“TA Kİ TÜM SIRLARI BİLEN SAMİMİYETİNİ TASDİK ETSİN”: HAFIZA VE SUÇLULUK YA DA TEŞUVA

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: Yitzhak Y. Melamed

    Yahudi düşüncesinde hafıza yaklaşımlarına dair bir makale yazmam rica edildi. Kısaca izah edeceğim nedenlerden dolayı konuyu hafifçe saptırmayı tercih ediyor ve asli olarak, hafızanın belirli bir alternatifine, yani daha güçlü ve daha az üzücü olan bir alternatife işaret ediyorum. Yetmiş yıldan fazladır, Tevrat’ta geçen anma ihtarı hakkında, yani “Amalekliler’in yolda size neler yaptığını anımsayın (Zakhor et asher asa lekha Amalek).” (Yasanın Tekrarı 25:17) emri hakkında epeyce yazıldı. II. Dünya savaşına kadar haham yorumcular arasında Ameliklileri herhangi bir tarihsel ulusla özdeşleştirme tutumu hiç de yaygın değildi. Geleneksel kaynaklarda Amelekliler sık sık her insan ruhundaki zalim temayüllerle özdeşleştiriliyor ve böylece “Amaleklilerin anısını gökler altından sileceksiniz.” (Yasanın Tekrarı 25:19) emri şeytani olarak tasavvur edilen herhangi bir somut insan bölüğünün yok edilmesi şeklinde değil de bir nefis muhasebesi çağrısı şeklinde yorumlanıyordu.

    Alman nasyonalizminin zalimliğini ve insaniyetsizliğini hatırlamanın önemsiz bir nedenden dolayı bazı ahlaki değerleri var; bugün, atalarının yaptıklarını unutturmak veya önemsizleştirmek için elinden gelen her şeyi yapan nasyonalistler hiç de az değil. Beri yandan, Tevrat’ta geçen hafıza hakkındaki altı emirden benim en önemli olduğunu düşündüğüm emir son dönem Yahudilik ve hafıza literatüründe çokça anılmıyor. “Siz Mısır’dan çıktıktan sonra Tanrınız RAB’bin yolda Miryam’a neler yaptığını anımsayın.” (Yasanın Tekrarı 24:9) emri de tıpkı Ameliklilerin işlerini hatırlayın emri gibi bir Tevrat emridir (işin garibi, her iki emrin formülasyonu aşırı derecede benzerdir; sanki ikisinin benzerliğine dikkat çekmek istercesine). Peki bu emir ne hakkındadır ve Miryam’ın, Mûsâ’nın kız kardeşinin yani, “Mûsâ’nın evlendiği siyahi kadın”ı (Çölde Sayım 12:1) yerdiği bu vakanın hatırlanması neden bu kadar önemlidir? Birçok geleneksel yorumcu Mûsâ’nın eşi olan Sippora’nın güzelliğine ve dürüstlüğüne vurgu yapar, ancak bu yorumlar Miryam’ın sözlerine ve bu olayı hatırlama emrine dair merakımızı artırmaktan başka bir şey yapmazlar (Genellikle çamaşırlarımızı evin içinde yıkarız, ancak burada Tanrı bizlere sanki Miryam’ın kirini unutmama emri veriyor. “Neden O, kirli çamaşırları herkesin gözü önünde yıkıyor? -Evet biliyoruz ki ırkçılık oldukça güçlü, ama bu olay neden bu kadar mesele ediliyor? Miryam gibi seçkin bir insana hiç saygı duymamalı ve onun şu nefis işleriyle sözlerini görmezden gelmemeli misiniz yani?”) Görünen o ki Tanrı “kirli çamaşırları herkesin önünde yıkamama” şeklindeki burjuva duyarlılığını paylaşmıyor ve bazı nedenlerden dolayı, Tevrat Yazarının, Miryam’ın seçkin mevkisine ve tüm dürüstlüğüne rağmen bu olayı hatırlatması oldukça önemlidir.

    Bu makaleyi bir Yahudi dergisi için yazmam istenseydi Ameleklilerin anısına değil Miryam’ın günahının anısına gönderme yapmayı tercih ederdim, çok basit bir nedenden dolayı; kişinin kendi ırkçı mirasıyla yüzleşmesi onun kendini hedef alan ırkçılıkla uğraşmasından daha değerlidir (yanlışlık ölçeği ne olursa olsun). Ancak bu makale Almanya topraklarında yayımlanacak ve dolayısıyla ben de sözlerimi daha münasip okurlara yönlendirmek istiyorum.

