“BAŞKASI” İLE İLETİŞİMİN ANAHTARI: KARŞILAŞMALARIN TARİHİNDE ÇEVİRİNİN ROLÜ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Tarih boyunca farklı dil ve kültürlere sahip toplumların etkileşim içerisinde olduğu alanlarda iletişimin/aktarımın sağlanabilmesi için ihtiyaç duyulan en önemli araç çeviri -ya da kadim tabir ile tercüme- idi. Savaşlar nedeniyle yapılan seferler, ulaşım araçlarının gelişmesiyle farklı dil ve kültürlerin birbirlerine yakınlaşması, artan ticari ilişkiler ve büyük ticaret yolları, şehirleşmeyle farklı kültürlerdeki insanların bir arada yaşamaları ve birbirlerini tanıma arzuları, hukuki meseleler, farklı coğrafyalara seyahatler, dünya dinlerinin yayılışı, medeniyetlerin ürettikleri bilginin aktarımı gibi meseleler tarih boyunca ortaya çıkan hem sözlü hem de yazılı çeviri ihtiyacının başlıca nedenleri arasında sayılabilir. Çeviri işini yapan çok dilli insanlar bu bağlamda dil ve kültürler arasında köprü vazifesini üstlenmişlerdir. Bu yazıda insanlık tarihinde çeviri etkinliğinin serüvenine ve bu serüvenin önemli gördüğümüz ve esasen her biri ayrı çalışma konusu olan bazı noktalarına işaret etmeye çalışacağız.

    Mevcut tarihî bilgiler ışığında milattan önce yaşamış eski medeniyetlerde çok dilliliğin ve çevirinin izlerini görmek mümkündür. Mezopotamya’da bulunan M.Ö. 4000’lere tarihlenen çivi yazısıyla yazılmış iki dilli kil levhalar; Eski Mısır yazıtlarında yabancıların mahkemelerdeki konuşmalarının Mısır diline çevrildiğine dair kayıtlar; M.Ö. 13. yüzyıldan kalma ve bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen Mısırlılar ile Hititliler arasında yapılan iki dilli Kadeş Antlaşması gibi pek çok örnek bu çerçevede değerlendirilebilir. Tarih araştırmaları sayesinde ulaşılan; eski Mısır hükümdarlarının yanlarında çevirmen bulundurdukları; Büyük İskender’in Trakya’ya yaptığı seferlerde beraberinde atlı çevirmenler götürdüğü ve Yunanca bilmeyen birliklerine emirlerini bu çevirmenler aracılığıyla ilettiği; benzer uygulamaların Latince ve Yunancanın kullanıldığı Roma İmparatorluğu’nda da görüldüğü ve Romalıların, yaptıkları edebiyat çevirileri ile Yunan kültüründen beslendikleri gibi bilgiler de eski zamanlarda çevirinin oynadığı role dair önemli örneklerdir. Öte yandan tarihte özellikle sözlü çevirinin en çok ihtiyaç duyulduğu ve kültürlerin karşılaşmalarına vesile olan alanlardan biri ticaretti. Ticaret güzergâhlarından İpek yolu, Orta Asya üzerinden Karadeniz ve Suriye ile Çin’i birbirine bağlarken, Baharat yolu da Çin limanlarından başlayarak Kızıldeniz ve oradan da İskenderiye’ye varıyordu. Bu ticaret yolları üzerindeki pek çok durakta iletişim önemli ölçüde çeviri ile gerçekleşiyordu. Bunlar ticaret güzergâhı olmasının yanında fikirlerin, dinlerin, orduların ya da farklı kültürlerin ve bu kültürel deneyimleri aktaran insanların ve gezginlerin takip ettiği yollardı.

    Medeniyetlerin etkileşim hâlinde olduğu, yollarının kesiştiği kavşak noktalarında çeviri bir nevi köprü vazifesi görmüştür. Bir coğrafyadaki kültür ve medeniyet birikiminin başka bir coğrafyadakine aktarılmasına ve aktarılan bilginin yorumlanmasına imkân sağlayan bir araçtır aynı zamanda çeviri. Bu anlamda çevirinin serüvenini aynı zamanda bilgi ve bilimin yolculuk serüveni olarak da düşünebiliriz. Nitekim bilgi ve bilimin yazılan tarihinin serüveni bizi evvela Eski Mezopotamya’ya Sümer ve Mısır’a, oradan Anadolu’ya geçerek Ege kıyılarına Yunan’a, oradan Roma’ya Hristiyanlığa, sonra yine doğuya İslam’a İskenderiye ve Bağdat’a, Bağdat’tan Afrika kıyılarını izleyerek İber yarımadasına Endülüs’e ve Güney İtalya’ya Sicilya’ya, daha sonra da Rönesans vasıtasıyla Avrupa içlerine götürmektedir.

