YAHUDİ KİMLİĞİNİN KURUCU UNSURU OLARAK HAFIZA VE HOLOKOST

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: Salime Leyla Gürkan

    Yahudi kimliğinin ayırt edici özelliklerinin başında toplu hafızaya ve hatırlamaya yönelik vurgu yer almaktadır. Aynı şekilde Yahudi dininin de, bilhassa tarih içindeki açılımından hareketle hafıza ve hatırlama üzerine kurulu bir din olduğunu söylemek mümkündür. Esasen “hatırla” anlamına gelen İbranice zahor kelimesi Yahudi kutsal metni Tanah’ın da temel vurgusunu oluşturmaktadır (buna karşılık, bir parça genelleme yapma pahasına, Müslüman kutsal metninin temel vurgusunun “akletme”, Hristiyan kutsal metninin temel vurgusunun ise “kurtarma” olduğu söylenebilir). Zahor kelimesiyle aynı kökten gelen yizkor fiili, Tevrat’ta ilk defa Nûh tufanının anlatıldığı Tekvin bölümünde (8:1) Tanrı’ya izafeten kullanılmaktadır: “Tanrı Nûh’u ve gemideki … hayvanları hatırladı”. Bu fiil, Tanrı’nın gerek Nûh’la ve Nûh’tan türeyen insanlıkla yaptığı genel ahit gerekse İbrani atalarıyla yaptığı ve İsrail’in seçilmişliğinin dayanağını oluşturan özel ahitle bağlantılı olarak ve yine Tanrı’ya izafeten sonraki Tevrat bölümlerinde de geçmektedir: “Tanrı, ‘sizinle ve bütün canlılarla yaptığım ahdi hatırlayacağım’ dedi” (Tekvin 9:15); “Tanrı … İbrâhim, İshak ve Ya’kub’la yaptığı ahdi hatırladı” (Çıkış 2:24; Levililer 26:42).

    Ahitle bağlantılı olan bu hatırlama fiilinin İsrailoğullarına dönük yönü ise Mûsâ peygamber önderliğinde Mısır’dan çıkış ve Sina ya da diğer adıyla Horeb mevkisinde yaşanan toplu ahit tecrübesinde ortaya çıkmaktadır. İsrailoğullarından, Tanrı’nın onları Mısır’daki kölelik evinden nasıl kurtardığını, Sina’da Tanrı’nın huzurunda durdukları günü ve Tanrı tarafından yükümlü tutuldukları emirleri hatırlamaları istenmektedir: “Mısır’da köle olduğunu ve Tanrın Rabb’in seni oradan güçlü ve kudretli eliyle çıkardığını hatırla” (Tesniye 5:15); “Horeb’de Tanrınız Rabb’in önünde durduğunuz günü hatırlayın (Tesniye 4:10); “Ta ki bütün buyruklarımı hatırlayıp tutasınız” (Sayılar 15:40). Sina’da verilen On Emir kapsamında yer alan Şabat gününe yönelik emir için de hatırla fiili kullanılmaktadır: “Şabat gününü kutsal sayarak hatırla” (Çıkış 20:8). Aynı zamanda İsrailoğullarından, bu süreçte kendilerine düşmanlıkta bulunan toplulukları da hatırlamaları istenmektedir: “Siz Mısır’dan çıktıktan sonra Amaleklilerin yolda size neler yaptığını hatırlayın” (Tesniye 25:17).

