R. GRAMLICH – XX. YÜZYIL TASAVVUF ARAŞTIRMALARINDA BİR ABİDE

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: Muhammed Yahya Vural

    Geçtiğimiz yüzyıl, klasik şarkiyat araştırmalarının zirve noktasına ulaştığı bir dönemdir. H. Fleischer ve öğrencisi I. Goldziher gibi müsteşriklerin çalışmalarıyla XIX. yüzyıl sonlarına doğru Orta Çağ polemik kültürü aşılabilmiş ve modern şartkiyatçılık akademik dünyada yer edinebilmiştir. Ancak XX. yüzyıl şarkiyatçılığı, yüzyılların beslediği önyargılı yaklaşımdan tamamıyla sıyrılamamıştır. Bu sebeple filolojik uzmanlığı ve yüksek azminden şüphe duyulmayan çok sayıda müsteşriğin çalışmaları, Müslümanlar tarafından haklı olarak hüsn-ü kabul görmemiştir. Çalışmalarıyla XX. yüzyıl Batı tasavvuf araştırmalarını üst bir seviyeye taşıyan ve belki de bir dönüm noktası teşkil eden Richard Gramlich, en azından eserleri çerçevesinde modern şarkiyatçılığın birtakım önyargılarını aşabilmiş ender müsteşriklerdendir. Ancak henüz hayatı ve eserleri hakkında ne yazık ki bütünlüklü bir çalışma bulunmamaktadır.1

    Kozmopolit Münzevilik
    Gramlich, 1925 yılında Almanya’nın Mannheim şehrinde dünyaya gelmiş ve Gymnasium’da liseyi tamamlayamadan İkinci Dünya Savaşı esnasında askere alınmıştır. Savaştan hemen sonra Cizvit tarikatına intisap etmiş ve İsviçre’nin Basel şehrinde Fritz Meier’in yanında akademik eğitimine başlamıştır. Araştırmaları çerçevesinde ellili yıllarda Beyrut, Afganistan ve İran’a seyahat eden Gramlich, 1971 yılında Freiburg Üniversitesi’nin Din Bilimi (Religionswissenschaft) kürsüsüne profesör olarak atanmıştır. Ahir ömründe bir sinir hastalığına yakalanmış ve kısa süre önce taşındığı Münih şehrinde 2006 yılında hayata gözlerini yummuştur.

    On yıl boyunca asistanlığını yapmış olan Prof. Dr. Bernhard Uhde’nin ifadesiyle “her boş dakikasında, sabahtan akşama kadar” çalışmış olan Gramlich, arkadaşı Bernd Ratdke’ye göre daima tevazusunu korumuştu. Ömür boyu modern akademik sisteme eleştirel bir gözle bakmıştır. Cizvit olması itibariyle çok da özel hayatından bahsedilemeyen Gramlich’in sosyal hayatı ise Basel’de papazlık görevini ifa ettiği ikametgâhı olan Stiftung S. Katharina-Werk Basel adlı seküler enstitü2 ile sınırlı kalmıştır. Münzeviliği sebebiyle yıllarca hocalık yaptığı fakültedeki bazı öğretim görevlileri dahi onu hiç görmemişlerdir. Grekçe, İbranice, Latince, Arapça ve Farsça gibi kadim dillerin yanı sıra iyi derecede İngilizce, Fransızca, İspanyolca ve İtalyanca bildiği, ayrıca akıcı bir şekilde Sanskritçe okuduğu Uhde tarafından teyit edilmiştir.

    Varoluşsal Empati
    Gramlich, Alman din bilimi ve tasavvuf araştırmalarında yaygın olan fenomenolojik yönteme bağlı kalmıştır. Bununla birlikte bir yönüyle hocası Meier’den tevarüs ettiği varoluşsal duygudaşlık fikrini, insanın manevi tecrübelerini anlama konusunda temel kıstas olarak kabul etmiştir.3 Vom Wesen der islamischen Mystik [İslam mistisizminin özüne dair] adlı eserinin girişinde Meier şunları söylemektedir:

