BİTKİSELLİK

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: Michael Marder

    Özcülük eleştrilerinin ve özcü olmamakla övünen teorik fikirlerin kural olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Bu felsefi bostan korkuluğana karşı verilen neredeyse donkişotvari mücadelelerin klasik formülü, “X diye bir şey yoktur.” (boşluğu hayvan, insan, dünya… istediğiniz şekilde doldurun) ifadesi ve onun yanına olumlu bir koşul olarak eklenen “Sadece X’ler vardır (boşluğu hayvanlar, insanlar, dünyalar…)” cümlesidir. Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak bu günlerde kural, kişinin normalleştirmenin ürünü olan özle ilişkisini kesmeyi samimi bir şekilde arzulaması demek. Burada normalleştirme de ulaşılması imkânsız bir idealden her sapmayı hizaya çekmek anlamına geliyor. Tek, durağan ve baskıcı bir özün yerine parçalı, göçebe olmasa da gezgin çoğullukların radikal ampirizmi geçer. Bu çoğulluklar, geçici olarak ve stratejik bir şekilde bir nominalizm edasına sahip ortak bir mefhum çevresinde toplanır. Fakat bu bahsi geçen alternatif reddettiği şeyin yanında bir gelişme midir? Ayrıca muhtemelen devrimsel olan bu özcü olmayan ya da özcü karşıtı alternatifin savunuculuğunu yaparken neyi reddettiğimizi biliyor muyuz acaba?

    İlk anlamıyla öz [essence] kelimesi varolan şey (est, es, ist, есть, asmi, ἐστί) anlamına gelir.11 Essence kelimesi ön Hint-Avrupa dil ailesinde “olmak” anlamındaki *es-‘ten türemiştir. Varlığa “evet” [yes] der (İngilizcedeki bu yes kelimesi de aynı semantik kökten türemiştir.) Öyleyse özcü olmayanlar hiçliğin yanında ya da tarafında yer alıyorlar. Kendilerine rağmen, öze “hayır” diyor gibi görünmelerine rağmen hiçliği onaylıyor, ona “evet” diyorlar. Aslında ellerinde kalan tek şey hiçbir şey. Sonsuz derecede değişken bu hiçbir şey ise ne saf olumsuzlama ne de esas [essential] varlığın negatif bir izinden başka bir şey. Bu öz muammasının çözümü birkaç günlük bir olumsuzlamayla olmaz. Sorun daha karmaşık: özü kendi içinden çözmek, “evet”inin içindeki, belki de özün özü olan “hayır”ı keşfetmek gerekiyor.

    Bitkisellik de tartışmaya bu noktada dâhil oluyor. İnsanlık ve hayvanlıkla aynı şekilde tüm bitkilerin özlerini adlandırdığını ileri sürse de, “yeşil” kavrayışa doğru yönlendirdiği her yol özsel özsüzlüğün [essential nonessentiality] gri alanına çıkıyor. Bu yollardan üçünü, bitkiselliğin mekânsal, zamansal ve davranışsal yorumlarını burada teorik mercek altına almak istiyorum. Bu yorumları bitkilerin felsefi incelemesini yaptığım daha önceki çalışmalarımda ele almış olsam da onları yukarıda “özsel özsüzlük” olarak adlandırdığım tabirin gri ışığı altında yeniden değerlendireceğim.

