BİR KARŞILAŞMA MEKÂNI OLARAK MÜZE
Postmodern ve postkolonyal bir dünyada çelişkilerin koynunda sürekli değişip dönüşen müze, eleştirmekten kendimizi alamasak da bizi kendisine doğru çekmeye devam ediyor. Kolonyalizmin derin izlerinin silinemediği ancak kültürel mirasın yeniden keşfedilip yorumlandığı, çatışmalı meselelerin yeni paradigmalar çerçevesinde tartışmaya açıldığı bir platforma dönüşen müze, hâkim kültürün çatısı altında farklı kimliklerin temsil edildiği bir “karşılaşma mekânı” olarak da yorumlanabilir. Bu bağlamda “müze-ziyaretçi ilişkisi”nin arkasında yatan tarihî, siyasi, felsefi pek çok meseleyi de hatırlamamız kaçınılmazdır.
Esasen müzeler On Sekizinci yüzyıl ortalarından itibaren ortaya çıkan “modern uygarlık tasavvurunun cisimleştiği ve belletildiği ortamları oluşturur. Modern birey, ulus ve evren hakkındaki fikirler bu ortamda canlandırılır ve birbiriyle eklemlenir. ‘Yurttaş’ burada terbiye olur ve kamusallık bilinci kazanır”1 Elbette müzeler bugün kendilerini böyle tanımlamıyor. Ancak globalist, post-kolonyalist ve post-modernist söylemler ile kültürel çoğulculuk, çok-kültürlülük ve kültürel çeşitlilik gibi kavramlar üzerinden üretilen politikalar pek çok kurumun kendisini ve toplumla ilişkisini yeniden tanımlamasına yol açıyor. Bu atmosferde kurulan demokratik ve iyimser dil belki en çok müzeler tarafından benimsendi. 2010’ların başında birkaç ay arayla Angela Merkel’in çok-kültürlülük öldü açıklaması2 ve David Cameron’un çok-kültürlülüğün başarısız olduğunu ilan etmesinin3 rdından, giderek şiddetini artıran küresel çatışmalar, yükselişe geçen ırkçılık ve ekonomik krizlerle birlikte düşen ziyaretçi sayısına4 rağmen müzeler bu iyimser dile sahip çıkmaya devam ediyorlar.
Bu minvalde James Clifford’un “Museums as Contact Zones”5 isimli ilham verici makalesinin yayınlamasından bu yana, müzeler bir kültürel temas alanı, bir buluşma noktası (contact zone) olarak tanımlanmaktadır. Makalesinde Amerika’daki yerliler ile müzeler arasındaki tek yönlü ilişkiyi sorunsallaştıran Clifford, Portland Sanat Müzesi çalışanları ile Amerika yerlilerinin yaşlıları arasında bilhassa kutsal objeler konusunda çıkan fikir ayrılığına dikkat çekmiştir. Kişiler arasındaki sorunlu iletişimi daha iyi ortak bir anlayışa ulaşmanın ilk adımı olarak gören Clifford, Müzeyi farklı kültürlerin bir araya geldiği, iletişim kurduğu, hatta çatıştığı bir bölge olarak tanımlamıştır. Esasen Clifford, makalesinde, Mary Louise Pratt’in kolonyal karşılaşmalar bağlamında ortaya attığı “the contact zone” kavramını müzecilik alanına adapte etmiştir. “The Arts of the Contact Zone” isimli makalesinde söz konusu kavramı “kültürlerin buluştuğu, çatıştığı ve birbirleri ile cedelleştiği sosyal bir alan olarak tanımlayan Pratt, bu karşılaşmayı çoğu zaman sömürgecilik, kölelik veya bunların hâlen devam eden asimetrik iktidar ilişkilerinin kötü sonuçları olarak gösterir. Baskın kültürün bu mekânlarda diğer kültürler arasında bir nevi arabuluculuk (!) yaparak emperyalist programın devamlılığına temas ettiği aşikârdır6.
