BALKANLARDAN HATIRLADIKLARIMIZ “TUNA GÜZERGÂHI”

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Osmanlı’da ilk mektep kitapları bunun gibi cümlelerle başlarmış. Yahya Kemal, “Türk’ün gönlünde dağ varsa Balkan’dır, nehir varsa Tuna’dır” diyor. 1354’te Süleyman Paşa’nın Gelibolu’ya çıkmasıyla başlayan Osmanoğullarının Rumeli fütuhatını tersine döndüren eskilerin 93 Harbi dedikleri 1293/1877-78 Osmanlı-Rus harbinin 140. yılındayız. 1683, 2. Viyana bozgununun da 334. yılı.

    Bu güzergâhla ilişkimiz Osmanlılardan yaklaşık 1000 sene önce Karadeniz’in kuzeyinden göçen Türk kavimleri ile başlamaktadır. 500 küsur yıl yurdumuz olan Balkan yarımadamızın tarih, coğrafyasından bazı noktalara temas etmek suretiyle, hafızamızı tazelemek istedik. Balkanların genelinden değil de Tuna nehri güzergâhını takiben yapmaya çalışacağız. Bu kavimlerden ilk ikisi Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan 16 yıldızdan ikisini temsil eden Avrupa Hun İmparatorluğu (M.S. 375-469) ile Avar İmparatorluğu’nu (M.S. 565-835) kurmuş olan Hunlar ile Avarlardır.

    Tarih boyunca Traklar, İlirler, Brigidler, Edonlar, Payonlar, Pelagonyalılar, Dorlar, Vandallar, Vikingler, Gotlar, Romalılar, Slavlar ve Türkler Balkanlara gelmişlerdir. Türk gruplarını Hunlar, Avarlar, Macarlar, Bulgarlar, Kıpçaklar (Kumanlar) ve Peçenekler oluşturmakta idi. Hunlar, bugünkü Fransa’ya kadar gitmişlerse de diğer kavimler Tuna’nın Regensburg ve Viyana’ya kadarki havzasında ve bugünkü Makedonya coğrafyasında yerleşmişlerdir. Öncelikle bu bölgede yer alan kavimlerin geliş ve belli başlı ilerleyişlerine göz attıktan sonra Tuna üzerinde yer alan şehirlerin bize müteallik yönlerinden bahsetmeye çalışacağız.

    Tuna Coğrafyasına Gelişimiz
    Attila, Fransa’ya kadar ilerleyerek Avrupa Hun Devletine en parlak dönemini yaşatmış ve bugünkü Avrupa devletlerinin demografik yapısını oluşturan Kavimler Göçünü başlatarak tarihe yön vermiştir. Attila, 447 tarihinde Bizans’ın Balkan topraklarına saldırmış ve Makedonya ve güneyde Mora yarımadasına ve İstanbul önlerine kadar bütün toprakları ele geçirmiş, Sirmium (Srem Mitroviçası), Singidinum (Belgrat), Naissus (Niş), Serdika (Sofya) ve Scupi (Üsküp) şehirlerini hâkimiyeti altına almıştır. Attila’nın ilerleyişi Roma’ya kadar devam etmiş. Hitabeti ile meşhur Papa Leo 1 (“Büyük Leo”) başkanlığında konsül G. Avianus ve eski “praefecture” Trygetius’dan kurulu bir heyet, Mincio ırmağının Po nehrine döküldüğü düzlükte ordugâhını kurmuş olan Attila tarafından kabul edilmiş (452 Temmuz ortası), Papa 1. Leo’nun barış isteği üzere Roma’yı haraca bağlayarak kuzeye doğru çekilmiştir.

    Bir sene sonra 453’te 60 yaşlarındaki Attila’nın şüpheli ölümü sonrasında Hun Türklerinin bir kısmı bölgede bulunan Avarların hâkimiyetine girerek Karadeniz’in kuzeyinden Tuna boyuna kadar birçok bölgede yerleşmişlerdir.