    Mekân. Bir bitki, varoluşunun ontik düzeyi olan fizyolojisi gereği, dış dünyaya olan maruziyetini azami seviyeye çıkararak gelişir. Plant-Thinking [Bitki Düşüncesi] kitabımda belirttiğim gibi, bitkisel varoluş esas olarak yüzeyseldir.22 Michael Marder, Plant-Thinking: A Philosophy of Vegetal Life (New York: Columbia University Press, 2013), pp. 80ff.
    Bitkisel varoluş özünde, görünüşlerin tam da derin, daima gizli ve en dipte yatan çekirdeği olan özün mantığını yıkıcı ya da onu saptırıcıdır. Meyvede gömülü olan, saklı özün raptiyelenmiş bir modellemesi olan o çekirdek, Hegel’in felsefesindeki gibi kendisini saran etin çürümesini bekleyerek gözden sadece geçici olarak kaybolur. Böylece bitki topraktaki unsurlara maruz kalarak ve çürümeden beslenerek oradan yeniden doğar. Toprağın derinlerine yerleşen kök yine de bitkinin toprağın üzerindeki diğer parçalarından da inkişaf edebilir ve bundan dolayı da düşündüğümüz kadar vazgeçilmez değildir (bitkisel sine qua non’un, olmazsa olmazın, zorunluluğu anlamında asli değildir). Bu demektir ki öz görünüşlerin tenine çizildiğinde, dokunulabilecek kadar duyusal hâle geldiğinde, fiziksel yüzeyler engin ve metafizik bir nihai gerçekliği değil de diğer yüzeyleri sardığında özsel özsüzlük, dünyaya söylediği –dır-evet’e [is-yes] doğru dallanıp budaklanan ve yönelen bir varoluş kipinde neşvünema bulur.

    Zaman. Kendi kendini yıkan bir özün zamansal boyutu tarihle ilgilidir. Metafiziğin yüksekliklerinde tarihsel dalgalanmalar ve çalkantılar, görüngünün tarihdışı özünü etkilemediği için küçük bir öneme sahipken, özsel özsüzlük, varlığın anlamının zaman olduğu varoluşsal kaideye boyun eğer. Zamanın ya da daha somut bir ifadeyle, öz derecesine yükseltilmiş varoluşun kendisi, oluş ve varlığın kökensel alaşımıdır ve hiçbir zaman herhangi bir saflık derecesine erişmez. Oluyor olan, olmuş olanla olacak olan arasındaki o tutulamayan kısacık andır. Bir bitkinin hayatının her aşaması, o aşamayı bitkisel bir farklı zamansallığa [heterotemporality] borçlu olduğunu bilir. Bu bitkisel bir farklı zamansallık ifadesini de, ister mevsimsel değişimler ve farklılıklar isterse böyle döngülerle uğraşan insanların tarımsal faaliyetleri olsun, bitkisel olmayanın zamanına işaret etmek için icat ettim. İnsanların tarımsal faaliyetleri de seraların makineleştirilmesi gibi basit şeylerden şu anda dünyada en çok üretilen organik bileşim olan olgunlaştırıcı gaz C2H4’ün (Etilen) kullanılmasına kadar uzanabilir. Zamansal olarak bitkiler, hiçbir şey söylemedikleri ölçüde, yaptıkları her şeyle bir olumlama içerisinde ötekine evet der ve bu olumlamanın etkili olabilmesi için tam da zamana ihtiyaç vardır. Bu söylediğim, bitkilerin farklı zamansallık yapıları için olduğu gibi bitki mefhumu için de geçerlidir: ortada bitkiliğin gerçek tarihsel biçimlerinin sapabileceği ideal bir yapı yoktur ama bu, bir kaidesi olmayan sapmalar toplamı ya da ötekine yönelen sonsuz sayıda yanyol olarak anlaşılan bitkisellikten vazgeçmemiz gerektiği anlamına gelmez. İnsan ve bitki tarihlerinin günümüz (ya da herhangi bir) kesişiminde kitlesel olarak bitkilere ne yaptığımız onların özüne doğrudan etkide bulunuyor. Kısır tohumların ticari üretimi mesela, bitkilerin sadece yeniden üreme kabiliyetlerini ellerinden almaz, ayrıca bitkiselliği kısır, haddizatında kökten sonlu (yeniden üreyemez) ama aynı zamanda sermayenin sonsuz (tatminsiz) talebine cevap verecek şekilde sonsuz mahsul vermesi için düzenlenebilir bir şey olarak katılaştırır. Sermayenin bu sonsuz talebi karşısında bitkisellik yeknesak bir şekilde evet demeye zorlanır.

