Kudüs’te Tasavvufi Hayat
Dr. Ali Qleibo

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Kudüs’ün sadece ismi bile her Müslüman’ın kalbini ve aklını coşturur bir kuvvete sahiptir, çünkü Kudüs’te nostalji, takva ve Allah ve resulüne olan sevgi birbirleriyle buluşurlar. Hz. Peygamber’in izinde Kudüs’ü ziyaret, dinî tekâmülü canlandıran manevi bir yolculuktur ve insan ruhunun en derin cihetlerine dokunur. Kişinin Allah ile olan şahsi rabıtasını yeni bir safhaya sokan âdeta manevi bir geçiş törenidir.

    Kudüs irfanının axis mundisi – dört yönün birleştiği dünyanın sembolik merkezi – İslam tarihi boyunca parıldamıştır. Hz. Peygamber’in Kudüs’e olan gece yolculuğuyla (isra) Allah’a varmasından ilham alarak müminler bu yolcuğun ve arz ile sema, yani yukarı ve aşağı âlemler arasındaki birleşmenin Aksa Mescidi’nde mümkün olduğuna inanırlar. Aşağı âlemden yukarı âleme irtibat aşağıyı yükseltirken yukarı âlemin bereketi aşağı âleme iner. Bir omfalos – göbek – olarak vazife gören Kudüs, Müslümanların mukaddes şehre olan iştiyakını arttıran dünyanın başlangıç noktasıdır. Mekke’de Cebrâil aracılığıyla Hz. Peygamber’in Allah’tan vahiy almasının yanında Kudüs’te doğrudan bir ilişkiye dönüşmesi bu şehre hususi bir ululuk statüsü vermektedir. Kudüs, Allah ile irtibat kurmuş birçok peygamberin mukim olduğu mukaddes toprakları temsil etmektedir. Kudüs’ün dünyada cennetten bir parça, cennete dünyadaki en yakın yer olduğu ve saf gönüllerin toplanacağı hesap gününün vuku bulacağı mekân olduğuna inanılmaktadır.
    Hz. Peygamber müminlere Kudüs, Mekke ve Medine’de ibadet etmek için seyahat etmelerini emretmiştir: “(İbadet için) sadece şu üç mescide yolculuk yapılır: Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi ve Mescid-i Aksa.” Hadîs-i şerifte geçtiği üzere vurgulanması gereken üç mukaddes şehrin ilişkisi hiyerarşik bir şekilde değildir. İslam’daki mukaddesatın ortaya çıkışının sembolik ifadeleri olarak bu şehirler, değerlerinin diyalektik tabiatına dayanmaktadır.

    Müslümanlara bu üç mukaddes şehri ve bu şehirlerdeki mescitleri ziyaret etmelerinin emredilmesiyle Hz. Peygamber bizim Allah ile olan kendi ilişkilerimizi şekillendirmede beraber olduğumuz fikrini bize sunmaktadır. Allah ile doğrudan, anlık ve şahsi ilişki ile O’nu tecrübe etme inancı, genellikle İslam’ın kuru yorumu tarafından eleştirilen tasavvufî irfanı vurgulamaktadır. Bu anlamıyla Müslüman mistikler çeşitli Sûfî pratiklerinin, söylemlerinin, metinlerinin, kurumlarının, geleneklerinin ve tecrübelerinin bir toplanma noktası olarak düşünülebilir ve bunların hepsi farklı Sûfî ekolleri, yani tarikatlar olarak adlandırılabilir.

    Kudüs’te sur içine yayılmış görkemli binalar, medreseler, zaviyeler, ribatlar, hankahlar, türbeler, sebiller, matbahhaneler ve çeşitli vakfiyeler isimlerinin Kubbetü’s Sahra ile birlikte anılmasını isteyen sultanlar, beyler ve dinî şahsiyetlerin uzun bir listesini içinde barından şehrin görsel arşivini teşkil etmektedir.