    Bugüne kadar beyhude (bir çabayla) İslam mistisizminin tarihsel kaynaklarını aramak yerine insani kökeninin idrak edilmeye çalışılması ve Doğulu öğretileri analiz edip karşılaştırmaktansa, onların tecrübeye dair öz fenomenini ortaya çıkarma çabası, herhâlde bu çalışmanın özgün yönü olacaktır. Yalnızca bu yolla, ele alınan dinî-manevi hayatın özüne ve ciddiyetine nüfuz edilebileceği umulabilir, çünkü geçmişteki görüşlerin derlemesi hiçbir zaman onların gerçek manasını vermemektedir. Onların hakikatine, daha ziyade, rivayet edilenin unsurlarıyla hemhâl olup empati kurma yoluyla erişilebilir ve burada araştırmacının elindeki tek mihenk taşı, sahip olduğu, hakikat bilgisidir (Wahrheitswissen).4

    Gramlich, kendi yaklaşımı ve perspektifinin temel sorunsalını şu şekilde ortaya koymaktadır: Din fenomeninin, yalnızca deruni tecrübeyle erişilebilecek katmanlarında, ötekiyle aynı akideyi ve inancı paylaşmadan onun dinî tecrübesine, o dinin mensubuymuş gibi ortak olmak mümkün müdür? Ona göre bu soruyu cevaplandırmak, her şeyden önce salt rasyonel bir çabadan ziyade dinî bir çabadır. Dolayısıyla araştırmacının mensubu olduğu din, diğerinin dinî tecrübesine iştirak etme konusunda ona belli imkânlar sağlamaktadır. Gramlich, Müslümanların tevâcüd olarak adlandırdıkları tecrübenin, diğer dinleri anlamalarına vesile olabilecek bir köprü mahiyetinde olduğunu düşünmektedir. Tevâcüd kavramının türetildiği vecd kelimesi, sözle ifadenin yetmediği ve buna mukabil yoğun bir içsel tecrübe aracılığıyla hakikate bir tür dokunuşu belirtmektedir. Bu denli derin bir tecrübe yaşamayan yahut yaşayamayan birinin yapay bir vecdi izhar etmesi denilebilecek tevâcüd kavramı, vecdin aksine kendiliğinden olan değil, kişinin iradesiyle gerçekleşen bir eylemdir. Vecde gelmeyen kişi, tevâcüd ‘kılarak’ bir yönüyle vecd yaşayanlar ile hemhâl olur ve vecde hazır hâle gelir. Dolayısıyla bu yolla diğerinin dinî tecrübesine ortak olabilmektedir; en azından buna kapı aralamakta ve bu yönde çaba sarf etmektedir. Burada tam olarak aynı yoğunlukta bir tecrübe yaşanması şart değildir, aksine yaşanıyormuş gibi davranılması, onu aynı tecrübeye hazır hâle getirmekte ve özsel dokunuş sunmaktadır.

    Tasavvuf Klasiklerinde Seyr ü Sefer
    Gramlich, ilk derecede mükemmel sayılan tercümeleriyle tanınmaktadır. Çevirdiği eserleri Almancaya salt bir aktarımdan ziyade, tasavvuf düşüncesinin kavramsal ağının Almancada tekrardan inşasını amaçlamaktadır. Dolayısıyla bütün terimlere uygun bir karşılık aramış, gerektiği yerde kendisi terim üretmiştir. Bu duyarlılığının neticesi olarak bağlama göre bazen tek bir kavram için farklı terimler önermiştir. Örneğin tevhîd terimini şu kelimelerle karşılamaktadır: Tektanrı inancı, monoteizm, teklik şehadeti, birlik şehadeti, teklik amentüsü, teklik bilinci, birlik bilinci, birlik tecrübesi, Tanrıtekliği.5 Gramlich’in kullandığı terimler, Alman tasavvuf araştırmalarında ıstılahların standartlaşmasına katkıda bulunmuştur. Nitekim tercümelerine hem Kıta Avrupa’sı hem de Anglosakson dünyada çok sayıda atıf yapılmaktadır. Diğer bir özelliğiyse, zengin referanslarıdır. Açıklamalı olan tercümelerinde bunun ötesinde tasavvuf ıstılahlarının tarihsel serüvenini açığa kavuşturan ve bağlamlarına dikkat çeken değerli bilgiler sunmakta, ileri okumalar için ilgili kaynaklara yönlendirmektedir. Kitapların sonuna eklediği ayrıntılı dizinler, çeviri eserleri bir el kitabı hâline getirmiştir.