    İlk olarak Sina dağında gerçekleştiği için gelenek içinde Sina Ahdi diye bilinen ahitleşmeyle ilgili olarak Tevrat’ta yer alan bir diğer vurgu ise daha sonra Moab’da yinelenen bu ahdin sadece Mısır’dan çıkan İsrailoğullarıyla değil, orada bulunmayan sonraki nesillerle de yapıldığı şeklindedir: “Bugün Tanrınız Rabb’in ant içerek sizinle yaptığı bu ahdi geçerli kılmak için burada duruyorsunuz; ki sizi kendi kavmi olarak belirlesin ve … atalarınız İbrâhim’e, İshak’a, Ya’kub’a verdiği söz gereğince Tanrınız olsun… bu ahdi yalnız bugün burada bizimle birlikte Tanrımız Rabb’in önünde duranlarla değil, bugün burada yanımızda olmayanlarla da yapıyorum” (Tesniye 29:12-15). Buna göre, Yahudi dininin merkezinde yer alan ahit teması Tevrat’ta, İsrailoğullarının geçmiş ataları ile sonraki nesilleri arasında kurulan bir bağ şeklinde ortaya konmaktadır. Diğer bir ifadeyle, ahit hadisesi ya da olgusu Yahudilerin atalarından tevarüs ettikleri ve sonraki nesillere aktarmaları gereken ebedî bir söz ve yükümlülük (dinî-hukuki boyut) olmanın ötesinde, geçmiş, şimdi ve gelecek arasında kurulan bir bağ (tarih bilinci) vazifesi görmektedir.

    Yahudi hafızasının temelini oluşturan bu ahit vurgusuna bağlı olarak, gerek doğrudan Tevrat’ta yer alan üç büyük Yahudi bayramının (Pesah/Çıkış, Şavuot/Haftalar, Sukot/Çardaklar), gerekse daha geç dönemde ihdas edilen küçük bayramların (Purim, Hanuka vs.) tümü, geçmişte İsrailoğullarının yaşadığı önemli olayların hatırlanmasına dayanmaktadır. Yahudi tarihi boyunca devam ettiği üzere, bu bayramlar aracılığıyla Yahudiler, atalarının Mısır’dan kurtarılma, Sina’da Tanrı’yla ahitleşerek O’ndan Tevrat’ı alma ve kırk yıl boyunca çölde çardaklar altında yaşama tecrübelerini, ayrıca antik Pers ve Grek dönemlerinde hem fiziki hem de dinî bakımdan yok olmaktan kurtuluşlarını her sene ailece düzenledikleri birer kutlama havasında hatırlamakta ve sembolik olarak tekrar yaşamaktadırlar. Benzer şekilde Mabet’in ve Kudüs’ün iki kez yıkılması başta olmak üzere Yahudi tarihinde ortaya çıkan çeşitli yıkım ve toplu katliam olayları da matem havasında hatırlanmaktadır. Modern dönemde bu kutlama ve yas günlerine İsrail Devleti tarafından iki yenisi daha eklenmiştir. Hem tarihî hem de ideolojik açıdan birbiriyle bağlantılı olan bu günler, İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin Avrupa Yahudilerine uyguladığı soykırımın anısına yâd edilen ve günümüzde bütün Yahudi toplumlar tarafından benimsenen “Holokost (ve Direniş) Günü” ile modern İsrail Devleti’nin kuruluş günü kutlaması olan “Bağımsızlık Günü”dür.

    Bu bağlamda sorulması gereken soru, Geleneksel (Ortodoks) Yahudilik tarafından gerek modernlik öncesinde gerekse sonrasında dinî bir vecibe olarak devam ettirilen ahit bilincinin ve hatırlama yükümlülüğünün dünya Yahudilerinin takriben yarısının seküler bireylerden ve ancak üçte birinin Ortodoks Yahudilerden oluştuğu günümüzde1 ne ifade ettiğidir. Bu noktada Yahudi hafızasının ve dolayısıyla Yahudi kimliğinin dinamik yapısına yönelik önemli bir tespit devreye girmektedir. Yahudilerin hatırlama ile olan münasebeti ve söz konusu dinamik yapı Amerikalı Yahudi akademisyen Judith Plaskow tarafından şu şekilde ifade edilmiştir: “Yahudiler sürekli olarak hatırlarlar; bizler değişen toplu tecrübe[lerimiz]den ve toplu değerler[imiz]den hareketle Yahudi tarihini yeni baştan anlatır ve yeni baştan şekillendiririz.”2

