YAŞADIĞIMIZ DİNÎ VE MANEVİ DÜNYA

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: Carole M. Cusack

    1. Birçok Farklı Din Mevcuttur

    2019’da dünya daha önce hiç olmadığı kadar hem birleşmiş hem de ayrışmış gibi görünüyor. Söz konusu birleşme geniş iletişim ağlarında görülebilir; bu ağlar Amerika’daki bir lise öğrencisinin Singapurlu bir mühendisin yönettiği odada World of Warcraft oynamasını veya 2018 Temmuz’unda İsveç’te kuzey kutup dairesi civarında gerçekleşen orman yangılarına dair son dakika haberlerinin tüm dünyada eş zamanlı izlenmesini mümkün kılmıştır. Şu öğeler ise söz konusu ayrışmaları ispatlar; mesela Afrika ve Avusturalya genç nüfusunun ellerindeki refah ve fırsatlar bağlamındaki farklılıklar; giderek yayılan mega kentler, doğal yaşam ortamının hızla tahrip edilişi ve avcı toplayıcı yerlilerin yaşam tarzı gibi keskin karşıtlıklar. Din ve maneviyat hakkında düşünürken, Batı’da “herhangi bir dine mensup olmadığını” söyleyen insanların sayısı giderek artarken, buna karşın mesela Asya ve Afrika’nın birçok ülkesinde dinin bireysel ve toplumsal kimliğin belirlenmesinde hâlâ bir güç olması gibi gayet açık olguları alıp kötüye kullanmak oldukça kolaydır.

    Oysa 21. yüzyılda dinin ve maneviyatın gerçekliği bundan çok daha karmaşıktır. Oldukça kalabalık Çin ve Hint milletlerinin nüfusu 2018 itibarıyla 1,42 ve 1,38 milyardır. 2018 Mayısı itibarıyla dünyadaki insan nüfusu da 7,6 milyardır. Çin resmî dini olmayan bir ülkedir, Hindistan ise görünüşe göre son üç “bin yıllık” mazideki en muazzam din kaynaklarından biridir. Dünya nüfusunun geri kalan 4,8 milyarı ise “çok dindar” ülkeler (Endonezya, Malezya, Pakistan ve Orta Doğu, yani çoğunluğu Müslüman olan ülkeler) ve asla “dindar olmayan” ülkeler (Birleşik Krallık, Avusturalya, Yeni Zelanda ve Batı Avrupa, yani tarihsel açıdan Hristiyan ülkeler) şeklinde ikiye ayrılabilir. Öyle veya böyle, çağdaş uluslardaki en büyük eğilim dinsel çeşitliliktir; şöyle ki, her bir ülkenin, tüm nüfusu için yalnızca tek bir dini emredebileceğini dillendiren fikir modern dünyada reddedildi. 17. yüzyılda Avrupa ve Amerika’da gelişen modern ulus devlet fikri tüm (veya bazı) dinlere eşitlik bahşeder (ancak bu, yasal olarak tanımlanmış ve pratikte dayatılmıştır).

    Dünyadaki en kalabalık Müslüman nüfus olan modern Endonezya ulusunda, yurttaşların altı “resmî” dinden birinin mensubu olarak kaydedildiği bir sistem vardır; İslam, Hristiyan Protestan, Hristiyan Katolik, Hinduizm, Budizm ve Konfüçyüsçülük. İşte bu, çok kültürlü, çok dinli bir modern demokrasidir. Oldukça farklı bir Müslüman ülke olan İran’da, İslam öncesinden kalma antik Yahudi, Hristiyan ve Zerdüştçü cemaatlerin yanı sıra, ulusun İslam’a dönmesinden sonra ortaya çıkmış ve İran toplumunda çok sıkıntılı bir konumu olan Bahâîlik adlı yeni bir din vardır. Benim kendi memleketim olan Sydney’de yakın dönemde yapılan bir inceleme evlerde ve dinî yapılarda 242 dilin düzenli olarak konuşulduğuna ve Avusturalya’nın, tıpkı bir diğer göçmenler milleti olan Birleşik Devletlerde olduğu gibi, olağanüstü çeşitlilik ve zenginlikteki dinî gruplar toplamına sahip olduğuna işaret ediyor. Avusturalya din araştırmaları için harika bir yerdir, öğrenciler her şehirde çeşitli din gruplarını ziyaret edebilir, sinagog ve camileri, ayrıca tapınak ve meditasyon merkezlerini görebilir, buralarda inanç pratikleri hakkında bilgi alabilirler (aynı şekilde, kendileri dindar olmayan veya olsalar bile tüm dinlerin değil yalnızca bir dinin mensubu olan üniversite hocalarından bir şeyler öğrenebilirler).

