YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN NÖROBİK
Yazar: Thomas Metzinger
Şu tartışmasız bir gerçektir:11 Bu yazı Gehirn&Geist dergisinin 2006/6 sayısında yayınlanmıştır. Sinirbilim ve bilişselbilim alanındaki hızlı gelişmelerin birçok olumlu yanı vardır. Mesela bu ilerlemeler Batı felsefesinin kendini tanıma ideali gibi klasik hedeflerine yeni katkılar sağlamaktadır. Ayrıca bir zamanlar Immanuel Kant’ın “İnsanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır.” şeklinde tanımladığı aydınlanma hedefine yaklaştırmaktadır: Bizler düşünmeye, makul bir iç görü ile kendimizi ve toplumu geliştirmeye ve doğa yasalarını anlamaya ve bu sayede hayatımızı zenginleştirmeye çağrılıyoruz.
Pratik açıdan da beyin araştırmalarından elde edilen bulgulardan hepimiz faydalanacağız: Nörolojik hastalıklarda önleyici uygulamalar, yeni ilaçlar, daha iyi düşünülmüş pedagojik yaklaşımlar, daha güçlü performansa sahip bilgisayarlar ve cazip medya ortamları. Kısacası, sinirbilim sayesinde artık birçok yeni görüş ve eylem olanaklarına sahibiz.
Bilincimizin biyolojik temelleri hakkında sürekli daha fazla şey öğrendiğimiz için bir süredir zihinsel durumların ne anlama geldiğine ilişkin yepyeni bir teoriye doğru yol almaktayız. Sadece bu teknolojik uygulama zemininde bile gelecekte önümüzde sadece etik sezgilerimizin ve klasik ahlak anlayışımızın başarısız olmadığı daha büyük eylem alanları açılacaktır.
Asıl önemli olan şey; nöroprotez, duygu hâletiruhiye iyileştirici veya “Bilişsel Geliştirici”22 Gehirn&Geist, 12/2005, S. 46
olarak karşımıza çıkan yeni tıbbi uygulamaların, çok daha kapsamlı bir gelişimin sadece öncüleri olduğudur. Geleceğin sinir ve bilgi teknolojileri çoğunlukla “bilinç teknolojileri” olacaktır. Öznel deneyimlerimiz daha etkin bir şekilde kontrol edilebilecek ve yönetilebilecek, teknik olarak giderek daha da erişilebilir ve manipüle edilebilir hâle gelecektir.
Bu nedenle sadece sinirbilim ve bilişselbilimler için uygulamalı bir araştırma etiğine değil, aynı zamanda benim “bilinç etiği” olarak adlandırdığım şeye de ihtiyacımız var: Kendi bilincimizi gittikçe daha da iyi etki altına alabiliyorsak o zaman hangi bilinç durumlarının arzu edildiğini düşünmemiz gerekmektedir.
Gerekli olan tartışmaların çıkış noktası olarak, karşımıza çıkan çok sayıdaki yeni sorunu tek bir soru başlığı altında toplayabileceğimiz yeni bir uygulamalı etik dalı öneriyorum. Klasik etikte bu şöyle ifade edilir: İyi davranış nedir? Bilinç etiğinde ise bu sorunun karşılığı şudur: İyi bir bilinç durumu nasıl olmalıdır?
Zihnini Harekete Geçir!
Burada önem taşıyan somut sorular şunlardır: İnsan olmayan varlıklara hangi bilinç durumlarını ekleyebiliriz? Çocuklarımız hangi bilinç durumlarını öğrenmelidir? Toplumumuzda insanlar hangi bilinç durumlarında vefat etmelidir? Hangi bilinç durumlarını yapay yollardan gerçekleştirmek istiyoruz?33 Gehirn&Geist, 4/2006, s. 68.
Psiko-aktif maddelerin tetiklediği manevi deneyimler kültürümüzde yasaklanmalı mı yoksa bunları kendi üslubumuzla hayata entegre mi etmek istiyoruz? Ve en önemlisi: Hangi bilinç durumları legal, hangileri illegal olarak kabul edilmelidir?44 Gehirn&Geist, 1-2/2006, s. 32.
