GERÇEKLİK İLKESİNİN ÖTESİNDE: SANAL YAŞAM ÜZERİNE

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: Davide Tarizzo

    Ivan Illich’in yaklaşık 30 yıl önce söylediklerine kulak verelim: Yaşam, günümüzde sanal bir tanrı oldu, “sahte bir kutsallık, ete kemiğe bürünmüş ve bizi kurtarmış bir tanrının hükümsüzlüğü […]. Yaşamı düşünmek yaşam varmış gibi bizi harekete geçirir, her ne kadar bilim insanları kelimeyi asla kullanmasa da ve aklı başında hiçbir filozof ya da etikçi kelimeyi tırnak işareti içinde kullanmadan metninde dile getirmeye cesaret edemese de. Öyle bir tür nihai meşruiyetin belirmesine tanık oluyoruz ki yeni bir ruhban sınıfının bizi idare etmesine imkân sunacak, idare eden, düzenleyen, diktatörlük kuran bir ruhban sınıfı, şimdiye kadar hayal edebildiklerimizin en kötüsü.11 D. Cayley, Ivan Illich in Conversation, Anansi Press, Toronto 1992, s. 276-278.” Bundan sonraki sayfalarda Illich’in bu fikrini tartışacağım; onun şüphesine konu olan sanal tanrının ya da Yaşamın hususi kişileştirilmesine eğileceğim: Sanal Yaşam. Üçüncü bin yılın şafağında ne oldu da biz böyle bir şey tasavvur ettik? Benim bakış açıma göre, cevabı aramamız gereken yer Sanal Yaşam alanı değil, bilişim araştırmaları ve bilgisayar bilimleri alanı da değil. Cevap daha ziyade iki farklı bilimin gelişiminin arka planında yatan belirli varsayımlarda, belirli a priori epistemik unsurlarda saklıdır: Bu iki farklı bilim biyoloji ve ekonomidir.

    Her ne kadar Illich yeni bir “idareci ruhban sınıfı” dediği şeyin doğmasına karşı bizi uyarmakta kesinlikle haklı olsa da bilim insanlarının Yaşam kavramını ve kelimesini asla kullanmadığını söylerken kesinlikle haksızdır. Aksine, Yaşam öyle bir bilimsel yapı, öyle modern bir bilimsel soyutlama ki bu temel üzerinde sanal yaşam fikri bizim gibi insanlar için kavranır hâle gelir. İşte bu soyutlama, ilk bakışta, canlı/yaşayan olan her şeyin biyolojik hususiyetleri hakkındaki araştırmaların ve tartışmaların meyvesidir.

    Nedir yaşayan? Darwin zamanından günümüze bu soruya verilen bilimsel cevap az çok hep aynı oldu: “Çoğalma, kalıtım ve çeşitlenme özelliklerine sahip her bir teşekkül kitlesi canlı olarak tanımlanır. Böyle bir tanım şöyle gerekçelendirilir: Bahsedilen özelliklerle donanımlı her kitle, doğal seçilim ile evirilecektir.22 J. M. Smith, The Theory of Evolution, Penguin, Harmondsworth 1975, s. 96-97.” Bu alıntıda, anahtar kavram “doğal seçilim” olarak görülür ancak anahtar kavram aslında “kitle”dir. Darwinci veya Yeni- Darwinci biyolojinin bakış açısına göre, bu, canlı mahiyetinde tanımlanabilecek bireysel bir canlı varlık değil -tekil birey bedeni ya da organizması olsa da. Kelimeleri iyi tarttığımızda görürüz ki aslında sadece bir “teşekküller kitlesi” Yaşam hususiyetiyle hakikaten donanımlı olabilir.

