BİLİNÇ YANILSAMASI

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: Keith Frankish

    Fenomenal bilinç, dünyanın üzerimizde bıraktığı eserin izini sürmemize yardım etmek üzere beynimizce yazılan bir kurgudur11 Bu makale, Aeon dergisinde yayınlanmıştır.

    Matrix filminde (1999) Morpheus Neo’ya kırmızı bir hap verir. Eğer Neo hapı içerse bildiği hâliyle gerçekliğin aslında amir makinenin insanları köleleştirmek için yarattığı bir yanılsama olduğunu keşfedecektir. Ben de size başka bir hap sunuyorum; eğer işe yararsa kendi bilinçlerinizin bir tür yanılsama olduğuna, beyninizin kendi faaliyetlerinin izini sürmeye yardımcı olması için yarattığı bir kurgu olduğuna sizleri ikna edecek. Yanılsamacılık adını verdiğim bu görüş geniş ölçüde saçma görülüyor (Galen Strawson onu “şimdiye dek ortaya atılmış en ahmakça iddia” şeklinde tanımlıyor), fakat bu görüşün mahir savunucuları da var. Ben de sizleri anılan görüşün saçma olmadığına ve belki de pekâlâ doğru olduğuna ikna etmek istiyorum.

    İlk vazifemiz ne hakkında konuştuğumuzu açık hâle getirmek. “Bilinç” terimi farklı anlamlarda kullanır. Ben, bilincin yanıltıcı olduğunu iddia ederken bununla sadece özel bir anlamı kastediyorum. Söz konusu vazifeye bir örnekle yönelebiliriz. Bir görüyü ele alacağım, ancak diğer duyular da aynı şekilde ele alınabilir. Gayet iyi bir görme yeteneğinizin olduğunu ve uygun şartlar altında tam da karşınızda duran kırmızı bir elmaya odaklandığınızı düşünün. Bu durumda belirli bir zihinsel durum içindesiniz; elmanın bilinçli görsel deneyimi diyebileceğimiz bir durum. Şayet bilinçsiz veya uykuda olsaydınız bu durumda olmazdınız (gerçi rüya görüyor olsaydınız belki benzer bir durumda olabilirdiniz), veya elmanın farkında olmasaydınız ya da onun yalnızca kısacık, bilinçdışı bir tarzda farkında olsaydınız yine bu durumda olmazdınız. Hayatlarımız böyle deneyimlerde dolu ve kimse onların gerçek olmadığını iddia etmiyor. Fakat soru şu; böylesi deneyimlerin barındırdığı şey ne ve o şey daha özel anlamıyla bir bilinç barındırıyor mu?

    Şu hâlde, elmayı bilinçli şekilde deneyimlemenin barındırdığı nedir? Pek çok şey elbette. Elmaya dair bir malumat yığınına erişiyorsunuz; şekli, rengi, yapısı, konumu, mesafesi vs. hakkında oldukça ince ayrıntılar. Onun ne tür bir şey olduğunu tanıyorsunuz (katı bir nesne, bir meyve çeşidi, bir elma, bir Amasya elması) ve buna karşılık düşen kanaatler oluşturuyorsunuz (karşınızda işte bu türden bir şey var). Elmayla etkileşime girebileceğiniz yolları ve onun sunduğu fırsatları veya tehditleri -psikologların sağlayıcılıklar (affordances) dediği şeyi- tanıyorsunuz. Elmanın kendisini alabileceğiniz, üzerinde oynama yapabileceğiniz, yiyebileceğiniz, onunla pasta yapabileceğiniz vs. bir şey olduğunu bilirsiniz. Ayrıca karşı tepki vermeye giderek hazır hâldesiniz. Elmadan birtakım beklentiler içine giriyorsunuz (hareket etmesi veya saldırması değil tabii) ve ona karşılık verme eğilimleriniz oluşuyor (onu bir an önce kapıp bir diş almak isteyebilirsiniz mesela). Anılar ve çağrışımlar uyanıyor; sizin ruh hâlinizi etkileyebilecek veya düşüncelerinizi farklı bir yola sevk edecek anılar ve çağrışımlar. Bu şeyler üzerinde sarahaten düşünmezsiniz elbette, fakat sorulması hâlinde bunlardan birçoğunu aktarabilirsiniz. Üstelik deneylerden bildiğimiz üzere bilinçli deneyim esnasında envaiçeşit çağrışım ve duyumsama, müstakbel uyaranlara tepki vermemizi ateşlemek ve deneyimin bizim için taşıdığı anlamı topluca belirlemek üzere tetikleniyor.