    Esasında yeni baştan hatırlama ve şekillendirme şeklindeki bu tavır en bariz biçimde, İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan ve Holokost diye adlandırılan Yahudi soykırımının günümüz Yahudilerinin hafızasına ve kimliğine birincil unsur olarak yerleşme sürecinde gözlemlenmektedir. Amerika menşeli bir araştırma merkezi olan Pew Research Center tarafından 2013 yılında yapılan bir ankette “Sizin için Yahudi olmayı ifade eden en asli unsur nedir?” sorusuna, dünya Yahudi nüfusunun dörtte üçüne karşılık gelen Amerika ve İsrail Yahudilerinin ilk sırada verdiği cevap, sırasıyla %73 ve %65 oranıyla “Holokost’u hatırlamak” şeklindedir. Buna karşılık “Yahudi şeriatının gereklerini yerine getirmek” çok daha düşük seviyelerde, %19 (Amerikan Yahudileri) ve %35’lerde (İsrailliler) kalmakta, benzer şekilde İsrailliler için İsrail’de yaşamak ve Amerika Yahudileri için İsrail’e yönelik destek de sırasıyla %33 ve %43’lerde seyretmektedir.3

    Bu manzaradan çıkan sonuç, geleneksel anlamda Yahudi dininin ve kimliğinin merkezinde bulunan ahit bilincinin yerini günümüzde Holokost bilincinin aldığıdır. Gelinen bu noktanın arka planında ise başlangıcı 1960’ların sonlarına uzanan Holokost merkezli algı ya da bilinçlenme süreci ve bu süreçte ortaya çıkan “Holokost teolojisi” yer almaktadır. Holokost’un Amerika ve İsrail Yahudilerinin gündemine girmesinin 60’lı yılların sonlarına denk gelmesi tesadüf değildir. 1966’da Amerikan Yahudi Konseyi’ne (AJC) ait Commentary dergisi tarafından Amerikan Yahudi kimliği üzerine yapılan bir ankette Holokost konusu, keza İsrail Devleti, sorular arasında bile yer almamıştır. Buna karşılık bilhassa 1970’lerden itibaren Holokost gerek Amerika gerekse İsrail Yahudileri için eş zamanlı olarak merkezî konuma yükselmiştir. Bu dönem aynı zamanda iki ülkenin ve ilgili Yahudi toplumlarının da birbirine daha yakınlaştığı bir dönem olmaktadır.

    Çeşitli Yahudi yazarlar tarafından işaret edildiği üzere, İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda, bilhassa 1950’lerde Amerika Yahudileri Amerikan toplumuna entegre olmakla meşgul olduklarından, okyanusun öteki tarafında gerçekleşen Yahudi katliamıyla fazlaca ilgilenmemişlerdir. Benzer şekilde modern İsrail Devleti’nin Siyonist kurucuları için de Avrupa Yahudilerinin yok edilmesi Yahudi devletinin kurulma imkânını tehlikeye sokacağı yani Siyonizm’in hedeflerine ters düştüğü için (zira Yahudiler imha edildiyse, onlar adına ülke kurmanın gerekçesi de ortadan kalkmış demektir), aynı zamanda sürgün Yahudiliği ile özdeşleştirdikleri Avrupa Yahudiliği Siyonistler tarafından tamamen arkalarında bırakmak istedikleri bir utanç dönemi olarak görüldüğünden, soykırım konusu bilinçli bir biçimde geri planda tutulmuştur. Fakat 1960’larda yaşanan bazı sosyal ve siyasi gelişmeler sonucunda Holokost hem Amerika hem de İsrail Yahudi toplumlarının gündemine taşınmıştır. Bu gelişmeler kaleminden olarak birbiriyle doğrudan veya dolaylı biçimde bağlantılı bir dizi olaya işaret edilmiştir. Bunların başında Hitler’in sağ kolu olan Adolf Eichmann’ın 1961’de İsrailli yetkililer tarafından yakalanıp yargılanması ve bunun gerek İsrail gerekse Amerikan Yahudi kamuoyunda yarattığı etki, 1964’te Amerikan İnsan Hakları Yasası’nın kabulüyle birlikte zaten Amerikan toplumuna entegre olmayı başarmış ve önündeki engeller kalkmış olan Amerika Yahudilerinin büyük ölçüde işlevini yitiren insan hakları savunusu, ırkçılık ve anti-Semitizmle mücadele gibi liberal-demokratik içerikli meseleler yerine başta asimilasyon korkusu olmak üzere kendi iç meselelerine yoğunlaşmaları, Amerikan toplumunda Yahudileri de etkileyecek şekilde etnik farkındalığın yükselmesi, Amerikan iç siyasetinde yaşanan çalkantılar ve İsrail’in 1967 Savaşı’nın, kısmen bir gündem değiştirme taktiği olarak Amerikan yönetimi tarafından kullanılması gelmektedir.