    Tarihî kaynaklarda II. yüzyıldan itibaren Hun-Türk kavimlerinin Avrupa’nın doğusunda, Ural dağlarının güneyinde göründükleri bilinir. İlk defa olarak Avrupa’da devlet kuran Türk kavmi, daha sonraki adıyla Attila Hunlarıdır. Bütün doğudan gelen kavimler gibi Hunlar da, Macar ovasının Tuna ve Tisa ırmakları arasındaki bozkır uzantısını kendi göçebe hayatları için daha uygun buldular. Burası aynı zamanda yolların bir uğrak ve kesişme noktası olması dolayısıyla stratejik bakımdan da çok mühim bir yerdi. Merkez, Don ırmağının ötesinde bulunuyordu. Balkanların Türkleşmesi, M. S. 4. yüzyıl sonlarında Avrupa’da Hun Türkleri ile başladığı kabul edilir. 374 yılında başlayan Avrupa Hunlarının İdil (Volga) Irmağı’nı geçerek Doğu Avrupa steplerindeki kavimleri Batı Avrupa’ya doğru sürmesi olayına, “Kavimler Göçü” adı verilmiştir. Hunları, 610’larda Avar Türkleri ve 670’lerde Bulgar Türkleri takip eder.

    Avarlar, doğuya doğru hareket hâlinde olan Avrupa Hunlarını ve Kuzey Kafkasya kavimlerini hâkimiyetleri altına alarak Tuna, Panonya (Batı Macaristan), Hazar denizi sahilleri ve kuzey Karadeniz alanlarında, daha sonra Doğu Avrupa’da hâkim olmuşlardır. Avrupa’da güçlü bir devlet hâline gelen Avarlar, Bizans üzerine yürüyerek, İstanbul’u iki kez kuşattılar. (Bunlardan sonuç alınamamış olsa da, Türk tarihinin ilk İstanbul kuşatması olması nedeniyle önemlidir.)

    Bizans, Avarlar ve onlara tabi olan orta Tuna bölgesi Slav kabilelerinin artan baskısı ile karşı karşıya kaldı. Avar Kağanı Bayan 582 yılında Sirnium’a girdi. İki yıl sonra Viminacium ve geçici bir süre için Singidunum (bugünkü adı Belgrad) da düştü. Avar-Slav dalgası bütün Balkanlara yayılmaya başladı. Avarlar da siyasi egemenliklerini kaybettikten sonra Türk kimliklerini koruyamadılar.

    Macarlar: Macarlar, IX. yüzyılda Macar Ovası’na gelip yerleşmişlerdir. Bu sıralarda Macarların başında bulunan Arpad hanedanı Türk’tü, Mete’den, Attila’dan indiği iddiasındaydı. Arpadlar, sonradan Katolik oldular, kendilerini kral ilan ettiler, Avrupa’nın büyük devletlerinden birini kurdular, Bir ara Altınordu İmparatorluğuna tabi oldular.

    Bulgarlar: Batı Hunları ve Ogur Türklerinin karışmasıyla ortaya çıkan Türk topluluğuna Bulgar denir. Etelköz’de, Bulgar Türklerinin son kağanı olan Kuvrat, eceli yaklaşınca 650’de beş oğlunu yanına çağırmış ve onlara birbirlerinden ayrılmamayı tavsiye etmiştir. Ama o ölür ölmez, çocukları sözünü dinlememiş, hemen ayrılmışlardır. Bulgar Türklerinden bir grup bugünkü İtalya’ya kadar ilerlemiş ve Venedik taraflarına yerleşmiştir. Diğerleri ise Karpatlar Havzasına ve özellikle de Balkanlara yerleşmişlerdir. Bulgar Türklerinin daha kalabalık bir grubu ise Hazarların yanında kalmış, 737’deki Arap akınından sonra Macarların bir grubuyla birlikte kuzey-doğuya, Volga’nın dirseğine göç etmişlerdi.

    Tuna Bulgarları: 680 yılında Azak Denizi civarındaki Büyük Bulgarya adıyla anılan Bulgar Hanlığının dağılmasından sonra Asparukh (Asparuh)-(İsperih) Han liderliğindeki Kutrigur Bulgarları, bugünkü Kuzeydoğu Bulgaristan Dobruca topraklarına yerleşerek, Ağbaba (Pliska) merkezli Tuna Bulgar Hanlığının temelini atarlar. Müslümanların İstanbul’u kuşatmalarından (674-678) faydalanarak Kurum Han zamanında Bizans’ı kuşattılar. (Avarlardan sonra Bizans’ı kuşatan 2. Türk kavmidir.) ve Bizans’ı anlaşmaya mecbur bıraktılar (681) Böylece Tuna Bulgarları Balkanlar’da ve Orta Avrupa’da önemli bir siyasi varlık hâline geldi. Bilhassa Kurum Han (803-814) ve Omurtag Han (814-831) zamanında Bulgarlar en parlak devirlerini yaşadılar. Sofya, Niş Belgrad, Üsküp gibi önemli merkezler arasındaki ticaret yollarını ellerine geçirdiler ve ekonomik bakımdan geliştiler. Ancak Malamir Han zamanında (831-836) Bulgarlar arasında Bizans’ın tesiriyle Hristiyanlık yayılmaya başladı ve Persiyan Han döneminde (836-852) devam etti. Nihayet Boris Han’ın (859-890) Hristiyanlığı kabul etmesiyle (864) Tuna Bulgarları bütünüyle Hristiyan oldular ve zamanla Slavlaşarak kendi öz dillerini unuttular.