    Nörologlar tüm bunların altında yatan beyin işleyişini çözmeye başladılar. Basitçe söylersek, elmadan yansıyan ışık retinada yer alan, ışığa duyarlı hücreleri uyarır; bunu da göz sinirindeki bir dizi elektrokimyasal içtepiyi önce LGN’ye [Lateral geniculate nucleus] sonra beynin arka tarafında bulunan görme merkezine göndererek yapar. Söz konusu sinyaller burada, giderek karmaşıklaşan özellikleri (kenarlar, renkler, hareket, yüzler vs.) tespit etme işine hasredilmiş ve hiyerarşik olarak düzenlenmiş bir dizi hücredeki etkinliği tetikler. Ne gördüğünüzle meşgul olduğunuz sırada bu görsel malumat yukarıda anılan bir sürü etkiyi yapan, üreten hafıza, akıl yürütme, hissediş ve karar yetilerinde içerilen zihin sistemlerine yapılan “küresel yayın”dır aslında. Bu küresel yayın süreci duyusal malumatı zihnin geri kalanının ve dolayısıyla sizin; bu zihin sistemlerince oluşturulmuş kişinin erişimine açtığı için ona erişim bilinçliliği denir. Tekrar etmek gerekirse, bu anlamıyla alınan bilincin gerçekliğini yadsımıyorum.

    Bugüne kadar erişim bilinçliliğine dair elimizde yalnızca yarım yamalak bir kavrayış bulunuyor, ayrıca sinir sistemlerinin barındırdığı ayrıntılar hakkında birçok ihtilaf söz konusu. Ancak zamanla resmi tamamlayabilsek ve nizaları bastırabilsek gerek. Gelgelelim birçok filozof tüm bunlara rağmen tam bir bilinç kavrayışına varamayacağımızı söyleyecektir. Zira, diyecekler, tüm bu malumatın işleyiş sürecinde başka bir şey gerçekleşiyor; elmayı görürken size olan şey gibi bir şey. Kırmızılığın, ışıltının, parlaklığın vs., her birinin kendi ayırt edici niteliğiyle birlikte görsel duyumuna sahipsiniz. Görünüşe göre söz konusu deneyimin, tüm duyumsamalara ve tepkilere ilaveten, başka veçheleri vardır. Ayrıca biz tüm bu duyumsama ve tepkilerin sizin elmayı görmeniz için gerekli bir şey olmaksızın gerçekleştiğini hayal edebiliriz (edebiliriz değil mi?) Bunlar, David Chalmers’in The Conscious Mind (Bilinçli Zihin) kitabındaki bir pasajda “Hepsi… karanlık içimiz.” dediği şey olabilir. (Robotlarda durumun nasıl olacağını gösteren budur belki de?)

    Mesele görmeden ibaret değil elbette. Diğer duyularımızı kapsayan bilinçli deneyimlerimiz de var. Çalınan flütü dikkatle dinlediğinizi, bir gülü kokladığınızı, bir şarap tattığınızı veya kadifemsi bir kumaşa dokunduğunuzu düşünün. Yine, parmağınızın yanması, migrenli baş ağrısı veya heyecan dalgalanması gibi bedensel deneyimlerle meşgul olduğunuzu düşünün. Bu durumların her birinde görme hakkında anlattığımıza benzer bir hikâye anlatabiliriz. Aynı şekilde, (seslere, maddelere, dokulara veya bedensel duruma dair) malumata erişmeyi, nesneleri saptamayı, kanaatler oluşturmayı, eylem fırsatlarını duyumsamayı, beklentiler ve tepkisel tertibatı şekillendirmeyi, ayrıca anıları, çağrışım ve hissiyatı tetiklemeyi içeren bir deneyimden söz edebiliriz. Yine bu deneyim de erişim bilinçliliği barındırır. Duyusal sinyaller beynin bu işe hasredilmiş alanlarına gönderilir ve ardından, çıkartılmış malumat artık çeşitli etkiler üreten diğer zihin sistemlerine yönelik küresel yayın olur. Ayrıca yine buradaki deneyimde de, anılan duyumsamalardan ve karşı tepkilerden başka bir şey vardır görünüşe göre. Flütü işitmek, gülü koklamak, şarabı tatmak vs. de buna benzer. Her deneyimin kendine özgü, ayırt edici bir niteliği olsa gerek. Parmağın yanması deneyimi mesela, bedensel hasar hakkında malumat taşır ve bir sürü olumsuz çağrışımı, karşı tepkiyi tetikler. Ancak onun, (hikâye devam ediyor), niteliksel bir veçhesi de vardır; saf korkunçluk.

