CENNET BU DÜNYADA MI?
İBN KAYYİM EL-CEVZİYYE’NİN RUHLARA MUTLULUK DİYARI
REHBERİ ADLI ESERİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • İslam’ın başlangıcından beri Müslüman teologlar cennetin bu dünyada mı yoksa ahirette mi olduğuna dair tartışmışlardır. Benzer şekilde, Kilise Babalarından beri Hristiyan teologlar da aynı konuyu tartışa gelmiştir. Tartışmanın ana odağı İslam’da “öteki dünya” ya da ahiretin karşıtı olarak anlaşılan içinde yaşadığımız bu dünyanın, yani “şimdi ve burada”nın dünyasının, acaba cennetle herhangi bir bağının var olup olmadığı ya da yaşadığımız dünyanın “mümkün olan dünyaların en iyisine” iştirak edip etmediği, insanoğlunun Âdem’in hatasından kirlenmeyip hem bedenen hem ruhen saf ve temiz kalıp kalmadığıdır. En genel ölçekte bakıldığında, İslami geleneğin Hristiyanlık’a kıyasla insana ve dünyaya daha iyimser baktığını söyleyebiliriz.

    Kur’ân-ı Kerîm’de bu mevzuya dair kesin bir görüş bildirilmemiştir zira Kur’an ebedî bahçeyi tam da dünyayla gökler arasına, yani bu dünyayla semavi âlemin buluştuğu bir yere yerleştirmiş gibi görünmektedir. Suriyeli âlim İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 1350) Ruhlara Mutluluk Diyarı Rehberi [Hâdi’l Ervâh ilâ Bilâda’l Afrâh] adlı eskatolojik eserinde bu mevzuyu tartışmıştır. İbn Kayyim’e göre birçok din adamı cennetin öbür dünyada olup bu dünyayla bağlantısız olduğu kanaatindeyken, cennetin bu dünyada olduğunu öne süren âlimler de mevcuttur. Onlara göre Kur’an’da geçtiği üzere Âdem’e cennetten “aşağıya inmesi” [ihbit] emredildiğinde burada kastedilen dikey bir hareket ya da cennetten “düşüş” değildir. Aksine, Hazreti Musa’nın halkına kızarak onlara Mısır’a “geri dönün” [ihbitu] dediği ayette de açık olduğu üzere, ihbit kelimesi yatay bir hareketi belirtir.

    İslam âlimlerinin Aden bahçesinin yeryüzündeki yerini tespit için “kanıt” arama efsaneleri Ortaçağlar boyunca devam etmiştir. Örneğin cennette yaratıldıkları hâlde Âdem ve Havva’ya cenneti değil “yeryüzünü iskân edip çoğalmaları” söylenmiştir. Cennetten Seyhun, Ceyhun, Fırat ve Dicle olmak üzere dört nehrin aktığı ve bunun da cennetin dünyayla yatay bir bağlantısı olduğunu gösterdiği ya da Âdem’in ölüm döşeğinde yatarken evlatlarından cennet meyveleri istediği, bunun da cennetin dünyadan ulaşılabilen bir yer olduğunu gösterdiği iddia edilmiştir. Pek çoğu geç antik dönem Yahudi ve Hristiyan kültüründen devşirilen bu ve benzeri hikâyeler İbn Kayyim tarafından zaman zaman eleştirilmiştir. Günümüz Selefîliğinin fikri öncülerinden olan İbn Kayyim İslam’ın diğer tek tanrılı inançlardan keskin biçimde ayrıldığı görüşündedir Ancak yine de İslam’ın klasik döneminde teologlar arasında cennetin yeryüzünde olduğu kanaatinin baskın olduğunu söyleyebiliriz.

    Bunun yanında tartışılan başka bir konu da Âdem ve Havva’nın bahçesinin müminlerin öldükten sonra gidecekleri bahçeyle aynı olup olmadığıdır. Endülüslü İslam âlimi Münzir b. Saîd (ö. 966) bu iki bahçenin aynı olmadığını iddia eden en önemli âlimlerdendir (aynı zamanda cennetin bu dünyada olamayacağını da savunmuştur). Ona göre öldükten sonra gidilen cennet Âdem ve Havva’nın bahçesinden daha mükemmeldir zira müminlerin gideceği cennet ebedîdir ve orada sorgu sual yoktur. Kur’an’ın açıkça belirttiği üzere, müminlerin gideceği cennette hiç bir boş söze yer yoktur. Dolayısıyla Şeytan tanımı itibarıyla bu cennete giremez lakin Âdem ve Havva’ya “onların” cennetinde vesveselerini fısıldayabilmiştir. Dahası, ebedî bahçede uyku yoktur lakin Âdem “bahçesinde” uyuyakalmış ve bu esnada Havva onun kaburgasından yaratılmıştır.

