ARACI ORTAM OLARAK ÖRTÜ
Esther Voswinckel*

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • 1. Metin [Text] ve Tekstil

    Avrupa dillerinde “metin” [text] ve tekstil, dokuma kelimeleri arasında büyük bir yakınlık vardır. Her ikisi de Latince “texere”, yani “dokumak” fiilinden türetilmiştir. Bu anlamıyla, metin yani tekst de bir dokumadır. Dinî araştırmalar yüzyıllardan beri özellikle yazılarla ilgilenmiştir; dinî pratiklerde ise her tür tekstil, sembol olarak veya ritüel nesnesi ve eşyası olarak önemli bir rol oynar. “Metin” ve “tekstil” arasındaki ilişki Hristiyanlık çalışmaları kapsamında kısmen araştırılmış olsa da İslam dininin tekstille alakalı boyutuna dair çok fazla çalışma yoktur. Bunun muhtemel sebeplerinden birisi de Arapça, Farsça ve Türkçede bu iki kelime arasında etimolojik bir bağlantının olmamasındandır. Fakat yazı ve kumaşın birbirine geçmesi Müslümanların yöneldikleri kıblede dahi görülmektedir: Kâbe, “kisve” adı verilen ağır, siyah, ipek bir örtü ile kaplanmıştır ve bu örtünün üzerine de altın iple kelimeler işlenmiştir (Bkz. resim 1). İslam’da yazının merkezî öneminden şüphe edilemez. Ancak bu makalede ele alınan konu yazı değildir, yazıda daha ziyade İslam’da perde ve örtü kavramlarının ifade ettiği zenginliğe göz atılacaktır. Avrupa’da İslam’la alakalı olarak örtüden bahsedildiğinde otomatik olarak ve münhasıran başörtüsü akla gelmektedir. Aşağıda bu tek taraflı bakış, kültürel pratiklere ve örtüye ilişkin simgelere daha kapsamlı bir yaklaşımla genişletilecektir.

    Örtüler örter, gizler ve aynı zamanda gözler ve bazen de eller için bir temas yüzeyi oluşturur. Örtü iç/dış, aşikâr/gizli, içkin/aşkın gibi alanları birbirinden ayıran ve aynı zamanda ilişkilendiren çok ince bir ara hattır. İslam düşüncesinde, özellikle İbn Arabî’nin hikmetinde bu ara bölge için çok bilindik bir ifade kullanılır: Berzah. Kur’an’da, iki yerde tatlı su ile tuzlu suyu ayıran duvar anlamında2 ve diğer bir yerde dünya ve ahiret arasındaki âlem anlamında3 olmak üzere üç yerde geçen bu kelime, İbn Arabî araştırmacısı Salman Bashier’e göre etimolojik olarak Farsça bir kelime olan perde kelimesi ile akrabadır.4 Bu etimolojik açıklama şüpheli görünse de örtünün iki alan arasındaki üçüncü veya orta bölge, yani aracı ortam [Medium] manasındaki karakteri üzerinde düşünmek faydalı olabilir.

    2. Görüş Sınırı ve Resimlerin Görüldüğü Yer

    Bir şey örtüldüğü zaman zihinlerde onun içinde veya arkasında ne olabileceğine dair düşünceler canlanır. Örtü bir görüş sınırı, örttüğü şey için bir koruyucudur ve aynı zamanda bir temas yüzeyi teşkil eder. Bu durum örtünün ve perdenin Hristiyan, İslam ve Yahudi din tarihi boyunca ve bunun da ötesinde neden mümkün olan tüm varyasyonlarda çok önemli bir role sahip olduğunu açıklamaktadır. Örtüler çoğu zaman bir şeyi gizleyerek, temsil edilemeyen ilâhî olana işaret ederler: Mesela Kudüs Tapınağı’nda kutsal odanın perdesi, sinagoglarda Tevrat’ın mahfazası olarak, Kâbe’nin kisvesi olarak, Schiller’in “Das verschleierte Bild zu Sais” (Sais’te Örtülü Resim) isimli meşhur şiirinde veya Ortodoks kiliselerinde ikonostasın ortasında perde olarak kullanılmaktadır.

