AHMET MİDHAT EFENDİ’NİN “AVRUPA’DA BİR CEVELAN”I ETRAFINDA BATI ALGIMIZIN DÜNÜ VE BUGÜNÜ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • 1889’da Stockholm’de İsveç-Norveç Kralı II. Oscar’ın himayesinde düzenlenen Şarkiyatçılar Kongresi’ne İstanbul delegesi olarak gönderilen Ahmet Midhat Efendi, yetmiş bir gün kaldığı Avrupa’nın “ahvaline” dair izlenimlerini Tercümân-ı Hakikat gazetesinde yayımlar. Bu yazıları bazı eklemeler, çıkarmalar ve düzenlemelerle daha sonra Avrupa’da Bir Cevelan1 adıyla kitaplaştırır. Bu eser, Yirmisekiz Çelebi Mehmed’le başlayan ve Avrupa ülkelerine başta sefir olmak üzere farklı vazifelerle gönderilen devlet adamlarının kaleme aldıkları layihalar, sefaretnameler ve seyahatnameler içerisinde hem yazarının renkli kişiliği, hem yazılmış olduğu dönem hem de temas noktalarındaki teferruat ile dikkate şayandır. Bu bağlamda eser hakkında bugüne kadar doğrudan ya da dolaylı olarak farklı çalışmalar yapılmış, eser güncel baskılarındaki titizlikle hazırlanan güncel baskılarla günümüz okuyucusunun da ilgisine sunulmuştur.

    Özellikle Carter V. Findley’in Türkçe’de de Ahmed Midhat Avrupa’da3 ile Doğu’nun bir “öteki” olarak kurgulanışı da başlar. Doğu’ya dair anlatıların zenginleştirdiği hayal dünyası, körüklenen merakla birleşerek bir keşif furyasına dönüşür. Doğu; seyyahlar, sanatkârlar ve zengin meraklılar için hayalden hakikate doğru bir yolculuğun adı olmaktan çıkıp “duygusal karşılaşma”nın4 nesnesi olarak yeniden üretilen bir imaj hâline getirilir. Avrupalıların Doğu gerçekliğini -özellikle Orta Doğu ve Kuzey Afrika merkezli- kendi hâkimiyetlerinin temsillerine uydurma süreçleri böylece başlar ve bütün bir on dokuzuncu yüzyıl Oryantalist çalışmalarla bütün bir Doğu’nun bilişsel kontrolü halini alır.5 “Öteki”ci bir söylem sistemi olan bilişsel kontrol yolu kültürün bütün üretim süreçlerine sızarak teknolojik gelişmeler ve sömürgecilik faaliyetleri ile birlikte “öteki”nin (yani Doğu’nun) “gösterilebilir” hâle gelmesi sonucunu doğurur. Böylece Doğu, üretilmiş bir gerçeklik olarak elle dokunulur, gözle görülür bir “temsil” hâline getirilmiştir. Bunun en somut örneği ise on dokuzuncu yüzyılda bir hayli popüler olan dünya sergileridir. Ahmet Midhat Efendi de Şarkiyatçılar Kongresi yolculuğunda böyle bir sergiyi, Paris Dünya Sergisi’ni, ziyaret etmiştir. “Öteki”nin kimliğini şekillendirmeye, kendini bir üstün özne olarak farklılaştırmaya dönük bu kontrol yolu (ki bilindiği gibi bu, bir bütün olarak Oryantalizm olarak adlandırılmaktadır) amacına büyük oranda ulaşarak “öteki” nezdinde birtakım farklılıklarla beraber Batı’nın üstünlüğünün kabulü sonucunu doğurmuştur.

