MUSTAFA CEMİL EFE İLE “GÜZEL”İ BULMAK

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • 1979 yılında Ankara’da doğdu.
    İlk ve orta tahsilini Ankara’da tamamladı. 1993 yılında Konya’ya yerleşti. Lise tahsilini Konya İmam Hatip Lisesinde bitirdi.

    Hüsn-i Hat eğitimine Rika dersleri ile başladı. 2005 yılında Selçuk Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü Hat Ana Sanat Dalı’nı kazandı. 2008-2009 eğitim öğretim yılında Fakülte üçüncüsü ve bölüm ikincisi olarak mezun oldu. Aynı yıl Prof. Dr. Fevzi Günüç’ten Sülüs-Nesih yazı icazeti aldı.

    2009 yılı sonunda İstanbul’a yerleşti. 2010 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları Hat Ana Sanat Dalı’nda Yüksek Lisans eğitimine başladı.

    Celi Sülüs, Sülüs ve Nesih yazı çeşitlerinde eser üretmektedir.

    Türkiye, Japonya, Nijerya, Vatikan, İran, Suriye, Irak, Sırbistan, Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere bir çok ülkede yüzden fazla ulusal ve uluslararası sergide eserleri ile yer aldı.

    Profesyonel olarak grafikerlik ve görüntü yönetmenliği de yapan sanatçı, aynı zamanda edebiyat dergilerinde editörlük ve yazarlık da yapmaktadır. Altı yıldır Yedi İklim dergisinde bir seri hâlinde hattatların biyografik hayat hikâyelerini hazırlayarak  sanatseverlerin beğenisine sunmaktadır.

    Üsküdar’da bulunan atölyesinde hem yeni sanatkârlar yetiştirmeye çalışmakta ve hem de çalışmalarına devam etmektedir.

    Bu sanata nasıl talip oldunuz? Talebe oldunuz? Nasıl talebe yetiştiriyorsunuz?

    Yıllar önce babam ve annemle birlikte sohbet ediyorduk. Ben o sıralarda sinema sektöründe çalışıyordum. Yoğun bir tempo içinde görüntü yönetmenliği, kameramanlık gibi işlerle meşguldüm ama bu işlerin parasının çok bereketli olmadığını da biliyordum. Annem ve babam benim bu sektörde çalışıyor oluşumdan pek hoşlanmıyorlardı. O günkü sohbet esnasında, kendisi de sanatkâr olan babam, benim bir klasik İslam sanatıyla meşgul olmamın uygun olacağını söyledi. Ben de onların gözlerinde benden bir şey beklediklerini gördüm ve babamın bu isteğini kabul ettim.

    Hüsn-i hat, İslam sanatları arasında ilgimi en çok çeken sanattı. Ben de böylece hat sanatına talip oldum ve Profesör Doktor Fevzi Günüç’ten meşk etmeye başladım. Talebelik meselesi çok uzun bir süreç, ben tabii aşırı derecede bilinçli olarak talebe olmamıştım. Hat sanatını tanıyordum, biliyordum ama nasıl talebe olunacağıyla ilgili fazla malumatım yoktu. Hocamın yanında birkaç sene geçirdikten sonra nasıl talebe olunacağını öğrendim.

    Talebe, mahviyet içerisinde olmalı. Her daim hocasının sözünü tutmalı, hocası ona ne tavsiye ediyorsa onu yapmalı ve başına buyruk olmamalı. Tabii bu standartlar, benim gibi medya sektöründen gelmiş birisi için oldukça zordu. O sebeple nasıl talebe olduğum sorusunun cevabı, uzun ve gerçekten sancılı bir sürecin içinde saklıdır. Klasik İslam sanatlarının talebe olma noktasında istediği ölçütleri yerine getirebilmek için çok ciddi bir altyapı ve güzel bir İslami ilim gerekmektedir.