    Örtüler (ince veya kalın olarak) bir görüş sınırı oluşturmakla birlikte, dokumalar ve kumaşlar sıklıkla resimler için bir gösterim alanı olarak da işlev görürler; örneğin ressamın tuvalini ve sinema perdesini düşünebiliriz. Mesela tarihteki Kudüs Tapınağı’nda sandığın korunduğu kutsal odayı saklayan örtü, oldukça değerli bir “Babil perdesi” idi. Romalı Yahudi tarihçi Flavius Josephus’un anlatımlarından bu perdenin kendisinin resimli karmaşık bir dokuma olduğunu anlıyoruz:

    Önceden bu [kapılara] eşit uzunlukta, mavi, yeşil, kırmızı ve mor çizgilerin ustalıkla nakşedildiği Babil işi bir örtü (καταπέτασμα) asılmıştı. Bu materyallerin karışımı mistik bir anlama da sahipti: Âlemi simgeliyordu. Kırmızı ateşin, ince çizgiler dünyanın, mavi havanın ve mor denizin remziydi […]. Bu asılan örtü, semaların manzarasını resmediyordu; Zodyak’ın burçları hariç.5

    Bu tariften açıkça görüldüğü üzere, sadece birkaç hahamın girebildiği tapınağın en kutsal bölümünün örtüsü dünyanın bir nevi tasviriydi. Örtünün imgelerin görünümünün bir mekânı olarak kullanılmasının başka örneklerine bakalım şimdi.

    Perdelerini açarak davul ve hoparlörle çevredeki tüm çocukları “Karagöz ve Hacivat” gösterisine çağıran gölge oyunu sanatçılarına (karagözcü) hayalî adı verilir. Acaba  karagözcünün perdesinde oynattığı hayal perdenin üzerinde mi, yoksa arkasında mıdır? Acaba bu perde arkasındaki gerçekliğe sınır mı çekmektedir, yoksa arkasında veya içinde gizli olanın görülmesi ve anlaşılması için perdeye mi gerek vardır? İşte bu yüzyıllar boyunca tasavvuf şiirlerine konu olan ünlü “perde paradoksu”dur.6 Molla Câmî’nin aşağıdaki rubaileri perdenin/örtünün sergileyici ve gizleyici özelliğini konu alan sayısız şiirden birer örnektir:

    Dedim ki gül yanaklı sevgilime; Ey gonca dudak!
    Örtme yüzünü işveli güzeller gibi her an
    Güldü [ve dedi] ki: “Ben cihan güzellerinin aksine,
    Örtüde görünür, örtüsüzken gizlenirim.”

    Peçe olmadan yanağını görmek ne mümkün,
    Örtü olmadan cemâlini görmek ne mümkün,
    Böyle mükemmel parıldayıp durdukça,
    Güneşin kaynağını görmek ne mümkün!7

    3. Batı-Doğu Kültür Varlığı Olarak Örtü

    Almanya’da son zamanlarda birkaç sergide dinsel ve dönemsel olarak karşılaştırmalı bir biçimde perde/örtü konusu ele alınmıştır: Özellikle Düsseldorf’ta gerçekleştirilen büyük sanat sergisi “Perdenin arkasında: Rönesans’tan bu yana örtmek ve ifşa etmek, Tizian’dan Christo’ya” [Hinter dem Vorhang. Verhüllung und Enthüllung seit der Renaissance. Von Tizian bis Christo] (2016-2017) ve güncel olarak Berlin Yahudi Müzesi’ndeki “Kadını aramak: Peruk, Çarşaf, Rahibe kıyafetleri” [Cherchez la femme. Perücke, Burka, Ordenstracht] (2017). Şüphesiz bu sergiler Avrupa’da onlarca yıldır tartışılan “Müslümanlara ait başörtüsünün” tarihsel ve kültürel açıdan anlaşılmasına ve başörtüsünün sembol ve bir giysi olarak İslam’a özgü olduğu varsayımının çürütülmesine katkı sağlamıştır. Bahsedilen sergiler ve daha önceki sanat tarihi ve kültürel-bilimsel yayınlar örtünün “aracı ortam [medium] ve mecazi”8 olarak tüm Batı sanat tarihi ve üç “kitabi dinlerin” tarihi boyunca var olduğunu göstermektedir. Yani burada farklı yansımalarla kendini gösteren ortak bir Batı-Doğu mirası söz konusudur.