“Bilinç içeriği için veri koruması” gibi bir uygulama yani mental özel hayat için bir tür zihinsel mahremiyet olması iyi olur mu? Yoksa beyin araştırmalarının açığa çıkarabileceği her şeyin açığa çıkarılmasına izin verilmeli midir?55 Gehirn&Geist, 3/2006, s. 37
Bu nedenle bilinç etiğinde eylem biçimleri değil deneyim biçimlerinin normatif değerlendirilmesi esastır. Dolayısıyla bilinç etiğini, birincil amacı hisleri olan varlıkların zihinsel durumlarının “fenomenal içeriğini” belli bir yönde değiştirmek olan eylemlerle ilgilenen, bir uygulamalı nöro-etik dalı olarak tanımlayabiliriz.
Ancak bunun için ihtiyacımız olan şey, inandırıcı bir “normatif nöro-fenomenoloji”, yani iyi ve arzu edilen bilinç durumlarının ne olduğuna ilişkin bir fikirdir. Ve tabii ki bilinen tüm felsefi sorunlar burada da tekrar ortaya çıkacaktır: Gerçekte ahlaki olgular veya özellikler diye bir şey var mıdır? İyi olanı tanımlayabilir ve değer yargılarını tüm insanlar için genelleyebilir ve hatta nihai haklılık ile güvence altına alabilir miyiz?
Belki de esas olarak genel bağlayıcı bir bilinç etiği oluşturmanın imkânsız olduğu anlaşılacaktır. Buna rağmen eğer sadece beyin parmak izi66 Gehirn&Geist, 3/2006, s. 37veya hayvanlara yönelik muamele77 Gehirn&Geist, 5/2006, s. 70gibi özel uygulamalara yönelik çözümler bulmak için uğraşırsak genel güncel gelişmelerin gereğini yerine getiremeyiz.
Nihayetinde ele almamız gereken konular, iyi bir yaşamın ne olduğu veya birbirimizle ilişkilerimizi nasıl düzenlememiz gerektiği gibi klasik felsefi meseleler olacaktır. Bu nedenle iyi bir felsefeye ihtiyacımız var.
Somut örneklere bir göz atalım. Tarihsel olarak yepyeni bir anahtar kelime “medya ortamlarıdır”. İnsan zihni doğal evrim sürecinde ortaya çıkmış, sosyal olarak yerleşik bir bilgi işleme ve temsil sistemidir. Şimdi ise hepimiz birdenbire gittikçe daha da sıklaşan bir teknik bilgi işleme ve temsil sistem ağı ile çevrelenmekteyiz.
Bilinç Durumlarının Değeri
Biyolojik beyin kendini aniden radyo, televizyon ve internetten oluşan bir bilgi karmaşasının içinde bulur. Titreşen küresel bir veri bulutunun içinde yaşıyoruz ve bu durum hem boş zamanlarımızda hem de iş yaşamımızda birçoğumuzun hayatının ritmini belirlemeye çoktan başladı bile.
Medya araçları farkındalık teknolojileridir. Bu nedenle öncelikle bu anlamda iyi bir bilinç durumunun ne olacağını sormalıyız. Zira insan beynine medya aracılığıyla yerleştirilenlerin beyni değiştirdiğine dair birçok gösterge mevcuttur. Yani teknik sistemlerin üreticilerini yeniden yapılandırmaya başladıklarını söyleyebiliriz. İçsel ve sosyal dünyalarımız bir değişimin içine girmiş bulunmaktadır: İnternet yardımıyla düşünüyor, onu haricî bir hafıza, fikir ve duygu paylaşımlarının gerçekleştirildiği bir platform, bir eğlence aracı ve bilişsel bir protez olarak kullanıyoruz. Aynı anda birden fazla şey yapmayı öğreniyoruz, dikkat sürelerimiz kısalıyor ve ilişkilerimizin birçoğu, tuhaf “fizik-dışı” bir karakter kazanıyor. Siz de elektronik postalarınızı aslında gerekli olduğundan daha sık kontrol ediyor musunuz? Siz de aslında bilgisayar başında vakit geçirmekten daha fazla keyif aldığınız için misafir kabul etmek istemiyor musunuz? Psikiyatristler ortaya çıkan bu durum için yeni bir terim buldular: “Çevrim içi bağımlılık”. Gittikçe daha fazla çocuk ve üniversite öğrencisi dikkat bozukluğu yaşıyor ve artık eski, seri bilgiler karşısında konsantre olamıyor, okuma kültürü gittikçe azalıyor.