    Tam da burada, söz konusu niteliklerin bizlerin deneyiminin değil deneyimlediğimiz şeylerin özellikleri olduğunu dillendiren (bence haklı) bir itiraz yöneltebilirsiniz. Elmayla meşgul olurken deneyimlediğiniz kırmızı niteliği elmanın -sizde karşı tepkilere neden olan- bir özelliği gibidir. (Elmanın kırmızı göründüğü için kırmızı olduğuna inanırsınız.) Benzer şekilde, sesler sanki havada gibidir, tat şarapta ve acı parmağınızda vs. gibidir. Oysa bunun doğru olmadığı genel olarak kabul ediliyor. Nitekim bilim, nesnelerin bu niteliksel hususiyetlere sahip olmadığını, aksine bu niteliklerin fizik ve kimyaca tarif edilen türden nitelikler olduğunu anlatıyor bize. Elmanın kabuğunu meydana getiren atomlar kırmızı değildir. Dışsal nesnelerin nitelikleri olarak görülen renkler aslında ışığı yansıtan yüzey özellikleridir, sesler havadaki titreşimlerdir, tat ve kokular kimyasal bileşiklerdir ve parmağınızdaki acı hücre hasarıdır. Demek ki renk, ses, acı vs. nitelikleri deneyimlerimizin nitelikleri olarak ancak zihinlerimizde var olur. Deneyimin bu öznel niteliklerine filozoflar “qualia” veya “fenomenal nitelikler” şeklinde gönderme yapıyor ve onlara göre, deneyimleri bu niteliklere sahip olan yaratıklar fenomenal açıdan bilinçlidir.

    Şayet duyu algılarımız fiziksel olmayan özelliklerse onların kendi düşüncemizde dahi etkileri olmazdı

    Bu, benim aldatıcı olduğuna inandığım fenomenal bilinçliliktir. Zira bilim beyinlerimizde, dış dünyada olandan daha başka, herhangi bir nitelik bulmaz. Beyinlerinizdeki atomlar renklendirilmiş değildir ve renkli bir içsel imge telif etmezler. (Üstelik etseler bile böylesi bir imgeyi görebilecek içsel göz yoktur.) Atomların diğer niteliksel hususiyetleri de yoktur. İçsel sesler, kokular, tatlar ve acılar diye bir şey yoktur; var olsalar bile onları deneyimleyecek içsel bir gözlemci yoktur. Bilişle uğraşan bilim insanlarının beyinde temsillerden bahsettiği doğru. Ancak bu ifadeyle onlar, dünyayı doğrudan gözlemlemek yerine kendilerini gözlemlediğimiz içsel resimleri veya kopyaları kastetmezler. Onların kastı, özel niteliklere karşı tepki veren ve kendi çevre modellerini kurmak için beyin tarafından kullanılan sinir ateşleme kalıplarıdır. Bu anlamıyla temsiller farkında olduğumuz şeyler olmayıp bilakis şeylerin farkında olmamızı sağlayan düzeneğin parçalarıdır. Beyniniz dünyayı kalıba sokarak, sizi -yani kişiyi- dünyayla doğrudan temasa sokan duyumsamaları ve tertibatı yaratır. Böylesi temsillerin, temsil ettikleri şeylerle ortak nitelikleri paylaşması gerekmez. Kırmızılığın zihinsel temsili numaralı boya takımında kırmızıyı imleyen numaradan veya “kırmızı” kelimesinden daha fazla kırmızı olmak zorunda değildir.

    Fenomenal bilincin gerçek olduğu şeklindeki kanaatinizi sarsamıyorsanız o hâlde burada iki yaygın görüşten söz edilebilir. Onlardan biri fenomenal bilincin, bilimce tarif edilen fiziksel niteliklere ilaveten beynin ilave bir özelliği olduğunu söyler. (Bu görüş, beynin çifte niteliğe, yani fiziksel olanla olmayan niteliklere sahip olduğunu savunduğundan nitelik ikiciliği [property dualism] diye isimlendirilir.) Bu görüşteki büyük sorun onun fenomenal bilinci etkisiz kılma tehdididir. Fiziksel dünyadaki fiziksel olmayan etkilere dair elbette hiçbir güvenilir delil yoktur; fiziksel olmayan bir özelliğin bir elektronu başka yere döndürdüğüne, kimyasal bir tepkimeye neden olduğuna, bir sinir hücresini ateşlediğine veya başka bir fiziksel değişime yol açtığına dair kesin olarak teyit edilmiş vaka yoktur. (Aslına bakılırsa bu değişiklikler enerjinin sakınımı ilkesinin temelini ihlal ederdi.) Şayet duyumsamalarımız fiziksel olmayan özelliklerse görünüşe göre onların herhangi bir şeyde, hatta bizzat düşüncelerimiz ve karşı tepkilerimizde, etkileri yoktur. Onlara sahip olmasaydık veya tam anlamıyla onlardan farklı olanlara sahip olsaydık yine tamı tamına aynı yolda eyleyebilir ve (fenomenal olarak bilinçli olduğumuza inanmak da dâhil olmak üzere) aynı yolda düşünebilirdik.