    2. Her Din de Kendi İçinde Çeşitlidir 

    Günümüz dünyasında gayet açık olan bir başka önemli kavrayış da her dinin kendi içinde çeşitliliğe sahip olmasıdır, bu çeşitlilik ayrıca diğer dinlerle farklı olan bir inançlar dizisinin de şekillendirici bir parçasıdır. Hristiyanlığın, Roma Katolikliği ve Grek Ortodoksluğu gibi kadim biçimlerinde çok farklılık vardır; buna dair ilginç bir örnek, bu iki kilise dirilen İsa’nın anıldığı Paskalya’yı genellikle aynı tarihte kutlamazlar. Çünkü Paskalya tarihi ay ve güneşin devirlerine göre hesaplanır (dolunay ve gece-gündüz eşitliği) ki bu da her yerde 22 Mart ve 25 Nisan’a denk gelir, ancak iki kilise de her yıl farklı hesaplama yaparlar. Bir diğer ana Hristiyan yortusunun, yani İsa’nın doğumunun kutlandığı Noel’in tarihi her zaman 25 Aralık’tır ki bu tarih aslında Hristiyanlıktan önce antik dünyada var olan birkaç büyük bayramın tarihidir; 17-23 Aralık’ta kutlanan Satürn bayramı ve Pers Tanrısı Mitra’nın 25 Aralık’ta kutlanan doğum günü mesela.

    Budizm de temel kültürel ve teolojik farklılıklarıyla çok çeşitleri olan bir dindir. Tarihsel bir kişilik olarak Buda, yani Sidarta Gautama kendisini tanrısal bir varlık gibi ve hatta kendine özgü kurtarıcı güçleri olan biri gibi bile sunmamıştı. Sri Lanka ve Tayland gibi ülkelerde var olan ve Theravada (“Eskilerin Geleneği”) adını taşıyan bir Budizm biçimi oldukça sade ve düzdür, bu yaklaşımda Buda’ya büyük bir hoca ve aydınlanmış bir insan olarak saygı duyulur. Bunun yanında, Vietnam, Japonya ve diğer birçok ülkede yaygın olup Mahayana (“Büyük Araç”) adıyla bilinen Budizm türü Buda’ya daha çok doğa üstü bir varlık olarak tapar ve onu diğer Budalardan (aydınlanmış varlıklar) ve bodisattvalardan (sıradan insanların aydınlanmasına yardım eden varlıklar) oluşan bir kozmik daireye yerleştirirler. On dördüncü Dalay Lama, yani şu meşhur Tenzin Gyatso (d. 1935) sayesinde gayet iyi bilinen özel bir din biçimi olan Tibet Budizm’inde ise Tanrıça Tara gibi önemli tanrı ve tanrıçalar, mandalalar ve sihir nesneleriyle uygulanan karmaşık pratikler ve Dalay Lama, Pançen Lama gibi reenkarnasyon geçiren önderler sistemi vardır. 