Kültürler arası bu bağlamda müzeler tecrübesi bir “karşılaşma” olarak görülüp yorumlanabilir. Tarafların hepsini bir şekilde etkileyen ve değiştiren ‘karşılaşma’ kavramı bir tanıdık ile bir araya gelme, beklenmedik rastlaşma, yeni birisiyle tanışma gibi olumlu veya nötr anlamların yanı sıra rekabet, hasımlık, meydan okuma, yüzleşme, gibi gerilimli imalar da içerir. Ziyaretçiye bir karşılaşma imkânı sunan modern müze; yağmanın aklileştirilmesi, emperyal gurur ve demokratik sofulukla inşa edilmiş tarihi7 ile bu gerilimi besler. Karşılaşma kavramı gibi çok katmanlı ve çelişkili anlamlarla yüklenen müze “aynı anda hem elitist bir dinin mabedi, hem de demokratik bir eğitim aracı” olarak “daha başlangıcından itibaren şizofreniyle malul”dür.8 Bir yandan objeye değer katarken diğer yandan onun geçmişte kalmış, köhnemiş bir şey olduğunu onaylayan müze, hakikat iddiasında bulunurken; objeleri bağlamından kopararak anlamlarını bozar ve yeni anlamlar inşa eder. Böylesi bir zeminde müze ziyaretçisi müzede sadece “öteki’’ kültürlerle değil aynı zamanda ‘kendisi’ ile de karşılaşır. Hem “öteki”ni hem de “kendi”ni küratörün gözünden seyreder.
Küratör Merkezli Müzecilikten Ziyaretçi Merkezli Müzeciliğe:
Post-kolonyal dönemde yukarıdan (hükümet ve fon sağlayan oluşumlar) ve aşağıdan (ziyaretçi/izleyici) gelen baskıların da etkisiyle müzeler değişime uğramıştır. Daha demokratik felsefelerin benimsenmesi, artan kamusal inceleme, hesap verme sorumluluğu ve pazar bilinci daha fazla ziyaretçi çekmek için vizyon geliştirme ihtiyacı olarak açabileceğimiz bu baskılar müzeleri ziyaretçiyi merkeze alan politikalar üretmek zorunda bırakmıştır.9 Ziyaretçi merkezli müzecilikte ise ziyaretçi anlayışının ve gerçek bilginin sürekli olarak güncellenmesi konusunda taahhütte bulunmak gerekir. Artık küratörün baskın, didaktik varlığı mümkün olduğunca az hissettirilir. Bu anlayışa göre her ziyaretçi biriciktir ve müzeye kendi kültürel alt yapısı ile gelir. Sergilenen objelerle irtibatı bu kültürel alt yapı üzerinden kurar. Dolayısıyla küratör tek tek objeler üzerindeki ve galerinin genelindeki mutlak gücünden feragat etmek durumunda kalır.10 Ziyaretçinin merkeze alınması noktasında içe dönük çalışmalar yapılmasına rağmen; müzeler, ziyaretçi profilinin tüm kesimleri temsil etmediğini tek-tip, tek-kültürlü bir yapı sergilediğinin farkındadır.11
2011 senesinde British Museum Islamic World Gallery küratörlerinden Venetia Porter12 kendisi ile gerçekleştirdiğim röportajda Müslüman ziyaretçilerin bilhassa bu galeriye olan ilgilerini artırma noktasında hususi bir çalışmalarının olmadığını ve aslında bunu nasıl yapacaklarını o gün için bilmediklerini açık yüreklilikle ifade etmesi bu konuda birinci ağızdan bir açıklama olması bakımından önemlidir.