    Faaliyet. Büyümek, bitkilerin, eski öz modelinin yeniden ele geçirilmiş gibi gözüktüğü faaliyetidir. Bitkilerin vasıflarının neredeyse hepsini onlardan eksiltebilsek bile, ellerinden büyümeyi aldığımızda artık bitkilerden söz edemeyiz. Büyümek, varoluşlarının indirgenemez, mutlak, özsel ve oldukları şeyin temelinde yatan yöndür. Daha yakından incelediğimizde bitkisel özün ortaya çıktığı yüzeyde çeşitli çatlakların ayırdına varırız. Büyümek, varoluş ve yapış arasındaki metafizik boşluğu doldurur: bitkinin yaptığı şey mükemmelen olduğu şey olur; olduğu şey de yaptığı şey. Bitkiler [yerden] biter. Bitki davranışı, çevresel koşullara, yenme tehlikesine ya da diğer bitkilere yakınlığa bağlı olarak biyokimyasal tepkiler, hormonal uyarıcılar ve genetik ya da epigenetik dışavurumların başlattığı morfolojik değişimlerden kaynaklanır. “[Yerden] bitmek” kelimesi bize son derece edilgen gelir ama bu çağrışım sayesindedir ki bitkiselliğin davranışsal yüzeyindeki ikinci yarık ortaya çıkar: [Yerden] bitmenin özsel özsüzlüğü, var olmakla yapmak arasındaki farkı silmenin yanısıra etkenlik ve edilgenlik arasındaki ayrımı da geçersiz kılar. Latince vegēre kelimesi “hareketlendirmek” anlamına gelse ve dinçliği, güçlülüğü ve kuvveti ifade etse de [yerden] bitmek daha sonra donukluk ve atıllığın tam tersi bir anlam kazandı ve sonrasında bitkilere yeniden yansıtılarak onların o zamana kadar müşterek tahayyülde hâkim olan tasvirlerini renklendirdi. Muhtemelen, bitkisel faaliyetin algılanması genellikle çok güç olduğu, tekâmül etmesi için görece uzun zaman gerektiren bir dönüşüme raptolduğu için eylemsizlikle ve faaliyetsizlikle karıştırıldı. X ve X-olmayan nihayetinde bitkisellikte karışır ve müşterek bir şekilde bitki özünü oluşturur. Bu şeklen mantıksal çelişkiden bir şeyler, hem bitkilerin belirleyici faaliyeti hem de bizim doğa dediğimiz her şeyin niteleyecisi büyümeye dair ve büyüme hakkındaki iddiada yankılanır. Bu, sayanlar için, üçüncü yarık: bitkilerin en asli mülkü aynı zamanda tüm canlılarda en müşterek olan şey. Onlara has olan büyüme hiç de onlara has değildir. Onlara ait olan aynı zamanda onlara ait değildir. non solum vegēt et vegent sed verum vegēo, vegēs, vegēmus – sadece bitki [yerden] bitmez (ya da hareketlendirmez) ve sadece bitkiler bitmez; aynı zamanda ben [yerden] biterim, sen [yerden] bitersin, biz [yerden] biteriz (ya da hareketlendiririz).

    Bitkisellikteki mekânsal, zamansal ve davranışsal “arızalar” – hiç de arızi olmayan bu arızalar bitkinin “program”ına yüklenmiştir – bitki özünün içsel yer değiştirmesi anlamına gelir. Bu durum, zati özün, özün özünün içsel yer değiştirmesinin paradigma vakasıdır. Resmî felsefi terimlerle ve Doğa Felsefesi’nin Hegel’iyle birlikte, bitkisel kimliğin kimliksizliği olduğunu ve aynı ve başka arasındaki zorunlu karışıklığın bir kısmının bitki dünyasına sızdığını iddia etmek boş geliyor bana. Daha net bir ifadeyle, bitkisel –dır’ın nasıl ötekine, o ötekiye -başka bir öze ya da özün ötekisine, bir özsüzlüğe- bitki özünü sunacak kadar şedit bir evet olduğunu düşünebiliriz. Bitkisellik, bir yandan başka varoluş biçimlerinin bir yandan da hiçliğin üstünde ve karşısında konumlanan “özerk” varlık olmaktan kendisini yoksun bırakarak ve kendini özsüzleştirerek özün özüne daha da çok sadık kalır. Şöyle ki bitkisellik, bir tomurcuğun içindeki taçyaprakları gibi es-‘in farklı anlamlarını bir araya getirir.33 İlk dipnotta da belirtildiği gibi essence kelimesi ön Hint-Avrupa dil ailesinde “olmak” anlamındaki *es-‘ten türemiştir. (ç.n.)
    Bitkinin yumuşak bir şekilde “bizatihi” varlığın (özsel varlığın) yerini almasını [sup-plant] sağlayan şey de tam olarak bu ontolojik cömertliktir.