    Kumanlar: (Kıpçaklar) Kıpçakların batı kolunu oluşturan Kumanlar, Deşt-i kıpçak bölgesi Moğol istilasına uğrayınca Kıpçak boylarının bir kısmı Avrupa’ya doğru göçe başlarlar, işte Avrupa’ya göç eden bu Kıpçak boyları Kumanlar olarak tanımlanır. Kumanlar bir Oğuz boyu olan Peçenekler ile savaşıp onları önlerinden sürünce Avrupa’ya akınlar düzenlemeye başlarlar. Macaristan, Polonya, Romanya, Balkanlar ve Bizans’a sürekli akınlar düzenlerler, Uzlar (Oğuzlar) (Uzlar ilk yurtları Hazar Denizi çevresi olan Oğuz topluluklarıdır. XI. Yüzyıl’da batıya doğru ilerlediler ve Doğu Avrupa’yı yağmaladılar. Balkanlarda Peçeneklerle savaştılar. Bizans ordusunda paralı asker olarak savaştılar. Macaristan’a yerleşerek Hristiyanlığı benimsediler. Bu bölgede yaşayan Gagavuzlar özelliklerini yitirmemiş Uz topluluklarıdır), Peçenekler, Hazarlar Avrupa’ya giden Türk kavimlerindendir. Ancak bunlar da varlıklarını uzun süre devam ettirememişler ve bulundukları bölgenin kültürleri arasında eriyip yok olmuşlardır.

    11. yüzyılda Tuna üzerinden gelerek kalabalık kitleler hâlinde akın eden Türk kavimlerinin, Balkan Yarımadası’nı büyük ölçüde Türkleştirdiği görülür. 1036 yılında Tuna’yı geçerek Silistre- Şumnu arasında Deliorman topraklarına yerleşen Turak Han liderliğindeki Peçenek Türkleri, Turakhan (Tutrakan) Kalesi’ni kurarak, Bizans’ın Tuna sınırını korumakla görevlendirilirler. 1110 yıllarından itibaren bir kısmı İslamiyet’i seçerler.

    1263-64’te Konya Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus ve amcası, Sarı Saltuk önderliğindeki Selçuklu Türkleri Babadağ civarındaki bir bölgeye yerleşmişlerdir. Dobruca adının da bu devletin başına geçen Kuman asıllı Dobrotiç’ten geldiği tahmin edilmektedir. XIII. yüzyılın ortalarından XIV. yüzyılın sonlarına kadar ise, Altınordu Devleti’nin sınırlarının Tuna’ya kadar genişlemesi üzerine; Kıpçak Bozkırlarındaki Tatar Türklerinden bir kısmı, Dobruca Bölgesi’ne gelip yerleşmişlerdir.

    XIV. yüzyılda, Aydınoğulları Beyliği’nin Dobruca bölgesine yaptığı birkaç saldırıdan sonra, Balkanlar’da asırlar sürecek yeni bir dönem başlamıştır. 1391’de, Osmanlılara vergi vermeyi kabul eden Eflak (Valahia), Yıldırım Bayezit’in 1397deki Niğbolu zaferinden sonra ise, kesin olarak Osmanlı hâkimiyetine geçmiştir. Bu zaferle yeni bir dönem başlamış ve II. Beyazıt Dobruca’yı fethettikten sonra Karadeniz’in kuzeyinden çağırdığı Tatarlarla, Anadolu’dan getirdiği çoğu konar-göçer (yörük) olan Türkleri, Dobruca’ya yerleştirmiştir. Boğdan ise II. Beyazıt’ın, 1484’te Kili (Kilia) ve Akkerman’ı fethinden sonra Osmanlılar’a bağlanmıştır. Eflak ve Boğdan, Osmanlılar’a bağlandıktan sonra önemli hak ve ayrıcalıklara sahip özerk bir prenslik olarak yöneltilmiştir. Bunlarda, Osmanlı Kanunları tatbik edilmemiş beylerbeyi ve kadı da gönderilmemiş, hudut kaleleriyle, askerî teşkilat bulundurulmuştur. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşından sonra Romanya’nın bağımsızlığını kazanmasıyla, Dobruca’yı Romenleştirme çalışmaları başlamış, ellerinden toprakları alınan Türkler akın akın ak topraklar dedikleri Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmışlardır. Göçler 1910’a kadar yoğun bir şekilde devam etmiştir.