Ziyaretçi Araştırmaları ve Müslüman Müze Ziyaretçisi:
Ziyaretçi merkezli politika yürüten müzeler için nicel ve nitel ziyaretçi araştırmaların önemi her geçen gün artmaktadır.13 Bilhassa ziyaretçinin beklentileri, motivasyonu ve ihtiyaçları üzerine elde edilecek nitel bilgilerin değerlendirilmesi müzelere sürekli gelişim ve ziyaretçi artışı noktasında öneri mahiyetinde olacaktır. Bu yönde takip edilmesi gereken metotlardan birisi de müze ziyaretçilerini toplumun farklı kesimlerini içine alacak çeşitli alt gruplara ayırmaktır. Mesela bir dine mensubiyet noktasında “Müslüman ziyaretçi” kavramı da müzeler için anlamlı bir araştırma grubunu ifade edebilir. Bununla birlikte Müslüman ziyaretçi kavramının sınırlarını belirlemenin zorluklarının ve risklerinin farkında olmak gerekir. Kendi içerisinde kültürel çeşitliliğe sahip, modernleşme süreçlerinden geçmiş bir “İslam dünyası”nın mensupları olan Müslümanlar kendilerini dinden ziyade başka kimlikler üzerinden ifade ediyor olabilirler. Bu konuda Venetia Porter da bir küratör olarak Müslüman ziyaretçiyi tanımlamanın zorluğuna işaret etmiş, hatta aynı zorluğun “Müslüman sanatçı”yı tanımlarken de yaşadıklarını dile getirmiştir. Pek çok sanatçı çeşitli sebeplerden ötürü kendisini “Müslüman sanatçı” sanatını da “İslam sanatı” olarak nitelemeyi tercih etmemektedir.14 Bu problemlerin bertaraf edilmesi için Müslüman ziyaretçi adı altında oluşturulacak alt çalışma gruplarının dikkatle belirlenmesi gerekmektedir. Her şeye rağmen Müslüman topluluklar arasındaki belli başlı ortak noktalar bu grubu anlamakta yardımcı olacaktır. Anket ve odak grup çalışması (focus group study) gibi araştırmalarda, Müslüman ziyaretçinin beklentilerini, taleplerini, galeriyi nasıl yorumladığını vs. anlama noktasında bazı genellemeler yapma imkanı verebilir.
Son zamanlara kadar Müslüman ziyaretçi üzerine ciddi bir çalışma yapıldığını söylemek zordur. Mesela British Museum’un özellikle İslam galerisi’ne yönelik bir Müslüman ziyaretçi araştırması yapmaması ilginçtir. Porter, bu konuda bir çalışma yapılmadığını onaylamış, galeri hazırlık veya güncelleme çalışmalarında sadece İslam inancı ile ilgili konularda bireysel danışmanlık alındığını belirtmiştir. Çünkü Porter, sergilenen koleksiyonun ağırlıklı kısmını oluşturan objeleri yüksek sanat objeleri (high-art) olarak tanımlamaktadır ve ona göre küratörler bu objeleri anlayabilecek ve tanımlayabilecek niteliktedir. Dolayısıyla küratör, bu konuda Müslüman topluma danışmaya ihtiyaçları olmadığını ima etmiştir.15
Peki bir Müslüman müze ile karşılaştığında diğer topluluklardan farklı olarak nasıl bir müze tecrübesi yaşar? Esasen, Müslüman bir ziyaretçinin müze tecrübesini gözlemlemek bazı farklı kimliklerin müze davranış biçimlerini anlamak açısından ilginç ve heyecan verici detaylarla doludur. Örneğin: 2014 senesinde British Museum’u ziyaret eden Müslüman bir kadın turist kendisine refakat etmemi istemiş; bilhassa Mısır mumyalarının bulunduğu galeriyi görmek istediğini belirtmişti. Çünkü 80’lerde Türkiye’de yayınlanan bir dergi bu galeride bulunan bir mumyayı haber yapmıştı. Bu haberin Müslümanlar için çarpıcı olan yanı ise Hz. Musa dönemindeki Firavun olabileceğine dair yorumlardı ve müze arkadaşım bu mumyayı mutlaka görmeliydi. Galeriye girdiğimizde hem meraklı hem de huzursuzdu. Yorumlarından anladığım kadarıyla rahatsızlığının üç sebebi olmalıydı: Birincisi ona göre ölü insan bedeninin bir müze vitrininde değil toprağın altında olması gerekirdi ki bu düşünce onun dinî inancından kaynaklanıyordu. İkincisi bu galerideki her bir mumya ona göre Hz. Musa’ya ve inananlara zulmeden Firavun’u temsil ediyordu, dolayısıyla dinî açıdan onlarla aynı yerde bulunmaktan dolayı mutsuzdu. Son olarak ölmüş insan bedenlerine bakmak, incelemek fotoğrafını çekmek birçok insan gibi onun da tahammülünü zorluyordu. Tabii bu Müslüman ziyaretçinin müzecilik alanında devam eden “insan kalıntılarını sergilemenin etik olup olmadığı” konusundaki tartışmalardan hiç haberi yoktu.