    Diğer bir gerçekçi görüşse, dış görünüşlere rağmen fenomenal bilincin saf fiziksel bir süreç olduğunu söyler. Kırmızının duyumu, gülün kokusu veya yanmış parmak acısı gibi fenomenal durumlar ilkesel olarak başkalarınca gözlemlenebilir beyin durumlarından başka bir şey değildir. Bir beyin cerrahı sizin acınızı, kelimenin gerçek anlamıyla, görebilir! (Bu da bir fizikalizm biçimidir.) Bu görüşün savunucuları şunu iddia ediyor; duyumlarımızın beynin durumları olmamasının nedeni onlara dair özel bir bakış açısına sahip olmamızdır. Onları “içeriden”, içgözlem (introspection) aracılığıyla tanırız. Söz konusu görüş taraftarları bu ifadeyle içsel bir gözü kastetmeyip beyin durumlarımıza dair malumatı kaydeden içsel bir görüntüleme sistemini kastederler. Elmayla meşgul olduğunuzda sizin içgözlem düzeneğiniz sonuç olarak ortaya çıkan beyin durumunu tespit eder ve bu duruma dair malumatı zihnin diğer sistemlerince erişilebilir kılar; böylece sizi mezkûr durumun “farkında” kılar. Fakat (diye devam ediyor argüman) içgözlem size söz konusu durum hakkında oldukça sınırlı malumat verir. İçgözlem mevzubahis durumu bir beyin durumu olarak sunmaz, aksine sizde meydana gelen ve sizin yalnızca kırmızıyı görme “hissi” olarak tarif edebileceğiniz bir şey olarak sunar. Fenomenal bilinç hakkındaki ana akım fizikalist görüş budur. Gelgelelim bu görüş de bir sorunla karşı karşıya kalır. Zira içgözlem duyumları beyin durumları olarak sunmada başarısız olmakla kalmaz ayrıca onları tamamıyla farklı beyin durumları olarak sunar, üstelik kişi söz konusu duyumların beyin durumları olması gerektiğine sıkıca inansa dahi bu sezgi çekip gitmez; sanki içgözlem beyin durumlarımızı bizlere yanlış sunuyormuş gibi.

    Bu da bizi yanılsamacılığa götürüyor. Yanılsamacılık yanlısı, duyumlarımızın içgözlem düzeneği sayesinde zengin bir fenomenal bilince sahip olduğu konusunda diğer fizikalistlerle hemfikirdir. Ancak yanılsamacılık taraftarları bu düzeneğin kendi hedeflerini yanlış sunduğunu ilave eder. Film seyretmeyi düşünün. Gözlerinizin fiilen müşahede ettiği şey hızlıca birbirini takip eden bir dizi sabit imgedir aslında. Oysa sizin görsel sisteminiz bu imgeleri hareket hâlindeki tek bir imge gibi sunar. Bu hareket bir yanılsamadır. Tıpkı bunun gibi, diye iddia eder yanılsamacılık taraftarları, sizlerin içgözlem sistemi de beyin faaliyetinin şu karmaşık kalıplarını basit fenomenal nitelikler olarak yanlış şekilde sunar. Fenomenallik bir yanılsamadır.