    Ebû Nasr es-Serrâc’ın el-Luma’ı, Ebû Tâlib el-Mekkî’nin Kûtü’l-Kulûb’u, Abdülkerîm el-Kuşeyrî’nin er-Risâle’si ve Ebû Hafs Ömer es-Sühreverdî’nin Avârifü’l-Ma‘ârif’ini baştan sona tercüme eden Gramlich, Gazzâlî’den İhyâ’nın tevbeden muhabbet makamına tasavvufî yolu betimleyen 31-36 risalelerini Almancaya kazandırmıştır. Bunun dışında, Annemarie Schimmel’e göre Fars edebiyatının en zor metinlerinden olan Ahmed el-Gazzâlî’nin Sevânihü’l-uşşâk’ı gibi daha küçük hacimli eserleri de çevirmiştir.6 Makalelerinde ise, genel olarak tasavvuf klasikleri ve onların kaynaklarına dair okumalarından hareketle erken dönem tasavvuf düşüncesinden belli temaları işlemektedir. Bu bağlamda vakt, hâtır, tevekkül, ihlas, gizli şirk ve benzeri kavramları sufilerden alıntılarla izah etmektedir.

    Şii Dervişlerle Baş Başa
    Tercümelerinin yanında Gramlich’in telif eserlerinin çoğu da, alanlarıyla ilgili Batı’da en kapsamlı ve en ciddi çalışmalardandır. Bunların ilki olan ve üç cilt halinde yayımlanan Die schiitischen Derwischorden Persiens’le [İran’ın Şii derviş tarikatları] birlikte, hocası Meier’e göre şarkiyat araştırmaları içinde yepyeni bir disiplin vücuda gelmiştir. Modern İran’ın Şii tarikatlarının silsileleri, öğreti sistemleri ve âdetlerini incelediği bu eser, iki yıla yakın bizzat Gramlich’in yaptığı alan araştırmalarının semeresidir. Bu çerçevede yüzlerce Şii derviş ve şeyhle görüşmüş, tarikatlara ait neredeyse bütün literatürü titiz bir incelemeye tabi tutmuştur. İkinci cildi olan Glauben und Lehre, tasavvuf ve tarikat hayatının temel yönlerini sistematik biçimde ele alan bir el kitabı olarak tasarlanmıştır. Bu bakımdan Batı’da eşine rastlamak mümkün değildir.

    Die Wunder der Freunde Gottes [Allah dostlarının mucizeleri] adlı yapıtı, mucize ve kerametler konusunu kelami tartışmaları dikkate alarak inceleyen, ayrıca yüzlerce örnek rivayet nakleden bir şaheserdir. Fevkalade önemli olmasına rağmen uzun süre ihmal edildiğini düşündüğü zühd konusunu, Weltverzicht – Grundlagen und Weisen islamischer Askese [Dünyadan feragat – İslami asketizmin temelleri ve tarzları] eseriyle nazari ve amelî boyutlarıyla ortaya koymaya çalışmıştır. Son telif eseri olan Der eine Gott – Grundzüge der Mystik des islamischen Monotheismus’de [Tek Tanrı – İslami monoteizmin mistik boyutları], Tanrı-âlem-insan ilişkisine dair vahdet-i vücûd perspektifinden tasavvufun dünya görüşünü betimlemiştir. Telif eserlerinde izlediği yöntem genelde şu şekildedir: ele aldığı konuyla ilgili tasavvuf klasiklerinin ve sufilerin beyanatlarını kendi ifadeleriyle özetledikten sonra, kaynakları konuşturmak üzere çok sayıda alıntı serdetmektedir. Bu şekilde kaynaklarda dağınık ve birbiriyle ilişkisi ancak uzmanları tarafından kurulabilecek rivayetleri belli başlıklar altında düzenleyip okuyucuya sunmaktadır. Rivayetlere yeterince eleştirel yaklaşmadığı ve özgün bir şeyler ortaya koymadığı yönündeki tenkitlere dostu Radtke, şöyle karşı çıkmıştır:

    Anlatımında Gramlich’in meselesi ‘teoriler’ değildi, hele polemikler hiç değildi. Onun meselesi, fenomenleri kaynakların imkân verdiği ölçüde açığa çıkarmaktı. Çoğunlukla açıklamalı olan tercümelerinde güttüğü gaye, metni anlaşılır bir dille aktarmaktı. Bazen kaynaklara yeterince eleştirel yaklaşmadığı konusunda tenkit edildi; ancak bu, Gramlich’in değerini bilememekten ve maksadını anlayamamaktan kaynaklanmaktadır.