    Osmanlı Devleti, kısa zamanda genişleyip, 14. yüzyılda Avrupa kıtasına da hâkim olmaya başladı. Osman Bey devrinde, Rumeli’ye ilk akın 1324 yılında yapıldı. Sultan Birinci Murat Han devrinde, 1371 Çirmen Zaferiyle Rumeliye çıkarak, önce Bulgar Devletinin topraklarını fethettiler.

    Birkaç asırlık Osmanlı Türk dönemi bu topraklarda kendi yüksek medeniyetini meydana getirmiş olup, Türk kültürünün etkisi, Macar, Makedon, Arnavut, Pomak, Bulgar, Sırp, Hırvat, Romen ve Yunan milletlerin dil, edebiyat ve sanatın her dalında, gelenek ve göreneklerinde hâlâ görmek mümkündür.

    EVLÂD-I FÂTİHÂN, Rumeli’de yaşayan Türklerle bütünleşmiş bir deyimdir. Evlâd-ı Fâtihân: “Osmanlı İmparatorluğunda 17. Yüzyılın sonlarına doğru Rumeli’ndeki Yörük ve Tatarlardan meydana getirilen askeri teşkilata verilen addır.” Osmanlı akıncı güçlerinin ilerlemelerinde büyük destek sağlıyorlardı. Gazalarda en çok şehit veren askerler daima Evlâd-ı Fâtihân askerleri olmuştur.1846’da Evlâd-ı Fâtihân teşkilatı ortadan kaldırılmıştır.

    Tuna Vilayeti
    1864’te Osmanlı Devleti’nde Tuna Vilayeti kurulmuştur. İdari, sosyal, kültürel birçok bilginin bulunduğu salname denen yıllıklardan Tuna Vilayet Salnameleri, 1285/1868’den 1294/1877’ye kadar 10 defa yayınlanmıştır. 1856-1860 döneminde gerçekleştirilen 66 kilometrelik Köstence-Boğazköy (Çernavoda) demiryolu, Osmanlı Devleti’nin Rumeli topraklarında inşa edilen ilk demiryolu olmuştur. 1863-1866 yılları arasında, 224 kilometrelik Varna-Rusçuk hattı ise İngiliz sermayesi ile gerçekleştirilmiştir. Tuna nehrindeki kalelerle ilgili Moltke, Mektuplar’ında bilgi verir.

    1878 Osmanlı-Rus savaşı sonrası imzalanan Berlin Anlaşması ile Balkan topraklarında sınırlar yeniden çizilmeye başlamıştır. 1878 yılında Sırbistan ve Romanya bağımsızlıklarını ilan etmiş ve özerk statüde Bulgar Prensliği kurulmuştur. Berlin anlaşmasıyla, Romanya, Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ Prenslikleri kurulmuş, Bosna Avusturya’nın işgaline uğramış. Bu prensliklere, Alman hanedanından prensler getirilmiştir. Yunan kralı Otto da bir Alman ailedendir. 1908’e kadar bu prensliklerde birçok konsolosluk, okul açılmış, dergi ve gazete neşredilerek Balkan harbine gelinmiş. Birkaç hafta içinde Balkanlar elimizden çıkarılmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonunda, Slovenler, Hırvatlar, Boşnaklar ve Sırplar birleşerek “Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı”nı kurmuşlardır. Bu krallığın ismi “Yugoslavya Krallığı” şeklinde değiştirilmiştir.

    1912–1913 Balkan savaşı felaketinden sonra, Rumeli, Osmanlı hâkimiyetinden çıktı. Bölgedeki Türk ve Müslüman ahali Anadolu’ya göç etmek mecburiyetinde kaldı. Buna rağmen, bölgede hala çok sayıda Türk-İslam nüfusu yaşamaktadır.