    Bana göre burada olup biten böyle bir şeydir. Erişim bilinçliliği süreci, çevresel koşullarımıza hızlı ve esnek şekilde karşılık vermemize imkân tanımak suretiyle, daha yüksek görüntüleme sistemi olmadan iş görebilir. Beri yandan söz konusu süreçlere dair genel bir görüşe veya Dennett’in deyişiyle “edisyondan geçmiş derleme”ye -dünyayla şu karmaşık, devingen ilişkimizin etraflı şeklinin bir duyumuna- sahip olmamız yararımızadır. Deneyimlerimizin neye benzediğinden söz ederken anılan duyuma, edisyondan geçmiş bu derlemeye gönderme yapıyoruz. O, bu şekilde çalışıyor. İçgözlem düzeneği algılanan nesnelerin niteliklerini ve sağlayıcılıklarını, ayrıca bunların tahrik ettiği çağrışım, beklenti, duygulanım ve ateşleyici etkileri kodlayan üst düzey etkinlik kalıplarını izleyerek erişim bilinçliliğini görüntüye aktarır. Fakat bunlar kendilerini isabetle ve ayrıntılı şekilde sunmazlar. Bilakis onlar kendilerini taslak hâlinde ve karikatürleştirilmiş tarzda, algılanan nesnelerin üzerimizdeki çok boyutlu etkilerinin genel şeklini açıklayan basit fenomenal özellikler olarak sunar. Bu sunumların, temsillerin fenomenal nitelikleri yoktur elbette. Onlar beyinde parıldayan küçük resimler ve canlı kayıtlar değildir. (Önceden değindiğimiz gibi, zihinsel temsiller kendilerinin farkında olduğumuz şeyler olmayıp bizi diğer şeylerin farkında kılan düzeneğin parçasıdır.) Daha ziyade onlar, tıpkı yazılı kelimelerin şeylerin mevcudiyetine işaret göndermesi gibi fenomenal niteliklerin mevcudiyetine işaret gönderen sinir ateşleme kalıplarıdır. (Onlar söz konusu niteliklere yanlış işaret gönderir tabii ki, fakat böyle yapmakla gerçek fiziksel özelliklerin izini sürmemize yardım ederler.) Demek ki diğer zihin sistemleri manalı deneyimleri tanımamıza ve hatırlamamıza imkân tanımak için bu temsilleri daha yüksek seviyeli bir denetim ve tasarlama için kullanırlar; gelecekte onları tekrarlamak ya da onlardan kaçınmak için girişimde bulunur ve başkalarına onlardan söz edip etmeyeceğimize karar verirler.

    O hâlde buradaki fikir içgözlemin üzerimizde etki eden nesnelerin izini sürdüğü fikridir. Deneyimleyebileceğiniz kırmızı niteliği elmaya verdiğiniz bir karşı tepkidir; psikolog Nicholas Humphrey’in Seeing Red (2006; Kırmızıyı Görmek) kitabında ortaya koyduğu gibi sizin etkin “kırmızılamanız”dır. Öte yandan içgözlem fenomenal nitelikleri bizim niteliklerimiz olarak sunmaz, aksine onları nesnelerdeki bu etkiyi yaratacak güç şeklinde sunar. Kırmızılık üzerimizde belirli bir tarzda etki edecek yüzeyin bir gücü olarak; gül kokusu üzerimizde başka bir tarzda etki edecek uçuşan özlerin gücü olarak; bıçak acısı üzerimizde bambaşka tarzda etki eden bir beden parçasının gücü olarak vs. sunulur. Bu durumlardan her birinde, sunulan/temsil edilen niteliklerin doğası üzerimizdeki etkinin doğasına mukabildir. (Güzellik gibi estetik niteliklerle kıyaslayın. Güzelliğe dair yargılarımız şeylere karşı tepkilerimizi yansıtır, oysa güzelliği bizzat şeylerin bir niteliği olarak düşünürüz.) Manalı deneyimleri hatırlamamızın, tekrar hatıra getirmemizin ve birbirlerine sirayet ettirmemizin en kolay yolu onların nedeni olan nesneleri ayırt etmektir. Zihnimiz nesneleri, yanıltıcı niteliksel hususiyetlerle; bizim için taşıdıkları anlamları aydınlatan bu niteliklerle bezenmiş şeyler olarak sunar. Bu bakış açısı ortak duyunun bakış açısından çok da farklı değildir. Ortak duyu niteliksel hususiyetlerin nüfuzlu, zihinden bağımsız özellikler olduğunu söyler; yanılsamacılık taraftarlarıysa niteliksel hususiyetlerin yalnızca bu özellikleri izlediğini dile getirir.

    Beyinlerimizde, dizüstü bilgisayarlarımızın geri dönüşüm kutusundan bulduğumuzdan daha çok fenomenal nitelik bulabileceğimizi ummamalıyız

    Demek ki yanılsamacılık taraftarları erişim bilinçliliğinden başka bilinçli deneyimin varlığına katılırlar; fenomenallik yanılsamasını içeren, kendi kendini görüntüleyen bir seviye vardır ortada. Bu seviyeye sözde-fenomenal bilinçlilik diyebiliriz. Erişim bilinçliliği bizleri, duyumsamalar ve karşı tepkilerden yapılma karmaşık bir ağa bağlayarak doğrudan dünyaya kitler. Sözde-fenomenal bilinçlilik yeni bir farkındalık düzeyi; dünyaya nasıl kitlendiğimizi aydınlatan ve bizzat karşılıklı etkileşime karşılık veren bir farkındalık düzeyi ilave eder. İşi önemli kılan gerçek süreç budur. Onu yalnızca kelimesi kelimesine alırsak, karmaşık fiziksel niteliklerin şekilsel temsillerini fiziksel olmayan basit niteliklerin sadık temsilleri olarak görerek hata etmiş oluruz. Dennett Consciousness Explained (1991; Açıklanan Bilinç) adlı eserinde bilgisayar kullanıcısının ara yüzünü dosyaların, klasörlerin ve geri dönüşüm kutusunun vs. simgeleriyle kıyaslar. Bu, kullanıcının faydalanması için yaratılmış bir yanılsamadır (bir “kullanıcı yanılsaması”). Bilgisayarın yazılımına veya donanımına dair hiçbir şey bilmeden, simgelerle oynayarak onu kolayca denetim altında tutabiliriz. Fenomenal niteliklerin temsilleri de, yani öz-denetim amacıyla kullanabileceğimiz ve gerçekliğin altında duran şu şematik temsiller de aynı şekilde basitleştirilebilir. Beyinlerimizde, dizüstü bilgisayarlarımızın geri dönüşüm kutusundan bulduğumuzdan daha çok fenomenal nitelik bulabileceğimizi ummamalıyız.