    Bir “teşekküller kitlesi” doğal seçilim yoluyla evirildikçe ve hayatta kalma kabiliyetlerini geliştirip çevrede üredikçe, bilimsel açıdan bir şeyin yahut şu ya da bu “kitle”nin canlı olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla, Darwinci veya Yeni-Darwinci biyolojinin bakış açısına göre, Yaşam “kitleler”in kendini-yetkinleştirme ve üremesine yönelik seçici bir süreç mahiyetinde tasvir edilir, tek tek canlı varlıkların bir hususiyeti gibi değil. O hâlde, “kitleler” hangi “teşekküller”den meydana gelir? Bireysel bedenler ve organizmalar için Yaşamın sahih ifadeleri olma ihtimalini eledikten sonra başka bir tür “teşekküller” arayışına gitmemiz gerek. İşte bu esnada modern bilimin en gizemli ve ele avuca sığmaz “teşekküller”inden biriyle karşılaşırız: “davranış” [comportement]. Zaten böyle bir kelime bizim Yaşamımıza erişim sağlayabilir.

    Hiç şüphesiz, davranan varlıklar sadece canlı varlıklar değil. Cansız bir nesne bile bunu yapabilir. Örneğin şöyle diyebilirim: “Sürdüğüm arabanın arazideki davranışı gayet iyi.” Bununla birlikte, kötü bir “davranış”ı olsaydı, aynı otomobil onu kendi başına düzeltemezdi. Bir otomobil kendi özelliklerini tek başına düzeltemez, iyileştiremez, yetkinleştiremez. Ne var ki bu kuvvet Yaşamın niteliğidir. Canlı herhangi bir şey, kötü davranabilen ve bu davranışını düzeltebilen bir şeydir. Bir bakıma, canlı herhangi bir şey, zaten hep kötü davranan ve zaten hep daha iyi davranmak, davranış performanslarını iyileştirmek için mücadele eden bir şeydir.

    Buradan da bizim Yaşam anlayışımız doğar: Kötü davranışların, kusurların, hataların, eksikliklerin kaynağı olarak yaşam. Örneğin, Georges Canguilhem’in ve son döneminde Foucault’nun benimsediği Yaşama dair felsefi anlayışı ele alalım. Her ikisi için de “Yaşam özünde hataların kaçınılmazlığını olmasa da imkânını bizzat taşır [comporte].33 P. Rabinow, French Enlightenment: Truth and Life, “Economy and Society”, 2-3, 1998, s. 199.” Yalnızca bu öncülden iki sonuç çıkarabiliriz. Öncelikle, eğer Yaşam kendi başına ve kendi için hataların kaçınılmazlığını taşıyorsa, eğer Yaşam ölüme sürükleyecek hatalara ve noksanlıklara kendiliğinden maruz kalma niteliği taşıyorsa, o hâlde Yaşam kendinde taban tabana zıt bir eğilim de taşıyacaktır, bir başka deyişle onu tükenmeye sevk edecek bütün hatalara ve noksanlıklara karşı içsel ve doğal bir zıtlaşma taşıyacaktır, ki bu olmadan Yaşam kendini destekleyemez, tek başına sürüp gidemez. Dolayısıyla, Yaşam özünde kusurların kaynağı olarak görülmeli ama aynı zamanda kendi kusurlarına devamlı karşı çıkan, davranışını düzelten ve düzenleyen bir güç veya bir itki olarak tasavvur edilmeli. Canguilhem’in bizzat dediği gibi “yaşamdaki bu veri […] onun kendini-düzenlemesi vasıtasıyla kendini-korumasıdır.44 G. Canguilhem, Idéologie et rationalité dans l’histoire des sciences de la vie, Vrin, Paris 2000, s. 124.” Ayrıca, olduğu hâliyle Yaşam kendini-koruma ve kendini-düzenleme süreci dahilinde açığa çıkıyorsa, o hâlde, modern bilimin Yaşam dediği bu doğal güç veya itki aynı zamanda nihai değer kaynağı olarak tezahür eder. Çünkü, böyle anlaşıldığında Yaşam artık sadece bilimsel araştırma için edilgen bir nesne değil, canlıları etkin biçimde canlı kılan ya da kendini-koruma ve kendini-düzenlemeye yönelik doğa kanunlarına riayet ederek canlıları davranışlarını düzeltmeye yetkin kılan etken bir ilkedir. Bu şekilde Yaşam, canlılar doğal olarak ne ise onları o yapan doğal bir güç veya bir itki olarak tezahür eder; temel-değer ya da nihai-değer olarak da Yaşam canlıların hayatta kalabilmeleri için ne olmaları gerekiyorsa onları o yapar. Yaşam, doğa düzeni olarak tezahür eder; hem doğaya içkin bir düzen anlamında hem de hayatı sürdürmek adına doğanın kendi kendine verdiği bir düzen anlamında. Hastalık tecrübesinden ilham alan Nietzsche, modern Yaşamın bu ikili düzenini kavrayan ilk isimler arasındaydı, bir başka deyişle bizim Yaşamımızın bilim-ötesi ve etik-ötesi vasfını benimseyen ilk kişilerdendi, çünkü Yaşamda “değerin tek kökü”nü ve “Yaşamın korunmasında, yayılmasında ve özellikle yetkinleştirilmesinde değerin belirlenmesi için nihai kıstasları” bulmuştu.55 R. Schacht, Nietzsche, Routledge, London 1983, s. 359.