    Avrupa “ötekiciliği”ni hemen kabul etmeyen, kültürel hegemonya karşısında direnen, Batı ile kendisi arasına mesafe koymaya çalışan, hatta Batı’yı tam tersi bir aksülamelle “öteki” olarak yeniden biçimlendirme çabası içine giren Osmanlı münevverleri söz konusu olsa da “sömürgeci ötekiciliğin” kıskacından kurtulamıyordu. Bu kıskaç ister istemez bir eklektik tutumu doğuruyor, topyekûn ve sistematik bir aksülamel geliştirilemiyordu. Kendini yeniden üreten, çerçeveleyen, yorumlayan, kültürün bütün unsurlarına yön veren “üstün özne” karşısında (Ahmet Midhat buna “medeniyet-i hazıra” diyor) hep savunma yapmak zorunda kalıyordu. Bu sebeple Osmanlı münevverleri içinde “incelikli ve içgörülü Oksidantalist”6 görüşleri ile dikkat çeken, kendine has bir Osmanlı modernleşmesi hayal edebilmiş Ahmet Midhat Efendi’de dahi Batı ötekiciliği karşısında savrulma, tutunamama bariz şekilde görülür. Yukarıda da temas ettiğim gibi on dokuzuncu yüzyılda seyahatnameler, sefaretnameler, layihalar “öteki”ne dair hafızanın oluşmasında son derece belirleyicidir. Avrupa’da Bir Cevelan bu hafızanın oluşmasındaki önemli örneklerden biri olarak Batı ötekiciliği karşısında savrulma ve tutunamamanın bugüne akseden örnekleriyle doludur.

    Ahmet Midhat Efendi, yolculuğunun daha ilk anlarında bir “doğru tanınma” endişesine girer. Yolculuk yaptığı gemide, denizde hayatlarını kaybetmiş gemicilerin ailelerine para yardımı toplamak için bırakılmış bir kutu vardır. Ahmet Midhat bu kutuya bir miktar para attıktan sonra, “Bu kutuyu açıp derunundaki paraları çıkaran Fransız bunların Osmanlı meskûkâtı olduğuna elbette dikkat edecektir. Görecektir ki Osmanlılar dahi hizmet-i müşkile-i bahriyede can feda edenleri ellerinden geldiği kadar mükâfatlandırıyorlar.”7 der. Ahmet Midhat bu davranışını her ne kadar Osmanlılığına, “taassubı milliye”sine hamlederse de yolculuğuna “Görecektir ki Osmanlılar dahi” ifadesinde anlamını bulan açık bir doğru/iyi tanınma endişesi içinde çıktığı aşikârdır. Bu, kendisine biçilmiş senaryoya karşı “hayır öyle değil, böyle” deme aksülameli, başka deyişle “Oksidentalist” bir tavır8 olmakla birlikte daha çok kendini anlatma, kabul ettirme refleksi olarak belirmektedir.

    Ahmet Midhat Efendi, öncülleri ve ardılları gibi Oryantalizm’in eşzamanlı bir yansıması şeklinde yorumlama tutumuna girmemiştir Batı’yı. Bunun için kendi varoluşunun bilincinde olması, yani ontolojik ve epistemolojik bir özbilinç merkezinden hareket etmesi gerekir. Hâlbuki “öteki”ne dair birtakım tanımlama ve yorumlama girişimleri olsa da bunların tamamı Oryantalistlerin sistematiğinden uzak, yine dondurulmuş ve tanımlanmış benin pasif refleksleri olmak mesabesindedir. Durum tam da Edward Said’in tarifine uymaktadır: Oksidentalizm Oryantalizme verilecek bir cevap olamaz. Böyle bir teşebbüs Oryantalizm’in ürettiği ve dondurduğu Doğululuğun kendi kendini yeniden üretmesinden başka bir sonuç doğurmaz.9 Belki de tam da bu yüzden Ahmet Midhat bir hayli hacimli (seyahatnamenin bizim kullandığımız güncel baskısı 1038 sayfadır) seyahatnamesinde sadece gördüklerini anlatacağını ifade etmektedir.10 Dolayısıyla Batı(lı) karşısında bir tahlil, tenkit ve tetkik tutumu içine girmez. Ona karşı bir senaryo oluşturmaz ya da onu kurgulamaz. Bu doğrultuda değerlendirilebilecek (Mesela Findley’in iddia ettiği gibi Avrupa ötekiciliğinin Şarklı kadına bakışını tersine çevirdiği iddiası gibi) Batılı kadınların ahlakına dair tespitleri de son derece cılız ve sınırlıdır. Hatta bu konuda da Ahmet Midhat kanaatimizce orijinal değil, öncüllerinin hafızasını tekrarlayarak güçlendirmekten ötede bir şey yapmaz. Yüzeysel, derinliksiz ve mesela (Oryantalistlerin Şarklı kadına bakışlarında görülen) imaj ve hayal zenginliğiyle nesneleştirip dondurmak tutumundan tamamen uzaktır.