    Yanılsamacı görüşü neden benimsemelisiniz? Şöyle, bu görüş en başta bilinç sorununa, her iki tarafın kavrayışlarını dikkate alan yeni bir yaklaşım öneriyor. Yanılsamacılık savunucuları bilincin fiziksel olmayan özellikleri olduğu konusunda ikicilere; bilincin tüm etkilerinin fiziksel terimlerle açıklanabileceği konusunda da fizikalistlere katılıyorlar. Yanılsamacılık fenomenal niteliklerin temsillerine odaklanarak bu iddiaları uzlaştırıyor. Yanılsamacılığın daha özel argümanları da var, ben burada üçünü anacağım.

    İlk argüman açıklayıcı yalınlığı dikkate alır. Eğer bilimin açıklayamadığı bir şey gözlemlersek en yalın hipotez şöyle olacaktır; bu bir yanılsamadır, özellikle de tek bir açıdan gözlemlenebiliyorsa. Fenomenal bilinçteki durum tam olarak budur. Fenomenal nitelikler ortak kabul edilmiş bilimsel yollarla açıklanamaz ve ancak birinci tekil şahsın bakış açısından gözlemlenebilir (kendi hissiyatımı başka değil sadece ben deneyimlerim). Ancak bu durum onların gerçek olmadığını göstermez. Bilimlerimizi kökten şekilde yeniden düşünmemiz gerekebilir, ancak, Dennett’in dediği gibi, hissiyatımızın yanılsama olduğunu öne süren kuram açıkça kusurlu bir kuramdır.

    İkinci argüman fenomenal niteliklere dair farkındalığımızla ilgilenir. Doğal dünyanın özelliklerini tespit edebilecek ve diğer zihin sistemleri tarafından kullanılması için onların temsillerini yaratabilecek bir duyum sistemine sahipsek, ancak bu durumda doğal dünyanın özelliklerinin farkında olabiliriz. Bu, zihinlerimizin (kendileri de doğal dünyanın parçası olan) özelliklerine de eşit şekilde uygulanabilir ve fenomenal niteliklere, ancak bunlar gerçek olsaydı, uygulanabilirdi. Söz konusu nitelikleri tespit edebilecek ve onların temsillerini üretebilecek bir içgözlem sistemine ihtiyacımız olurdu. Böyle bir sistem olmadan beynin fenomenal niteliklerinin, onun manyetik niteliklerinin farkında olduğumuzdan daha fazla farkında olamazdık. Kısacası, şayet fenomenal niteliklerin farkında olsaydık bu onların zihinsel temsillerine sahip olmamız aracılığıyla olurdu. Ancak bu durumda söz konusu temsillerin sahih olup olmaması fark etmezdi. Yanıltıcı temsiller de gerçeğe uygun olanlarla aynı etkiyi bırakırdı. İçgözlem bizleri fenomenal niteliklere sahip olma konusunda saptırıyorsa, o hâlde bu durum onlara gerçekten sahip olmak kadar iyidir. Bilim beyinlerimizin fenomenal niteliklere sahip olmadığına işaret ettiğinden bariz çıkarım şu olacaktır; fenomenal niteliklerin içgözleme ait temsilleri yanıltıcıdır.

    Nitelik ikiciliğine karşı yanılsamacılığı tercih eden özel bir argüman da söz konusudur. Genel olarak, bir şey hakkındaki inancımızı bizzat o şeyi anmadan açıklayabiliyorsak inançları ıskartaya çıkarmalıyız. Diyelim ki insanların paranormal inançlarını, fiilî paranormal olayları anmadan psikolojik terimlerle açıklayabiliyorsak bu inançlara güvenmemiz için hiçbir neden yok. Gelgelelim fenomenal bilinç fiziksel olmayan bir şeyse, aynı durum onun için de geçerli olacaktır. Daha önce değindiğim gibi, inancın şekillenmesi süreci de dâhil olmak üzere zihinsel süreçlerimizin tamamının fiziksel terimlerle tam manasıyla açıklanabileceğini düşünmek için iyi nedenlerimiz var. Fenomenal bilince dair belki de tam anlamıyla bu türden -gerçek, canlı ve yadsınamaz- inançlarımız vardır, gerçekten bu bilince sahip olmasak da. O hâlde bu inançlara güvenmemeliyiz.