    İslam Dini ve Hıristiyanlık
    Gramlich’e göre İslam’ın ruhu mutlak tevhittir ve Müslümanlığın özü, hakikî bir muvahhid olmaktır. Hıristiyanlık, başlangıçta daha çok batın olanı ve sevgiyi öne çıkarmışken İslam, daha çok itaat ve yasa dini olmuştur. İlk Hıristiyanlar için çıkış noktası, Hz. Îsâ’nın Dağ Vaazı’nın ahlaki yönlendirmesi ve din kardeşleriyle aralarındaki muhabbetken, ilk Müslümanların üzerinde durduğu husus, Muhammedî şeriata itaat ve onu ikame etmekti. Müslümanın meselesi, mutlak teslimiyetin gerektirdiği ilahi sınırlara riayet ve onları muhafazaydı. Dolayısıyla baştan itibaren en ince ayrıntısına kadar ahkâmı belirlenmiş bir fıkha sahip olan Müslümanlar, formu sabit olan ritüellerine ruh ve manevi tecrübe katma peşindeyken Hıristiyanlar, zengin dinî tecrübelerine uygun kült formları aramışlardır ve günümüzde hâlâ aramaktadırlar. Tasavvufun, zahire taalluk eden ahkâmı içsel tecrübeden hareketle katılıktan kurtardığını ifade eden Gramlich, sonraki dönemlerde her iki dinin buluşma noktasını şöyle tasvir eder:

    Böylece İslam dini, zahirle ilgili ahkâmında bir yasa dini, batına yönelik ve dinî tecrübe bakımından bir hürriyet dini olmaya çalışır: tanrısal olmayandan (mâsivâ) özgürlük, Allah sayesinde ve O’nun için özgürlük, yalnızca O’na kul olan ve sadece O’nu sevenlerin özgürlüğü. Her ne kadar birtakım şeri ahkâmı ve akidesiyle Hıristiyanlıktan bariz bir şekilde ayrılsa da, batının derinliklerine dalındığında her iki dinin mensupları kendilerini aynı zeminde bulurlar: bu zemin her ikisinin de kulluk ettiği tek Tanrı’nın kalbidir.7

    Tasavvuf ve Sufi
    Gramlich, hiçbir çalışmasında tasavvufun başka kültürlerden intikal ettiği yönünde bir görüş beyan etmemekte ve tasavvufun neredeyse hiçbir unsurunu, kültürler arası etkileşime irca etmeye çalışmamaktadır. Aksine tasavvufu, İslam’ın vaz ettiği tevhidin bir açılımı olarak değerlendirmektedir. Ona göre İslam dininin mistik boyutu, dinin merkezinde Tanrı’nın yer alışının doğal bir sonucudur. Diğer dinî geleneklerin mistik öğretilerinde olduğu gibi tasavvuf, önce yaşanmış ve ancak daha sonraları dile getirilmiştir. Tedavüle giren sözlü malzeme ise zamanla tedvin edilip düzenlenmiştir. Mistisizm, ona göre İslam tasavvufunda en yaygın ve mütemeyyiz formuna vahdet-i vücûd düşüncesiyle ulaşmıştır. Genel olarak mistik, Tanrı tarafından kuşatılan, gerçekliği Tanrı olan, fikri ve amelleri Tanrı tecrübesi tarafından belirlenen kişidir. Sufi, mahsus ve makul âlemi sadece bir misal olarak, yani alamet ve işaretlerden ibaret görmektedir. Hakikatin kendisi değildir. Dolayısıyla sufi, söz konusu misalden hakikate yolculuk eden ve hakikatin deruni tecrübesine talip olan kişidir. Öyleyse tasavvuf, hakikatin tecrübesidir. Sufinin deruni tecrübe arayışı mutlaktır. O, ister ferahlatsın isterse de daraltsın, kendi iç dünyasının derinliklerine Tanrı tarafından bahşedilen bütün hâlleri tecrübe etmeye taliptir.