    Geçenlerde AfD partisi (Alternative für Deutschland) “kendini suçlu görme ve cezalandırma kült”ünü kınadı. AfD partisine de onun neo-Nazi takipçilerine de bir sempati duymuyorum. Yine de kendini cezalandırma ritüeli olarak hafıza korkunç geçmişle uğraşmanın en dürüst ve en uygun yolu olmak zorunda değil. Böyle bir tutum sürdürülebilir değildir ve görünüşe göre tam da bastırıldığı varsayılan hıncı yeniden canlandırır. Yetiştiğim dinî gelenekte -Hasidik Yahudilik- kendini cezalandırma genellikle ikinci bir günah olarak veya daha kesin söylenirse, gerçekliği değiştirme ya da ona şifa olma şeklindeki samimi bir girişim yerine anlamsızca acı veren bir kendini kandırma hareketi olarak görülür. Peki, suçluluğun yüküyle nasıl uğraşılacak? Bu soruya verilmiş bir Yahudi yanıtı var.

    Teşuva [lafzen; dönmek veya başvurmak anlamında] kişinin geçmişteki hatasından, zaman zaman köklü bir hatasından vazgeçmesi anlamını ifade eden klasik İbranice kelimedir. Bazen bu kelime pişmanlık şeklinde çevrilir, gerçi bu karşılık tamı tamına uygun bir karşılık değildir, zira Teşuva kişinin kendi kendine acı çektirmesini mutlaka gerektirmez. Teşuva özü bakımından tek bir basit şeyi gerektirir; kötülüğü yapanın kalbini samimice değiştirmesi ve geçmişte başka birine yapılan kötü davranışlar gibi kötü davranışlardan kaçınmaya kalıcı bir taahhüt. Teşuva bir bakıma kolayken bir bakıma aşırı derecede zordur.

    Teşuva, az önce söylediğim gibi, belki kolaydır çünkü kendini cezalandırma ve kendini kırbaçlama gibi bir şeyi mecbur kılmaz. Samimi Teşuva için kendini cezalandırma ne zorunlu ne de yeterlidir. Teşuva ayrıca kolaydır çünkü kural olarak herkese açık olmalıdır; şayet Eichmann samimi şekilde Teşuva gerçekleştirirse kabul edilmelidir (böylesi bir olayın olasılığı yüksek değildir elbette, ama sıfır da değildir). Beri yandan Teşuva aşırı derecede zordur çünkü kişinin gönlünü ıslah etmesindeki samimiyet için konan çıta oldukça yüksektir ve kişinin kendi değerlendirmesinin mevzusu değildir. Dolayısıyla konuya dair klasik bir tartışmada İbn Meymûn şöyle yazar; samimi bir Teşuva yalnızca bir tanedir “ki onun üzerine, tüm sırları Bilen [Tanrı] bu kişinin bir daha asla eski kötülük örneklerine dönmeyeceğini tasdik eder”. Bu bağlamda kişi, kalbini değiştirme kararının samimi mi yoksa kendi kendini kandırma mı olduğunu asla bilemez. Yine de, diye iddia eder İbn Meymûn, kişinin yeni davranış kalıplarını incelersek makul bir Teşuva manasına erişebiliriz. Bir insan, daha önce başka bir insana kötülük yaptığı benzer bir durumla karşılaşır da bu kez o insana insanca davranırsa onun gerçekten de yolunu değiştirdiğine dair yeterli bir işaret geçer elimize. Bir insanın, daha önceden kötülük yaptığı duruma benzer durumlarla karşılaşma imkânı ne kadar çoksa -ama tabii bu kez iyi davranış sergilerse- o kişinin Teşuvasının samimiyeti de o kadar kuvvetli ve makuldür.

    Suçluluk kültü Almanları yakın dönem tarihlerinden berat ettirmiyor, çünkü her kült gibi suçluluk kültü de sahte ve kendi kendini kandırıcı olabilir. O hâlde daha yalın ve temel bir şey gerekiyor; ebeveyninizin ve dedelerinizin, nenelerinizin gerçekleştirdiği tavizkâr davranış kalıplarını tekrarlamaktan kaçınmak. Ya da daha somutça söylenirse; tüm yabancılara, göçmenlere ve azınlıklara yönelik ırkçılıktan ve yabancı düşmanlığından kaçınma. Almanya’da çokça Yahudi hayaleti var ama burada yaşayan çok az Yahudi var. Klezmer rönesansı gibi geçmiş özlemleri ve suçluluk duygusu işlerin gidişatını değiştirmiyor. İnsanların çeşitliliğini karşılıklı kabul etme -ve belki de kutlama- aracılığıyla Avrupa’da Yahudiler, Müslümanlar ve Hristiyanlar için farklı ve olumlu bir gelecek yaratabiliriz. Kutlama, “öteki”ye, yabancılığına rağmen -şu “tuhaf” dinî uygulamaları, garip kıyafetleri ve cinsel davranış kalıplarına rağmen- saygı duymaz; aksine tam da yabancılığından dolayı saygı duyar. Böylece “Işığınız tan gibi ağaracak, çabucak şifa bulacaksınız” (Yeşeya 58:8).

    *Prof. Dr., Johns Hopkins Üniversitesi, Felsefe bölümü