Aynı ziyaretçi İslam galerisine (Islamic World Gallery) girdiğinde ise daha farklı bir ziyaretçi davranışı sergiledi. İngiltere’ye geldiğinden beri ilk defa kendi dinine ve kültürüne ait nesnelerle karşılaşmıştı. Bu nesneler Birtish Museum’un İslam galerisini onun gözünde kutsal bir mekâna dönüştürüvermişti. Bu ruh hâli ile bir kenarda ellerini açıp dua etti. Elbette objelerin tarihsel ve sanatsal değerlerini takdir ediyordu ama onu ilk ilgilendiren şey bu objelerin dinî bağlamları oldu. Dolayısıyla galeri ile diğer ziyaretçilerden farklı bir duygusal bağ kurdu. Tüm bu eserler ona yabancı bir yerde yolda bir dostla karşılamış gibi hissettirmiş olmalıydı.
Müze tecrübesi nerede olursa olsun ziyaretçiye karmaşık ve çelişkili hisler yaşatan bir tecrübedir. Özellikle kendisinin azınlık olduğu yabancı bir ülkede bu tecrübenin en çarpıcı anı kişi farkında olmasa da müzede “kendisi” ile karşılaştığı andır. Bu bağlamda bir Müslüman bir ziyaretçinin İslam sanat eserleri ile dolu bir galeride ne hissettiğini takip etmek müzecilik çalışmaları açısından anlamlı bir gayrettir. Bu minvalde nicel verilerin yanı sıra nitel konuları da ihtiva edecek daha derin sorular da sorulabilir: ‘Müslüman ziyaretçinin beklentileri ile İslam galerisinde karşılaştığı şey örtüşüyor mu? Bağlamlarından koparılmış eserleri müzede görmekle orijinal yerlerinde görmek arasındaki farkı hissedebilir mi? Kutsiyet atfettiği objeler karşısında estetik zevkle birlikte dinî bir tecrübe de yaşar mı? Bu objelerle dinî mekânlarda karşılaştığındaki davranışı ile seküler bir mekân olan müzede karşılaştığındaki davranışı aynı mıdır? Bunları müzede görmek onu rahatsız eder mi? Bir müslümanın dinî tecrübe edişinde bu karşılaşmadan sonra bir değişim bir dönüşüm yaşanır mı? Müzeye tekrar gelmek ister mi?’ Bu sorulara verilecek cevaplar elbette ziyaretçinin yaş, eğitim, cinsiyet, hayat görüşü, etnik kimliği gibi kişisel özelliklerine bağlı olarak değişiklik gösterecektir.
Londra Müslüman Toplulukları ve British Museum İslam Dünyası Galerisi:
2011 senesinde British Museum Islamic World Gallery ve Müslüman topluluklar hakkında yaptığım küçük çapta bir araştırma bu konuda benim için bir başlangıç oluşturdu.16 BM’nin Londra’da yaşayan toplumun farklı kesimleri ile sıkı ilişkileri olmasına rağmen IWG’yi herhangi bir sosyal ve dinî kimliğin temsil edildiği bir galeri olarak görmediği ve bu noktada bir çalışma yapmadığı anlaşılıyordu. Galerinin hedef kitlesi “müzeye gelen herkes” olarak belirleyen Küratör Porter, ancak özel geçici sergilerde belli bir kesim hedef alınabileceğini belirtmişti. Benim içinse çalışmanın amacı, yukarıda tartıştığımız mevzunun Londra’da yaşayan Müslümanlar açısından, İslam inancının ve İslam sanatının müzede temsilini nasıl anladıkları ve verilen mesajı nasıl yorumladıkları gibi sorulara yanıt bulmaktı. Bu araştırmada Islamic World Gallery küratörü ile röportajın yanı sıra Londra’da yaşayan Müslümanlarla odak grup çalışması gerçekleştirdim. Odak grup çalışmasında iki farklı grup belirledim. İlk grup Londra’ya yeni göç etmiş dokuz Bangladeşli Müslüman kadından, İkinci grup ise Londra’da yüksek eğitim alan beş Müslüman öğrenciden oluşuyordu.