    Kudüs bütün Müslümanları büyük bir cazibeyle kendine çekmektedir. Kudüs’e ziyarete gelen Sûfîler genellikle bir halakaya aittir ve bu halakaların her biri, bir şeyhin etrafında toplanmış hususi bir tarikatın parçasıdır. Dervişler olarak bilinen Sûfîlerin Kudüs’teki uzun konaklamaları için barınma ihtiyaçları karşılanmış ve ziyaretçilerin etnisiteleriyle özdeşleşen zaviye veya ribatlardar sayesinde manevi rehberlik sağlanmıştır. Her topluluk, bir şeyhin manevi rehberliği altında bir tarikat bulabilir ve bu tarikat da şeyhin mensup olduğu millet ve konuştuğu dil ile ilişkilidir. Bu zaviyeler, ribatlar ve hankahlar sayesinde çeşitli tarikatların ve medreselerin geliştiği bir ziyaret merkezi olmasıyla Kudüs’ün cazibesi zamanla daha da artmıştır.

    Yerel ziyaretçiler ile birçok geleneksel ve halkın gittiği muteber dinî türbeler, (Osmanlı zamanında yerleşen bir gelenek olarak) belli zamanlarda okunan ve Medih-i Nebevî’nin merkezî bir rol aldığı zikirli mevlidler çeşitli tarikatlar için cazibe merkezi olmuştur ve bu ayinler bu tarikatlarca yönetilmiştir.

    Filistin halk kültüründe mevlid ve mevsim terimleri birbirinin yerine geçecek şekilde kullanılmıştır. Tasavvuf musikisi, repertuvarındaki kadim ilahiler ile manevi heyecanı alevlendirir ve coşturur. Bu mevlidler hem herkese açık zaviyelerde ve bazı hususi aile zaviyelerinde okunur. Mevlidlerle beraber içeriği ve bağlamına göre zikirler çekilir ve böylece zikre katılanlar maddi kaygılardan berî kılınarak Allah’a niyazda bulunurlar. Musiki, güfte ve ritmik sözler kişiyi günlük kaygılardan aklayan araçlardır. Dinî musiki dünyevi gerçekliği bastıran, hafızanın bariyerlerini yıkan keşfî anlar ile kişiye hayat veren ve geçmişi ebedî kutsal ana çağıran özelliklere sahiptir.

    Selahaddin Eyyubî, mevsimsel Filistinli Sûfî ziyaretçilerin Kitab-ı Mukaddes’te isimleri geçen büyük şahsiyetlerin makamlarında ayinler yapmasının kurumsallaşmasında önemli bir rol oynamıştır. Sûfî alayları ve kutlamalar büyük şölenler halinde gerçekleşen olaylar olmuştur ve birçok farklı tarikatı bir araya getirmiştir. Her tarikat kendisine ait ilahilere, musikiye, farklı vücut hareketlerini içeren zikirlere ve sancaklara sahiptir. Bu özel zamanlara has dinî ziyaretlere Kudüs’te mevsim denilirdi ve (Hz. Peygamber’in doğum günü) mevlid gibi zikirlerle kutlanırdı.

