ANİMİZM VE GÜNDELİK HAYATIN FELSEFESİ TİERGARTEN’DE BİR TUR

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: Michael Taussig

    Bisikletle Berlin Tiergarten’in içinden geçiyorum, önümde Britta ve ardımda Thomas. Soğuk ve yağışlı bir kasım günü. Yerde yoğun bir şekilde sararmış yapraklar yatıyor. Öyle orada farklı renk ve şekillerdeki şapkalarımızla dik ama rahat bir şekilde oturduğumuz gibi, insandan ziyade daha çok makinelere benziyoruz, bisikletin kendisi gibi kollardan ve eklemlerden ibaret bir yığın gibi. Nerede bisiklet bitiyor ve nerede insan başlıyor? Biz artık biriz, bu makine ve ben, tıpkı And dağlarındaki İnka yerlilerinin, atları üzerinde gelen İspanyolları gördüklerinde düşündükleri gibiyiz: atın üzerinde bir adam olarak değil, bilakis bir insan-atı olarak.

    Yolun kenarında bazı zarif deve kuşları ve sonra da olağanüstü çizgileriyle bir zebra görüyorum. Düşünüyorum ki: Ne güzel, biz de bir hayvanat bahçesiyiz, ben ve Britta ve Thomas ve bisikletlerimiz. Bu harikulade hayvanlar bizim ve bisikletlerimiz hakkında onların yanından geçerken ne düşünüyor olabilirler? Eşya ve hayvanlar arasında ayırt ediyorlar mı? Bisiklet onlar için yanlarından hızla geçerken ve tekerleklerin telleri öğle sonrası güneşinin solan ışığını yakalarken ne anlama geliyor?

    Bisikletin tekerleri zahmetsizce dönüyor, New York’ta insanların direksiyonun üzerine eğilip yüzlerinde ekşi bir ifade ile öfkeyle pedallara basarak zamanla yarışmaları gibi değil. Bisiklet ve biniciden oluşan insan-atı bileşeni Berlin ve New York’ta farklı ve şayet zebra ve deve kuşları New York’a götürülüp bunun aynısını görselerdi, bu farkı onların da göreceğinden eminim. Öyleyse bisiklet nerede bitiyor ve insan nerede başlıyor? Peki bu “zamana karşı yarış” nedir? Zaman da bir nesne midir, bizim üzerimizde ve karşımızda duran? Veya da serbestçe Tiergarten’de sararmış yaprakların üzerinden geçerken kişinin yüzündeki rüzgâr misali bir hareketin parçası mıdır?

    Zebranın bu çizgileri gözlerimi kamaştırıyor. Çizgiler, hayata gelmiş kendinde şeyler. Bisikletlerimizi sürerken Thomas’ın bana anlattığına göre zebraları evcilleştirmek ve onları atlar gibi kullanmak imkânsızdır. Acaba bunun o göz kamaştıran çizgilerle herhangi bir ilgisi olabilir mi? Şaşırıyorum, ve sonrasında Genet’nin Hırsızın Günlügü’nün açılış sayfalarındaki mahkûmların çizgilerini düşünüyorum. Bu çizgiler, gaddarca bir evcilleştirme ile insanları nesnelere dönüştürmenin işaretleridir.

    Biz yanından geçerken sakince duran bu zebra kadar sürreal/gerçek üstü başka bir hayvan hiçbir zaman olmuş mu acaba? Ancak çizgilerin kendileri hareketsiz kalmadılar. Hiçbir şekilde.

    Fakat o hâlde bütün hayvanlar, solucandan, sümüklü böcekten ev köpeğine kadar, gerçek dışı değil mi? Bu, nasıl baktığınla alakalı bir soru. Hareket hâlindeki bisikletler gibi zebranın çizgileri de şeyler dünyası ile yaşayanlar dünyası üzerinde süzülüyor. Bizim animizm diye isimlendirdiğimiz şeye ve aynı şekilde sürrealizme götüren şey, şu veya bu değildir, bu süzülmedir.

    Bu aynı şekilde kimya için ve modern dünyanın fabrika üretimine dayalı kapitalizmi için de geçerlidir. Büyük atılım, 19’uncu yüzyılın ortalarında Almanya’da August Kekulé’nin “organik kimya” diye adlandırıldığı şeyi bulmasıyla başarıldı – “inorganik” olanın zıddı olarak organik, yaşamın kimyasındaki bir organik, kömürdeki karbondan türetilen altıgen şekilli benzol halkası olan sembol ve çalışma aracı.

    Primo Levi, Periyodik Tablo kitabını bu Benzen halkası ile bitiriyor. Bu kitapta Levi, periyodik tablodan az miktarda element seçip her biri hakkında bir hikâye yazıyor. Seçtiği son element karbon. “Karbon, hayatın elementi”, diye yazıyor Levi, “ilk edebî hayalim dönüşmüştü, hayatımın pek fazla bir değeri olmadığı an ve yerde sebatla görülmüş bir hayal: evet, bir karbon atomunun hikâyesini anlatmak istiyordum.”