Burada bilinç etiğine ilişkin temel sorun oldukça kısıtlı olan “dikkat” servetine doğru değeri biçmektir. Dikkatli olma becerisi, beynimizin bize günlük hayatta kısıtlı ölçüde sunduğu, doğal evrim ile ortaya çıkan, kıymetli bir kaynaktır. Dikkat becerisi, diğer insanları (ve kendinizi) gerçekten dinleyebilmeniz için gereklidir. Dikkat becerisi, duyusal zevklerin farkına varabilmek, yeni bir şey öğrenebilmek veya cinsel ilişki veya aşk yaşarken ya da doğadayken gerçekten manen de orada olabilmek için gereklidir. Farkındalık becerisi olmadan hayatın doya doya yaşanması düşünülemez. Öte yandan günümüzde sahip olduğumuz kısıtlı kaynakları bizden çalmak için medya karmaşası içinden sadece çocuklara ve gençlere değil hepimize saldıran son derece profesyonel bir endüstri, “dikkat hırsızları” mevcuttur.
Özellikle reklam ve eğlence endüstrisi deneyim becerimize, “dikkatle ilintili duyarlılığımıza” gittikçe daha şiddetli bir şekilde saldırmakta ve tabii ki bu endüstri de bilişimbiliminin ve beyin araştırmalarının elde ettiği yeni bulgulardan faydalanmaktadır. Bu sorunun çözümü, belki de ikinci bir somut uygulama alanı olan nöro-pedagoji ile kombine edilmesi gereken “modern dikkat yönetimi” olabilir: İdeolojik olarak bağımsız bir meditasyon dersi çerçevesinde okullarda öğretilecek dikkat yönetimi, çocuklara erken yaştan itibaren farkındalık düzeylerini kontrol edebilme becerisini kazandırmak için iyi bir araç olacaktır.
Bunun birçok olumlu etkisi olacaktır: İlk olarak öğrenciler “dikkat kaynağının” kısıtlı olduğunu fark edebilir; ikincisi algılarını açık tutma ve odaklanma becerilerini uzun vadede eğitebilir, istikrar kazanabilir ve en üst düzeye çıkarabilirler ve üçüncü olarak kendilerini dikkat hırsızlarının saldırılarından etkin bir şekilde korumak için gerekli yetileri kazanırlar. Ancak burada okuldaki meditasyon derslerinin ideolojik olarak bağımsız bir ortamda gerçekleştirilmesi kişisel olarak benim için büyük önem taşımaktadır. Meditasyon dersleri özellikle din öğretmenleri tarafından verilmemelidir, belki de spor öğretmenleri bu anlamda iyi bir alternatif olabilir.
Yeni Bir Bilinç Kültürü Oluşuyor
Belki de birçok kişi, fiziksel egzersizlerin modern bir türü olarak bir tür nörobik olan “bilinç jimnastiği” fikrini komik karşılayacaktır. Bununla beraber, natüralist bir ortamda bu çok mantıklı bir düşüncedir, zira beyin insan bedeninin bir parçasıdır. Pedagojide rasyonel bilinç etiği, eğitim sistemimizde devlet ve kilisenin ayrılmasını bir adım daha ileriye taşımak ve bu sayede kazanılan boş alanlarda sekülerleşen ve ideolojik açıdan bağımsız kişisel deneyim türlerini sunmak anlamına gelmektedir, bunu yaparken kılavuz soru “beynimi nasıl kullanabilirim?” olmalıdır. Kant’a dayanarak ve klasik anlamda önemli olan çocukların yetişkin birey hâline gelmesine izin vermektir.