    Teorik yazılarımda bitki/doğa ad aktarmasını, bitkisel bir parçanın iştirak ettiği bütünü temsil etmesini, uzun uzun ele aldım. Bitkisel faaliyet bu ilişkiyi tersine çevirir ve şu soruyu hatırlatır: Ya bitki evvelemirde doğanın bir ad aktarması değildi ise? Ya bitki, organik ve inorganik varlıkların soyut bir toplamı olarak ya da Kant’ın söylediği gibi “görünüşlerin toplamı” olarak kuramlaştırılmasından öncesinde doğanın “kendisi” idiyse? Tüm doğal canlılar başlangıçta bitki(sel) olarak – yani öncelikle büyüyen, ama aynı zamanda çürüyen ve yeniden üreme yetisine sahip olarak – düşünülmüş olabilir mi? Böyle anlaşıldığında doğanın bitkiselliği bitkilere, hayvanlara ve insanlara (ve daha sonra eklenen mantarlara ve mikro-organizmalara) ek olarak yükselen-büyüyen ve alçalan-tükenen güneşi, dolunaydan öncesi ve sonrasıyla ayın hâllerini, volkanik yapılanmaları ve dağların bu volkanik hareketleri hatırlatan kabarmasını, simyada bitki gibi oldukları kabul edilen metallerin cevherlerini ve buna benzer diğer şeyleri de kapsar. Yine de tüm doğanın bitkisel olduğunu söylemekle özün özünün ya da “bizatihi” varlığın bitkisellik olduğunu iddia etmek arasında büyük bir fark olduğu söylenerek itiraz edilecektir. Peki, eğer bu tezler iddia edildikleri gibilerse bu farklı analizler arasında bir köprü nasıl kurabiliriz?

    Bu noktada, büyümenin tomurcuklanan, filizlenen tüm faaliyetleri olarak anlaşılan doğanın (phusis) antik Yunan’da varlığı adlandırdığını ya da yanlış adlandırdığını öne süren Martin Heidegger bize bir ipucu sunar. “Phusis kelimesi neyi söyleyerek gösterir?” diye sorar Heidegger. Cevabı ise şudur: “(Mesela bir gülün açması gibi) kendisinden hareketle yetişeni, kendini açan gelişimi, böyle bir gelişimde görünüşe çıkanı ve bu görünüşte tutunmayı, kalmayı kısaca, yükselip açılarak duraksayan işleyişi söyleyerek gösterir. […] Bu yükselip açılma ve kendi-içinde-kendisinden-dışarı-çıkarak-sükûn, varolanın başkalıkları arasında gözlemleyeceğimiz bir süreç olarak kabul edilemez. Phusis, Varlığın kendisidir, ki bu Varlık sayesinde, ilkin gözlemlenebilir hâle gelip gözlemlenebilir kalır var olan.”44 Martin Heidegger, Introduction to Metaphysics, trans. Gregory Fried and Richard Polt (New Haven & London: Yale University Press, 2000), p. 15. (Metafiziğe Giriş, çev. Mesut Keskin (İstanbul: Avesta Yayınları, 2011, ss. 23-24. Metindeki büyük, küçük harf kullanımlarını burada … Continue reading
    Bitkisellik olmadan; bitki filizlenmesinin, büyümesinin, tomurcuklanmasının ve yeniden üreme yoluyla sonlu bir biçimde kendini korumasının her aşamasından geçen bir yolculuk olmadan phusis’in “yükselip açılarak duraksayan işleyişi” yoktur. Doğanın doğası, özün özü bir evet-leme’dir [yes-sence]. Bu evet-leme, kendisi de ötekini olumlayıcı bir selamlama olan bitkisel varoluşu selamlar ve onu olumlar. Bu evet-leme, kendi içinde kalamayan; olmak, var olmak için sabırsız bir şekilde dağılan, yarılan ve filizlenen bir tohumun; açılan ve kendisini ışığa ve bakışa (dokunuşa, kokuya ve tada) sunan bir yaprağın ve tomurcuğunu bırakarak filizlenen, arıları, kelebekleri, kendi solmasını ve çürüyüşünü karşılayan bir çiçeğin mekân-zamansal kendinden geçişidir. Phusis’in aktif durağanlığına aslolan kendi-içinde-kendisinden-dışarı-çıkarak-sükûn hâli bitki gelişimini tekrar eder ve bu sükûn hâlinin tek kelimede yoğunlaşması olan varoluşu haber verir.