    Bu süreçle ilgili olarak bizzat Yahudi araştırmacılar tarafından ortaya konan yorumların özeti, Amerika Yahudilerinin, önce 1967’deki Altı Gün Savaşı, ardından 1973’teki Yom Kipur Savaşı’nda İsrail’in Arap ülkeleri tarafından neredeyse yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalmasını, bu süreç sonucunda bilakis Orta Doğu’nun süper gücü durumuna gelmesine rağmen, Yahudi devletine yönelik yeni bir Holokost girişimi olarak yorumlamış ve kendi Yahudi kimliklerinde oluşan boşluğu Holokost ve İsrail söylemi üzerinden doldurma yoluna gitmiş olmalarıdır. Buna göre gerçekte Amerikan toplumuna asimile olmanın doğurduğu manevi ve kültürel açıdan korunmasızlık şeklindeki hissiyatın sonucu olan, fakat fiziki anlamda korunmasızlıkla özdeşleştirilen bu algılama neticesinde, dönemin genel Amerikan siyasetinin de yardımıyla, Amerika Yahudiliği adına evrensellik söylemi yerine etnik farklılık ve etnik dayanışmanın ön plana çıkarıldığı, buna paralel olarak Amerika Yahudi toplumu ile İsrail arasında kader birliğinin ve ortak menfaatlerin altının çizildiği bir döneme girilmiştir. Amerikalı Yahudi tarihçi Michael Meyer tarafından ifade edildiği üzere, bu aşamada Holokost bilinci, Amerika Yahudileri için din temelli bir ahlakilik vurgusu veya gevşek bir etnik dayanışma bağının ötesine geçmeyen Yahudi kimliği adına çok daha belirgin ve somut bir muhteva sunmuştur.