    Evrimci biyolojiye geri dönecek olursak diyebiliriz ki eğer Yaşam bireylerin değil de kitlelerin yani doğal seçilim sebebiyle zaman içinde evirilen ve değişen kitlelerin hususiyeti olan bir davranış yetkinleştirmesi süreciyse o hâlde Yaşamın maksadı [sujet] da, Yaşamın dayanağı veya subiectum’u da davranıştan ibaret olur. Çağdaş biyolojinin bakış açısından ise evrim esnasında değişen ve evirilen şey son tahlilde davranışlardır. Doğal seçilimin hakiki odak noktası davranıştır, şu veya bu şekilde davranan birey değil. Süregiden evrimsel yetkinleşmenin maksadı davranıştır, tek tek canlı varlıklar değil. Demek ki, Darwinci veya Yeni-Darwinci biyolojinin bağlamında davranış esas rolü oynar. Bedensel her ortam veya araçtan soyutlanmıştır, geleneklere göre Yaşamın maksadı kabul edilen canlı her organizma veya bireyden soyutlanmıştır. Biz bu soyutlamaya “kitle davranışı” diyebiliriz. Ebedî yaşam mücadelesinde yitip giden ya da süregiden işte bu kitle davranışıdır. Peki öyleyse bir davranış nedir? Şu ya da bu davranışa sahip bireylerden soyutladığımızda “davranış” kelimesi ne anlama gelir?

    Çağdaş biyolojinin söylediğine göre “davranış” sadece işleyiş modellerinin bizatihi var olan kapalı bir bütünü anlamına gelir. Örneğin, doğal seçilim ışığında, kazanan yahut seçilim yoluyla yetkinleşmiş bir davranış sadece kitle içinde çoğalan işleyiş modellerinin bir bütünüdür. Ek bir adımı tamamlama mahiyetinde, şu ya da bu “davranış”ı şu ya da bu “gen” ile ilişkilendirdiğimizde hemencecik genetik seçilimden ve genetik evrimden konuşmaya başlayabiliriz, ki bunlar da zaten davranış seçilimi ve davranış evrimiyle eş anlamlıdır. “Gen” de aslında bir madde diliminden ibarettir, belirli bir işleyiş modelleri bütünü yani belirli bir “davranış” onun üzerine kaydedilmiş ve şifrelenmiştir. Böylece, “davranış” kavramı, doğal seçilim hususundaki her tür teorik tartışmada temel ve vazgeçilmez bir kategori olarak belirir. İster evrimci biyoloji, ister genetik biyoloji, ister moleküler biyoloji diyelim, Yaşamı konu alan modern bilim, bir davranış bilimidir ve öyle de kalacaktır. Daha açık ifadesiyle, kitle davranışının evrimle yetkinleşmesinin bilimidir.