    Gözlerimizin önünde yetişen, şekil alan, büyüyen şey bitkiselliğin temel olmayan [defundamental] ontolojisidir; kendisini her temsilden, her dünya resminden [world-picture] silen bitki oluşun anarşik kaidesidir. Bitkisellik kendini böyle silerek bizatihi varlığa yer açar. Bu varlığın ne bir başlangıcı, ne net bir şekilde belirlenen hiyerarşik bir düzeni ne de yönlendirici bir yönergesi vardır. Fakat bunların hiçbiri, birleştirici yapı -dır’ın dile gelişinin ikamet ettiği özün bitkisel, semantik ya da kavramsal kökenine uzanmaz.

    Bir totoloji: öz vardır. Ya da öyle (bir totoloji) mi? Bu –dır, kendisinden önce geleni (genel olarak gramatik özneyi) kendisinin dışarısına ve ötesine taşıyarak kendisinden önce gelenle isnat edilen (yüklem) arasında aracılık eder. Özneyle yüklem aynı olduğu; “Öz vardır.” “Özdür.” gibi, -dır’ın zımni olarak öz ile var olanı, olanı olanın içinde ve olan olarak birbirine eklemlediği, kendisinden sonra hiçbir şey gelmediği zaman bile bu aracılık vardır. Kendisinin dışına ve ötesine yönlendirilen özne, doğanın kendi içinde kendinden dışarı çıkarak sükûn etmesi hareketini tekrarlar. Birleştirici bağ öteye bir kılavuz, bir ilişkinin başlatıcısıdır. Bu birleştirici bağ, bu rolü, daha öncesinde birbirlerine karşı kayıtsız (dolayısıyla birbirleriyle ilişkisiz) olan su, toprak, güneş ışığı [ateş] ve hava elementlerini bir araya getiren bitkilerle paylaşır. Tüm doğanın yerine geçebilen bitki gibi birleştirici bağ da “olmak” fiilinin gramatik biçimidir. Ve bizatihi fiilî varlığa işaret eden şimdiki zaman üçüncü tekil şahısta çekimlenir. Söylemsel olarak bitkiler var olandır; bitkisellik ise –dır: mekân, zaman, faaliyet biçimi ve gösterge ile gösterilen arasındaki ilişki açısından sonlu olan bitkisellik “yükselip açılarak duraksayan işleyişi” içinde sonsuz derecede yumuşaktır ve kendine içkinliğinde kendisini aşar.