    Ben de o yola çıktıktan sonra tüm bunları öğrenmek için elimden gelen her şeyi yaptım ve hocamla uzun bir yolculuk geçirdik. Nihayetinde talebe olmayı başardım ve talebe olarak da mezun oldum. Şimdi ben de talebe yetiştiriyorum. Nasıl sorusuna gelince, nasıl talebe olmuşsam öyle talebe yetiştiriyorum, yani yolda öğrendiklerimi talebelerime anlatıyorum. Onlar da benim yaşadığım zorlukları yaşıyor ve talebe olmak için yoğun bir şekilde mücadele ediyorlar.

    Hat sanatının tarihî seyrine ve geleceğine dair neler söylemek istersiniz?

    Hat sanatının tarihî seyri, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin peygamberliğinden sonra Kur’ân-ı Kerîm’in inzaliyle başlıyor. Bu sanat da diğer sanatlar gibi uzun bir yolculuğa çıkıyor. Kur’an, muhafaza edilmek amacıyla önceleri vahiy kâtipleri tarafından ceylan derileri veya taş tabletler üzerine yazılıyordu. Sonraki süreçlerde kâğıt, kalem ve mürekkebin gelişmesiyle büyük bir ilerleme kaydedildi ama en önemlisi ve asla görmezden gelinemeyecek husus, şüphesiz ki hüsn-i hat sanatının Kur’ân-ı Kerîm’e olan hizmetidir.

    Şöyle diyebiliriz ki sanat, malzeme ve üslup bakımından çok iyi bir gelişim gösterdi. Tüm bunların sebebi; Kur’ân-ı Kerîm’i daha güzel ve gösterişli yazmak, gönüllere ve ruhlara hitap eder vaziyete getirmekti. Tarihî seyrine baktığımızda, Kûfe şehrinde ortaya çıkan ve bugün kûfî adıyla bildiğimiz yazı çeşidiyle birlikte bu sanatın, dünya üzerinde sanat olarak kabul edilmesi gerçeğini görmekteyiz.

    Yüzyıllar boyunca birçok badireler geçirmiş, engellemelerle karşılaşmış ama aynı zamanda sürekli gelişerek ve güzelleşerek günümüze kadar ulaşmıştır. Tabii ki şu kısmı da atlamamak gerekiyor; Arap alfabesi olmasının yanında, Kur’ân-ı Kerîm tüm Müslümanlara indirildiği için bu alfabe de artık Müslümanların evrensel yazısı hâline dönüşmüştür. “Kur’ân-ı Kerîm Mekke’de indi, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.” sözünden de bunu rahatça anlayabiliyoruz.

    Tarihsel sürece biraz daha yakından bakalım. Şüphesiz 1400 yılından sonra Türklerin elinde yazı sanatı çok ilerlemiştir. Şeyh Hamdullah, Ahmed Karahisârî, Hâfız Osman, Mustafa Râkım, Sâmi Efendi, Şevki Efendi, Nazif Efendi ve burada isimlerini tek tek sayamayacağımız çok sayıda Türk hattatın elinde hat sanatı eşsiz bir seviyeye ulaştı. Öyle ki Araplar bile yazı öğrenmeye Türklerin yanına gelir oldu.

    Tarihî seyrine bakarak geleceğine dair de bir şeyler söylemek mümkün çünkü görüyoruz ki Kur’ân-ı Kerîm söz konusu olunca Allah u Teâla her daim hat sanatını muhafaza etmiştir. Malumunuz Cumhuriyet devrinde harf inkılabıyla birlikte yazı sanatına büyük bir darbe vurulmuş ama buna rağmen hat sanatı, gelişimini ve ilerleyişini sürdürmüştür. Bir köprü vazifesi gören, eski ustalarımızdan Hamid Aytaç; Cumhuriyet devrinden günümüze yazı sanatını taşımış ve bizlere miras bırakmıştır. Bu şartlar altında, biz de hat sanatkârları olarak, mirasımıza mutlak suretle sahip çıkmalıyız.

    Bence hat sanatının geleceği, geçmişinden daha aydınlık çünkü hiç durmadan gelişen bir sanat, zaman zaman belli sıkıntılar yaşasa da yukarıya doğru yükselişini hiç kaybetmeyecektir inşallah.