    Aynı zamanda, davranış kavramı teori seviyesinde her bireysel organizmadan soyutlandığı ölçüde, davranış da günümüzde Dijital Yaşam veya Sanal Yaşam dediğimiz yeni bir bilgi dalı ile modern biyoloji arasında teorik bir köprü hâline gelir. Bu yeni bilimsel disiplinin kurucu babalarından biri olan Christopher Langton’ın da işaret ettiği gibi, Sanal Yaşam “doğal canlı sistemlerin tipik davranışlarını bize gösteren, insan eliyle inşa edilmiş sistemleri inceler. Bilgisayarlardaki veya diğer sanal medya unsurlarındaki yarı canlı davranışları sentezlemeye yönelip canlı organizmalara odaklanan geleneksel biyoloji bilimlerine bir yer ayırır.6
    6 C. G. Langton, Artificial Life, in Id., Artificial Life. sfi Studies in the Sciences of Complexity, Addisons-Wesley, Redwood City (Cal.) 1988, s. 1.

    Langton ile çelişmeden ekleyebileceğimiz bir şey var: Sanal Yaşam denen bilim, soyut Yaşam biçimi altında çağdaş biyolojinin zaten teşhis ettiği kitle davranışının sürekli iyileştirilmesi süreçlerinin incelenmesidir. Yaklaşık elli yıl önce, Sanal Yaşamın büyükbabalarından biri olan John von Neumann’ın gördüğü üzere, eğer Yaşamın kendisi önce canlı varlıklardan soyutlanmasaydı, Yaşamı ya da yarı canlı davranışları bilgisayarların içinde sentezlemeyi kimse düşünemeyecekti. Buradan da ona atfedilen meşhur ifadeye geliriz: “Yaşam, herhangi bir belirli aracıdan soyutlanabilecek bir süreçtir.77 Bu iddianın teorik gelişimi için bkz. J. von Neumann, Theory of Self-Reproducing Automata, University of Illinois Press, Urbana 1966.” Bir başka deyişle, Soyut Yaşam, bir Sanal Yaşam tasavvur etmek ya da hayal etmek için zorunlu bir şart ya da a priori bir kategoridir.

    Dolayısıyla, Sanal Yaşam perspektifinden bakıldığında, “bizzat Yaşamın var olmadığı” hiç de doğru değil, ki Illich’in analizini hızla okumak da buna bizi inandırmaya yetiyor. Aksine, Yaşam mevcut, hem de canlı organizmaların aracılığına muhtaç olmadan mevcut, ister doğal olsun ister sanal, ister biyolojik ister teknolojik, belirli bir ortam ya da araca zorla iliştirmek şart değil. Yaşam günümüzde bir bakıma hususi bir yaşamı haiz bir gerçeklik olarak mevcut. Hatta Kant terminolojisini kullanıp şöyle diyebiliriz: Yaşam günümüzde şeyin kendisi, Ding an sich, seviyesine erişmiştir.

    Fakat tarih burada sona ermez. Çünkü bu Yaşam, bizim Yaşamımız, sadece bir gerçeklik değil, aynı zamanda bir ideal, bir tür temel-yaşam ya da nihai-yaşam. Yaşam, davranışı bizzat yetkinleştirmeye yönelik varoluş amacını kendinde taşıyan bir güçtür, yalnızca davranışımıza ilham vermez, vermek zorundadır. Davranışlarımız gelişmeye ve icraatlarımız yetkinleşmeye devam ettikçe bizler canlı olacağız ve canlı kalacağız. Davranışı bizzat yetkinleştirmeye dönük sürekli bir süreç olan Yaşamımızı tasvir etmek için belki de en münasip kelime “iyileştirme” -hem ekonomi, hem biyoloji hem de Sanal Yaşam alanında bugün anahtar bir kavram.