    Buraya kadar, muhtemelen itirazlarla dolup taştınız. Sıkça duyduğum bazı itirazlara yanıt vereceğim. İlk olarak, bilinç yanılsama olamayacak bir şey değil mi? O, doğal dünya hakkındaki tüm bilgilerimizin temeli değil mi? Oysa (itiraz geliyor) algı babında kesin olarak bildiğimiz şey, şu veya bu deneyimlere (diyelim ki kırmızımsı, elmaya benzer bir yama) sahip olduğumuzdur. Dışsal nesnelerin varlığını bundan çıkarsarız.

    Ortak görüş budur, ancak ben işlerin burada tam tersine gittiğini düşünüyorum. Şimdi meseleyi bir mühendisin gözüyle düşünün. Kendi kendine hareket edebilen bir robot yapıyor olsaydınız onu dış dünyanın özelliklerinin manasına duyarlı kılacak sensorlarla ve kendi bünyesine dair kritik durumlarla donatarak işe başlamanız gerekirdi ki robot görevlerini yerine getirsin, ihtiyaçlarına kaynak bulsun ve kendini zarardan korusun. Ancak daha sonraları robot kendi duyumsal süreçlerini görüntüleyebilsin ve öz-denetimin ince türlerini gerçekleştirebilsin diye ona bir içgözlem sistemi eklemeyi düşünürdünüz.

    Evrim bizlerde de aynı yolu izlemeseydi şaşırtıcı olurdu. Sözde fenomenal bilincin temel olduğu bir durum elbette var. Sanrı durumunda olduğu gibi, karşımızda bir elma olmasa bile sanki varmışçasına karşılık verdiğimizi tespit edebiliriz. Ancak bu durum, gerçek elmaların mevcudiyetini bu karşılık vermelerimizden çıkarsadığımız anlamına gelmez. Algısal süreçlerimizi içgözlemle ilişkili olarak görüntüye aktardığımız için bu görüntüye aktarma işleminin algı için özsel olduğunu düşünmeye eğilimliyiz, oysa bunun doğruluğu kuşkuludur. Araç kullanma gibi karmaşık işleri sık sık ne yaptığımıza dikkat etmeden gerçekleştiririz. İçgözlemin bizimle konuştuğu meselesini neredeyse kuşku duyulamaz gördüğümüz de doğrudur. Fakat onun sahihliğini denetlemenin kolay bir yolu olmadığından durum böyledir belki de. Bu ise, onun yanılmaz olduğu anlamına gelmez. (Bilinçli deneyimimize dair söylenecek son sözümüz vardır, ama bu doğru söz olmayabilir.) Aslına bakılırsa içgözlemin güvenilmez olduğunu düşünmek için nedenler var. Mesela, görüş alanımıza giren nesnelere dair, sahip olduğumuzu düşündüğümüzden çok daha az farkındalığa sahip olduğumuz deneysel olarak gösterilebilir. Ayrıca tıpkı nörologların yaptığı gibi beyin süreçlerimizi dışsal olarak gözlemleyebilseydik herhangi bir fenomenal nitelik gözlemleyemezdik.

    Diğer tüm zihin sistemlerinin kendisine rapor verdiği bir baş sistemi, bir kendiliği varsaymak çekici gelir

    İkinci olarak, yanılsamacılık fikrinin bizzat kendisi karmaşık değil midir? Elmayı görme yanılsamasının altında, gerçekten elma mevcut olmasa bile tam da elmayı görme gibi bir deneyime sahip olma fikri yatsa gerek. Bir deneyime sahip olma yanılsamasının altında bizler olabilir miyiz peki? Tam olarak bir acı deneyimi gibi bir deneyime sahipseniz o hâlde bir acı deneyimine sahipsinizdir. Filozof John Searle’ün The Mystery of Consciousness (1997; Bilincin Gizemi) metninde ortaya koyduğu gibi, bilinç söz konusu olduğunda görünüş gerçekliktir. Bu, ciddi bir itiraz gibi görünür, oysa kolayca halledilir. Deneyimlerin nitelikleri tanımlanan anlamda yanıltıcı olamazlar, ancak gayet benzer bir anlamda yanılsama olabilirler. Yanılsamacılık taraftarları fenomenal niteliklerin yanıltıcı olduğunu söylediklerinde, eğer deneyimlerimizde fenomenal nitelikler olsaydı sahip olacağımız türden içgözlem temsillerine sahip olduğumuzu kastederler. Deneyimlerimizin fenomenal nitelikleri yoksa bile böylesi temsillere sahip olabiliriz. Ancak bu durum bizzat temsillerin fenomenal nitelikleri olmadığını iddia etmez. Aksine, daha önce değindiğim üzere, temsillerin şu temsili oldukları niteliklere sahip olmaları gerekmez. Kırmızılık temsilinin kırmızı olması gerekmez ve fenomenal niteliklerin temsillerinin fenomenal olmaları gerekmez.