    Hüsn-i hat sanatında modern yönelimleri nasıl değerlendirirsiniz?

    Modern tanımından ne anladığımız çok önemli. Günümüzde hat sanatına zarar vermek için bu tarz kavramların kullanıldığı kanaatindeyim. Hüsn-i hat sanatında modern yönelim ifadesi doğru bir ifade değildir çünkü bizim sanatımız, her zaman her hattatın elinden farklı şekilde zuhur ettiği için zaten her dönemde moderndir. Yani galat-ı meşhur olmuş “modern yönelim” söyleminden yola çıkacak olursak, hat sanatı ve üretilen eserlerin tamamı her daim moderndir diyebiliriz.

    Şimdi burada çok önemli bir nokta var. Bir sanatkâr olarak benim için, birçok kısmına vâkıf olduğum sanatımla üretmiş olduğum her eser, modern olduğu için aynı zamanda sonuna kadar klasiktir çünkü bir şey eğer klasik olamazsa zaten modern olması mümkün değildir. Günümüz anlayışına dönük, tüketim toplumunun değerlerine uygun, kapitalist sisteme hizmet eden sanat eserleri maalesef modern olarak nitelendiriliyor. Hâlbuki asla böyle değildir çünkü bu tanım, yenilikçi ve yeni anlamlarını içerdiği için saçma ve anlamsız hiçbir şey modern olamaz.

    Şu veya bu sanatı eleştiriyor değilim ama Müslümanların bilmesi gereken bir şey var ki o da bizim hüsn-i hat sanatımızın, dünyanın en kaliteli ressamı tarafından yapılmış sürrealist bir çalışmadan çok daha kıymetli olduğu gerçeğidir. Bu gerçek hiçbir şekilde reddedilemez çünkü Kur’ani kaynaklıdır. Kur’ân-ı Kerîm evrenseldir, manası her devrin insanı ve her devrin durumuna göredir çünkü Allah u Teâla, Kur’ân-ı Kerîm’i hem indirdiği döneme hem öncesine hem de sonrasına göre indirmiştir. Bu şartlar altında Kur’an da tırnak içinde moderndir, Kur’ân-ı Kerîm’e hizmet eden sanat da moderndir. Demek ki modern yönelim diye bir şey yoktur, zaten modern olan bir şeyi yeniden moderne yönlendiremezsiniz.

    Bu sanata ilgi duyan, meşk etmeye başlama niyetinde olanlara ne söylemek istersiniz?

    Bu sanata ilgi duyan, meşk etmeye başlama niyetinde olan herkese “Başlayın.” derim ama bu cümleden sonra da belli kuralları mutlaka sıralarım. Bu kuralları sırasıyla anlatalım. Öncelikle ilgi duymak yeterli değil, âşık olmak gerekiyor. Âşık olmak, bağlanmak, onda yani âşık olduğumuz şeyde yok olmak, erimek, ona kavuşmak için elimizden gelen her şeyi yapmak gerekiyor.

    “Aşk odu evvel düşer ma’şûka andan âşıka

    Şem’i gör kim yanmadan yandırmadı pervâneyi”

    Yani böylesi bir aşka düşeceksiniz ki vuslata erişesiniz. Peki, nasıl olacak, âşık olmak tek başına yeterli mi? Tabii ki hayır, âşık olduktan sonra neye âşık olduğunuzu öğrenme safhasına geçeceksiniz. Bu ikinci bölüm gerçekten çok önemlidir. Çünkü insan, maşuğuna kavuşabilmek için mutlaka bunun formüllerini öğrenecektir, öğrenmelidir de. Mesela bu sanatın öğrenimi ne kadar sürüyor, hocayla nasıl bir münasebet kuruluyor, sıkıcı mı, keyifli mi, heyecanlı mı, heyecansız mı, nasıl bir sanat, neye hizmet ediyor, ne için var, nereye gidiyor, ben sanatkâr olursam ne olacak? Bunlara ve benzer birçok soruya cevap vermesi gerekiyor, ayrıca bu cevapları da iyice öğrenmesi lazım. Tüm bunların sonrasında meşke başlayabilir. Aşkı meşk edecek, zor iş, meşakkatli, yorucu, yıpratıcı ve uzun soluklu. Günümüz şartlarında sekiz yıldan önce öğrenilemiyor, eğitim tamamlanamıyor. Bunların hepsine vâkıf olması, hepsini bilerek meşk etmeye başlaması şart.