    Davranışı iyileştirme süreci birçok dijital Yaşam simülasyonunda iş başındadır, örneğin bir karıncanın Yaşamı simülasyonunda bir kitle davranışı, karıncanın kendisinden en yakındaki besin kaynağına yönlendirdiği takdirde, iyileştirilmiş olarak tasvir edilir.

    Davranışı iyileştirme süreci doğal seçilimde de sürekli iş başındadır; bu seçilim boyunca, üreme uygunluğu ve kabiliyeti bakımından azami sonuç, genetik-davranışsal çeşitlenmeler seviyesindeki en küçük değişim sayesinde elde edilmelidir.

    Nihayet, davranışı iyileştirme süreci ekonomide daima iş başındadır; ekonomi alanında iyileştirme kelimesi sadece kâr yasasını ve tahmini tarif eder, bu tahmine göre ekonomideki bütün aktörler sistematik biçimde fayda oranlarını yükseltmeye çalışırlar. Bir bakıma, ekonomik iyileştirme, tamamen ekonomik bir yeterli duruma getirmeden ayrışmaz dersek hakikatten uzaklaşmış olmayız. Ekonomi aslında pek çok açıdan bir iyileştirme sorunundan ibarettir.

    Geçen yüzyılın en çok tanınan ekonomistlerinden biri olan Gary Becker’in gösterdiği üzere, buradan çıkan sonuç, “insan davranışına ekonomik yaklaşım” insan yaşamının her veçhesine uygulanabilir. Olduğu hâliyle Yaşam, iyileştirme bağlamında çözümlenebiliyorsa ve iyileştirmenin kendisi ekonominin genel kuralı ise o hâlde insan yaşamının her ifadesi yani insanın her davranışı ekonomik yaklaşım odağından okunup yorumlanabilir: “Her insan davranışı, sabit bir tercihler bütününden azami derecede fayda sağlayan ve birçok piyasadan en iyi miktarda bilgi ve diğer verileri biriktiren katılımcıları içeren bir şey olarak görülebilir. Eğer bu düşünce geçerliyse ekonomik yaklaşım, davranışı anlamak için birleşik bir çerçeve verir; Bentham, Comte, Marx ve diğerlerinin uzun zaman arayıp keşfedemediği bir çerçeve.88 G. Becker, The Economic Approach to Human Behavior, The University of Chicago Press, Chicago 1976, s. 14.” Becker’e göre bu aynı yaklaşım ayrıca doğal seçilimi ve genetik yatkınlığı daha iyi anlamak için teorik bir temel sunabilir çünkü “hayatta kalma değeri” dediğimiz şeyi kendini-yetkinleştirmeye ve iyileşmeye yönelen her yaşamsal davranışa atfetmeyi hesaplama imkânı sunar: “Ekonomik yaklaşımın öngördüğüne göre her davranış, fayda işlevlerinin azami dereceye çıkarılmasından kaynaklanır. […] Hayatta kalma değeri, kısmen, farklı fiziksel ve toplumsal çevreler içinde kârın azami dereceye çıkarılmasının bir sonucudur.99 A.g.e., ss. 284, 294.