    Şarkiyatçı Kimliği
    Gramlich, telif eserleri ve makalelerinde son derece insaflı, hatta hakkaniyetli diyebileceğimiz bir tavır sergilemektedir. Ancak İslam’ın ne kadar toleranslı olduğu hakkında bir söyleşide, buna zıt bir tavırla karşılaşmaktayız.8 Bu söyleşide klasik şarkiyatçı önyargıların peşine düşmesi, hayret vericidir.

    Gramlich bu söyleşisinde, İslam’ın doktrin boyutuyla toleransı tanımadığı ve ehl-i kitap dışındakileri Müslüman olmaya zorladığını savunmaktadır. Bir kere İslam’ın kendisini son din kabul edip öncesindeki ilahi dinleri muharref sayması, ona göre baştan tolerans imkânını ortadan kaldırmaktadır. İslam’ın medeniyet tarihinde gösterdiği tolerans örneklerini hukuki çerçevenin dışında ve bir nevi gayrimeşru görmekte ısrarlıdır. Allah için sevmek kadar buğz etmek de önemlidir. Allah’ın en sevmediği şey küfür ve dolayısıyla kafir olduğu için, Gramlich’e göre kafire Allah’ın düşmanı gibi muamele etmelidir.9 Hıristiyan ile Müslümanın aynı Tanrı’nın “kalbinde” buluştuklarını ve İslam’ın özünde hürriyeti amaçladığını ifade eden Gramlich’in, İslam’da toleransla ilgili bu tarz genelleyici klişe cümleler kurup polemiğe kapı açan iddialar ileri sürmesi, çalışmalarındaki genel tutumuyla uyumsuz bir hâl sergilemektedir.

    Sonuç olarak, telif eserleri, tercümeleri, araştırmaları ve makaleleriyle Richard Gramlich XX. yüzyıl tasavvuf araştırmalarında önemli bir yer teşkil etmektedir. Sadece çalışmalarının çokluğu ve niteliği değil, aynı zamanda bu çalışmalarında takip ettiği yöntem, ele aldığı klasik metinlerde ve toplumlarda açıkça görülen kendisinden olmayanı anlama gayreti bu alanda abidevi bir yer kazanmasını sağlamıştır.



    1. 1 Hayatıyla ilgili bkz. Bernd Radtke, “Richard Gramlich”, Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft 159/1 (2009): 1-3;
    2. 2 Seküler enstitüler (secular institute), Katolik Kilisesi bünyesinde cemiyet hâlinde manastır dışı adanmış hayatı sürülen dinî merkezlerdir.
    3. 3 Gramlich’in yöntem üzerine düşüncesi için bkz. Richard Gramlich, „Wege in fremde Religionen“, Christenheit, Israel und Islam. Begegnung im Heiligen Land, ed. Ludwig Kaufmann, Frankfurt a. M.: 1964, s. 173-180.
    4. 4 Fritz Meier, Vom Wesen der islamischen Mystik, Basel: Benno Schwabe & Co., 1943, s. 5.
    5. 5 Richard Gramlich, Der eine Gott. Grundzüge der Mystik des islamischen Monotheismus, Wiesbaden: Harrassowitz, 1998, s. 11. Bunların Almancası şu şekildedir: Eingottglaube, Monotheismus, Einzigkeitsbekenntnis, Einheitsbekenntnis, Einzigkeitsbezeugung, Einzigkeitsbewusstsein, Einheitsbewusstsein, Einheitserlebnis, Gotteseinzigkeit; şehvet terimini karşılamak için başvurduğu varyantlar için bkz. Gramlich, Weltverzicht, s. 217.
    6. 6 Annemarie Schimmel, “Gedanken über die Liebe” (Kitap Değerlendirmesi), Die Welt des Islams 17 1/4 (1976/77): s. 253.
    7. 7 Richard Gramlich, “Gott und Religion in der islamischen Innerlichkeit”, Studia Missionalia 15 (1966): 115.
    8. 8 Walter Gerber (ed.), Wie tolerant ist der Islam?, München: Kindt, 1991, s. 79-140.
    9. 9 Gerber, Wie tolerant ist der Islam?, s. 102.