    Sadede gelelim, bugünün tüketim toplumu ve bu toplum içerisinde yetişen gençler, popüler olan her şeyle ilgilenme yarışı içindeler ama günümüzde hüsn-i hat sanatının popülerliği neyse aslında geçmişte de odur. Şimdi herkes zannediyor ki hat sanatını öğrenmeye talip olanlar fazlalaştı. Nüfus ve şartlar göz önüne alındığında bir milyar kişide 1000 kişidir. Bu sayı azdır ama aslında az olması da iyidir. Çünkü zaten 1000 kişide en fazla 10 kişi hattat olabiliyor. Dünyadaki hattat sayısına baktığınızda bu gerçeği görebilirsiniz. Hüsn-i hat sanatına talip olan kişi de bu gerçekleri bilmelidir. Eğer cengâverse, sözünde duruyorsa, yorulmadan ve yıpranmadan bu gerçeklere uyacaksa o zaman meşk edebilir. Yoksa lütfen başka sanatlarla uğraşsın ama bir Müslüman olarak hocasına söz vermiş ve o yolda ilerleme niyetiyle başlamışsa da sonunu mutlaka getirsin.

    Herkesin yapabileceği bir sanat mı bu? Hangi özelliklere sahip olması gerekir talibin?

    Herkesin yapabileceği bir sanattır. Burada bir nokta koyalım ama “Hangi özelliklere sahip olması gerekir?” dediğimizde dördüncü sorunun cevabında bunları bulabiliriz. Her şeyden önce, halis bir niyet çok mühim, hatta üstün yetenekten çok daha mühim. Çünkü ne kadar yetenekli olursanız olun, uymanız gereken bir müfredat var. Bu müfredat tamamlanmadan zaten mezun olamıyorsunuz. Çok yetenekli birisi beş senede bitirirse, az yetenekli birisi de 8 senede bitirebilir. Hadi olsun 15 sene ama nihayetinde mezun olduktan sonra kimin tarihe kalacağı, kimin en güzel sanat eserlerini ortaya çıkaracağı bilinmez.

    Bizim sanatlarımızda, yetenekli olanlar genellikle kaybetmiştir çünkü sanatı küçümserler ve bu sanat, küçümsenmeye asla gelmez çünkü Kur’an’a hizmet etmektedir. Bu nedenle önce halis bir niyet, sonra aşk ve elbette İslam ruhu… Hz. Ali’nin sözü geldi aklıma, “Güzel yazı, hocanın öğretisinde gizlidir; kıvamı çok yazmakla, devamı da İslam dini üzere olmakladır.” Demek ki çok yazan ve hocanın eline iyi bakan, yazısında bir kıvam yakalar ama devam meselesi tamamen İslam dini üzere olmakla alakalıdır.

    “Güzel’i Bulmak” çağımıza, insana, insanın yeryüzündeki macerasına dair ne söylüyor?