Galeride sergilenen koleksiyonun büyük kısmını yüksek sanat objeleri (high-art) olarak tanımlayan Porter, küratörler bu objeleri tanımlayabilecek eğitime sahip olduklarının altını çizdi. Aslında küratör bütün bunları söylerken sanat konusunda Müslüman topluma danışmaya ihtiyaçları olmadığını ima etmişti. Ancak bununla birlikte, yaptığımız çalışmayı çok önemsediğini, bilhassa Bangladeşli göçmen kadınların galeride çoğunlukta bulunan yüksek sanat objeleri ile nasıl bir bağ kuracağını merak ettiğini de dile getirdi. Çünkü Porter’in tahminine göre bu kadınlar galeriye geldiklerinde kendilerini yabancı hissedecekler, sadece “Şehadet” ve “Besmele” gibi üzerinde Arapça yazılar bulunan bazı objelerle yakınlık kuracaklardı. Araştırmaya katılan iki grup arasındaki en temel benzerlik her iki grubun üyelerinin de İngiltere’ye kısa bir süre önce gelmiş olmalarıydı (ikinci gruptaki İngiliz vatandaşı olan katılımcı müstesna). Dolayısıyla her iki grubun üyeleri de önceden şartlanmamış, İngiltere’deki öğrenilmiş müze davranışlarını uzun süre tecrübe etmemişti. Ancak ikinci grubun üyelerinin (öğrenciler) tamamı Londra’daki çeşitli müzeleri önceden ziyaret etmişlerdi. İngiltere müzeleri hakkında belli bir fikre sahiptiler ve IWG’i diğer İslam galerileri ile mukayese etme imkânları vardı.
Birinci grup (Bangladeşli kadın göçmenler) katılımcılarıyla yaptığımız Müze/galeri ziyareti oldukça heyecanlı başladı. Çünkü kendi ülkelerinde dahi müze ziyaret etmemişlerdi ve bu ziyaret çoğunun ilk müze tecrübesi olacaktı. Hepsi çok özenli giyinmişlerdi. Galeride daha çok dinî objeler göreceklerini tahmin ediyorlardı. Galeriyi ziyaretin ardından Bengalce bilen tercüman yardımıyla galeride yaşadıkları tecrübe hakkında tartışma gerçekleştirdik. Galeri hakkındaki genel fikirleri son derece olumluydu. Bilhassa girişte ziyaretçiyi ilk karşılayan vitrin onları heyecanlandırmıştı. Bu vitrinde her sene British Library koleksiyonlarında bulunan, her defasında farklı bir coğrafyaya ait olmasına özen gösterilen yazma bir Kur’ân-ı Kerîm sergileniyordu. Ayrıca son derece zayıf bir vitrin olmasına rağmen Güney Asya- Hint bölgesine ait objeleri görmek onları mutlu etmişti. Hatta içlerinden birisi Güney Asya ve Hindistan tarihi hakkında dersler aldığını ancak o dönemlere ait objeleri daha önce hiç görmediğini söyledi. Bir diğeri, ancak televizyonda gördüğü eşyaları bu galeride yakından gördüğü için mutlu olduğunu ekledi. Galerinin teması hakkında en genel intibaları “İslam tarihinin ne kadar büyük olduğu” ve “Müslümanların geçmişte neler yaptığı, nasıl güçlü, dürüst ve donanımlı oldukları” yönündeydi. Bu sebepten galeride kendilerini Müslüman olmayan diğer ziyaretçilerden farklı hissetmişlerdi. Yine bir diğer katılımcının çini koleksiyonundan bahsederken “tabaklardan gerçekten hoşlandım” demesi İslam sanatlarına dair terminolojiyi bilmediğini ve etiketleri de okuyamadığını gösteriyordu. Onları galeride en çok hayal kırıklığına uğratan şey ise İslam’ın ilk yıllarına ve kutsal topraklara dair dinî objelerin eksikliğiydi. Katılımcılardan birisi “Sanırım Kabe hakkında daha fazla şey bekliyordum. Keşke Sahabe dönemine, İslam tarihine ve önemli şahsiyetle dair daha fazla şey satın alsalar” şeklinde yorum yaparak bilmeden de olsa müzenin satın alma politikası hakkında bir öneride bulunmuş dahi oldu.
Netice olarak birinci grubun üyeleri daha çok İslam tarihi hakkında konuşmak isteseler de; Küratör Porter’in öngördüğünün aksine, galerideki objelerle sadece dinî ve tarihî bağlamları üzerinden değil; estetik anlamda da bağ kurmuşlardı.