    Bizim yaşamımız hâline gelen şey üzerine nihai bir kısa gözlemle sözlerimi bitirmeden önce, bir kez daha Illich’i ve onun vasıtasıyla 20. yüzyılın bir başka büyük entelektüeli Erich Fromm’u anmak isterim. Son röportajlarından birinde Illich, Fromm’la bir sohbetini hatırlar; bu sohbette Fromm, insan yaşamının bir “hayatta kalma” biçimine dönüşüm sürecini yorumlar – ekonomik yaklaşımdan biyolojik yaklaşıma kadar, Yaşama dair her modern teorik yaklaşımın temelinde yatan bir dönüşüm. “Sanırım 1969 ya da belki de 1970’ti, kamusal söylem içinde yaşam kelimesinin tezahür etmesi üzerine düşünme hususunda henüz kesinlikle tam hazırlıklı olmadığım bir dönemdi, New York’a kısa bir ziyaretten sonra [Fromm] Meksika’ya gelmişti ve bana hayatta kalma kelimesinin kullanımı yüzünden nasıl sarsıldığını anlattı: insan ırkının hayatta kalması, insan ırkının kısımlarının hayatta kalması, kültürlerin hayatta kalması. Kelimenin bu kullanımını hükümdarlarının ruhları hayatta kalabilsin diye piramitler inşa eden Eski Mısırlıların gayretleriyle kıyaslıyordu ve hayatta kalmak ifadesini korkunç biçimde ölü sevicilik olarak niteliyordu.10
    10 D. Cayley, Ivan Illich in Conversation, cit., s. 262.

    Günümüzde Mısır piramitlerinin yerine daha az ölü sevici şarkılar ve ayinler geçmedi. Günlük dualarımızda yeni bir tanrıya yani Yaşama icabet ediyoruz, bu tanrı herhangi birimize yahut başka tekil bir canlıya ait değil ama her şey üzerinde hüküm sürüyor, ebedî bir lanet tehdidi gibi, başka canlı varlıklar gibi bizim üzerimizde de ağırlığını hissettiriyor. İşte biz “hayatta kalmamızı” bu Tanrıya borçluyuz, ancak kalbimizin ta derinlerinden her an hissederek bildiğimiz üzere bu armağan herhangi bir anda bizden alınabilir. Yeni kültün en ünlü rahiplerinden birinin savunduğu üzere, Yaşam yani bizim tanrımız “sadece bir dizi-byte dijital bilgiden ibaret”1111 R. Dawkins, Rivers Out of Edens: A Darwinian View of Life, Basic Books, New York 1996, s. 19. olsa da yakın bir gelecekte Yaşam başka bir ortam pek tabii bulabilir, bizden başka ve bizden daha iyi bir ortam, böylece kendini-iyileştirme ve kendini-kurtarma davranışını tekrar tekrar kodlayabilir.

    Robot çağının peygamberlerinden biri olan Hans Moravec’in dediği üzere “Öyle bir zamana yaklaştık ki ister fiziksel olsun ister zihinsel insanın hiçbir temel işlevi sanal emsalinden fiilen eksik kalmayacak. Kültürel gelişmelerdeki bu çakışmaların vücut bulmuş hâli zeki robotlardır, fiziksel ve zihinsel ayrıntılarıyla insanı pek andırmasa da bir insan gibi düşünen ve eyleyen bir makine. Bu tür makineler, kendine has yapıları ve kendi sabit gelişimlerinin yanında bizim kültürel evrimimizi ilerletebilir, hem de bize ihtiyaç duymadan ve bizi oluşturan genler olmadan. Böyle bir şey olduğunda DNA’mız işini kaybedecek ve biz evrim savaşını kaybetmiş olacağız.1212 H. Moravec, Mind Children: The Future of Robot and Human Intelligence, Harvard University Press, Cambridge (Mass.) 1988, s. 2.