    Kendisi de bir ehl-i tarik olan Selahaddin hürriyetini kazandırdığı her yeni coğrafyaya, Sûfî Bedevi kabilelerin ile şehirli nüfuzun ve köylülerin ihtiyaçlarını tanzim edebilmek için yerel bir türbeyi ziyaret merkezi olarak tahsis etmiştir. Bu nevi türbelerden bazıları; Remle’de Nebi Salih, Yafa’da Rubin türbesi, Herzliya diye bilinen Reşef’de Seyyidina Ali’dir. Selahaddin’in adı, daha sonradan da Deyr el-Belah diye isimlendirdiği Mevsim Deyr el-Rum ile eşleşmiştir. Bu kutlamalara Güney Gazze’nin kabile ve köylülerin lehçelerine göre Mevsim Daron veya Darom da denmektedir. Nakab Bedevileri ve doğu Gazze’nin yerel törenleri ise Mevsim el-Mintar’dır. Nebi Musa Mevsim’i ise Kudüs’ün hemen dışındaki türbede kutlanmaktadır. Bu kutlamalarda El-Halil ve Nablus’tan farklı tarikatları temsil etmek üzere önemli şeyhler ilk başta Kudüs’te toplanır ve daha sonra Hz. Musa’nın türbesine doğru bir alay şeklinde yol alırmış. Bu şeyh efendilerin Kudüs’ün farklı sosyal dokularından müridleri ve bu şeyhlere bağlı Kudüs’ün eşrafı hangi tarikata mensup olduklarını gösterir takke, taçlar ve sancaklar ile bu alaya iştirak edermiş. Kudüs’ün büyük müftüsünün Akibet el-Bayrak caddesindeki evinde toplanan bu sancaklar, Nebi Musa’daki her resmî Sûfî alayında ve diğer ayin ile cenazelerde kullanılırmış. Bu gelenek Selahaddin zamanına kadar gitmektedir.

    Tarikatların, zaviyelerin, ribat ve hankahların çeşitliliği Filistin Müslümanlığının ahlaki dokusunu ve manevi çizgileriyle beraber Kudüs’ün Müslüman kimliğini şekillendirmiştir. İsra ve Miraç hadislerinin mistik yönü bütün İslam dünyasındaki Sûfîlerin cezbetmiştir ve bu ilginin Kudüs’ün dinî, ekonomik ve kültürel karakterine katkısı göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür.

    Erken Osmanlı dönemi, Arap olmayan hacıların yoğun bir akınına şahit olmuştur: Hindîler, Afganlar, Orta Asyalılar, Endenozyalılar, Faslılar, Kürtler, Türkomanlar ve Türkler hac yolculuklarını Kudüs’e bağlayarak burada tefekkür ve ibadet ile iştigal etmişlerdir. Her milletin ismiyle anılan zaviye ve ribatlarda, bu milletlerden hacılar tarikat şeyhlerin gözetimi altında manevi rehberlik görmüşlerdir. Zaviyeler (Arapça çoğul haliyle zavaya) daha sonradan Kudüs’ün misafirperver bir hac merkezi olmasına önemli bir katkıda bulunmuştur. Bu zaviyeler genellikle zaviyenin kurucusu veli bir şahsiyetin kabrinin yanındaki meskenlerdir ve şu anda da cami olarak kullanılmaktadırlar. Zaman değiştirmekte ve dönüştürmektedir. Zaviyelerin, bir zamanlar dervişlerin kalıp evrad u ezkar ile meşgul oldukları odalarının şu anda evler, sınıflar, klinikler veya bazen dükkân depoları olarak yerel Kudüslü halk tarafından kiralandıkları görülmektedir.

    Kudüs’te binası bugüne ulaşan zaviyelerden en önemlilerinden birisi Hindî Zaviyesi’dir. Bu zaviye 1118 yılında Basra’da doğan Ahmet er-Rufaî’nin takipçileri Rufaî tarikatına aittir ve Rufaî tarikatı devrinde Hindistan’a kadar yayılmıştır. Kudüs’teki Hindî hacılar bu zaviyeyi kurmuş ve başında da yine Hindî bir şeyh vazife almıştır. Günümüzde burası ilkokul ve Birleşmiş Milletler’e ait bir klinik olarak kullanılmaktadır. Rufaî tarikatına ait başka bir zaviye ise Aksa’nın altın kapısının yanında bulunmaktaymış, fakat günümüzde bu bina yok olmuştur.