    Ahmet Midhat Efendi, seyahati boyunca kendi olamamanın, “öteki” karşısında edilgen taraf olmanın timsalidir adeta. “Osmanlıyım hem de Osmanlı’nın en halisi olmak üzere Türk ve Müslüman’ım ki…” nev’inden cümlelerle kimliğiyle övünen bir hamiyetperver söylemlerini sık sık tekrarlamasına karşın daima “öteki”ne imrenmekte ve “öteki”ne uyum sağlamaya çabalamaktadır. Kabul görme endişesi bütün aksiyonuna hâkimdir. Bu yüzden organik değildir. Kendisi olamamanın doğurduğu bir yapaylık ve zorakilikle geçirir günlerini. Sigarasını unuttuğunda tahkir edilmekten çekinip sigara dahi isteyemez (s. 111), gümrük kontrollerinde hata yapmaktan ve yanlış bir söze muhatap olmaktan korkar (s. 72), adabımuaşerete dair gördüğü her yeniliği sitayişle taklide koyulur (s.120). Yapılan her toplantıda kendi adabımuaşeretini/kültürünü/alışkanlıklarını ortaya koymak yerine Batılı olana, bir Batılıdan daha çok uyum ve özen gösterme zorunluluğu duymaktadır. Haaselbacken’de yapılan bir suareye (Akşam yemeğinden sonra yapılan eğlenceli toplantı) günlük kıyafetle katılan (suareye delegelerin/davetlilerin birçoğu unutarak günlük kıyafetle katılmışlardır) Ahmet Midhat Efendi’ye Madam Gülnar’ın “Pek çok kimselerin nazar-ı dikkati sizin üzerinizdedir. Bir Avrupalı’da ufak tefek kusur görseler ilişmezler ama sizde görülecek en küçük kusurları bile izam ederler.”11 demesi üzerine Ahmet Midhat apar topar otele gidip resmî kıyafetlerini giyer. Gülnar’ın ifade ettiği Avrupalıda görülmeyecek ufak tefek bir kusurun Ahmet Midhat gibi bir Doğulu söz konusu olduğunda büyütülmesi onu rahatsız etmez. Zira “o cemiyette bulunmaktan maksat neyse ona vusul gayretinde olan adam tabiatını değiştirmeye kadar kendini mecbur görmelidir.” mesabesinde Batı’nın bilişsel hâkimiyetine girmiş bir Doğuludur. Buna göre Batı(lı)nın yaptığı, ettiği ve eylediği doğrudur.

    Ahmet Midhat Efendi’nin Oksidentalist söylemine birçok araştırmacı tarafından örnek gösterilen ve Batı’nın kurguladığı Doğulu kadın imgesinin hatalarını sıraladığı meşhur kongre konuşmasında bile yanlışlığın ölçütünü yine Batı olarak göstermesi ilginçtir. Yine ilginç olan husus ise bu ayrıntının eser üzerine ya da Ahmet Midhat Efendi’nin Oryantalistliği üzerine çalışma yapanlar tarafından görmezden gelinmesidir. “Eğer Şark nisvânı levhalarda temaşa ettikleri konkobinelerden ibaret olup da Şarklılar dahi huzuzat-ı şehvaniyenin medar-ı teskini olan böyle bir sınıf mahluktan doğma evlattan ibaret bulunsalardı Şark bunca fezail-i maddiye ve maneviyesiyle bugünkü Avrupa gibi müdekkik bir Avrupa’nın nazar-ı tetebbu ve tetkikine şayeste görülür müydü?”12 Bu cümleler, Oryantalist ötekiciliğin tanımladığı “ben”in kendini “öteki”nin penceresinden görmesinin bir örneğidir.