    Ancak anlatı şekline bakıldığında, hikâyeyi anlatanın sanki kendisi değil de elementlerin kendilerinin olduğu sanılabilir. Bu bana büyük bir başarı gibi görünüyor. Şeyler tabiricaizse kendi başlarına konuşuyorlar. Fakat üzerinde biraz daha fazla tefekkür ettiğimde, bunun bize hitap eden doğa olmadığını, bilakis onun “ikinci doğa” olduğunu, yani hikâyenin insanlık tarihi tarafından insan-bisikleti misalinde olduğu gibi birleşmeden hareketle geleceği şekilde yazıldığı bir doğanın olduğunu görüyorum.

    Organik kimyayı, “yaşamın” kimyası yapan şey nedir? Bütün kimya “organik” değil midir? “Biyo kimya”dan ve şimdi de “biyo güç”ten bahsettiğimizde söz konusu olan hangi tür kimya sözcüğüdür? Tüm bu yapılar muhakkak animizmin yaşayan örnekleridir, yani kendine ait bir zihin ve hatta bir ruhla belirsizce yaşayan bir varlığın keyfiyeti, başka bir noktadan bakıldığında sadece durağan madde midir? Ve aynı eminlikle modern dünyanın kalbinin bu sebeple animistik olduğunu söyleyemez miyiz? Gündelik yaşam felsefemizde bu gibi karışıklık ve çelişkilere rastlayıp buna rağmen tıpkı şu an bisikletle Tiergarten içinden geçiyor olduğumuz gibi kolayca hayatımıza devam etmemiz ne kadar hayret verici. Bütünün animizmi sadece zaman zaman karşımıza çıkar ve bizi güldürüp hayrete düşürür veya da korkutup hayrete düşürür, tıpkı şimdi bacaklarımız yukarı ve aşağı hareket edip tekerin telleri batan güneşin ışınlarını yakalarken bu çizgilerde ve bisikletlerimizin zaman ve mekân içinde kolaylıkla hareket etmesinde olduğu gibi.

    Riskler oldukça yüksek. Bu organik kimya olmadan modern dünyanın olması mümkün değildi. Yaşamak ve düşünmek için ihtiyaç duyduğumuz çoğu şey, doğanın büyük bir taklidi (mimesis) ile, benzen halkası ile oynayarak sağlanıyor. Ve şimdi riskler oldukça yüksek, şimdi, zira karbon küresel ısınmayı ve dolayısıyla muhtemelen yaşamın sonunu tetikliyor. Doğanın iktidarı, daire döngüsünü tamamladı.

    Yolun biraz devamında, kışın kahve rengine bürünmüş olan kanalı geçtikten sonra, çam ağaçlarıyla çevrili olan açık bir çayıra rastlıyoruz. Çayır, aşağı yukarı on beş santim yüksekliğinde olan topraktan tümseklerle, küçük yığıntılarla dolu. Bunlar, kör yaratıklar olup toprağın derinlerine doğru eşelenen köstebekler tarafından kazılıyor, tıpkı Marx’ın deyimiyle oluşmakta olan bir devrimde olduğu gibi. Köstebek elbette bir hayvandır. Ancak bu tümseklerle ilgili durum nedir? Onlar yaşamaktalar mıdır yoksa yaşamıyorlar mıdır? Ve peki devrimle ilgili durum nasıldır? O da canlandırılmış mıdır yoksa canlandırmakta mıdır? Bu “yaşlı köstebek” yolunu mu kaybetti?

    Devrim de gerçek üstü olabilir. Yani bu da animistik anlamına geliyor. Batı kültürünün yarattığı ve şimdi de bağlı olduğu tüm bu hayrete düşüren karışıklıkları dikkate alan hareket ne bir şeydir ne de hiçtir – yaşayan ve yaşamayan arasındaki karışıklıklar ki, bu karışıklıkları sanki hiçbir şekilde kafa karıştırıcı değillermiş gibi gündelik hayatın felsefesinde kullanarak daha da kafa karıştırıcı olmaktalar. Bisikletimin üzerinde Britta’nın ardında, Thomas tarafından takip edilerek ve farklı renk ve şekillerdeki şapkalarımızla Tiergarten’in içinden geçtiğimiz müddetçe, bisikletin nerede bittiği ve insanın nerede başladığının hiçbir önemi yok. Biz artık biriz, bu makine ve ben, atına binmiş bir adam olarak değil, bilakis bir zebraya bakan bir insan-atı olarak.

    * Prof. Dr., Columbia Üniversitesi, Antropoloji bölümü