    İbn Kayyim bu görüşlere itibar etse de çoğunluk düşüş öncesi bahçeyle öldükten sonra gidilecek bahçenin aynı olduğu görüşündedir. Onlara göre, Kur’an ikisinden de “bahçe” diye bahsetmiş ve aralarında ayırım yapmamıştır. Dahası, bazı şarihlerin de öne sürdüğü gibi Tanrı Âdem’i kovulduğu bahçeye geri dönme vaadiyle “seçmiştir”. Özetle söylemek gerekirse, ortaçağlardaki İslam teolojisinde hâkim görüş düşüş öncesi bahçeyle öldükten sonra gidilecek bahçenin aynı olduğu ve bu bahçenin de dünyada bir yerlerde olduğudur. Buna rağmen aykırı görüşler varlığını sürdürmüş ve tartışma hiçbir zaman bütünüyle gündemden düşmemiştir. Örneğin ne zaman yöneticiler tahtlarını dünyadaki cennetle mukayese etse, gerek teologlar gerekse de muhalifler itiraz etmiştir. Mesela Emevîler Şam’daki Cuma camisinin duvarlarını cennetin büyüleyici yeşilliğini temsil eden süslemelerle dekore etmişti ve Emevî şairleri de Şam’ın bereketli vadilerinden dünyadaki cennet diye bahsediyorlardı. Şaşaa ve gösterişe karşı olanlar ise Şam’ı İrem şehrine benzetiyorlardı. Kur’an’da geçtiği şekliyle İrem Tanrının semavi şehrinin benzeri olarak Yemenli mağrur bir hükümdar tarafından inşa edilmiş ancak Tanrıya meydan okuması nedeniyle doğal bir felaketle yok olmuştu. Hatta New York’taki ikiz kuleler dahi henüz yıkılmadan önce teröristler tarafından İrem şehrinin sütunlarına benzetilmiştir.

    İslam tarihinin değişik dönemlerinde Kudüs, İstanbul, Mekke ya da Medine gibi bir çok şehir dünyadaki cennete benzetilmiş, hatta Medine örneğinde olduğu gibi bazı yöneticiler şehri “cennetleştirmeye” dahi çalışmıştır. Ne var ki bu tarz siyasi manevralar ciddi tepki de çekiyordu. Mesela İbn Kayyim’in hocası olan İbn Teymiyye Kudüs’ün “cennetleştirilmesi”ni ve benzer cennetleştirme faaliyetlerini sert bir dille eleştirmiştir.

    Alessandro Scafi’nin (2006) Hristiyan geleneği için yazmış olduğu dünyadaki cennet anlayışının (ve bu fikrin reddinin) ayrıntılı bir tarihi İslam kültürü için henüz yazılmış değil. Benzer şekilde dünyadaki cennet anlayışına dair pek çok teolojik ve mezhepsel fark da daha dikkatli bir incelemeyi gerektiriyor zira İslam’daki cennet (ve cehennem) yorumlarının hepsi bedensel değildir. Örneğin Sufiler ve filozoflar cennet ve cehennemi bütünüyle ruhani terimlerle anlama eğiliminde olduklarından cennetin dünyadaki yeri meselesiyle hiç ilgilenmemişlerdir.

    Cennetin dünyaya aşkın olduğu fikrini savunan pek çok görüşün aksine, Kur’an’da cennetin aslında dünyada olduğundan bahsedilmiştir. Pek çok hadis de bu fikri desteklemektedir. Bu bakımdan şimdi ve buradanın dünyasıyla kusursuz “öbür dünya” arasındaki çizgi fazlasıyla incedir. İbn Kayyim bile zaman zaman bu görüşe kaymıştır. Ona göre öbür dünyaya intikalin iki farklı yolu vardır: ebedî intikal [duhûl el-huld] ve arızi intikal [duhûl el-ârız]. Ebedî intikal tek yönlüdür ve sadece bir kere yani Hesap Günü için yeniden dirildiğimizde olur. Arızi intikal ise çift yönlüdür ve her zaman olabilir. İbn Kayyim buna örnek olarak Hazreti Muhammed’in miraç gecesi yaptığı yolculuğu gösterir. Ancak gelenek bu tarz yolculukların başka mühim zatlarca da yapıldığını anlatan hikâyelerle doludur. Örneğin Bin Bir Gece Masalları’nda bunun pek çok örneği bulunabilir.

    Dinî bir geleneğin öteki dünyayı nasıl anladığı bu dünyayı ve insanın buradaki yerini anlayışına dair çok ciddi sonuçlar barındırmaktadır. İslam düşüncesindeki yaygın kanaate göre cennet bu dünyadayken asla ulaşılamayan ve bu dünyadan sonsuzca başka ve daha mükemmel bir yer olduğundan insan için onulmaz bir arzu nesnesidir ve bu dünyaya tercih edilmelidir. Ancak bu apokaliptik ve nihilist bakış asla İslam tarihinin bütününü yansıtmaz. İslam inancında sıklıkla cennetin çok yakında olduğu ve bir hadiste de belirtildiği üzere “insana ayakkabısının bağcığından bile daha yakın olduğu” vurgulanmıştır. Buradaki esas mesele yaratılmışların, ve tabii ki insanoğlunun, cennetten “düşmediği” fikridir. Âdem ve Havva’nın bu dünyadaki “sürgünü” aslında geçicidir çünkü dönüş ve kurtuluş çok yakın ve bakidir, hatta bu dünyada bile olabilir zira İslam’da ilk günah fikrine yer yoktur ve dünya Tanrının güzellikleriyle doludur. Bu bakımdan cennetin kapısı her zaman açıktır.

    Bu makale yazarın İslam Geleneğinde Cennet ve Cehennem (Cambridge: Cambridge University Press, 2016) adlı yeni yayınlanmış çalışmasına dayanmaktadır.
    * Utrecht Üniversitesi Felsefe ve Dinî Çalışmalar