    Bu serüven bize en başta Batı uygarlığının temeli olarak görülen Antik Yunan mucizesi denilen Yunan düşüncesinin aslında yalnızca Yunan aklının bir ürünü olmadığını, daha ziyade kendinden önceki antik düşüncelerin terkibinden oluşan bir düşünce dünyası olduğunu göstermektedir. Öyle ki M.Ö. 600-400’lü yıllarda Sümerler, Fenikeliler ve Mısırlılar gibi kadim kültür ve medeniyetlerden Grekçeye aktarımların yapıldığı, böylece Eski Yunan’daki düşünce ve bilim atmosferinin oluştuğu bir dönem olduğu anlaşılmaktadır. Bu atmosferin ve Grek etkisinin Büyük İskender’in seferleriyle büyük coğrafyalara ulaştığı Helenistik dönem, Klasik Yunan ve Roma arasında bir geçiş dönemi olarak kabul edilir. Roma İmparatorluğu döneminde Eski Yunandan edebî ve kültürel anlamda bir etkileşim olmakla birlikte Hristiyanlığın etkisiyle bu etkileşimin sınırlandığı görülmektedir. Bu dönemlerde yapılan kutsal kitap çevirileri, dünya dinlerinin yayılışı ve çevirinin tarihi açısından önem taşımaktadır. Tevrat yani Eski Ahit’in M.Ö. 1-3. yüzyıllarda İbranice ve Aramice aslından Yunancaya çevirisi Septuaginta adıyla bilinir. İncil yani Yeni Ahit de, kayda geçirilmesi ve Hristiyanlığın yayılmaya başlamasıyla Yunanca, Latince ve yerel dillere çevrilmeye başlanmıştır. Roma Kilisesi’nin Eski ve Yeni Ahit’i İbranice ve Yunancadan Latinceye çevirmesi için görevlendirdiği Hieronymus’un Vulgata isimli çevirisi Hristiyan âleminde yüzyıllarca kabul görmüştür.

    İslam bilim ve düşünce tarihi açısından özellikle 7-10. Asırlar kendinden önceki kadim kültür ve medeniyet birikimlerinin İslam dili olan Arapçaya nakledildiği bir dönem olmuştur. 7. yüzyılın sonlarından itibaren Mısır, Suriye ve Babil gibi kadim coğrafyaların fetihleriyle birlikte Müslümanlar diğer kadim kültürlerin birikimiyle karşı karşıya gelmiş, İslam’ın hoşgörüsü buralardaki gayrimüslim bilginlerin İskenderiye, Antakya, Harran, Bağdat gibi ilim merkezlerinde çalışmalarını sürdürmelerini olanaklı kılmıştır. Önce Emevî ve sonrasında Abbasiler dönemlerinde İskenderiye ve özellikle Bağdat büyük ilim, kültür ve medeniyet merkezleri olmuş ve bu merkezlerde Hintçe, Farsça, Yunanca, Pehlevice, Sanskritçe ve Süryanice dillerinden çok sayıda eser Arapçaya çevrilmişti. Abbasiler döneminde İslam dünyasının en büyük şehri ve ilim-kültür merkezi olan Bağdat’ta 8 ile 10. yüzyıllar arasında faaliyetlerini sürdüren Beytü’l-Hikme, önceleri bir kütüphane olarak kurulmuş, sonrasında ise çok sayıda mütercim ve müellifin çalışmalar yaptığı, felsefe, tıp, matematik, astronomi vb. alanlarda pek çok eserin Arapçaya sistematik ve devlet destekli biçimde çevrildiği bir ilmî araştırma merkezi ve tercüme okulu hâline gelmişti. Bütün bu ilim merkezleri sayesinde Antik Yunan/Helen felsefe ve bilimi ile Hint ve Sasani bilim mirası İslam ilim dünyasına aktarılmıştı. Diğer taraftan Batıda, dine uygun görülmediği için aklî ve bilimsel faaliyetlerin yasaklanıp “karanlık çağ” denilen bir dönem yaşanıyorken, Müslümanlar İslam fetihleriyle birlikte Kuzey Afrika’dan Tarık Bin Ziyad komutasında daha 711 yılında İber Yarımadası’na, İspanya’ya geçiyor, burada asırlarca sürecek olan Müslüman, Hristiyan ve Yahudi kültürlerinin bir arada yaşıyacakları yüksek ve parlak bir Endülüs medeniyetinin doğuşuna şahitlik ediyordu. Benzer şekilde İslam fetihleriyle birlikte Müslümanların ilim, kültür ve ticaret merkezi hâline getirmiş oldukları önemli bir merkez de İtalya’nın güneyindeki Sicilya Adası’ydı.