    Ahmet Midhat Efendi’nin seyahatname boyunca kendi olamayışının, ontolojik ve epistemolojik kimliksizliğinin ve kültürsüzlüğünün, dolayısıyla “öteki”nin biçimlendirdiği bir bilinçle tahlil, tetkik ve tenkitten tamamen uzak savruluşunun en kült örneği ise Paris Dünya Sergisi’nde Kahire Sokağı’nı gezerken karşımıza çıkar. Her fırsatta Osmanlılığıyla övünen yazar, bir zamanlar Osmanlı toprağı olup o esnada Fransa sömürgesi olan halklarla hiçbir dayanışma ve diyalog içine girmediği gibi onlara gülmeye Avrupalılarla birlikte hazırdır:

    “Perde açıldıkta saha-i temâşâ üzerinde kuzguni siyah üç erkek ile yedi kadın görüldü. Erkeklerin birisi kabak, diğeri kavala şebih bir düdük ve üçüncüsü ne santura ne kanuna benzemeyen ve onlardan başka da hiçbir şeye teşbih edilemeyen bir saz çalıyor idi. Kadınlardan birisi daire ve diğeri de testisi bakırdan mamûl bir darbuka çalıp ötekiler raksa hazır ve amâde bulunuyorlar idi. Afrika konsertosuna işte bu sazların velvelesine zamîmeten bir de acîb ü garîb şarkı ile bed olunarak kadınlar dahi ellerini ayaklarını çarpıtıp kaşlarını, gözlerini, dudaklarını türlü harekâtla tahrikten ibaret bir raksa koyuldular ki erbâb-ı temâşâ gülmekten çatlayacak dereceye geldiler. Biz dahi kendimizi zabtedemeyerek gözlerimiz yaşarıncaya kadar kahkahalarla güldük.”13

    Bu ifadeler de göstermektedir ki Ahmet Midhat Efendi, gerçek Doğu’yu yansıtmayan bu manzara karşısında Avrupalılarla aynı refleksi göstermiş, sözle eleştirdiği Doğulu kadın imajının temsiline kapılmaktan kendini alamamıştır. Findley’in “Ahmet Midhat ne bu eski ve egzotik Oryantalist karmaşaya saldırdı ne de içinde dansözlerin göbek attığı kahvehanenin önünde bir cami cephesi olduğundan söz etti. O tamamen dansözlere odaklanmıştı”14 tespiti son derece isabetlidir. Gerçekten de Ahmet Midhat Efendi, ne serginin Oryantalist kargaşasından ne haddinden fazla hayal içermesinden ne de temsillerdeki rahatsız edici erotizmden söz eder. Asıl bakması gereken noktaya bakmaz, asıl dikkat etmesi gereken hususlara dikkat etmez. Gösterilene odaklanmış, daima yüzeyde kalmıştır. Tıpkı öncülleri ve ardılları gibi.

    Ahmet Midhat Efendi’nin seyahati aynı zamanda hayalindeki Avrupa’dan hakikatteki Avrupa’ya seyahattir. O yüzden sokak sokak, cadde cadde gezer. Daima temaşa eyler. Müzelere, fabrikalara, tiyatrolara gider. Müteşebbistir Ahmet Midhat Efendi. Kısa sürede kazanacağı kârın peşindedir. İlk defa gördüğü ve kendi ülkesinde bulunmayan her yeniliğe hayranlıkla bakar. Makinelerin fiyatlarını öğrenir. Bütün hesap, kitap kabiliyetini buralarda parlatır. Tanpınar belki “esnaf” diyerek tezyif edecektir yıllar sonra onu, ancak hesapçılığın onun mizacı olduğu bir gerektir. Batı’nın makinede, şehircilikte, sanatta ve edebiyatta, adabımuaşerette yakaladığı seviyeye hayranlığını gizleyemez. Bu hayranlığı onun ahlak noktasındaki düşkünlüğüne yaptığı eleştiri ile dengelemeye çalışır. Doğu’nun ahlakını, insafını, inayetini yüceltir. Bütün bunlar öncüllerinin hafızasıdır. Bu hafızayı pekiştirerek “bilinçli ben”in “bilinçsiz öteki”si olarak “calib-i nazar-ı hayret”le “kendi” kurgulanışını izlemeye devam eder.

    * Dr. Mesut Koçak, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü



    1. 1 Ahmet Midhat Efendi, Avrupa’da Bir Cevelan, (Haz.: N. Arzu Pala), İstanbul, Dergâh Yayınları, 2015.
    2. 2 Carter V. Findley, Ahmed Midhat Avrupa’da, (Çev.: Ayşen Anadol), İstanbul, tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999.]/note] ismiyle yayımlanmış çalışması kitabın sadece bir seyahatname olarak değil, Oryantalizm-Oksidentalizm, Doğu-Batı, Kadın-Erkek, Ben-Öteki (icat edilmiş) karşıtlıkları bakımında da son derece önemli bir belge/eser olduğunu ortaya koymuştur. Ahmet Midhat Efendi, gerçekten de bütün bu konularla ilgili eserde birçok şey söyler. Yazmayı konuşmak kadar, belki ondan daha fazla seven bu yazar (kendisine “Kırk beygir gücünde yazar”, “yazı makinesi” gibi adlar boşuna takılmamıştır) eserde söyledikleri kadar söylemedikleri ya da örttükleri ile de dikkat çeker. Dikkatli bir okurun/araştırmacının gözünden kaçmayacak bu hâl “öteki”ne dair algının/hafızanın oluşmasında belki de en az söylenenler kadar belirleyicidir. Ulaşım ve iletişim araçlarının bugün geldiği noktanın hayal dahi edilemeyeceği bir çağda yazılan seyahatnamelerin (ve bu türdeki diğer ürünlerin) “öteki”ne dair algının/hafızanın oluşmasındaki payı düşünüldüğünde Türk edebiyatındaki örnekleri içinde kendine özgü bir yeri haiz olan Avrupa’da Bir Cevelan Batı’ya dair algımızın dünü ile bugününü tartışmak için ilginç bir örnek.

      Avrupa’da on sekizinci yüzyılda Doğu’ya seyahatin yükselişi23 Gerald MacLean, Doğu’ya Yolculuğun Yükselişi / Osmanlı İmparatorluğu’nun İngiliz Konukları, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2017.

    3. 4 Bu ifade Prof. Dr. Donna Landry’nin University of Kent’te verdiği “Extremes of Feeling: Literature and Empire in the Eighteenth-Century” dersinde kullandığı bir ifadedir.
    4. 5 Edward Said, Culture and Imperialism, New York, s. 5, 60, 221. (Carter V. Findley, age., s. 1’den).
    5. 6 Carter, V. Findley, age., s. 7.
    6. 7 Avrupa’da Bir Cevelan, s. 30
    7. 8 Ahmet Midhat Efendi, seyahatnamenin başında “Maarif-i Garbiyeyi ithale sai birer “müstağrib” olmuşuz.” cümlesi ile “Oksidentalist” olduğunu ifade eder. Bkz.: Avrupa’da Bir Cevelan, s. 22..
    8. 9 Edward Said, Orientalism, Vintage Books, 1973, s. 253.
    9. 10 “Zaten bu seyahatnamede kendi müşâhedâtımdan mâada ahvalden bahs etmemek kararındayım. Eğer seyahat rehberlerinden istidlâl edilebilecek olan malûmâtı nakleyleyecek olsam seyahatnamemin daha cemiyetli ve tafsilli olabileceği derkâr ise de bence bu kitap bir yadigâr-ı seyahat olduğundan kendi müşâhedât ve ihtisasâtımdan başka şeyler câmi olmasını gönlüm tecviz etmemektedir.” Bkz.: Avrupa’da Bir Cevelan, s. 445.
    10. 11 Avrupa’da Bir Cevelan, s. 237.
    11. 12 Avrupa’da Bir Cevelan, s. 187.
    12. 13 Avrupa’da Bir Cevelan, s. 810.
    13. 14 Carter V. Findley, age., s. 41.