    Son bahsim de muğlak bir rüya olan şu Son rüyası üzerine: insan ırkının sonu, Sanal Yaşam sunağında kurban edilecek insan yaşamının sonu. İnsan davranışı yalnızca kendini-yetkinleştirme ve kendini-iyileştirme davranışı bağlamında yorumlandıysa şayet bütün bunların hepsi gerçekten anlamlı olabilir, ki bu da Yaşamdaki aşırı-bilimsel olguya ve aşırı-etik değere sıkı sıkıya bağlıdır. Bununla birlikte, insan yaşamına dair diğer bakış açıları da mümkün, örneğin Sigmund Freud’un sunduğu bakış açısı, buna göre insan yaşamı hayvan yaşamıyla karıştırılmamalı. Freud’a göre, insan yaşamı, üremeye ve her bir çevreyi işgal etmeye meyleden iyileştirilmiş davranış icraları dizisine asla indirgenemez. İnsana yakından baktığımızda fark ederiz ki yaşamı kendini yıkan davranışlarla kesilip durur, semptomlar, tikler, havaleler, ayinler, sayıklamalar ve sayamayacağımız başka ruhsal rahatsızlık belirtileri. Bu minvalde Freud der ki “Nevroz belki de kabaca insanların hayvanlar karşısındaki ayrıcalığıdır.1313 S. Freud, Conférences d’introduction à la psychanalyse, fr. çev.: Fernand Cambon, Paris, Gallimard, 1999, s. 526.” Bu açıdan bakıldığında, Sanal Yaşam rüyası yahut kabusu kolektif, toplumsal, tarihsel bir semptoma indirgenebilir, ama bu da dengesiz bir gizem ifade eder: Bütün bir medeniyetin rahatsızlığı ve huzursuzluğu, bizim medeniyetimiz, kendine karşı görünmez olan ve kendiyle didişen bir medeniyet, karanlık bir yeni tanrı karşısında yahut Sanal Yaşamın Soyut Tanrısı karşısında perişan olmuş… Illich’in birçok kez vurguladığı üzere, insanca pek insanca olan bu halüsinasyona tepki vermenin sadece bir yolu var. Kendisi buna epistemolojik çilecilik diyor. “İçinde yaşadığımız çağ, bedensiz ve soyut. Bu çağın temelini oluşturan kesinlikler, büyük ölçüde anlamsız. Bu kesinliklerin herkesçe kabul edilmesi, onları tarihten ve kültürden bağımsız gösteriyor. Benim epistemolojik çilecilik dediğim şey nihayetinde çağdaş dünya vizyonunun temelini oluşturan aksiyom kesinliklerinden vazgeçmeye imkân tanıyor.”1414 I. Illich, Health as One’s Own Responsability: No Thank You!, Hannover Konferansı, Almanya, 14 Eylül 1990, basılmamış.

    * Prof. Dr., Salerno Üniversitesi, Felsefe Bölümü



    1 1 D. Cayley, Ivan Illich in Conversation, Anansi Press, Toronto 1992, s. 276-278.
    2 2 J. M. Smith, The Theory of Evolution, Penguin, Harmondsworth 1975, s. 96-97.
    3 3 P. Rabinow, French Enlightenment: Truth and Life, “Economy and Society”, 2-3, 1998, s. 199.
    4 4 G. Canguilhem, Idéologie et rationalité dans l’histoire des sciences de la vie, Vrin, Paris 2000, s. 124.
    5 5 R. Schacht, Nietzsche, Routledge, London 1983, s. 359.
    6
    6 C. G. Langton, Artificial Life, in Id., Artificial Life. sfi Studies in the Sciences of Complexity, Addisons-Wesley, Redwood City (Cal.) 1988, s. 1.
    7 7 Bu iddianın teorik gelişimi için bkz. J. von Neumann, Theory of Self-Reproducing Automata, University of Illinois Press, Urbana 1966.
    8 8 G. Becker, The Economic Approach to Human Behavior, The University of Chicago Press, Chicago 1976, s. 14.
    9 9 A.g.e., ss. 284, 294.
    10
    10 D. Cayley, Ivan Illich in Conversation, cit., s. 262.
    11 11 R. Dawkins, Rivers Out of Edens: A Darwinian View of Life, Basic Books, New York 1996, s. 19.
    12 12 H. Moravec, Mind Children: The Future of Robot and Human Intelligence, Harvard University Press, Cambridge (Mass.) 1988, s. 2.
    13 13 S. Freud, Conférences d’introduction à la psychanalyse, fr. çev.: Fernand Cambon, Paris, Gallimard, 1999, s. 526.
    14 14 I. Illich, Health as One’s Own Responsability: No Thank You!, Hannover Konferansı, Almanya, 14 Eylül 1990, basılmamış.