İSLAM NEDİR, NASILDIR? DİNİN SESSEL VE TEKNİK TEMELİ
Peter McMurray*

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Son dönemde “İslam nedir?” sorusu hem akademik hem de kamu önündeki tartışmalarda tekrar gündeme geldi. Bu soru yalnızca benim gibi Amerikalı bilim insanlarının değil, aynı zamanda teologların, entelektüellerin ve hükümet yetkililerinin de canını sıkıyor. Mesele, siyasal İslam’ın aşırı uç biçimlerinin yükselişiyle çok daha keskin bir hâl alırken, “İslam’ın neliği” sorunu, peygamberin Mekkeli sahabeleriyle Medineli Ensar arasındaki farklılığa kadar geri götürülemese bile, en azından Kerbela olayına tarihlenebilecek, gelenekte âlimler kadar Müslüman olmayan bilim insanları için de köklü ve sürüncemede kalmış bir sorundur. İslam’ın neliğini tanımlamaya dair bu ontolojik ilgi bence gayet anlaşılır bir ilgilidir ama ben burada, bu sorudan biraz farklı bir soruyu; daha çok İslami yaşam ve İslami düşünceyle ilgili bir soruyu ortaya atmak istiyorum; İslam nasıldır? [How is Islam?] Böyle kısıtlı bir alanda, yekpare bir bütün olarak İslam’ı tanımlamaya girişmek elbette imkânsız. Shahab Ahmed’in zamansız ölümünden kısa bir süre sonra basılan 600 sayfayı aşan çığır açıcı kitabı What is Islam? [İslam Nedir?] bile, yalnızca İslam tarihinin başlangıç dönemindeki önemli olaylara odaklanan bir giriş niteliğindedir. Ben burada kısa bir şekilde, konuyu aydınlatabilecek birkaç kısa örnekle İslam’ı neyin tesis ettiğini değil İslam’ın nasıl oluştuğunu ele almak istiyorum. Bunu yaparken iddiam şu; hem tarihsel süreçte hem günümüz için İslam’ın nasıl meydana geldiği üzerine düşünmek aslında bir aracı ortam [media] araştırması sorusudur; insanlar, nesneler ve teknikler yeni bir dünya kurmak için nasıl karşılıklı etkileşime geçiyorlar? Bu dünyayı nasıl duyumsadılar ve bu yeni dünya nasıl bir dolayımdan geçti? Burada sessel medyaya ya da medya (aracı ortam) kuramcısı Wolfgang Ernst’in das Sonische;1 sessellik dediği şeye odaklanacağım. Ernst’e göre sessellik yalnızca sesin bulunuşuyla ilgili değildir, aynı zamanda sesin aracı ortam türlerini ve insani etkinlikleri nasıl yapılandırdığıyla ilgilidir. “İslam nasıldır?” sorusuna yanıt verirken, kısaca “İslam’ın sesle derinlemesine ilgili olduğu” olduğu yanıtını vereceğim. Hatta sesle ilgili durum, sessel özellikler, “İslam nedir?” sorusunu eleştirel yanıtlamada ciddi bir önem taşıyacak şekilde, Selefi-Sünni, Alevi-Caferi gibi İslam içindeki hiziplerin birbirinden ayırt edilmesine yardımcı olur. Bu soruları araştırmaya başlarken, İslam’ın derinden sesle ilgili oluşuna dair birkaç örneğe dikkat çekmek istiyorum; temel vasıtası olarak Kur’an ve hadis; yine özellikle Berlin’deki Türk topluluğu üzerinden günümüzdeki okuma, dinleme ve protesto eylemlerindeki ritüeller.

    Sessel Bir Teknik Olarak Kur’an
    Kur’an sestir; yalnızca peygamberden duyularak ezberlenmiş asli örneğinde değil, bugün genel olarak tercih edilmiş şekliyle de. Kur’an metni, ilk vahiy kâtipleri tarafından kayda geçirilmiş ve sonra ilk halifeler tarafından, özellikle bugün Müslümanların çoğunluğunun (Ehl-i Sünnet) kabul ettiği metni meydana getiren Osman bin Affân tarafından bir araya getirilmiştir. Kur’an’ın bir aracı ortam (medya) olması durumu, onun özüyle ilgili ve dolayısıyla muazzam bir önemdedir. Birçok yorumcunun da işaret ettiği gibi “Kur’an” adı harfi harfine kıraat veya yüksek sesle okuma anlamına gelmektedir. Bu anlam Arapça’da elbette çok daha açıktır.2 Kur’an kelimesi, Kur’an’da, harf-i tarifle değil (El-Kur’ân) daha genel olarak, kıraat anlamına gelecek şekilde geçer (yani İngilizce’deki Kur’an anlamıyla değil, recitation [kıraat, ezberden okuma] anlamına gelecek şekilde). Aslında bizzat Kur’an, özellikle erken dönem, Mekke’de inen surelerde nasıl kıraat edilmesine dair kuralları ifade ederek kendi durumunu çok kere kıraat olarak değerlendirmiştir. Alak (96. sure), Müzzemmil (73. sure), Kıyâme (75. sure) gibi bu Mekki surelerde, Kur’an vahiylerinin, ayetlerinin nasıl kıraat edileceğine ve nasıl dinleneceğine dair düzenlemeler vardır. Ayrıca İhlâs (112. sure), Felak (113. sure) ve Nâs (114. sure) gibi oldukça sık okunan bazı sureler “de/söyle [kul]” emriyle başlar. O hâlde Kur’an’ı hakkıyla işiten yalnızca okuyucu, aktarıcı değil, aynı zamanda da dinleyicidir. Bu düşünceler, Kur’an’ın vahdeyilme şekli hakkındaki hadis ve tefsir yorumlarında daha da ileriye taşınmıştır. Bizzat peygamberden veya sahabeden gelen birçok ifade, vahyin alınma biçimine kadar genişletilerek yorumlanır (peygamber bir tür çınlama duymuş olsa gerek veya vahyi getiren melek insan gibi konuşmuş olsa gerek gibi). Her hâlükarda Kur’an kavramının kendisi ve aktarma, işitme, okuma, sesli okuma, yazma gibi bilinçli medya eylemleri olarak Kur’an (kıraat) bizzat vahiy üzerinden kurulmuştur.

    Bu yoğun dolayım, uzun zamandır Kur’an âlimlerin dikkatini cezbetmektedir. Ancak son dönemde bu konuya kıyısından köşesinden de olsa medya kuramı da sızmıştır. Mesela, Friedrich Kittler’in çağımız medyası hakkındaki ufuk açan çalışması Grammophon, Film, Typewriter’ın giriş bölümünde şu iddialar yer alır; İslam (ve Yahudilik) medya işlemlerinin, uygulamalarının ciddi örnekleri olarak ele alınabilir. “Oysa yazmak, tam tamına yazıyı saklamaktır. Kutsal kitap bunun kanıtıdır(…) Meleklerin başı Cebrâil, göğün yedinci katından bir yazı tomarıyla iner ve yazıların şifresinin çözülmesi emrini verir.” diye yazıyor Kittler. Daha sonra Kur’an’ın ilk vahyi olan Alak suresinden alıntı yaparak, “okuryazar olmayan birinin [Peygamberi kastediyor] nasıl kitaba dayalı bir dinin kurucusu olduğunu” göstermeden önce bu durumu açıklıyor. “Kısa bir süre sonra, hatta anında okunamayan o yazının anlamı açılıyor ve mucizevi bir şekilde, Muhammed’in alfabeleşmiş gözleri, Cebrâil’in sesli bir emir olarak iki kez tekrarladığı metni çözüyor. (s. 7)” Kittler’e göre ikra’! (Oku!) emri –ya da Almancasıyla Lies!– yalnızca kitap okumak anlamına gelir. Arapçada ve Türkçede gayet açık olduğu şekliyle okumak kavramı zaten sesli okuma anlamını da içerir, fakat Kittler’de bu anlam kaybolmuş gibi gözüküyor.

    İkinci Temel: Sessel Bir Teknik Olarak Hadis
    Bir tür tanrısal teknoloji olarak Kur’an hakkındaki bu düşünceler kesinlikle tuhaf düşünceler değildir. Ama şaşırtıcı olan, bu bakış açısından, yani medya, ses ve metinsellik açısından hadis külliyatı hakkında çok az şey yazılmasıdır. Tıpkı Kur’an kelimesinin kendi ontolojisini, medya olarak varlığını açıkça ifade etmesi gibi, hadis kelimesi de bu bağlamına daha çok gönderme yapar. Hadis kelimesi genel olarak, Hz. Peygamber’in erken dönem hadis toplayıcıları tarafından yazarak kaydedene kadar sahabeden ve ilk dönem inananlardan sözlü olarak aktarılmış sözleri ve eylemleri anlamına gelir. Hadis biliminde (ilm-i hadis) bu terim, “güvenilir birinden aktarılmış ve kuşaktan kuşağa nakledilen sözlü haber veya ifade” şeklinde daha özel bir anlama sahiptir. Terim günümüzde artık, gündelik dilde yalnızca hadis metni, hadisin “lafzı” anlamında kullanılıyor gibidir. Öte yandan hadis geleneğinin bir başka anahtar kavramı daha vardır; rivayet zinciri veya isnat. Kittler, bir nesne olarak, kurum veya uygulama olarak iletişim aracının üç parçalı işlevine sık sık değinir; bilgiyi biriktirme, işleme ve aktarma. Hadis söz konusu olduğunda isnat kavramı, metin verisine eşlik eden bir üst-veri; kendi rivayet zincirini aktararak, güvenilir bir medya olmasını sağlayan bir medya sicili hâline gelir.

    Hadisin bir tür söylem olması ve bu söylemin birkaç kuşak arasında sözlü olarak nakledilmesi olgusunun yanında, hadis geleneği aynı zamanda bizzat hadis metinlerinde var olan güçlü bir ses duygusuna da sahiptir. Hadislerdeki bu sesle ilgili nitelik sıklıkla hadis metinlerinin konuları üzerinden açığa çıkar. Mesela İmam Buharî’nin külliyatında vahiy, dua, doğru tilavet, ezan gibi bahisler vardır. Ayrıca sesle iletilen ve karşıdan alımlanan daha ilginç bir yapı, kutsi hadis denilen özel bir hadis türünde görülebilir. Bu tür hadisler doğrudan peygamberin değil Allah’ın söylemleridir; böylece peygamber de ilk muhaddis ve ilk aktarıcı olur. Bu kutsi hadisler, genel olarak kabul görmüş, teolojik “kutsal kitap” ve “vahiy” kavramlarının biraz bulanıklaşmasına yol açarlar, böylelikle daha genel açıdan hadisin aktarımına dair aracı teamüllerin bulanıklaşmasına neden olurlar. En meşhur kutsi hadis külliyatından biri, İbn Arabî’nin 101 kutsi hadisi aktardığı Mişkâtül’l-Envâr adlı kitabıdır. Zira bu hadisler Allah ve insanlar arasında doğrudan, sözlü bir etkileşimdir ve bu hadislerde, İslam’da ses, söz ve söylem hakkında genellikle zengin (bazen ezoterik ve oldukça karmaşık) fikirler bulunur. Mesela anılan kitaptaki 84 ve 85 numaralı hadisler zikri; Allah ile söyleme-işitme üzerinden karşılıklı bir ilişki kurma aracı olarak ele alırlar. Tabii ki bu bölümlerde yoğun, sufiyane çağrışımlar vardır ama diğer bölümlerde bu sufiyane deneyim çağrısına açık göndermeler olmaksızın, Tanrı’nın sözle ilişkisine dair kavrayışlar sunulur. Örneğin 23 numaralı hadis cennete girecek son kişiyi tanımlıyor. Burada, o kişi ve Allah arasında, o kişinin ahiretteki arzuları hakkında bir söyleşi aktarılıyor. O kişi ilk olarak cehennemden uzak olmak; ikinci olarak cennetin kapısına varmak ve nihayet cennete girme izni alma arzusunu taşıyor. Aslında her bir adımda Allah’a, başka bir şey istemeyeceğine dair söz vermesine rağmen, isteğini gizlemeyi, susmayı başaramıyor ve yeni talebini dile getiriyor. İlk iki adımda Tanrı bu taleplere yalın bir söylemle karşılık veriyor ama üçüncü istekten sonra Tanrı gülüyor. Aslında İbn Teymiyye’nin talebesi olan İbn Kayyim El-Cevziyye gibi aşırı derecede ortodoks olanların da aralarında bulunduğu bazı ortaçağ şarihleri, ahirette Tanrı’nın gülüşüne (dahika) dair benzer değiniler dile getirmişlerdir.3

    Ancak ben İbn Arabî’nin metninde daha az açık olan bir noktayı vurgulamak istiyorum; onun bu hadisleri öğrenme ve aktarma yolunu. İbn Arabî bu kitabının bazı yerlerine hadisleri öğrenme sürecine dair birkaç kısa açıklama serpiştirmiştir. Mesela şunun gibi açıklamalar; “Bu hadis bana şeyh, imam, seyyit [soyu Abdülmuttalib’in oğlu Abbas’a dayanan], hadis nakledicisi Ebû Muhammed Yûnus tarafından birkaç defa aktarıldı. Bazen o beni dinlerken ben hadisi sesli olarak okudum, bazen de o okurken ben dinledim. Bu olay Harem-i Şerif’in içeresinde ve hürmet edilesi Kâbe’nin karşısında gerçekleşti.”4 Bu okuma çok büyük ihtimalle hafızadan, ezberden okumaydı ve bu durum, tıpkı bizzat Kur’an’da olduğu gibi söz konusu hadislerin toplanıp kaydedilmesinden uzun müddet sonra bile hâlâ derinden sözle ilişkili “metinler” olduğunu akla getiriyor.

    Çağımızın Sessel Uygulamaları: Kültür Tekniği olarak Din
    Müslüman yaşamın sesle ilişkilisi geçmişe has bir durum değildir. Bugünkü İslami uygulamalar da medya kuramcılarının “kültürel teknikler (Kulturtechniken)” dediği şeye, özellikle tamamen sesle ilişkili olanlara derinden bağlıdır. Benim çalışmam da İstanbul’daki kentli Türkler ve Almanya’da, özellikle Berlin’deki gurbetçiler arasındaki İslam’la ilişkili “kültürel tekniklere” odaklanmıştı. Amerikalı ve Avrupalı araştırmacılar, Müslümanların sesle olan yoğun ilişkisine giderek daha çok dikkat çekmeye başladı; Charles Hirschkind, Kahire, Mısır’daki İslami yaşamın “etik mekân-sesleri” hakkında ve Müslümanlara öğüt veren vaaz kayıtlarının nasıl dindarca (yani takvayla) dinlendiğine dair dikkate değer bir şeyler yazdı. Yine Navid Kermani, özellikle Allah’ın es-semî’ (her şeyi işiten) ve el-basîr (her şeyi gören) adlarına vurgu yaparak Kur’an’ın ve onun sesinin güzelliği hakkında yazdı. Ben de kendi çalışmamda, ezan ve tecvit gibi sesle ilişkili belli uygulamaların ötesini düşünme gayretiyle, sesin ve kent ortamının (ses teknikleri, müzik aletleri, mimari ve kabristanlar gibi öğelerle) nasıl yekpare bir İslami etkinlikler algısı yarattığını ele almıştım.

    Konuyu bugünkü İslami yaşamda ve İslam kentlerinde önemli bulduğum bazı kültürel tekniklere vurgu yaparak kapatayım. (Bir kenar notu ekleyeyim; Kittler 1990’da Berlin’e yerleştikten kısa bir süre sonra kentin bir aracı ortam (medium) olduğunu iddia eden bir makale yazdı. Eğer kent gerçekten böyleyse, İslami kent –tabii böyle bir şey varsa– sessel bir aracı ortamdır.) Bu uygulamalar, Temmuz 2015’te, bir ramazan ayında birkaç hafta bizzat deneyimlediğim uygulamalardı. (Bazılarında hicri takvim, bazılarında miladi takvim esas alınmasına rağmen tüm uygulamalar İslami, sesle ilişkili yaşamın önemli veçhelerini gösterir.) Kamuya açık protesto eylemleri Alman kamusal hayatının önemli bir parçasıdır, aynı şekilde her türden –Sünni, Şii, Sufi ve özellikle Alevi– Müslüman için bu bağlamda sokağa çıkmak oldukça önemlidir. 2015 Temmuz’unda, birkaç gün arayla iki büyük protesto eylemine tanık oldum; bunlardan biri Berlin Alevi Toplumu ve Cemevi tarafından, 1993 Sivas Katliamı’nı anmak için düzenlenen yürüyüştü. Bu eylemde müzik aletleri taşıyan iki büyük araç da vardı ve bu araçlarda Alevi zakirler bağlama çalıyor, şarkı söylüyorlar, müzikleri de mikrofon aracılığıyla hoparlöre veriliyor ve protestocuları coşturuyordu. Bundan birkaç gün sonra Kudüs Günü’nde birçok Şii Derneği İsrail’i protesto etmek için toplandı. Bu protesto eylemi Berlin gibi şehirlerde, olası anti-semitizm tutumuna karşı ciddi kaygılardan dolayı hemen bir karşı-protestoya neden olur. Böylece bu protestolar neredeyse bir karşıt ses düellosu hâline gelir; polis göstericilerin birbirine temas etmemesine uğraşırken, her bir grup diğerinin sesini bastırmaya çalışır. Bundan birkaç gün sonra ise, zamanında Osmanlı İmparatorluğu’na bir şehitlik kurması için tahsis edilen arazide inşa edilmiş, Berlin’deki en büyük Türk camisinde (Şehitlik Camii) ramazan boyunca sürülen mukabele sona eriyordu. Mukabelenin sona ermesi üzerine merasime katılanlar camiden çıkıp mezarlığa doğru yürürken, iki imam ölülerin ruhları için elinde taşınabilir bir mikrofonla ezberden Yasin suresini okuyordu. Tüm bu sahneye kuş sesleri ve uzaktan şehir trafiği de eşlik ediyordu. Ertesi gün caminin avlusunda yüzlerce insan, mezar taşlarının arasında bayram namazını kılacaklardı.

    Tüm bu icraatler, merasimler olarak belirli kurallar dâhilinde sergilendi ve her biri farklı bir sesi kullandı. Dinî törenler genel olarak teknik bir işlem gibi görülebilir; zira bedenlerin, mimarinin, dinî metinlerin (yazılı olan veya olmayan), ses ve görüntülerin ilâhî olanla belirli bir yolda buluşmak için nasıl karşılıklı etkileşime geçileceğini tanımlarlar. Sesler bu karşılıklı etkileşim sürecinde  asli bir rol oynar, ister Berlin’de ramazan ayındaki protestoda, ister Mekke’de ezberden hadis okurken.

    * Harvard Üniversitesi Society of Fellows adlı bilimsel topluluğa üyedir, ve sonbahar 2017 Cambridge Üniversitesi Müzik Bölümünde profesör olarak çalışmaya başlayacaktır.
    1 Almanca bu terim, “seslilik” anlamından ziyade “sesle ilgili olmaklık” gibi bir anlama geldiği için, her ne kadar Türkçede yeterince alışık bir tabir olmasa da “sessellik” şeklinde karşılandı. (ç.n.)
    2 Yazar Kur’an kelimesinin “ka-ra-e” kökünden gelmesine gönderme yapıyor. (ç.n.)
    3 Bakınız: Holtzman, Livnat, „‘Does God really laugh?‘: appropriate and inappropriate descriptions of God in Islamic traditionalist theology“ İçinde: Classen, Albrecht, ed. Laughter in the Middle Ages and early modern times: Epistemology of a fundamental human behavior, its meaning, and consequences, Walter de Gruyter, Berlin 2010, s. 165-200
    4 Muhyiddin Ibn ‚Arabi, Divine Sayings 101 Hadith Qudsi: The Mishkat al-Anwar of Ibn ‘Arabi, tr. Stephen Hirtenstein ve Martin Nocutt, Anqa Publishing, Oxford 2004, s. 99