    Ancak örtüler, eşarplar ve perdelerin incelendiği derleme kitaplarda ve sergilerde benim bildiğim kadarıyla büyük bir çoğunlukla İslam’ı anlatmak için açıklayıcı örnek olarak sadece kadının başörtüsü öne sürülmektedir. Mesela “Ikonologie des Zwischenraums. Der Schleier als Medium und Metapher” [Ara bölgenin ikonolojisi: Aracı ortam ve mecazi olarak örtü] isimli teorik olarak oldukça derin olan bu makaleler derlemesinde örtüye ilişkin İslami bağlamda sadece bir örnek mevcuttur ve bu makalenin başlığı şöyledir: “Hicaplar: Çarşaflı kadınlar […]”. Örtünün, makaleler derlemesinin kalan bölümlerinde birçok yönden ele alınan, Batı sanat tarihindeki karmaşıklığı ve çok yönlülüğü, İslam dünyasındaki örtünün çeşitliliği ile değil, sadece klişe bir konu hâline gelen “kadının örtüsü” şeklinde ele alınmaktadır. Berlin’deki sergide de cinsiyetler arasındaki ilişki baştan itibaren ön planda yer almaktadır: Ziyaretçilere kadın bedeninin erkeğin bakışlarından korunmak için örtülmesi gerektiğine dikkat çekmek için, birinci odada fotoğraf yerleştirme şeklinde temsil edilen erkek gözleri ziyaretçilere bakmaktadır. İslami toplumlarda eşarp ve örtülerin sadece cinsiyetler arası ilişkilerin kontrolüne ve toplumsal düzenin korunmasına hizmet etmediği, çok daha ileriye uzanan estetik, dinî, felsefi, mistik ve sembolik yönleri olduğu, sadece başörtüsüne ilişkin yüzeysel kamu tartışmalarında değil, yeni sergi ve yayınların birçoğunda da fazla konu edilmemektedir.

    4. Geçiş Törenleri [Rites de Passage]

    Örtülere, iç ile dış veya bu taraf ile diğer taraf alanlarını ayıran “aracı ortamlar” olarak bakıldığında örtünün doğumdan ölüme kadar farklı geçiş âdetlerindeki kullanımına bir göz atmak faydalı olacaktır. Bu açıdan mesela Türkiye’de günümüzde bile hâlâ sıklıkla bebeklerin sarıldığı kundak ele alınabilir. Bebeğe sıkıca sarılan bu kare bezin çocuğu sıcak tutmak ve korumak gibi pratik faydalarının yanı sıra başka işlevleri de vardır. Bu bez daha çok bebeğe destek ve güven duygusu vermektedir; anne karnındaki sıkı ve bağlılık hissini devam ettirir. Demek ki, yüzyıllardır kullanıldığı çok sayıda arkeolojik bulguya dayanarak bilinen kundak (Bkz. Resim 2) içeriden dışarıya ilk geçişe eşlik eder ve bunu şekillendirir.

    Fakat hayatın ilk anlarında diğer kumaşlar de rol oynar: Yeni doğanların beşikleri meraklı bakışları uzak tutmak ve aynı zamanda çocuğun iç resimlerini de korumak için bir tülbent ile örtülür. Zira günümüzde dahi Türk geleneklerinde oldukça canlı bir şekilde yeni doğanların özel bir görme yetisine sahip olduğuna inanılır (eskiler bebeklerin meleklerle konuşabildiğini söylerler) ve bu hassas algının dışarıdan gelen çok sayıdaki uyarımdan korunması gerekmektedir. Yani geleneksel görüşe göre bu tülbent örtüsü sadece görüşü kısıtlamakla kalmaz, aynı zamanda özel bir tür görme ve algılama yetisini mümkün kılar ve bunu korur.