    Bu noktada özün ya da varlığın tamlığının, Emmanuel Levinas’ın kurmaya çalıştığı her şeyi kucaklayan bütün olmadığını, ötekine doğru kendini açan bir tekilliğin taşması olduğunu söyleyebiliriz. Bu tamlık, kendini, kendini açışında mümkün kıldığı münasebetlerden eksilterek arkasında birbirine eklemlenmiş mefhumların varlıklarını sürdürebilecekleri bir alan bırakır. – “Olmak” fiilinin muayyen bir çeşidinden kurulan bir bağ olan – birleştirici yapı ve – muayyen bir canlı varlık olan – bitki “evet” diyerek; özne ve yüklem, yer ve gök gibi çeşitli unsurlar arasında geçit görevi görerek karşıladıkları diğer gramatik ve biyolojik türleri fethetmez, onlar üzerinde tahakküm kurmazlar. Onlar daha ziyade özden öte bir özün, belki de öz için en özsel olan bir “öte”nin biçimleridir.

    Özün ötesinde öz ya da “özsel özsüzlük” varoluştur, varlığın kendi içinde kendi dışında kendinden dışarı çıkmasıdır. Varlık durağan bir şey değil, kendi ile örtüşmemektir: büyüyüş, oluş, bitiş (bitkisel). Orta Çağ düşüncesinde özün ve varoluşun bir ve aynı olduğu tek yer ens perfectissimum (en mükemmel varlık) olan Tanrı’ydı. Bu ikisinin örtüşmesi ise değişmeyen ve değişen arasında, zamansız ve zamansal varlık arasında daha önceden yaşanan bir ayrılığı varsayar. Bu ayrılık, ilahî özün-varoluşun müstesnalığı dışında başka hiçbir yerde aşılamaz. Bitkisellik, bu bir arada bulunuşu ilahî olandan farklı bir şekilde ortaya koyar: özün hâlihazırda varoluş olduğunu, kendi “haddizatında”lığının ezelden beri “zatı-dışında” olmaya ve bundan dolayı da “öteki için” olmaya büküldüğünü gösterir. Bitkisellik, özün sadece bir evet-lik’e değil, aynı zamanda bir dış-lık’a [ex-sence], ötekine doğru uzanan ya da elini uzatan bir dışa doğruluğa, dışarılığa tercüme olunan varoluşsallığını ortaya koyar. Bitkisellik hem bitkilere has olduğu ve hem de diğer varoluş biçimleriyle paylaşıldığı içindir ki bu büyüyen uzanışı kendinin ötesine taşıyarak “bizatihi” öze ve varoluşa kadar uzatır. Tersinden bakacak olursak özü diğer özlerden ve varoluştan ayırmak, onun “öte”sinin önünü tıkayarak geçişi kapatmak da içindeki bitkiyi kökünden sökmek demektir. Ki Batı metafizik geleneği yüzyıllardır bunu yapıyor. Her hâlükârda öz özsüzleştirilecek [de-essentialized]. Buradaki soru nasıl olacağı? Özcülük karşıtlarının elinde dışsal olumsuzlamaya mı maruz kalacak? Kendi mutlak bağımsızlığını iddia ederek kendi kendini mi olumsuzlayacak? Yoksa, özü ötekiyle yüz yüze getirerek kendisine çağıran bitkisellik içinde ve aracılığıyla varoluşsal çarpıklığını kabul ederek kendi sonuna mı (yok olma değil) gelecek?

    * Prof. Dr., University of the Basque Country, Felsefe bölümü



    1 1 Essence kelimesi ön Hint-Avrupa dil ailesinde “olmak” anlamındaki *es-‘ten türemiştir.
    2 2 Michael Marder, Plant-Thinking: A Philosophy of Vegetal Life (New York: Columbia University Press, 2013), pp. 80ff.
    3 3 İlk dipnotta da belirtildiği gibi essence kelimesi ön Hint-Avrupa dil ailesinde “olmak” anlamındaki *es-‘ten türemiştir. (ç.n.)
    4 4 Martin Heidegger, Introduction to Metaphysics, trans. Gregory Fried and Richard Polt (New Haven & London: Yale University Press, 2000), p. 15. (Metafiziğe Giriş, çev. Mesut Keskin (İstanbul: Avesta Yayınları, 2011, ss. 23-24. Metindeki büyük, küçük harf kullanımlarını burada temel alınan İngilizce kullanımla uyumlu olmaları için düzenledim (ç.n.))