    Peki bir beyin durumu fenomenal niteliği nasıl temsil eder? Çetin bir sorudur bu. Bana göre yanıt söz konusu durumun etkilerine odaklanmalı. Bir beyin durumu, eğer nitelik mevcut olsaydı uygun olacak düşüncelere ve karşılık vermelere yol açıyorsa belirli bir niteliği temsil eder. Bu yanıtı burada kurmayı denemek istemiyorum. Çünkü bu sorunu muhatap almak zorunda olanlar yalnızca yanılsamacılık taraftarları değildir. Zihinsel temsil mefhumu modern bilişsel bilimlerde merkezî bir sorun olup beynin şeyleri temsil etmesinde nasıl diğer tüm tarafların da işe karışması gereken bir görev olduğunu açıklar. Gerçekten de, fenomenal bilinç meselesinde gerçekçi olanlar fenomenal nitelikleri düşünüp onlar hakkında konuştuğumuz gerçeğini açıklamak durumundalarsa onları zihinsel olarak nasıl temsil ettiğimizi açıklamak zorundadır. Burada yanılsamacılık taraftarlarına yapılmış bir itiraz değil meydan okuma söz konusudur.

    Son olarak, bu yanılsamanın öznesi kimdir? Yanılsamacılık söz konusu yanılsamayı deneyimleyen bir bilinçli özneyi önceden varsaymıyor mu? Cevabım şudur; sözü edilen özne bir bütün olarak kişidir; karşılıklı etkileşim hâlindeki biyolojik alt sistemlerden müteşekkil, evrim geçirmiş, otonom organizmadır. “Bizler”, bir şey hakkındaki malumat beyin sistemlerimize, ona göre esnek şekilde eyleyebileceğimiz ve onu düşünebileceğimiz -yani onu kullanabileceğimiz, hatırlayabileceğimiz ve hakkında başkalarına söz edebileceğimiz- düzeyde erişmişse o şeyin farkında oluruz. Her biri bir işlevden sorumlu olan, ancak malumatı birbirleriyle paylaşan birçok birimden oluşmuş geniş bir kurumu düşünün. Yeteri kadar birim belirli düzeyde malumata sahip olup onu kullanırsa bu durumda bütün olarak kurumun söz konusu malumatın farkında olduğu söylenebilir. Aynı şey bizim gibi biyolojik organizmalar için de geçerlidir. Yeteri kadar zihinsel sistem belirli bir niteliği alıp kullanırsa bizzat organizmanın söz konusu niteliğin farkında olduğu söylenebilir. Üstelik, eğer temsiller yanıltıcıysa o hâlde organizma da bir yanılsama altındadır. Diğer tüm zihin sistemlerinin kendisine rapor verdiği bir baş sistemi, bir kendiliği varsaymak, ilaveten bu baş sistem bir şeyi bilirse, yalnızca bu durumda o şeyin farkında olduğumuzu varsaymak çekici geliyor. Fakat ben bu baş sistemin bizzat kendisinin bir yanılsama olduğunu iddia ederdim. Beri yandan bu başka bir hikâye tabii.

    Fenomenal bilincin öznel dünyası, dünyanın üzerimizde bıraktığı eserin izini sürmemize yardım etmek üzere beynimizce yazılan bir kurgudur. Ona kurgu demek onu kötülemek değildir. Kurmacalar, dünyanın derin hakikatlerini ifşa eden ve gerçeklikten daha zorlayıcı olabilecek harikulade, hayatı anlamlandıran şeyler olabilir. Matrix’in Neo’sunun aksine bu kurgusal dünyadan kaçmak istememelisiniz; gelişiminize yardım etmek için evrimsel bir süreç tarafından tasarlanmış, mülayim bir dünyadır bu. Ancak onu gerçeklikle de karıştırmamalısınız.

    * Prof. Dr., The Open University ve Girit Üniversitesi, Beyin ve Zihin Programı



    1 1 Bu makale, Aeon dergisinde yayınlanmıştır.