    Örtünün inisiatik [süluku ilgilendiren] ana karakteri tarikat ritüellerine bakılarak çok iyi anlaşılabilir. Bir tarikata giriş her zaman derviş çeyizinin törenlerle kişiye verilmesi şeklinde gerçekleştirilmiştir, bu törenlerde dervişin takkesi veya dervişenin başörtüsü büyük önem taşımaktadır; bu ritüel giysiler ilk önce şeyh tarafından tekbirlenir ve daha sonra verildiği kişi tarafından öpülerek gözlere bastırılırdı.9 Başka birçok uygulamanın yanı sıra, bu belki de örtünün veya takkenin özel bir görme yetisi kazandırdığı düşüncesine işaret etmektedir.

    Örtü ve takkelerin tasavvuf hayatındaki bu özel kullanımının dışında tüm Müslümanların hayatında iki bezin büyük önemi vardır: Beyaz, dikişsiz ve çok mütevazı bir bez olan Hacıların ihramı ve yine genellikle beyaz ve sade bir bez olan kefen. Bu iki bez de sembolik olarak birbirlerini temsil eder ve aynı zamanda kundağı çağrıştırır; bunların üçü de tüm sosyal farklılıkların ötesinde insanın yaratılmışlığını hatırlatır ve yine her üçü de varlığın farklı aşamalarına geçişe eşlik eder.

    5. Türbelerdeki Sanduka Örtüleri

    Fakat Müslümanların ölüm ile ilgili kültürel pratiklerinde tek örnek olarak kefen düşünülemez. İslam âleminin birçok bölgesinde türbelerde sandukalar özel bezlerle örtülür. Genellikle titizlikle işlenmiş olan bu mezar örtüleri, (sanduka örtüleri) türbelerde hususi bir şekilde bir arada bulunan ehl-i dünyanın ve ehl-i kubur bölgesi, görünen ve gizli olan arasında tıpkı bir perde gibi durur. Ve türbelerde bu tür mezar örtülerinin bulunduğu her yerde, bu örtülere dokunmaya çalışan ve ellerini yüzlerine süren genellikle bayan türbe ziyaretçilerine rastlanmaktadır, bu resmî makamlar tarafından çok hoş görülmeyen “halk dinine” dayanan bir ziyaret biçimidir.

    Sandukanın örtülmesi sayesinde sıradan gözler tarafından görülemeyen kişi, yani türbeyi ziyaret edenlerin huzurunda bulundukları kişi paradoksal bir biçimde, görsel ve şekilsel olmayan bir hâlde görülebilir. Fakat yine de perdelerin arkasında gizli kalır. Kabir örtülerinin sadece gizleyici bir sınır olmadığı, daha ziyade evliyanın tasarruf edebildiği geçirgen bir aracı ortam olabildiği söylenebilir. Bunlar, türbe ziyaretini tenkit eden bazı kimselerin iddia ettiği gibi sadece “cahil kadınların” varsayımı ve onların “batıl” uygulamalarının bir parçası değildir. Osmanlı dönemine ait türbe ziyaretlerine ilişkin yazılı kayıtlara bakıldığında türbelerin içindeki nesnelerin son derece saygın ve yüksek eğitimli din âlimleri için de büyük bir önem taşıdığı anlaşılmaktadır.

    Mesela ünlü Osmanlı âlimi, müfessir, Mesnevi şarihi ve Celvetî tarikatı şeyhi İsmail Hakkı Bursevî’nin (1653-1725) Kenz-i Mahfî adlı eserinden alıntı olan aşağıdaki paragraf Aziz Mahmud Hüdâyî hazretlerine yapılan bir ziyareti konu almaktadır:

    Bir cuma günü türbe-i Hz. Hüdâyî (kuddise sırruhû) ziyâretinde iken perde-i münîf-i kabr üzerinde resm-i (د) mersûm oldu ki, bu (dâl) harfi delîl-i Hakk’a ișârettir. Yâ’nî erbâb-ı irșaddir ki, sulûk-i tarîk-ı Hak olanlarla temhîd olunur. Ba’dehû صاحب الفضيلة العظيمي [en büyük fazîletin sahibi] ibâresini mersûm olmuș gördüm. Hz. Hüdâyî’nin, bekâ bi’llâh mertebesine vusûlünü iș’ârdır. Zîrâ, fenâ fi’llâh ki, mertebe-i cem’dir; rütbe-i ulyâ ve bekâ bi’llâh ki, mertebe-i fark-ı sânîdir, fazîlet-i uzmâ ve mertebe-i cem’ul cem’ ki, cem’u fark mertebelerinin mecmûunu cem’dir. Cem’iyyet-i kübradır ki, makam-ı tebliğ ü irșâddır ve bu makâmın ashâbına “kümmel-ı evliyâ” derler ki, cemî-i berâzih u kuyûddan halâş olmuşlar; vahdet ve kesreti birbirinden bulmuşlardır ve kemâl-i inşirâh-ı sadr ve inbisât-ı dil ü câna sebep olan nûr-ı tecelli ile dolmuşlardır.10

    Türbe ziyaretine ilişkin bu şahsi tecrübe sanduka örtüsünün evliyayı ziyaret eden kişi için nasıl da geçici bir işaretin görülme yeri olduğunu gösteren nadir bir örnektir. Bu örnekte perdedeki “rüyet” bir figür veya bir suret değildir. Burada bez daha çok harfler ve kelimeler için bir aracı ortam yerine geçmiştir.

    Bundan kısa bir süre öncesine kadar, Aziz Mahmud Hüdâyî hazretlerinin türbesine ait tüm emanetler Türbeler Müzeler Müdürlüğü arşivine götürülmeden önce Aziz Mahmud Hüdâyî’nin sandukası çok sayıda örtü ile örtülüydü. Türbeye hizmet edenlerden sorabildiklerimin verdiği cevaba göre gözle görülebilen dış örtünün altında, yıllarca Mekke’den İstanbul’a taşınmış olan kisveden 40 adet eski ve değerli parçalar bulunmaktaymış. Bu değerli kumaşlar sıradan ziyaretçiler tarafından görülemese de bunlar ortamın manevi havasına katkı sağlarmış. Osmanlı döneminde ve yirmi otuz yıl öncesine kadar Aziz Mahmud Hüdayi’nin türbesinde evliyaya ait birçok kişisel emanet de muhafaza edilmekteydi; mesela hırka, pabuçlar, tılsımlı gömlekler, seccadeler gibi. Bu eşyaların her birinin üzerinde ayrıntılı bir şekilde konuşulabilir, fakat bu yazının konusu olarak şunu zikredebiliriz: Bu emanetlerin, yani türbedeki tekstil eşyalarının evliya ziyaretinde bir irtibat vasıtası olarak çok önemli bir rol oynamış olduğu ve günümüzde hâlâ oynadığı belirtilebilir.

    6. Sufilerin Tâc Düğmesi Hakkında Bir Rivayet

    Tarikatların tekstil kültürü incelendiğinde olağanüstü bir sembol zenginliğine rastlanmaktadır. Bu özellikle ritüel bir kıyafet parçası olan “tâc-ı şerîf” için söz konusudur. Osmanlı döneminde farklı tarikatlara ait tâcların ayrıntıları, Osmanlı tasavvuf edebiyatında, taçların hazırlanışı, sembolleri ve hikâyeleri ayrı bir edebiyat dalına yer verilecek derecede zenginleşmiştir: Bu türe Tâcnâme edebiyatı denir. Renklerinden ve şeklinden, özellikle de tepe veya kubbe olarak adlandırılan bombeli üst tarafından tacın hangi tarikata ait olduğu ve giyenin statüsü rahatlıkla anlaşılabilmekteydi. Mesela Aziz Mahmud Hüdâyî’nin sandukasının baş tarafında sabitlenmiş olan tâc-ı şerîf, koyu yeşildir (neftî), on üç bölümü (terk) ve ortasında vahdeti simgeleyen, kumaştan yuvarlak bir ögesi (düğme) vardır.

    Tâcların münferit unsurlarına dair sayısız rivayetler mevcuttur. Aşağıda, tâcnâme edebiyatında örtü sembollerinin zenginliğine ilişkin, tepenin orta kısmında yer alan düğmeyi konu eden bir menkıbeye yer verilmiştir.

    İbnü’l-Arabî’nin rivayetine göre derviş tacının tepesindeki düğmenin vazedilme keyfiyeti sahabe örfüne dayanır. Hz. Peygamber namaz esnasında şevk ve vecde geldiğinde başlarından imameleri yere düşer. Ashaptan biri imameyi alıp namaz bitiminde Hz. Peygamber’e arz eder. Hz. Peygamber de destarı 400 parçaya ayırır ve ashaptan her biri birer parça alırlardı. Bu esnada geri kalan sekiz parça kaybolur; Cebrâil Hz. Peygamber’e gelerek kaybolan parçaları kendisinin aldığını haber verir, yedi parçanın yedi göğe, birisinin de arşın kapısına asıldığını söylerdi. Hz. Peygamber miraca davet edildiğinde -Cebrâil’in haber verdiği üzere- her bir imâme parçasını gayp âlemlerinin bir kapısında asılı olduğunu görmüş, miraç dönüşü bu durumu ashabına ihbar ettiğinde, ashap kendilerinde bulunan parçaları nasıl muhafaza etmeleri gerektiğine dair Hz. Peygamber’den izah talep ederler ve Hz. Peygamber de onlara başlarındaki taçlarına koymalarını emreder. Bunun üzerine sahabe taçlarının üzerine bu parçayı düğme ittihaz ederler. Sufilerin taç düğmesi kullanmaları ashabın bu geleneğini devam ettirmek gayesiyledir.11

    7. Sonuç: Örtülerin Zenginliği

    Taçların ortasında yer alan bu küçük, yuvarlak tekstil unsurunun, yani düğmenin ortaya çıkışının anlatımında, bu makalenin konu aldığı örtülerle ilgili kültür yöntemlerinin zenginliği oldukça belirginleşmektedir. Menkıbede başın etrafına sarılan (yani başın örtülmesine yönelik bir eylem) uzun bir örtüden bahsedilir. Vecd esnasında “örtünün düşüşü”, örtmenin ve ifşa etmenin diyalektiğine işaret etmektedir. Ya da örtüyle ilgili hemen hemen tüm pratiklerde, aynı zamanda “örtünün düşüşü”, yani ifşa olması gizlenmeyle beraber zikredilir.

    Peygamberin imamesi birçok parçaya ayrılmıştır, bunlar sahabeler tarafından titizlikle muhafaza edilmektedir. Yani buradaki değerli örtü, özel, nesiller boyunca aktarılan bir bağlantıdır. Örtünün kaybolan sekiz parçası yedi göğün ve arşın kapısındadır ve gayb âleminin giriş kapılarına asılmıştır: Yani burada da örtüler âlemler arasındaki geçişi sağlamaktadır ve bilinmeyenin, gaybın eşiğinde bulunmaktadır.

    Ve nihayet bu küçük örtü parçaları katlanarak tacın ortasındaki düğmeyi oluştururlar. Yani bu yuvarlak tekstil öğesinin, düğmenin vahdeti temsil eden katlanmış iç tarafı birlik içinde çokluk mudur? –Bu mesele daha başka bir yerde ele alınmalıdır. Örtü konusu Medium, yani aracı bir unsur olarak değerlendirildiğinde ya da kelimenin Latince anlamına bakılarak ortada olan [in der Mitte] manasında değerlendirildiğinde tacın ortasında katlanmış bir bezin bulunuyor olması oldukça ilginçtir.

    Bu makale tekstil unsurlarını ve örtüleri “aracı ortam” [Medium] olmaları açısından ele almaya çalışılmıştır. Bu makalede kısaca gösterildiği üzere karşılaştırmalı bir değerlendirme çok derine inemeyecek ve seçici olacaktır ve aynı zamanda bu tüm münferit örneklerin hakkıyla ele alınamayacağı anlamına da gelebilir. Yine de örtü ve tekstil materyallerinin birçok durumda özel bir şekilde farklı alanlar ve âlemler (iç/dış, aşikâr/gizli, bu taraf/diğer taraf) arasında aracılık ettiği ve bunları birleştirdiği açıkça görülebilir. Örtülerin ritüel kullanımı ve örtü sembollerinin muazzam derecede zengin olması dinin “tekstil” ile ilgili boyutunun çok önemli bir parçasıdır. İslam’da örtülerin karmaşık ve oldukça zengin bir kültür tekniği olarak değerlendirilmesi veya bir tür “yaşam sanatı” olarak ciddiye alınması yıllardan beridir “başörtüsü” tartışmasında Batı dünyasında tekrarlanan klişelerin ve önyargıların aşılmasında yardımcı olacaktır.

    * Ruhr-Bochum Üniversitesi’nde Din Araştırmaları ve Antropoloji alanında doktora araştırmalarını sürdürmektedir.

     

    1 Açıklama: Bu yazı Almanca “Der Schleier als Medium” başlığını taşımaktadır. “Schleier” kelimesi Almancada hem “perde” hem de “örtü” anlamında kullanılmaktadır. “Schleier” Alman edebiyatında yüzyıllardan beri oldukça büyük önem taşıyan bir kelimedir. Dinî bağlamda, mesela tasavvuf şiirlerinin Almancaya tercümesinde “Schleier” daima “perde” kelimesinin çevirisinde kullanılmaktadır. Bu sebeple aşağıda “örtü” ve “perde” kelimelerinden bahsedildiğinde Almanca “Schleier” kelimesinin perde ve örtü olmak üzere her iki anlamı da düşünülmelidir.
    2 Furkân suresi, 25:53 ve Rahmân suresi 55:19-29
    3 Mü’minûn suresi, 23:99-100
    4 Bashier, Salman H. (2004): Ibn al Arabi’s Barzakh. The Concept of the Limit and the Relationship between God and the World. The State University of New York Press
    5 Flavius Josephus, Jewish War 5.212-14. Branham’dan alıntıdır, bkz. Branham, Joan (2006): Penetrating the Sacred: Breaches and Barriers in the Jerusalem Temple, içinde: Thresholds of the Sacred. Architectural, Art Historical, Liturgical, and Theological Perspectives on Religious Screens, East and West, Der. Sharon E.J. Gerstel. Harvard University Press. s. 20
    6 Chittick, William (1999): “The Paradox of the Veil in Sufism”, içinde: Wolfson, Elliot (ed.) Rending the Veil. Concealment  and Secrecy in the History of Religions. Seven Bridges Press. s. 59-85
    7 Câmi, Abdurrahman, Levâyih: Seyr u Sülûk ve Vahdet-i Vücûda dâir, Ter. Șemseddin Sivâsî, Haz. Karacan, Melek Gündüz, Litera Yayıncılık, 2016, s. 79
    8 Endres ve diğerleri tarafından yayımlanan oldukça çok yönlü makaleler derlemesinin alt başlığı (2005):  “Ikonologie des Zwischenraums. Der Schleier als Medium und Metapher”. Wilhelm Fink Verlag
    9 Bkz. İnançer, Ömer T. (2005): “Rituals and Main Principles of Sufism during the Ottoman Empire”, içinde: Ocak, Ahmet Yaşar ed. (2005): Sufism and Sufis in Ottoman Society. Sources-Doctrine-Rituals-Turuq-Architecture-Literature-Iconography-Modernism. Ankara: Türk Tarihi Kurumu, s. 123-182
    10 Alıntılandığı yer: Osmanzâde Hüseyin Vassâf (1925/2006), Sefîne –i Evliyâ, Ed. Akkuş, Mehmet ve Yılmaz, Ali. II. Cilt, s. 593
    11 11) Mehmed Rifat el-Kādirî el-Eşrefî, Risâle-i Tâciyye-i Kādiriyye, alıntılayan Ceyhan, Semih (2011): “Osmanlı Tâcnâme Literatürüne Göre Derviş Tacı ve Abdullah Salâhaddîn-i Uşşâkī’nin Cevâhir-i Tâc-ı Hilâfet Risâlesi”. İslam Araştırmaları Dergisi, 25 (2011), s. 113-172 ve s. 123