    Sydney gibi bir şehirde, Budizm hakkında ödev yapması gerektiğini söyleyen bir öğrenci; Sydney’in güneyine düşen ve Tayvanlıların kurduğu Nan Nien tapınağına gidebilir; iç görü meditasyonu öğreten ve şehrin batısında, taşrada yer alan Blue Mountains Insight Meditation Centre’a gidebilir; Annandale’nin bir banliyösünde bulunan ve Theravada manastırı olan Wat Buddharangsee’ye gidebilir ve başka birçok yere gidebilir. Bunların hepsi oldukça farklı yapılardır; bazıları kırsal kesimde, bazıları şehirde veya banliyölerdedir; kimisinde keşişler ve rahibeler, kimisinde daha açık, laik kimseler vardır. Yine bir öğrenci Yahudiliği araştırmak istiyorsa birçok sinagoga gidebilir. Ayrıca Sydney’de araştırma yapmak isteyen bir öğrencinin seçebileceği yüzlerce Hristiyan mabedi vardır; St. Marry Katedrali gibi etkileyici ve büyük bir kurumdan tutun da kasabalardaki küçük cemaatli kiliselere kadar. Sydney’in camileri de çeşit çeşittir; Auburn Gallipoli (Gelibolu) Camisi, Avusturalya-Türkiye ilişkisinin ve çok sayıda genç askerin I. Dünya Savaşı’nda yitirilmesinin anısını taşıdığı için en meşhur, ayrıca en güzel olandır. Öte yandan burada, çeşitli küçük etnik gruplara hizmet eden banliyö evleri şeklinde küçük camiler de vardır ve İslam buralarda etnik kimliğin, dilin ve ortak kültürün cami yaşamının temeli olduğu bir inançtır.

    3. Bazı İnsanlar Dindar Değildir (Bazıları Spritüal veya Liberal veya Köktencidir)

    Günümüz dünyasında oldukça dindar olan veya hiçbir şekilde dindar olmayan çok sayıda insan var. Bu insanlardan bazıları ebeveyninin ve dedelerinin, nenelerinin dinlerine saygı gösterip dinî bir düğün, cenaze töreni yapmak isterken, diğer bazıları bu geleneksel âdetleri uygulamama kararındadır. Önceden, dindar olmayan insanların inançlılardan daha az mutlu olacakları, ayrıca kötü ahlak ve değerleri taşıyacakları, dolayısıyla toplum için tehlike arz edecekleri düşünülürdü. Günümüz dünyasında ise toplum, ateist veya dinle ilgisi olmayan birinin sakin, yasalara uyan, asude ve düzgün bir hayat sürebileceğini kabul ediyor.

    Kendilerini “spritüal” ama “dindar olmayan” şeklinde gören insanlar bugünlerde yeni, güçlü bir modayı temsil ediyorlar. Bu insanlar ateist ya da herhangi bir dine mensup olmayabiliyorlar, ama çoğu bir Tanrı’ya veya yüce bir kudrete inanıyor, ancak dinin fazlasıyla muhafazakâr olduğunu ve yapmak istedikleri şeyler bakımından yaşamlarını kısıtladığını düşünüyor. Bu insanlardan bazılarına göre yüce değerler ve manevi ilgiler mesela doğanın güzelliği ve bu ekolojik tahrip çağında doğal yaşam alanının korunma ihtiyacı gibi meselelerdir. Bu “spritüal” insanlardan bazıları farklı bir yaşam tarzı benimsemek istedikleri için kendi dinî cemaatlerini terk ediyorlar; bu durumun en bariz örneklerinden biri feminist olmanın, kadın-erkek eşitliğini savunmanın kendileri için en önemli mesele olduğunu düşünen kadınlar. Dinî cemaatler çoğunlukla muhafazakârdır ve kadınlar için evliliğin, çocuk sahibi olmanın tek “kariyer” olduğunu iddia ederler. Bugünlerde, eğitime erişim ve iş gücündeki çeşitlenmeyle birlikte birçok kadın artık bu cevapla tatmin olmuyor.

    Dünyadaki büyük dinlerin liberal biçimlerinde (Yahudilik, Hristiyanlık, İslam, Hinduizm ve Budizm en çok çalışılan dinlerdir) kadınların çeşitli önderlik biçimlerini üstlenmesine ruhsat veriliyor. Reformcu Yahudi cemaatlerinde kadın hahamlar; Protestan Hristiyanlığın birçok biçiminde kadın vaizler; meditasyon merkezlerini ve tapınaklarını yöneten Budist rahibeler ve din önderi olan Hindu kadınlar var. Birçok insan bu durumun İslam için doğru olmadığı yönünde itiraz edecektir, oysa Danimarka’da Sherin Khankan, Meryem Camisi’nin imamıdır (Caminin adı Hz. İsa’nın annesi, Kur’an’da seçkin bir sima olan Meryem’den gelir) ve burada bir kadın imam olarak genellikle kadınlara (ama yalnızca kadınlara değil) hizmet verir.

