Sorumluluk Sorusu
François Raffoul

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Son zamanlarda kaleme aldığım sorumluluk üzerine çalışmanın temel saiki,1 Nietzsche sonrası kıta felsefesinde ayrıntılı olarak ele alındığı şekliyle, sorumluluk meselesiyle tekrardan meşgul olmaktır. Bununla beraber bir diğer amacım, meselenin metafizik sonrası fenomenolojik ve ontolojik anlamlarını, sorumluluğun geleneksel metafizik anlayışça benimsenen özgür otonom öznenin hesap verme zorunluluğu şeklindeki anlayışından uzak bir şekilde keşfetmekti. Nietzsche’nin Ahlakın Soykütüğü’nün ikinci makalesinde “Sorumlulukların Kökeninin Uzun Tarihi” başlığı altında bahsettiği “sorumluluğun kökeni”nin tarihsel jenealojisine/soykütüğüne geri dönerek Sartre, Levinas, Heidegger ve Derrida’nın çalışmalarında sorumluluk konusunun metafizik sonrası anlamlarının ortaya çıkmasına çaba gösterdim. Belirli bir doxa’nın iddia edeceğinin aksine, etik sadece günümüz kıta felsefesinin sabit bir sorunu ya da normatif ahlak kuralları içeren bir bütünlük veya uygulanabilir bir disiplin olarak anlaşılmaktan ziyade, bizatihi etiğin anlamı ya da etiğin etikliği üzerine felsefi düşünceler olarak anlaşılmaktadır. Böyle bir bağlamda sorumluluk, öznellik, özgür irade ve iktidar ideolojisinden uzak, yeni ve özgün bir şekilde yeniden düşünülmüştür.

    Bu çalışma çeşitli açılardan paradoksal görünebilir. Örneğin, Nietzsche’nin ahlak eleştirisi genelde ahlakın imkânsızlığına yol açan ve değerlerin imha edilmesine yönelik nihilist bir girişim olarak tanımlanmaktadır. Etiği sorgulamanın sanki etiğe karşı bir saldırıymış gibi varsayılmasını Merleau-Ponty şu şekilde alaya almaktadır: “Ahlakı basit bir olgudan problem hâline getirmemden hareketle benim onu reddettiğime kanaat getirdiniz.” Şundan eminiz ki, Nietzsche’nin jeneolojisi etiğin basitçe devre dışı bırakılması değil, Nietzsche’nin “hayatı reddeden” felsefeler diyerek hedef gösterdiği Hristiyanlık ve tabii ki Platonculuk gibi etiğin belli anlayış kalıplarına karşı bir eleştiriydi. Nietzsche’nin ahlak eleştirisi ile hedeflediği geleneğimizi ve kavramlarını yeniden irtibatlandırmak, değerlerini yeniden değerlendirmeye girişmek, yani değerlerinin değerini yeniden değerlendirmek meselesidir. Nietzsche “eleştiri” ile olumsuz bir teşebbüse ya da ahlaka yapılan bir saldırıya değil, ahlakın kökenlerinin tarihi üzerine bir araştırmaya işaret eder. Sorumluluk meselesine ait geleneğin yapısöküme tabi tutulmasıyla (esasen sorumluluk ile hesap verme zorunluluğunun özdeşleştirilmesinin eleştirisiyle), Nietzsche sorumluluğun ve onun temel kavramlarının (nedensellik, faillik, irade, öznellik) jenealojisini üstlenir ve böylece konunun fenomenolojik anlamlarının yeniden ele alınması için de yol açılmış olur.

    Sorumluluk konusu güncel kıta felsefesi etiği için temel bir yer işgal etmektedir. Nietzsche’nin ahlak ve hesap verme [accountability] zorunluluğu kavramlarını jenealojik bir yapısöküme uğratmasıyla sorumluluk tepeden tırnağa yeniden kavramsallaştırılmıştır. Örneğin Sartre’a göre etik bir normlar bütünü değil, varoluşun bir özelliğidir. Sartre’da etik, fenomenolojik ontolojiye bağımlı olarak tanımlanır, çünkü ontoloji her ne kadar etik buyrukları formüle etmekten uzaksa da en azından bize etiğin varoluşsal durumuna göz atma fırsatı verir. Sartre için sorumluluk, en başından beri varoluş için bir sorumluluk anlayışı üzere varoluş ile özdeşleştirilmiştir. Sartre, özün geri çekilmesi ve değerlerin teolojik temelinin kaybolmasına, sorumluluk ile etiğin kökeninin yerleşmesi fikrine dayanarak insan varoluşunu mutlak bir sorumluluk ile özdeşleştirir. Bu bakımdan, Sartre’ın fenomenolojik ontolojisinde varoluşun kendi içinde bir etiklik vardır. Kısacası Sartre için ontoloji bir ahlak veya kendi başına bir etik sağlayamasa da, yine de etiğin etikliği veya etiğin imkânı üzerine söz söyleyebilir.

    Heidegger “Hümanizm Üzerine Mektup” adlı eserinde, esas ontolojiyi [fundamental ontology] destekleyen bir etik yazmamasının sorulması üzerine şu meşhur cevabı verir: “Varlık üzerine düşünmek birincil etiktir.” Heidegger’in bu tavrındaki ilk jest etiği ve ontolojiyi, sanki birbirlerinden bağımsız alanlarda tesis edilmişler gibi ontolojiden ayırmamaktır. Varlığının anlamı sorusuyla düşünerek, etiğe varlık hadisesine göre yaklaşmaktan başka bir şekilde yaklaşılamaz. Etik olmayan bir ontoloji varsayılamaz, bu yüzden uygulanabilir bir disiplin olarak etiği “ontolojiye” eklemeye gerek yoktur. Heidegger varlığın çağrısına cevap vermemize göre sorumlu olmaklığımızı ve metafizik etik geleneklerinin eleştirisi ile insanoğlunun dünya üzerindeki yolculuğunu ethos olarak tefekkür etmesiyle etik olanı yeniden düşünmektedir. Dasein’ı etik bir fikir ve bizim varlıkla ilişkimizi de sorumlu bir bağlılık olarak anlamaktadır.

    Levinas beni [self] öteki insan için bir sorumluluk olarak tanımlamaktadır ve etiği tekil öteki ile karşı karşıya gelmek olarak konumlayarak Kantçı evrenselcilik ile ipleri koparmaktadır. Levinas’ın „ben“i, öteki insan için bir sorumluluk olarak tanımlaması, „ben“i, ötekinin zarar görebilirliği ve ölümlülüğüne bir adanma olarak görmesine yol açmıştır. Derrida yapısökümü sorumlu bir karar ile –aporetik olarak– meşgul olan cevap verilebilirlik olarak anlamaktadır. Sorumluluk bizzat bir imkânsızın tecrübesi ile meşgul olmaktadır. Böyle bir bağlamda, sorumluluğun özgün ve orijinal bir şekilde tekrardan düşünüldüğü, yani bir öznellik ideolojisinden, iktidar ve iradeden uzak bir şekilde tamamıyla yeniden kurulduğu açıktır. Gelenekte sorumlu olmak, kendi kendine kanun koyma ve şeffaflık idealinde, egemen bir öznenin kendi kendisini temellük etme kabiliyeti olarak tanımlanmıştır. Derrida’nın ifade ettiği üzere, “Sorumluluğun veya (etik, hukuki, siyasi) kararın bütün temel aksiyomları öznenin egemenliğinde temellendirilmiştir, yani bilinçli „ben“in yönelimsel bir şekilde kendi kendisini belirlemesidir (ve bu ben de özgür, özerk ve fail vb.’dir).3 Derrida’ya göre bu metafizik yorum yapısöküme tabi tutulmalıdır. İster açık, ister kapalı bir şekilde olsun, kıta Avrupası’nın bu düşünürleri geleneksel modellere, yani hesap verme mecburiyetine karşı çıkarak etik sorumluluğun yeniden düşünülmesine bir imkân açmaktadırlar.

    Sorumluluk kavramı aslında geleneksel hesap verme mecburiyeti ile tam olarak özdeşleştirilmiş olmasa da, bununla özgür irade ve nedensellik felsefesinin otoritesi altında ilişkilendirilmiştir. Özgür irade ve nedensellik felsefeleri de özne temelli metafiziğe dayanmaktadır. Sorumluluk, nedenselliğe göre bir fiilin veya hadisenin temeli olarak algılanmaktadır. Dolayısıyla, iradesinin özgürlüğü vasıtasıyla kendi fiillerinin nedeni olan kişiye, bir özne olarak hesap sorulabilir. Hesap verme mecburiyeti kavramı ile özdeşleştirilmiş sorumluluk, bu bakımdan bir failin fiillerinin nedeni ve temeli olabilme kapasitesini ifade etmektedir. Eserimin ana vazifesi, bu sorumluluk kavramının yapısökümcü bir jenealojisini üstlenmekti. Böylece sorumluluğun, irade ve öznellik felsefesinin otoritesi altında, tedricen nasıl bir şekilde inşa edildiğini (bir yapı hâline geldiğini) ortaya çıkarmaya çalıştım. Bu yapıyı açığa çıkarmak zaten onun yapısökümünü üstlenmektir. Metafizik sonrası bir sorumluluk idraki öznenin hesap verme mecburiyetinden ayrılmaktadır.

    Sorumluluğun bu anlamda kontrol ve gücün, egemen bir öznenin tesisiyle alakalı olması azalmakta ve daha çok bizden gelmeyen, fakat yine de bizi çağıran bir hadiseye açıklıkla ilgili olmaktadır. Meselem sorumluluk kavramını tepeden tırnağa yeniden düşünmek amacıyla bu anlamları keşfetmektir. O hâlde artık bir özneye işaret etmeden sorumlu olmak ne anlama gelmektedir? Nietzsche’nin sorumluluk jenealojisiyle ve ondan sonra sorgulanan ve meydan okunan yukarıda zikrettiğimiz kategoriler ile sorumluluğu düşünmenin başka yolları olamaz mı? Eğer düşünce özgür iradenin sonucu olarak görülmediğinde sorumluluk ne anlama gelebilir? Sorumluluk artık bir öznenin kapasitesinin “kendi” düşünceleri ve fiillerini isimlendirmediğinde ne olmaktadır? Artık nedensellik kategorisi faal veya en azından sorunsallaştırıldığında sorumluluk ne manaya gelmektedir? Bir kere öznelci önyargılar veya varsayımlar bırakıldığında, sorumlu olmaklığın [being responsible] anlamı ve sorumlu olmanın [to be responsible] ne manaya geldiği üzerine kavramsal bir çalışma hem mümkün hem de zorunlu hâle gelmektedir. Sorumluluk kavramının jenealojisi çok çeşitli anlamları ortaya çıkaracaktır. Böyle bir jenealoji, sorumluluğun irade ve öznellik metafiziğinin içinde bulunan, öznelliğin hesap verme mecburiyeti manasıyla hüküm süren sorumluluk kavramını açığa çıkaracaktır. Fakat sorumluluğun bu anlamı terimin dar bir manasıdır ve belki de en asli manası değildir. Bu noktada dört motiften bahsedilebilir:

    1) İlki, insanın bir fail veya bir özne olduğu inancı, yani isnadın temeli olarak bir öznelliğe dayanma (mantıksal ve dilbilgisi açısın temel anlamında subjectum). Böyle bir öznenin eleştirisi ister Nietzscheci, isterse de fenomenolojik veya yapısökümcü olsun, sorumlu olmanın ne manaya geldiğine dair idrakimizi radikal bir biçimde dönüştürecektir. Özne motifinin hâkimiyetinin kırılmasıyla sorumluluğun yeniden ele alınması, insan olmanın ne manaya geldiğinin yeniden ele alınmasını beraberinde getirecektir.

    2) Öznenin iradi bir fail olduğu düşüncesi, yani sözde “özgür irade”ye dayanma. İster Nietzsche’nin “Özgür irade bir kurgudur.”, ister Heidegger’in “Özgür irade özgürlüğünün özünü ve özgür olmanın anlamını yakalamamaktadır.” eleştirileri olsun, isterse de Levinas’ın “sorumluluk benin özgürlüğünden önce vuku bulmaktadır ve ben, ötekine pasif bir şekilde önceden tahsis edilmiştir.” sözünde ifade edilen ilham olsun, özgür irade kavramına yöneltilen fenomenolojik eleştiri sorumluluk anlayışımızı radikal bir şekilde dönüştürmüştür.

    3) Nedenselliğe dayanma. Bir şeyin “nedeni” olmak ve bir şey “için sorumlu” olmak birbiriyle birleşmiştir. Fakat bu durum bir sorunsalı ortaya çıkarmaktadır: Neden kategorisi insanın kendisi ve ötekiyle olan ilişkisine uygulanabilir mi? Bu kategori, bu ilişkinin hadise olması bakımından, hadisede ortaya çıkan şeye tatbik edilebilir mi? Bir hadise, hadise olarak nedene tabi olabilir mi? Bir “irade” bunun nedeni olabilir mi? Bir hadisenin hadiseliği, nedenselliğin çizdiği çerçeveye bir istisna ortaya koyarak tam da bunun aşılmasına dikkat çekmemekte midir? İsmine layık bir hadise nedensellik tarafından koşullanabilir mi? Veya Jean-Luc Marion’un bizi düşünmeye davet ettiği gibi, bir hadise nedenselliğe nazaran belirli bir aşmayı varsaymamıza imkân vermemekte midir? Marion hadiseyi şöyle tanımlıyor: “Hadisenin karakteri ve payesi, hadisenin (geçmişe göre) öngörülemez, (şimdiye göre) etraflıca kavranamaz, (geleceğe göre) tekrar edilemez olmasıdır; kısaca hadise mutlak, eşsiz bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden buna saf hadise diyebiliriz.”4

    4) Sorumlu öznenin rasyonel bir özne olduğu varsayımı, etik sorumluluğun rasyonel bir faaliyet olduğu fikrinin temelini teşkil etmektedir. Sorumluluk kavramı, Levinas, Heidegger veya Derrida’da olduğu gibi aklın galebesinden, nedenler vermekten (yeter sebep ilkesi) veya bir kendilik fikri sağlamaktan ayrı tutulduğunda ne olur? Sorumluluk yeter sebep ilkesinin otoritesi altında tutulmak zorunda mıdır? Derrida sorumluluğu ötekinin hadisesine [the event of the other] bir karşılık olarak anlamaktadır.5 Bu hadise, her zaman öngörülemez, hesaplanamazdır ve hadise her zaman, kişinin yeter sebep talebini kırar. “Ötekin gelmesi, gelenin gelmesi (l’arrivée de l’arrivant) öngörülemez bir hadise olarak öngörülemeyenin gelmesidir.” Derrida’ya göre sebeplere, yeter sebep ilkesine bir hadise “aklın ‘hesap vermeyle’ (reddere rationem, logon didonai) sınırlandığı kadarıyla” meydan okuyabilir. Mesele sebep kılma talepleriyle bağdaştırmak değildir, bilakis “ötekinin öngörülemez ve hesaplanamaz bu gelişini basitçe inkâr etmemek ve görmezden gelmemektir.”6

    Sorumluluğu bu şekilde yeniden konumlandırmak cevap ve karşılık verebilme meselesini, bir çağrıya cevap ve “karşılık” verebilmek olarak sorumluluğu açmaktadır. Derrida herhangi bir sorumluluk fikrinin karşılık verme tecrübesinden gelmesi gerektiğini ve karşılık verebilmenin alanına ait olmasını belirtmektedir.7

    Sorumluluk her şeyden önce bir cevaptır/karşılıktır. Bu kelimenin [response] Latince kökeni ihanet anlamına gelen respondere’ye kadar gitmektedir. Derrida cevap verilebilirliği üç türe ayırmaktadır: “Bir şey için cevap vermek” [répondre de], “bir şeye cevap vermek” [répondre à] ve “bir şeyden önce cevap vermek” [répondre devant]. Bunlar içinde Derrida “bir şeye cevap vermek” kullanımına öncelik vermektedir, çünkü bu, cevap verdiğim kişi veya şey olan ötekinin kaydını harekete geçirmektedir. Derrida Dostluğun Siyaseti isimli eserinde, “Kişi bir şey veya birisi için cevap verir (bir kimse için, bir fiil, bir düşünce ve bir söylem için); bu cevap bir ötekiden, bir ötekiler topluluğundan (bir enstitü, bir mahkeme, bir kanun) önce olur. Ve her zaman kişi bir şey (birisi veya bir niyet, bir fiil veya bir söylem için) için, önce cevap verir. [Bu cevap verme] evvela karşılık vermek ile olur. [Karşılık verilen] bu son modalite böylece daha asli, daha temel ve dolayısıyla koşulsuz bir şekilde belirir.”8

    Sorumluluğun fenomenolojik anlamları, hesap verilebilirlikten ziyade cevap verilebilirlik sorunsalına daha yakın olabilir ve bu da hâlâ öznellik metafiziğine dayanabilmektedir.9 Sorumluluk evvela bir çağrıya tahsis edilmiş bir karşılık çeşidi olarak alınmalıdır. Burada aklımıza Heidegger’in Varlık ve Zaman’da vicdanın çağrısı diye düşündüğü ve daha sonra da Zollikon Seminerleri’nde kişinin karşılık vermek zorunda olduğu varlığın çağrısı veya söylevi meselesi gelebilir. Heidegger bunu şöyle ifade etmiştir: “Mevcut kılma iddiasının cevap verilebilir olması insanlığın en büyük iddiasıdır: Bu iddia etiktir.”10 Çağrı motifi, öteki kişinin, insanın kendi zarar görebilirliğinden ve ölümlülüğünden gelen çağrı şeklinde Levinas’ın sorumluluk tanımında da merkezîdir.

    Bununla beraber Jean-Luc Marion’un sorunlu doygun fenomenini ve bunun tecrübesinin gerçekleştiği çağrılan (l’interloqué) diye isimlendirdiği yeni kendilik tanımını da burada düşünebiliriz. Marion’a göre aslında, öznenin hesap verme zorunluluğu ve Levinas’ın ötekinin yüzüne karşılık verme olarak sorumluluğun çeşitli anlamları, çağrının bizatihi kendisine cevap verme olarak asli bir sorumluluk anlamını varsaymaktadır. Verilmiş Olmaklık [Being Given] isimli eserinde şöyle demektedir: “Kendi fiillerine karşılık vermek zorunda olan yasal ‘özne’nin ve ötekinin yüzünün talep ettiği şeye karşılık vermek zorunda olan etik ‘özne’nin hususiyeti olarak anlaşılan sorumluluk, verilen [un adonné] tarafından bir çağrıya karşılığın en genel şeklinden türetilebilir ve çağrı her zaman bir paradokstan (doygun fenomen) meydana gelir.”11

    Sorumluluk öyleyse bir karşılıktır, Kant’ın iddia ettiği gibi kendiliğinden oluşan bir şey değildir. Fakat özne transandantal olmayan bir özne çağrının alıcısıdır; biz karşılık veren kişileriz, mutlak başlatıcılar değiliz. Kant’a göre sorumlu olmak, bir şeye mutlak olarak başlayabilmek anlamına gelmektedir. Fakat çağrıya muhatap olan özne hiçbir zaman bir şeye başlayamaz, sadece karşılık verebilir. Ben her zaman sonra gelir, her zaman “geç” gelir ve benin sorumluluğu, çağrıyı kaydetmede ve ona karşılık verme şeklindeki tam da bu geç kalmadır. Sorumluluk mefhumunun temelindeki insan anlayışının önemi buradadır. Kant insanı rasyonel bir özne olarak düşündü ve bu yüzden insanı köken (“transandantal özgürlük”) ve temel olarak gördü. Kant’ın sorumluluk kavramı bu özellikleri taşımaktadır. Heidegger insanı, bir özne olarak değil, atılmış bir varoluş (sorumluluk alan) olan Dasein olarak gördü. Aynı şekilde Levinas, özneyi bir çağrıya muhatap bir şekilde, pasiflik olarak anladı. Ona göre özne ötekinin rehinesiydi. Sorumluluk bu anlamda bir seçim meselesi değildir. Öznenin üzerine yüklenen, bir görev şekli alan, etik bir yükümlülüğe dönüşen bir talepten ve bu talebin cevap veremeyeceğim çağrısından ortaya çıkmaktadır. Bu talebinin cevaplanması gerekmektedir: Cevap vermek (bir göreve, yükümlülüğe) kişinin cevap veremeyeceği ihtimalinin olmadığını işaret etmektedir. Aslında karşılık vermemek bile bir tür karşılıktır. Heidegger sahici olamamayı tam da böyle tanımlamaktadır: (Vicdanın çağrısına) karşılık vermemek yine de bir tür karşılıktır. “Karşılık vermeyerek karşılık vermek” sahici olamamak anlamına gelmektedir.

    Bu çok anlamlı çeşitlilik, öznenin hesap verebilme zorunluluğu olarak sorumluluk anlayışının tek taraflı doğasını açığa çıkarmaktadır. Fakat bu, terimin tek anlamı değildir, belki birincil anlamı bile değildir. Sorumluluk başka şekillerde de düşünülebilir: Bir çağrıya karşılık verme zorunluluğu, ötekinin zarar görebilirliğine maruz kalma, kendi “olmam” olarak varlığın hadisesine açıklık, sorumluluğun ağırlığını kişinin üzerine yüklenmesi; bu ağırlık ister sonluluğun, ister ötekinin, isterse de özsüz varoluşun ağırlığı olsun, tüm bu anlamlar, temellük edilemeyen bir şeye maruz kalmak ve bunun tecrübesine işaret etmektedir. Sorumluluk, varoluşun ve ötekinin bu temellük edilemeyen karakterini tecrübe etmek ve ona bir karşılık vermek hâline gelmektedir. Bu vardığımız sonuç en azından sorumluluk tarihinin, yani sorumluluğun anlamlarının jenealojisinin görmemize izin verdiği şeydir.

    * Çağdaş kıta felsefesinde etik üzerine akademik çalışmalarını sürdürmekte olan en önemli düşünürlerden biridir. Doktorasını Fransa’da, Derrida’nın danışmanlığında tamamlayan yazar, Lousina State University’de felsefe profesördür. Çağdaş Fransız düşüncesi üzerine birçok kitabı ve makalesi vardır. The Origins of Responsibility (Sorumluluğun Kökenleri) isimli eseri bu alandaki temel kitaplardandır.
    1 The Origins of Responsibility (Bloomington, IN: Indiana U. Press, 2010)
    2 Maurice Merleau-Ponty, The Primacy of Perception (Evanston, IL: Northwestern University Press, 1964), s. 30
    3  Derrida, Jacques, Without Alibi, (Stanford: Stanford University Press, 2002), s. XIX
    4 Jean-Luc Marion. “The Saturated Phenomenon,” içinde Phenomenology and the “Theological Turn” (New York: Fordham University Press, 2000), s. 204
    5 Çevirmenin notu: Metin boyunca response kelimesi, karşılık ve cevap şeklinde tercüme edilecektir. Kelimen her iki anlamı da muhteva etmektedir.
    6 Jacques Derrida and Elisabeth Roudinesco. For What Tomorrow…: A Dialogue (Stanford, CA: Stanford U. Press, 2004), s. 50
    7 Örneğin bakınız: Passions, s. 15. Derrida burada “karşılık verebilme” [responsiveness] terimini kullanmaktadır. Aynı zamanda bakınız: The Gift of Death, s. 3
    8 Jacques Derrida. The Politics of Friendship (London/New York: Verso, 2005), s. 250
    9 Ethics and Finitude (Etik ve Sonluluk) isimli eserinde Larry Hatab sorumluluk kavramını geliştirmeye çalışmaktadır: “Sorumluluk ‘cevap verilebilirlik’ (Almanca verantwortlich kavramı gibi) olarak karakterize edilebilir, böylece ahlakçı ‘hesap verme zorunluluğundan’ farklılaşır. Bu ifadelerle sorumluluğu özerk faillikten ve bununla alakalı hesap vermeden ayırmayı kastediyorum…” Ethics and Finitude (Lanham, Maryland: Rowman & Littlefield, 2000), s. 185
    10 Martin Heidegger, The Zollikon Seminars, tr. Franz Mayr and Richard Askay (Evanston, Ill: Northwestern University Press, 2001), s. 217
    11 Jean-Luc Marion. Being Given. Toward a Phenomenology of Givenness, tr. Jeffrey L. Kosky (Stanford, Ca: Stanford University Press, 2002), s. 293