    2016 yılının Ramazan ayında Beyoğlu’nda bir kişisel sergi açma imkânı bulmuştum. O serginin ismi “Güzeli Bulmak”tı, ben oradan yola çıkarak güzeli bulmak ifadesinin çağımıza, insana ve insanın yeryüzündeki macerasına dair neler anlattığını size söylemek isterim. İnsan şüphesiz her daim güzel olanı arar. Her yerde, her şeyde, her seste, her yolculukta, her kitapta, her evlilikte, her aşkta, her şiirde, her eserde güzeli bulmak ister. İnsanın yeryüzündeki macerası güzeli bulmak üzerine kurulmuştur ama biz güzeli buldurmaya çalışırken Kur’ân-ı Kerîm’den yola çıkıyoruz. Ayetlerden, hadislerden, kelâm-ı kibârlardan, ruha dokunan eşsiz cümlelerden alıyoruz asıl kaynağı. Biz güzelin bulunmasını önemsiyoruz, onun için sanat icra ediyoruz. Hâlâ etrafında dolaştığım güzel, bana kendini buldurmak için beni geceler boyu masa başında kalem, kâğıt ve mürekkeple imtihan ediyor. Arıyorum, bu çağın insanıyım, bu maceranın bir ferdiyim ve ben de güzel olanı arıyorum.
    Sanata özellikle son yıllarda artan bir ilgiden söz edebilir miyiz? Bunu neye bağlıyorsunuz, bu ilginin nitelikli ve kalıcı hâle gelmesi için neler yapılmalı?

    Yukarıda da bahsetmiştim, ilgi artmış gibi görünüyor ama açık söylemek gerekirse ben tam olarak böyle düşünmüyorum çünkü gerçekten nüfus çok artmış durumda. Bu şartlar altında, ders veren bir hoca olarak diyorum ki hat sanatına talip olanların sayısı çok da değil. Bir senede toplam 50 tane talebe geliyor. Sizce bu sayı çok mu? Tabii ki değil. Ülkemizde vatandaşlarımız, özellikle muhafazakâr olarak isimlendirebileceğimiz kesim, bu sanatlara biraz daha fazla ilgi duyar hâle geldi. Bunun sebebi de geçmişte çok fazla sıkıntılar çekmiş olmalarıdır.

    Kur’ân-ı Kerîmlerini bile toprak altına, tavan aralarına saklamak zorunda kalan bir milletin bugün İslam harfleriyle yazılmış metinleri rahat rahat incelemeleri ve okumaları mümkün. Bence Müslümanlar geçmişte yaşadıkları o sıkıntıları gidermeye çalışıyorlar ama bir gerçek var ki çok fazla şeyi kaybetmişiz. Kaybettiklerimizin neler olduğunu aslında hepimiz biliyoruz. Gerçek kimliklerimiz çok ciddi şekilde yıpranmış durumda. Aslımıza dönmek için bu sanatlar önemli bir yerde duruyor, o sebeple keşke sizin sorunuzun içinde gizli olan temenni yani artan ilgi daha da artsa.

    Siz bir de bu ilginin artışını neye bağladığımızı sormuşsunuz. Ben ilginin arttığını düşünmediğim için bunu da herhangi bir şeye bağlamış olmayayım ama yukarıda da söylediğim gibi sıkıntı çekmiş bir milletin reaksiyonu diyebiliriz. Bu ilginin nitelikli ve kalıcı hâle gelebilmesi ancak Müslümanların kendilerini yetiştirmeleriyle; bu sanatların ne olduğunu, neye hizmet ettiğini anlamaları ve okumalarıyla mümkün olacaktır. Maalesef hâlâ Batı seviciliği, resim ve heykel övücülüğü devam ediyor. Hâlbuki bir hüsn-i hat sergisi gezen Müslüman, ruhunu dinlendirir; Allah’a yaklaşır ve heyecanlanır.

    İsmi mevzu bahis değil, geçenlerde bir müşteri gelmişti. Zengin bir Müslüman, bir resim almak istediğini söyledi. Ben de ona “Varlıklı ve entelektüel bir Müslüman evine yazı alır, evini hat sanatıyla süsler.” dedim. Bana şöyle bir cevap verdi: “Evimde çok fazla yazı var, iyice camiye döndü.” Güldüm. Yahu bir insanın evinin camiye benzemesinden daha güzel ne olabilir? Bunda şikâyet edilecek ne var? Sen camiye dönüşen evine bir de resim mi asmak istiyorsun? “Resim mi ağlayacak, yazılar mı, yoksa sen mi?” dedim. Düşündü, “Haklısın.” dedi ve yanımdan ayrıldı. Ama eminim ki gidip resmini aldı. Hayırlısı olsun.