    Batı’da İslam bilim ve düşünce dünyasına ilgi 11. Yüzyılda Doğuya, Endülüs’e ve Sicilya’ya yaptıkları Haçlı seferleriyle başlamış ve bu tarihlerden itibaren İslam dünyası ile bilimsel ve kültürel ilişkiler geliştirilmiştir. Özellikle üç asır boyunca Endülüs İslam devletinin egemenliğinde kalan Toledo şehrinin 1085’te İspanyollar tarafından ele geçirilmesi sonrasında bu şehirde kurulan bir merkez, Arapça’dan Latince’ye ve diğer mahalli dillere sistematik bir çeviri hareketinin merkezi olmuş, sonrasında bu hareket Sevilla gibi diğer bazı şehirlere ve Güney Fransa, Sicilya ve Portekiz’e yayılmıştır. Endülüslü Müslümanlar 12. yüzyıldan itibaren topraklarını terk etmeye zorlandıklarında arkalarında büyük bir hazine bırakıyorlar, İspanya topraklarını yavaş yavaş geri alan Batılılar ise değerli bir felsefi ve bilimsel hazineyi ele geçirmiş oluyorlardı. Endülüs’te zirveye ulaşan İslam kültür ve medeniyeti, Avrupa’daki çeviri hareketinin merkezi ve bilimsel hareketliliğin beşiği olmuştu. Beytü’l-Hikme’ye benzer bir ilmi merkez olan Toledo Çeviri Okulu, çevirmenler ve çevrilen eserlerin sayısı, çevirilerin etkileri bakımından İspanya’daki çeviri hareketinin merkezi olurken burada Matematik, Astronomi, Tıp, Kimya, Tabiat, Tarih, Psikoloji, Mantık ve Siyaset gibi alanlarda çok sayıda eser Latince’ye çevrilmişti. Bu sayede Hârizmî, İbn Sînâ, Kindî, Fârâbî, Gazzâlî, İbn Rüşd gibi İslam âlimlerinin eserleri başta olmak üzere İslam bilim ve felsefe mirasının büyük bir kısmının bu dönemde Arapçadan Latinceye aktarılması suretiyle, Batı’da Rönesans denilen dönemin temellerinin bu çeviri hareketiyle atıldığını ve matbaanın da devreye girmesiyle bu sürecin hızlandığını görmekteyiz. Bizatihi Avrupanın kendi tarihi Orta Çağ’ın karanlığından kendisini kurtaran en önemli faktörün bu dönemdeki çeviri etkinliği ve onun neticesinde Avrupa’da oluşan özgür düşünce ve bilim ortamı olduğunu itiraf etmektedir.

    Öte taraftan çeviri etkinliği bakımından milli tarihimize, Selçuklu ve Osmanlı’da çeviri ve çevirmenin rolüne baktığımızda Selçuklular döneminde devlet işlerinde ve mahkemelerde çevirmenlerin görev aldıkları ve Aramcadan türetilmiş Arapça bir sözcük olan “turjuman” dendiği kayıtlarda yer alır. Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinden itibaren tercümanların devletlerarası ilişkilerde etkin oldukları, fetihlerle devlet sınırlarının genişlemesiyle bu ihtiyacın daha arttığı, son dönemlere doğru ise tercümanlığın müesseseleştiğini görürüz. Devlet işlerinde, askerî ve eğitim müesseselerinde, elçiliklerde ve büyük imparatorluğun çeşitli eyaletlerinde tercümanların görev yaptığı bilinmektedir. Osmanlı’da bir çeviri hareketi olarak, gerek tercüme heyeti kurularak gerekse bireysel çabalarla Yunanca, Latince, Almanca, Arapça ve Farsçadan çeşitli alanlardaki eserlerin tercümelerin yapıldığı III. Ahmet ve Sadrazamı Damat İbrahim Paşa dönemini anmak gerekir. Osmanlı’da tercümanlık görevi 1821 Rum İsyanı’na kadar büyük ölçüde gayrimüslim ve çok dilli tebaaya ve özellikle de Rumlara verilirdi. İsyan sonrasında ise devletin tercüme işlerini yürütmek üzere Bâbıâli Tercüme Odası kurulmuş, önde gelen 19. yüzyıl Osmanlı bürokrat, siyasetçi ve aydınlarının önemli kısmının yolu bu odadan geçmişti. Bu tarafıyla Osmanlı ıslahatlarının yürütücüleri için bir okul olmuştu. Bu isimlerin önde gelenlerinden bazılarını zikredecek olursak: Âli ve Fuad paşalar, Sadık Rıfat Paşa, Ahmet Vefik Paşa gibi dönemin önemli bürokratlarının yanısıra Namık Kemal, Agâh Efendi, Ziya Paşa gibi dönemin aydınları bu odadan yetişmişlerdir. Bu bakımdan yakın tarihimiz açısından Osmanlı ve Türkiye Batılılaşmasının en önemli aracının da çeviriler olduğu söylenebilir.