    Holokost bilincinin bu şekilde Amerika Yahudilerinin kimlik algısının merkezine yerleşmesi süreci, Holocaust and Collective Memory (2001) isimli kitabın yazarı olan Amerikalı Yahudi araştırmacı Peter Novick tarafından, Fransız sosyolog Maurice Halbwachs’a ait “kolektif hafıza teorisi”yle açıklanmaktadır. Bu teoriye göre hafıza, empoze edilmiş ya da verili olmaktan çok seçilmiş bir olguya karşılık gelmektedir. Daha doğrudan ifadeyle hafıza, sanıldığı gibi, yaşanılan bir travma, travmanın baskılanması ve baskılanan travmanın tekrar gün yüzüne çıkması şeklindeki empoze edilmiş bir döngü içinde işlememekte, bunun yerine, içinde bulunulan şartlar doğrultusunda bilinçli olarak belirlenen ve şekillenen seçimlerin bir tezahürü olmaktadır. Dolayısıyla hafıza denilen şey, bizatihi geçmişte yaşanılanlarla ilgili olmaktan çok, geçmişin, mevcut sorunları çözmek adına içinde bulunulan zamandan hareketle yeniden kurgulanmasından ibaret olmaktadır. Novick’e göre, 1967 öncesinde Amerika Yahudileri için marjinal bir hadiseye karşılık gelen Holokost’un Yahudi kimliğinin merkezî bir sembolü hâline gelmesi, yani İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan Yahudi soykırımı şeklindeki tarihî bir hadisenin Holokost denilen kutsal bir mite dönüşmesi de, yukarıda işaret edildiği üzere, Amerika Yahudilerinin değişen ihtiyaçları ve buna bağlı seçimleriyle doğrudan alakalı olmaktadır. Benzer şekilde, The Holocaust Industry (2000) isimli kitabın yazarı olan Amerikalı Yahudi tarihçi Norman Finkelstein, 1967 öncesinde İkinci Dünya Savaşı’nda yaşananlarla ilgili olarak dönemin ruhuna uygun olarak evrensel içerikli mesajın revaçta olduğunu, sonrasında ise Yahudilerin maruz kaldığı acı ve zulmün biricikliğine vurgu yapan tekelci bir söylemin benimsendiğine işaret etmektedir.

    Bütün bu değişim sürecinin yansımaları teoloji alanında da görülmüş ve Holokost’un biricikliği söylemi etrafında yeni bir teoloji ve yeni bir ahit fikri oluşturulmuştur. Holokost teolojisi diye adlandırılan bu teolojiyle özdeşleştirilen Emil Fackenheim (ö. 2003) ve Irving Greenberg gibi Yahudi teologlar için Holokost’tan yükselen negatif ses 3500 yıl önce Sina’dan yükselen ilahî sesten çok daha net olarak duyulmaktadır. Soykırım tecrübesini Yahudi kimliğinin merkezine yerleştiren Fackenheim’a göre, Yahudilerin, atalarının Sina’da Tanrı’yla yaptıkları ahit gereği değil, ama Hitler’in hayatında elde edemediği zaferi ona ölümünden sonra hediye etmemek adına Yahudi kimliğine sarılmaları gerekmektedir. Benzer şekilde Greenberg’e göre de, Avrupa Yahudilerinin yaşadığı soykırım tecrübesinden sonra Sina Ahdi artık geçerliğini yitirmiştir; bundan sonra ahit yükümlülüklerini yerine getirmek Yahudiler için bir zorunluluk değil, tercih konusu hâline gelmiştir ki bu da Holokost tecrübesinin belirlediği yeni ve ihtiyari bir ahit anlamına gelmektedir. Dolayısıyla her iki teolog için de Yahudi kimliğinin yeni belirleyicisi Sina ahdi değil, doğrudan veya dolaylı biçimde Holokost olmaktadır.4

    Bu konuda bir diğer önemli isim olan Amerikalı Yahudilik uzmanı Jacob Neusner, Holokost söylemi etrafında şekillenen söz konusu Yahudilik anlayışını, eleştirel anlamda “American Judaism of Holocaust and Redemption (Holokost ve Kurtuluş Merkezli Amerikan Yahudiliği)” şeklinde adlandırmıştır. Burada ilginç olan husus, bu adlandırmadaki “Kurtuluş” ayağı, “Holokost”un bir nevi antitezi olarak görülen modern İsrail Devleti’nin kuruluşuna karşılık gelse de, Amerika Yahudileri arasında İsrail’e yönelik ilginin ve desteğin gerilediği dönemlerde bile Holokost bilinci merkezî konumunu korumaktadır. İşin İsrail Devleti’ni ilgilendiren boyutu söz konusu olduğunda ise Holokost, 1967’den itibaren İsrail yönetiminin benimsediği işgalci politikalara yönelik olarak dünya kamuoyundan gelen eleştirileri bastırmak ve İsrail’in tehdit altında olan bir ülke şeklindeki özalgısını korumak için kullanılmaktadır. Aynı zamanda ortak bir hafıza olarak Holokost, İsrail Yahudilerini hem kendi içinde hem de Diaspora Yahudileriyle birleştiren duygusal –ve ideolojik–  bir bağ görevi görmektedir.