    Bu köktenci ruh Avusturalya’daki karizmatik, görme engelli bir Somalili imam olan Sheikh Isse Musse (İngilizceye “Jesus Moses” şeklinde çevrilir) ile uyumludur. Bu kişi, Melbourne’e bağlı bir kent olan Werribee’de 2007’de Bakire Meryem Camisi’ni (Virgin Mary Mosque) inşa etmiştir. Caminin açılışında Şeyh -bu arada Şeyh kelimesi Müslümanların erkekler için kullandığı bir lakaptır-  ibadetlerin İngilizce yapılması gerektiğini ve caminin adını her iki dinin de sevdiği ve hürmet ettiği bir kadının ismini, “Meryem” koymak suretiyle Hristiyanlarla bir köprü kurulmasının çok iyi olacağını düşündüğünü söylemiştir. Okurlar İmam Sherin Khankan ve Şeyh Isse Musse’nin radikal kişiler olduğunu düşünebilir; ben ise, oldukça eski bir meselede farklı düşündükleri için onları takdir ediyorum.

    4. Dindar Olmayan İnsanlar Dinle ve Manevi Meselelerle Gayet İlgili Olabilirler

    1984’te Sydney’de din araştırmaları dersleri vermeye başladım. Din araştırmalarına tutkun olan ve dünyadaki dinî topluluklar hakkında bir şeyler öğrenen öğrencilerin genellikle dindar olmadıklarını ve hatta manevi bir arayışları dahi olmadığını görmek çok ilginç. Bu öğrenciler daha çok, dinî geleneklerin mahsulü olan muazzam mimariyle, müzik ve metinlerle, sanat eserleriyle ve insanlık kültürünün diğer veçheleriyle ilgililer. En başta temas ettiğim hususa, yani dünyanın bugün oldukça yakın ve birleşmiş oluşuna dönersem, iki nokta, dünya nüfusunun büyük bir kısmının bugün diğer dinler hakkında daha önce söz konusu olandan çok daha fazla şey bildiğine işaret ediyor. İlk nokta şu; günümüzde seyahat oldukça popüler ve bizleri dünyanın öte ucuna taşıyacak uçaklarla birlikte inanılmaz bir hız söz konusu. Türkiye’ye, Mısır’a, Avusturalya’ya, Almanya’ya, Rusya’ya, Amerika’ya, Brezilya veya Kanada’ya… herhangi bir yere seyahatin vereceği eğitim gibi bir eğitim olabilir mi? Böylesi bir eğitim her açıdan eğitimdir; insanların giydiği kıyafetlerinden tutun da yediği yemeklere kadar. Sözü edilen ikinci nokta da şu; elimizde artık internet ve televizyon var. Bunlar da tüm dünyadaki halklar hakkında belgesel yayınlıyor; halkların müziklerini, önemli siyasi ve toplumsal simalarını öne çıkarıyor; Hindistan’daki Kumbh Mela haccı ve Mekke’deki hac ibadeti gibi dinî gelenekleri sergiliyor; izleyenleri büyüleyen ve öteki halkların dinlerine dair bilginin artması anlamına gelen -tarih, arkeoloji, sanat ve edebiyata dair- muazzam çeşitlilikte başka programlar yayınlıyorlar.

    Bunun iyi bir şey olduğuna inanıyorum; zira bu durumda hoşgörü ve kucaklayıcılık teşvik edilmiş oluyor, ayrıca bu durum insanların birbirlerine değer vermesini ve iyi bir komşu, iyi bir arkadaş olmayı istemelerini sağlıyor. Avusturalya gibi göçmenlerden oluşan milletler geçmişte, kelimenin hakiki anlamıyla her yerden gelen insanları hoş karşılamışlardı ve ben inanıyorum ki gelecekte biz, mültecilere, zulümden kaçan insanlara karşı daha yardımsever ve misafirperver olacağız. Fırsat eşitliği, refahın paylaşılması ve gelecek kuşaklara daha güvenli bir gelecek için küresel ölçekte çalışmalıyız. Umuyorum ki, gelecek yüzyıllarda din ve maneviyatta başat eğilim bu olacak.

    *Prof. Dr., Sydney Üniversitesi Din araştırmaları bölümü