Çalışmaya katkıda bulunan diğer grup Londra’da yüksek öğrenim gören Müslümanlardan öğrencilerden oluştuğu için galeriye daha eleştirel yaklaştı. Genel olarak galeride yer alan objelerden memnun oldukları hâlde, galerinin kendisini beğenmediklerini ifade ettiler. Galerinin müzedeki yeri de diğer galerilerden izole edilmiş olduğundan bazı katılımcılar tarafından eleştirildi. Ayrıca organizasyon ve tema bakımından kafa karışıklığı yarattığı noktasında hem fikir oldular. Galeride kullanılan “Islamic” terimi de katılımcılar arasında tartışma konusu oldu. Genellemeci olan bu terimin hangi anlamda kullanıldığının anlaşılmadığı; dine mi yoksa kültüre mi gönderme yaptığının açık olmadığını dile getirildi. Grupta İslam’da kutsal ve seküler obje ayrımı olup olmadığını tartışıldı. Katılımcılardan birisi objelerin bu şekilde sınıflandırılmasının maddi kültürü yönetmek için yapıldığının altını çizdi.
Diğer bir katılımcı, galerideki mesajı iletme noktasında, İslam’ın farklı coğrafyalara yayıldığı ve öteki kültürlerle karşılaştığı, bu materyallerin de o karşılaşma sonucu ortaya çıktığı yorumunda bulundu. Aslında burada yukarıda değindiğimiz ‘karşılaşma’nın farklı bir boyutuna, yani medeniyetlerin tarih boyunca öteki kültürler karşılaşarak geliştiğine dikkat çekiyordu. Öte yandan temsil noktasında da İslam sanatına özcü (essentialist) bir yaklaşım sergilendiğine dair şüpheleri vardı. Bir diğer katılımcı da sorunun Oryantalist bakış açısından kaynakladığını düşünüyordu. Oryantalist yaklaşım nedeniyle, “Müslüman dünyanın” kendi içindeki farklılıkların tatmin edici şekilde gösterilmediğini söyledi. Çünkü Avrupa’da İslam anlayışı daha ziyade coğrafi olarak ‘Orta Doğu’ ile sınırlandırılmıştı. Dolayısıyla British Museum da bir Avrupa müzesi olarak Suriyeli bir Müslümanla Tunuslu bir Müslümanın birbirinden farklı olabileceğini söyleme konusunda başarısız bir temsil sergilemişti. Tartışma esnasında galeride İslam hakkında paketlenmiş bir müze tecrübesi sunulduğu, mevcut koleksiyonu küratörün bakış açısından görmesinin ziyaretçiye büyük bir sınırlama getirdiği öne sürüldü.
British Museum’un koleksiyonlarını bilhassa kolonyal dönem boyunca ait oldukları toplumlarda acı izler bırakarak oluşturduğunun bilinmesine rağmen her iki grubun da bu eserleri Londra’da görebilmeyi değerli bulduklarını ifade etmeleri ilginçti. Öyle anlaşılıyor ki grup üyeleri, kendilerini ait hissetmeye başladıkları bu Avrupa şehrinin müzelerinde, kendi medeniyetlerini temsil eden eserleri görmek ihtiyacını hissediyordu.
Sonuç Yerine:
Anlaşıldığı üzere Günümüzde müze tecrübesi tek yönlü bir karşılaşmadan ibaret değildir. Müzeye kendi kültürel alt yapısı, kendi teknolojisi, beklentileri, talepleri ve davranış biçimleri ile gelen müze ziyaretçisi varlığını müzeye hissettir. Bu karşılaşma müze ziyaretçisini etkilediği gibi, müzeyi de etkiler. O güne kadar Müslüman ziyaretçi üzerine bir araştırma yapmamış olan British Museum’un Bangladeşli kadın göçmenler ve Müslüman yabancı öğrenciler tarafından bilinçli bir amaçla ziyaret edilmesi muhakkak uzmanların gözünden kaçmamıştır.17 Ne de olsa “karşılaşma” tarafların hepsini değiştirip dönüştüren bir tecrübedir.
Kaynaklar:
Artun, A. (2012) Müze ve Modernlik, Tarih Sahneleri, Sanat Müzeleri 1, İstanbul: İletişim Yay.