Bunun için, sadece okullarda meditasyon teknikleri değil, aynı zamanda otojenik eğitim, katatimik görüntü deneyimi, rüya hafızasının iyileştirilmesi ve lüsit rüya gibi gündüz düşü teknikleri de öğretilebilir. Bu sayede çocuklara zararsız bir şekilde sınır deneyimleri arama ve kendi iradeleri ile yeni bilinç durumlarını keşfetme imkânı sağlanacaktır. Bu nedenle okuldaki bilinç eğitimi, “nöro-fenomenolojik araç kutusu” temel becerilerinin sunulması anlamına gelebilir.
Bu kutudaki araçlar, bir gence ileriki zamanlarda örneğin arkadaşları veya ailesi aracılığıyla alkolle veya uyuşturucu ile tanıştırılması veya gitgide daha fazla bir şekilde medya ortamlarına girmesi durumunda gerçekten istediği şeyi yapabilmesi için yardımcı olacak basit bilinç tekniklerinden oluşacaktır.
Yeni riskler söz konusu olduğunda kendimizi zihinsel sağlığımıza yönelik saldırılara karşı korumak için yeni araçlara ihtiyacımız vardır. Benim görüşüme göre bu anlamda açık ara ile en önemli araç meditasyon becerisidir. Burada da temel soru aynıdır: Çocuklarımıza hangi bilinç durumlarını göstermek istiyoruz? Hangilerini istemiyoruz?
Burada söz konusu olan değerli bir bilinç durumunun ne olabileceğine ilişkin benim şahsi düşüncem değildir. Burada söz konusu olan şey prensiptir: Daha geniş manipülasyon teknikleri göz önüne alındığında, yeni tehlikelere başarılı bir şekilde direnebilmesi için bireyin özerkliğini arttırmak için klasik yöntemler ve beyin araştırmalarından elde edilen yeni bilgiler kullanılmalıdır.
Zira aydınlanma sadece farkına varmakla değil, aynı zamanda özgürleşme ile de ilgilidir. Ayrıca “bilinç kültürü” terimini etik sorunların eleştirel bir şekilde tartışılmasını teşvik etme ve günümüzde hâlen eksik kaldığımız yeni kültürel bağlamı, beynimizi kendi irademizle ele alarak geliştirme düşüncesiyle karakterize ediyorum. Önemli olan bilinç kültürünün, organize bir dinle veya belli bir siyasi görüşle ilgisinin olmamasıdır. Okullardaki yeni bilinç kültürü, öğrencilerin kendi zihinleri ve beyinleri üzerindeki özerkliklerini artırmalarını sağlayan etkili teknikleri erkenden vererek, akademik entelektüel eğitim idealinin ötesine geçmelidir.
Tabii ki bu birçok örnekten sadece biridir ve rasyonel bir bilinç etiği gelişiminin üstleneceği daha başka önemli işlevler de olacaktır. Ayrıca, bilinç etiği, beyin araştırmalarının tetiklediği Hristiyan insan imajının nihai çöküşünün geride bıraktığı etik ve antropolojik vakumun doldurulmasına da yardımcı olabilir.
* Prof. Dr., Mainz Johannes Gutenberg Üniversitesi
1 Bu yazı Gehirn&Geist dergisinin 2006/6 sayısında yayınlanmıştır.
2 Gehirn&Geist, 12/2005, S. 46
3 Gehirn&Geist, 4/2006, s. 68.
4 Gehirn&Geist, 1-2/2006, s. 32.
5 Gehirn&Geist, 3/2006, s. 37
6 Gehirn&Geist, 3/2006, s. 37
7 Gehirn&Geist, 5/2006, s. 70