    Holokost’un kutsallaştırılması ve bilhassa Amerika Yahudileri için bir nevi din hâline gelişi, başta Neusner ve Finkelstein olmak üzere farklı Yahudi yazarlar tarafından eleştiri konusu yapılmış ve hâlâ da yapılmaktadır. Bu eleştirilerde ortak olan nokta, dünyanın en refah içindeki ve –en azından yakın zamana kadar– en korunaklı Yahudi cemaati olmasına rağmen Amerikan Yahudilerinin kimlik algısını oluşturan Holokost merkezli kimlik algısının, ne kadar korkunç olursa olsun geçmişte yaşanmış bir katliam üzerinden hâlâ süren bir mazlumiyet (suffering), mağduriyet (victimhood) ve hayatta kalma (survival) psikolojisi üzerine kurulu negatif bir kimlik algısına karşılık gelmesidir. Pozitif muhtevadan büyük ölçüde yoksun olan bu kimlik algısının en iyi ifadesi, benzer bir felaketin bir daha yaşanmaması için her türlü tedbirin alınması anlamındaki “Never again (Bir daha asla)!” düsturudur.

    Holokost’un istimaline yönelik günümüzdeki en keskin eleştirilerden biri de, radikal görüşleriyle bilinen İsrail asıllı caz sanatçısı ve yazar Gilad Atzmon tarafından ortaya konmaktadır. Mevcut hâliyle, kendisini etnik düzlem üzerinden tanımlayan Yahudi kesimdeki baskın kimlik algısının âdeta anti-semitizmden beslenen bir kısır döngü içerisinde işlediğine işaret eden Atzmon, toprak merkezli Siyonist ideolojinin Tanrı merkezli Yahudi dininin yerini almasına yönelik eleştirileriyle bilinen İsrailli bilim adamı Yeshayahu Leibowitz’in (ö. 1994) görüşlerine atıfla şu tespitte bulunmaktadır: “Yahudiler birçok şeye inanabilirler ama hepsinin aynı anda inandığı tek bir şey var, o da Holokost.”

    *Prof. Dr., İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi



    1. 1 2017 itibariyle 16.5 milyonluk dünya Yahudi nüfusunun çoğunluğu İsrail (6.4 mil.) ve ABD’de (5.7 mil.) yaşamakta ve her iki Yahudi toplumunun yarısı sekülerlerden oluşmaktadır. En dindar kesimi oluşturan Ortodoks Yahudilerin sayısı ise yetişkin Amerikan Yahudilerinin %10’unu, İsrail Yahudilerinin %20’sini oluşturmaktadır. İsrail’de %23’lük bir kesim de kendisini geleneksel olarak tanımlamaktadır. Bk. S. DellaPergola, “World Jewish Population, 2017”, Berman Jewish Databank; “American and Israeli Jews: Twin Portraits from Pew Research Center Surveys”, January 24, 2017 (https://www.pewforum.org/essay/american-and-israeli-jews-twin-portraits-from-pew-research-center-surveys/).
    2. 2  J. Plaskow, Standing Again at Sinai: Judaism from a Feminist Perspective, New York: HarperCollins, 1991, s. 75.
    3. 3 Bk. “American and Israeli Jews: Twin Portraits from Pew Research Center Surveys”.
    4. 4 Holokost’un Amerika Yahudileri için merkezîleşme ve kutsallaş(tırıl)ma süreciyle ilgili bütün bu tartışmalar için bk. S. L. Gürkan, The Jews as a Chosen People in Tradition and Transformation, London: Routledge, 2009, s. 115-137.