Black, G. (2005) The Engaging Museum: Developing Museum for Visitor Involvement, Oxon:Routledge
Boast, R. (2011) “Neocolonial Collaboration: Museum as Contact Zone Revisited”, Museum Antropology, Volume 34, Issue 1, Spring 2011, pp.56-70.
Bridging Cultures, sharing experiences:An Evaluation of Hajj: Journey to the Heart of Islam at the British Museum. https://www.britishmuseum.org/pdf/British_Museum_Hajj-exhibition_evaluation.pdf
Clifford, J. (1997) “Museums as Contact Zones” in Routes: Travel and Translation in the Late Twentieth Century by James Clifford, Cambridge: Harward University Press, pp.188-219.
Çakırca, E.B. (2011) What is the London Muslim Community’s Response to the Islamic World Gallery in the British Museum, MA dissertation, International Centre for Cultural Heritage Studies, Newcastle University.
Nochlin, L. (2006) “Müzeler ve Radikaller: Bir Olağanüstü Durumlar Tarihi” Müze ve Eleştirel Düşünce:Tarih Sahneleri Sanat Müzeleri 2, içinde, ed. Ali Artun, İstanbul:İletişim Yay. s. 11-48.
Rodley, E. (2016) “On Museums and Contact Zones” at
On museums and contact zones
https://www.theguardian.com/world/2010/oct/17/angela-merkel-germany-multiculturalism-failures
http://www.bbc.com/news/uk-politics-12371994
https://www.theguardian.com/artanddesign/jonathanjonesblog/2017/feb/02/drop-uk-museum-attendance
- 1.Ali Artun (2012) Müze ve Modernlik, Tarih Sahneleri, Sanat Müzeleri 1, İstanbul:İletişim Yay., s.155.
- 2 https://www.theguardian.com/world/2010/oct/17/angela-merkel-germany-multiculturalism-failures
- 3 http://www.bbc.com/news/uk-politics-12371994a
- 4 https://www.theguardian.com/artanddesign/jonathanjonesblog/2017/feb/02/drop-uk-museum-attendance
- 5 James Clifford (1997) “Museums as Contact Zones” in Routes:Travel and Translation in th e Late Twentieth Century by James Clifford, Cambridge: Harward University Press, pp.188-219.
- 6Robin Boast (2011) “Neocolonial Collaboration: Museum as Contact Zone Revisited”, Museum Antropology, Volume 34, Issue 1, Spring 2011, pp.56-70.
- 7 Linda Nochlin (2006) “Müzeler ve Radikaller: Bir Olağanüstü Durumlar Tarihi” Müze ve Eleştirel Düşünce: Tarih Sahneleri Sanat Müzeleri 2, içinde, ed. Ali Artun, İstanbul:İletişim Yay. s.12..
- 8 Nochlin, a.g.y.
- 9 E. Hooper-Greenhill (2005) Museums and the Interpretation of Visual Culture, London and New York:Routledge, s.3.
- 10 Graham Black (2005) The Engaging Museum: Developing Museum for Visitor Involvement, Oxon:Routledge, s.3.
- 11 Hooper- Greenhill, a.g.y.
- 12 Emine Betül Çakırca (2011) What is the London Muslim Community’s Response to the Islamic World Gallery in the British Museum, MA dissertation, International Centre for Cultural Heritage Studies, Newcastle University.
- 13 Graham Black (2005) s.7.
- 14 Çakırca, a.g.y.
- 15 Çakırca, a.g.y.
- 16 Çakırca, a.g.y.
- 17 Müslüman gruplarla gerçekleştrdiğimiz çalışmamızdan altı ay kadar sonra 2012 senesinde British Museum’da Venetia Porter’ın küratörlüğünde düzenlenen “Hajj: Journey to the Heart of Islam” isimli geçici sergi için yapılan ziyaretçi araştırmalarında ziyaretçi değerlendirmelerinin Müslüman ve Müslüman olmayan gruplar şeklinde yapılması müzecilik açısından anlamlı bir gelişmedir. Bkz. Bridging Cultures, sharing experiences:An Evaluation of Hajj: Journey to the Heart of Islam at the British Museum.
https://www.britishmuseum.org/pdf/British_Museum_Hajj-exhibition_evaluation.pdf