    Cumhuriyet döneminin çeviri çabalarını temsil etmesi bakımından Hilmi Ziya Ülken’in 1935 yılında yayınlanan Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü başlıklı kitabının önsözünde yazdığı “Bizim için lazım olan eski İslam ve yeni Avrupa uyanışlarında olduğu gibi çok sistemli ve hararetli bir tercüme faaliyeti canlandırmaktır…” ifadeleri MEB (Milli Eğitim Bakanlığı) çevirilerine işaret etmesi bakımından önemlidir. Ülken böylece yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile Türk milletinin yeni bir uyanış devrinde olduğunu ve böyle bir dönemde tercümeye verilmesi gereken öneme işaret etmekte, bununla birlikte dönemin ruhunu yansıtan bir şekilde Tanzimattan o güne yapılan gayretleri kısır ve neticesiz olarak değerlendirmekteydi. Belki de bu değerlendirme başlıbaşına büyük bir mirasa sırtını çevirme olan 1928 yılındaki alfabe değişikliğinin meşruluğu için gerekliydi, kim bilir. Yine de Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde ve onun gayretleriyle faaliyetleri hızlandırılan Tercüme Bürosu ve çeviri hareketi önemli işler başardı. Dönemin ruhuna uygun bir biçimde hareketin esas hedefi hümanizma ruhunun aşılanması ve aydınlanmaya giden yolun açılmasına katkı sağlamaktı. Fakat dünya klasikleri dendiğinde Şark’ın değerlerinin tamamen kenara konması mümkün değildi. Bugün MEB Çevirileri olarak bildiğimiz bu dönemde yapılan yüzlerce eser çevirisinin çoğunluğunu Batı klasikleri oluşturmakla birlikte Doğu klasiklerinden çeviriler de bulunmaktadır ve dönemin diline hâkim nitekli çevirmenlerin aktarımlarıyla önemli bir külliyat oluşmuştur.

    Kaynakça ve Okuma Önerileri
    Dimitri Gutas, Yunanca Düşünce Arapça Kültür, Bağdat’ta Yunanca-Arapça Çeviri Hareketi ve Erken Abbasi Toplumu, Çev. Lütfü Şimşek, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2003.
    Faruk Yücel, Tarihsel ve Kuramsal Açıdan Çeviri Edimi, Ankara: Dost, 2007.
    Hilmi Ziya Ülken, Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, İstanbul: Ülken Yayınları, 1997 (Birinci Baskı 1935).
    Mine Yazıcı, Çeviri Etkinliği, İstanbul: Multilingual, 2004.
    Muhittin Macit, “Tercüme Hareketleri”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 40, s. 498-504.
    Mustafa Demirci, Beytü’l-Hikme, İstanbul: İnsan Yayınları, 1996.
    Sakine Eruz, Çokkültürlülük ve Çeviri: Osmanlı Devleti’nde Çeviri Etkinliği ve Çevirmenler, İstanbul: Multilingual, 2010.
    Taceddin Kayaoğlu, Türkiye’de Tercüme Müesseseleri, İstanbul: Kitabevi, 1998.
    Turgay Kurultay, “Cumhuriyet Türkiyesi’nde Çevirinin Ağır Yükü ve Türk Hümanizması”, İ.Ü. Alman Dili ve Edebiyatı Dergisi, sy. XI, 1998, s. 13-36.
    * Doktora Öğrencisi, İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü.