acardo (1. cilt) ve A. Kihm (2. cilt), Paris, Minuit, 1973. Yan komşu, sohbet ettiğimiz kişidir, her ne kadar bu sohbet pek önemsiz ve kısa olsa da. Selamlaşmak, -hava durumundan tutun da haber programlarında sunulan gündeme kadar- ortak şartlarımızı oluşturan ıvır zıvır şeylerden bahsetmek gösterir ki konuşmak için konuşuruz ve biz aslında söz varlıklarıyız. Komşuluk sohbeti, rastlantının bir sonucudur ve dolayısıyla asansör, merdiven, bina girişi gibi geçiş yerlerinde kısacık bir karşılaşmaya hürmet gereğidir. İnsanların birlikte var olmasında dilin temel olduğunu bize anımsatır. Dil varlıkları olmamız hasebiyle meskûn ve komşu oluruz. Konuşmadan muaf tutulmuş her kişi bir süre sonra tutarsız olmayı tecrübe eder. Hapishanedeki en kötü cezanın bir hücreye kapatılmak olduğunu herkes bilir. Beslenmek ve uyumak kadar konuşmak da yaşamsal bir ihtiyaçtır. Yalnız kalmış ve hareketliliği azalmış, yaşlı ya da engelli bazı kişiler için tek alışveriş bazen komşuluk alışverişidir. Komşuluk bize ailenin veya dostların sağlamadığı türde bir dil alışverişi imkânı sağlar, çünkü samimi olduğumuzda sözümüzü bitirmeden bile anlaşabiliriz, ama komşuluk bizi bir başkası nezdinde anlaşılır olmaya zorlar. İşte bu komşuluk alanı dâhilinde konuşmanın yalnızca iletişim kurmak değil bir başkasına hitap etmek olduğunu ilk hâliyle tecrübe ederiz, bu da kendi yerimizi alarak ona yer vermeye tekabül eder. Bu tavır sayesinde konuşma, insan vahşiliğini sakinleştirip çözebilir. Her sözleşme sözleri bir araya getirir. Şartnamenin aksine sözleşme, maddelerden değil her bir tarafın yerini ayrı ayrı tanımaktan ileri gelir. Yan yana komşulukta yahut bu müşterek mülkiyette yerler de yan yanadır ama özdeş değildir.

    Yan yana komşuluk, insanların huzur içinde birlikte var olmasını düşünmeye imkân verir, çünkü demokratik toplumların toplumsal sıkıntısına bir çözüm sunar. Demokratik toplumlar, birlikte var olmayı temin etmek adına her tür hiyerarşiden vazgeçtiği için kendiyle gurur duyabilir. Fakat nefrete ve tahakküme yatkınlık, demokrasinin yatay yapılarından silinmiş değil. Aristoteles’ten beri dil vasıtasıyla ortak işleri düzenlemeye yönelik insan mizacı diye tarif edilen politikaya göre bir yurt seviyesinde birlikte var olma hizmetlerden ve yardımlardan önce sadece söz alışverişiyle temin edilebilir. Günlük yaşamımızdaki etkileşimlerimiz esnasında komşularla oluşturduğumuz sözleşme, birlikte huzur içinde yaşamak için iyi niyete başvurmayı gereksiz kılar, ne de olsa iyi niyet çok narindir ve kolayca tersyüz edilebilir. Bu birinci başkalarıyla yani komşularla birlikte var olmak için hem kısıtlı hem çekingen sohbetin hazzına kendimizi bırakmamız yeter. Komşuluğun ortak hattını paylaştığımız bu kişilerle konuştuğumuzda, yerler hususunda bir ihtilaf doğar, ama bu ihtilaf dönüşümlüdür; buna karşın, tahakküm süreçlerindeki yerlere içkin ihtilaf sabittir. Komşulukta hepimiz ortağız ve bu olgu değişimli bir etik vaz eder, bu da hakkıyla demokratiktir.

    Politikanın temeli gibi görünse de komşuluk politikaya karşı da bir çare temin edebilir. Bitişiklik ya da ortak mülkiyet etiği saygı görüyorsa, komşuluk etmenin hazzı takdir ediliyorsa, bunun sebebi komşuluğun politikadan ziyade uzlaşma yolunu seçmesidir. İkinci Dünya Savaşı esnasında, politika Yahudilere zulmettiğinde komşuluk etiğine saygı duyan Dürüstler için durum böyleydi. Günümüzde özellikle sınır bölgelerinde göçmenlere yardım edenler için de durum böyle; nitekim, devletlerin bu komşuluk alanlarında yürütülen politikalar, savaş bölgelerinden kaçan kitleleri karşılamayı beceremiyor.

    Sonuç
    Komşuluk etiği kamusal yaşama karşı mahremiyet alanına bir çekilme olacaktır fikrine karşı ya da komşuluktaki sosyalleşme bir tür himayeye veya yardımlaşma sergisine benzeyecektir düşüncesine karşı, bir yerde meskûn olma eylemi içine tutturulmuş başkalığı yeniden teyit etmek gerek. Meskûn olmak, komşuluk etmektir, çünkü meskûn olmak mahremine çekilmek değil, başkasının hanesinde daima kendine yer bulmak demektir. Aynılık daima bir yanılsamadır. Biz daima başkalık ilkesiyle yaşarız. Birlikte yaşamaya dair soyut ve kişiyi aşan bir kavrayıştan çok uzak olan komşuluk, fantezilerine tutulmuş öznellikleri karıştırır. İşte bu yüzden, her taşınma ve yerleşmede, her nüfus hareketinde üretilen ve kendini yeniden üreten bir bağdır. Sosyalleşmenin en makul esasında yer edinir. Tesir bakımından zengindir ve bize şunu hatırlatır: Bedenlerin mevcudiyeti ve ortak yaşam alanımızı saran fantezilerdeki öznellik bağı sadece sözle sosyalleşme şartıyla insanidir, yani evin çevresinde oluşan simgesel bir sözleşmeyle.

    *Sorbonne Üniversitesi, Felsefe bölümü



    1 1 Émile adlı eserinde Rousseau, Émile’in yanlışlıkla sürdüğü toprağın bahçıvanına şunu söyletir: “Dünyada artık sürülmemiş toprak yok.” Çocuğun okumasına izin verilen tek şey Robinson Crusoe olduğu için, dünyada yalnız olduğuna inanabilir. Fakat, sömürgeleştirmeyle bağlantılı meselelerden de haberdar olan Rousseau, bu gasp tecrübesi üzerinden Émile’i eğitir, ve gelecekte bir merada çalışmadan önce orayı ziyaret etme hakkını istismar edip etmediğinden daima emin olmasına dair söz verdirir. Jean-Jacques Rousseau, Émile ou De l’éducation, (1762), 2. Kısım, Paris, Gallimard, “Pléiade” Koleksiyonu, s. 332.
    2 2 “Sağımızdaki ve solumuzdaki komşular günümüzde yakınlarımız olmasalar da en azından hacim bakımından sıkışıp tıkıştığımız için bizim yere düşmemizi engelleyecek insanlar hâline geldiler”, Jacques Lacan, L’Éthique de la psychanalyse, Séminaire livre VII, 1959-1960, Paris, Seuil, 1986, s. 93-94.
    3 3 Vittorio de Filippis, “Récession mondiale, hausse du chômage: pour le FMI, ‘cette crise ne ressemble à aucune autre’”, Libération, 14 avril 2020.
    4 4 Michel Foucault, Surveiller et punir, Naissance de la prison, Paris, Gallimard, 1975, tekrar baskı: “Tel” Koleksiyonu, III, s. 159-264.
    5 5 Sigmund Freud, Malaise dans la culture (1930), fr. çev.: Dorian Astor, Paris, Flammarion, 2010, “GF” Koleksiyonu, s. 136.
    6 6 Patrick Declerck, Les naufragés, Avec les clochards de Paris, 2001, tekrar baskı: Presses Pocket 2003, s. 76.
    7 7 Georg Simmel, Les pauvres (1908), fr. çev.: Bertrand Chokrane, Paris, PUF, 1998, “Quadrige” Koleksiyonu, s. 56.
    8 8 Richard Sennett, Les tyrannies de l’intimité (1974), fr. çev.: A. Berman ve R. Folkman, Paris, Seuil, 1976.
    9 9 Bu ifadeyi Erving Goffman’dan ödünç aldım: Les rites d’interaction (1974), fr. çev.: A. Kihm, Paris, Minuit, 1974; ve La mise en scène de la vie quotidienne, fr. çev.: A. Acardo (1. cilt) ve A. Kihm (2. cilt), Paris, Minuit, 1973.