    İlgi var Müslümanlarda artık, çok şükür para da var ama yüz binlerce dolar eden resimlerin yanında hat eserleri hâlâ küçük paralara satılıyor. Bunun sebebi o nitelikli olmayan ilgililerin, bizim sanatlarımızı resim ve heykel gibi sanatların altında görüyor olmalarından kaynaklanıyor. Konu biraz dağıldı gibi ama illa bilgi, illa bilgi, illa ilim.

    Avrupa’da yaşayan gençlere ne söylemek istersiniz?

    Avrupa’da yaşayan gençlere herkesin söylediği o klasik cümleleri sarf etmek yerine bir örnek vermek istiyorum. IGMG Gençlik Teşkilatı Başkanı Ünal Ünalan Bey yaklaşık yedi senedir benim talebemdir ve geçen sene kendisine icazetini verdim. O da artık bir hattat oldu. Ünal Bey’in Avrupa’da yaşıyor olması, onun hattat olmasına engel olmadı. Çok yoğun bir gayretle uzun ve meşakkatli bu yolculuğu tamamladı. Düşünüyorum da neden Ünal Bey gibi insanlar olmasın? Gençlerin Avrupa’da bizim sanatlarımıza ve değerlerimize yönelik, geçmişe nazaran çok daha ciddi çalışmalar yaptığını gözlemliyorum ve açıkçası gururlanıyorum.

    Birçok akrabam Avrupa’da yaşıyor, genç kardeşlerimiz oralarda doğuyor ve büyüyorlar. Mesela halamın oğlu geçen sene Türkiye’ye tatil için geldiğinde kendisiyle konuştum. Beni şaşkına çevirecek derecede Osmanlıca bildiğini, zaten Almancayı anadili gibi konuştuğunu; saygılı, kültürlü ve efendi bir insan olduğunu fark ettim. Almanya’da oturup bu seviyede Osmanlıcayı nasıl öğrendiğini ona sorduğumda hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını, artık birçok kurs merkezinin olduğunu, teşkilatların da bu konularda çok büyük faydalar sağladığını söyledi. Ondaki istek ve bilinç beni çok etkiledi. Onun eşi de hafız bir hanım. O da çok iyi seviyede Osmanlıca biliyor. İkisi de dünya klasiklerini tanıyor ve sanattan anlıyorlar.

    Aslında açık konuşmak gerekirse Türkiye’de yaşayan gençler, Avrupa’da yaşayanlara nazaran daha geriye düşmek üzereler. Türkiye’de birçok imkân var ama bu imkânlar değerlendirilemiyor. Düşünsenize, yüzlerce talebe geliyor ve her hafta yanımda ders alıyor ama kolay ulaşılabilir olduğu için meselenin kıymetini fark edemiyorlar. Ünal Bey ise Almanya’da, uzakta, neredeyse bizimle hiç görüşmeden sadece mail ve mektup yoluyla yıllar boyunca çalışıyor. Burada yanımızda olan, her şeye yakın olan, her imkânı bulabilen talebe mezun olamıyorken kısıtlı imkânlarla bu yolda ilerleyen; kaleme, kâğıda ve mürekkebe hasret şekilde, hocasından uzaktaki Ünal Bey mezun oluyor. Bu güzel durum, Avrupa’da yaşayan gençlere en güzel örnektir. Benim halamın oğlu, onun eşi ve yüzlerce binlerce genç; Avrupa’da çok başarılılar, bu beni gururlandırıyor ve heyecanlandırıyor. Ben bu çalışkanlığı kendi ülkemizde de görmek istiyorum, inşallah her şey çok daha güzel olacak.

    Son olarak bu röportaj vesilesiyle sizlere çok teşekkür ediyorum. Ümidim odur ki bu röportajı okuyan insanlar arasından sanat meraklıları çıksın. İlla hat sanatı öğrenmekten bahsetmiyorum, koleksiyoner olsun, evinin duvarına baskı değil de orijinal eserler assın. Bedii zevkini geliştirmek için bu röportaj ona bir kılavuz olsun. Tüm okurları ve sizleri selamların en güzeliyle selamlıyorum.