    Günümüzde Balkanlardaki nüfus hareketlerine bakıldığında, Müslüman Türk nüfus hayli gerilemiştir. Müslüman nüfus yaklaşık 8 milyon civarındadır ki, bölgenin toplam nüfusunun % 12’sidir. Türk nüfus ise 1,5 milyon civarındadır. Oysa 1850’lerde Müslümanların oranı % 40’lar düzeyindeydi. (1830-1867 yılları arasında Sırbistan nüfusunun %65’i Müslümanlardan oluşuyordu.)

    Tuna Coğrafyası
    120 kadar ırmak Tuna’yı beslemektedir. Bunlar arasında 500 km’den daha uzun olanlar İnn (505), Drava (893), Tisza (966), Sava (861), Morava (563), Olt (542), Siret (726) ve Prut (950)’dur. Tuna’ya, çoğu Alplerle, Karpatlar’dan gelen 300’den fazla kol katılır. Romanya Sırbistan sınırında Demirkapı Boğazında büyük bir hidroelektrik santralı vardır. Akışını düzenlemek için kanallar açılmıştır. Nehirde özel olarak yapılmış gemilerle ulaşım sağlanmaktadır. Demirkapı’dan Karadeniz’e kadar olan kısımlar ekseri kışın donar. Donma müddeti aşağı yukarı 40 gün kadar sürer. Tuna, kaynağından yaklaşık 50 km. sonra İmmendingen kasabası yakınında sularının büyük bir kısmını kaybeder. Bu kireçli topraklarda yitirdiği sularını 11 km. ötede çıkan Aach Çayı’na (Ren’in küçük bir kolu) katılır. Rhein nehri ile Tuna’yı 1992’de açılan Main-Tuna kanalı birbirine bağlar. Bu kanallar ticaret amaçlı kullanılmaktadır. En önemli kanallar ise, Tuna- Karadeniz Kanalı, Tuna- Tizsa- Tuna Kanalı, Ren- Main-Tuna Kanalı’dır. Tuna nehrinde 78 tane iskele bulunmaktadır.

    Tuna’da Seyrüsefer
    Tuna Nehri üzerindeki seyrüsefer, 17. ve 18. yüzyıllarda gelişen deniz ticaretini ellerinde tutan büyük devletlerin denizlerle bağlantılı iç sulara yönelmeleri üzerine dikkatleri çekmeye başlamıştır. İlk kez 1815 Viyana Kongresi’nde kabul edilen bir seri kararla, uluslararası nehirlerin seyrüsefere müsait bölümlerinde ticari seyrüseferin serbest olduğu ve hiç kimsenin bu imkândan mahrum bırakılmayacağı hükme bağlanmıştır. Bu ilke kararları, buharlı gemilerle seyrüseferin başlaması ve Kırım Savaşının (1853-1856) sona ermesiyle uygulamaya konmuştur. 1856 Paris Antlaşmasıyla Tuna’ya sahili bulunan 4 devletin, Osmanlı ve Avusturya İmparatorlukları ile Bavyera ve Württemberg Krallıklarının, müşterek komisyon hâlinde Tuna üzerindeki nehir trafiğini düzenlemesi kararlaştırılmış ve Sulina’dan önce İsaccea’ya, sonra İbrail (Braila)’e  kadarki Aşağı Tuna bölgesi için “Tuna Avrupa Komisyonu,” geri kalan kısım için ise “Tuna Uluslararası Komisyonu” kurulmuştur. Merkezini Kalas’ta (Galatz) açan “Tuna Avrupa Komisyonu”na yalnız kıyıdaş ülkeler değil, Fransa, İngiltere, Prusya (Almanya) ve harbe katıldığı için Sardunya (İtalya) da katılmıştır. 1948’de toplanan Belgrad Konferansı’nda Tuna üzerinde trafiği düzenleyen yeni bir sözleşme kabul edilmiştir. Tuna’ya kıyıdaş olmayan ülkeler, Türkiye ve Fransa, sözleşmenin dışında bırakılmıştır.

    Tuna nehrini merkeze alarak Balkanlardaki Osmanlı öncesi ve Osmanlı devri Türk tarihini genel hatlarıyla anlattık. Bir sonraki yazımızda, yine Tuna güzergâhında son dönem Balkan tarihine odaklanacağız.