    Seyahatnamelerde Kudüs’te tasavvufun altın günlerini okuyabilmekteyiz. 16 Nisan 1690 Çarşamba gününde Abdulgani Nablusî, Kudüs’teki Mevlevî zaviyesine yaptığı ziyareti detaylı bir şekilde anlatmaktadır. El-Hadra isimli kitabında, bu zaviyenin üç katının bulunduğunu, ilk katında muhteşem bir avlunun olduğunu, daha sonra ikinci katına çıktığını ve buradaki avlunun biraz daha küçük olduğunu ve en son üçüncü kata çıktığını anlatmaktadır. Bütün odanın taştan koltuklarla donatıldığı ve üstlerinin ise döşek ile yastıklarla kaplandığı büyük divan odasından bahsetmektedir. Odanın ortasında iç kaplaması taştan ufak bir su havuzu ve kaynağın olduğunu tasvir etmektedir. Mevlevihanedeki dervişlerin Nablusî’ye Sûfî bir misafir olduğu için özel olarak Sema ayini icra ettiklerini de anlatmaktadır.

    Osmanlı idaresi altındaki Kudüs’ün en zengin zaviyesinin Mevlevi zaviyesi olduğunu hatırlatalım. Zaviyenin masraflarının karşılanması açısından şehirde birçok mülkiyet zaviyeye vakfedilmişti. Mevlevi Zaviyesi 1543 yılında Osmanlı’nın o zamandaki Kudüs valisi tarafından kurulmuştur. Günümüzde bu yapıda yerel halktan kiracılar vardır ve camisi hâlâ faaldir.

    Bunların dışında Kudüs’te eskiden faaliyet gösteren bazı zaviyeleri de kısaca zikretmek istiyorum. Şeyh Abdullah el-Bistamî (v. 1391) tarafından kurulan iki zaviyeden birisi El-Sai’dia bölgesindeymiş. Şeyh Abdullah Irak’tan kendisinin şeyhi Alâeddin Ali ile birlikte Kudüs’e gelmiş ve burada mukim olmuşlardır. Bir başka zaviye is Kayremî zaviyesidir. Sur içindeki Müslüman mahallesinin merkezinde olan Suk Han el-Zeit’ın yanında olan bu zaviye Şemseddin Muhammed el-Türkmanî tarafından 1386 yılında kurulmuştur ve kendisi 1420 yılında orada vefat etmiştir. Türkmanî’nin kabri bu zaviyededir. Vefaî zaviyesi ise on dördüncü yüzyılda yaptırılmıştır. Bir başka zaviye ise günümüz surlarının etrafındaki otobüs durağının olduğu yerde bulunan Edhamia zaviyesidir. 1358 yılında Şam’daki Memlük valisi tarafından bir mağaranın içine yaptırılmıştır ve içinde bazı şeyhlerin kabirleri vardır. Mekânda şu anda Nakba’dan sonra içine yerleşen Filistinli mülteci aileler vardır.

    Sur içinde Aslanlı Kapı’dan Elem Yolu’na doğru iki önemli zaviye vardır: Memluk zamanında yapılan Mehmeziye zaviyesi ve 14. yüzyılda inşa edilen Özbekler Zaviyesi’dir. Bu zaviye Nakşibendiye tarikatının piri Bahauddin Nakşibend el-Buharî tarafından kurulmuştur.

    Günümüzde hâlâ tarikat faaliyetlerinin sürdüğü Kudüs’teki zaviyelerden birisi Afgan Zaviyesi’dir. 1633 yılında Kadiriye tarikatının mensuplarınca kurulmuştur ve her Perşembe akşamı ayin olmaktadır.

    Selahiyye hankahı ise Selahaddin Eyyubî tarafından yaptırılmıştır. Selahaddin Eyyubî bu binayı genç ve yaşlı şeyhlere, mukimlere ve (Arap ve Arap olmayan) hacılara ikindi namazından sonra Kur’an okuyup akabinde zikir yapmaları şartıyla vakfetmiştir. Bu geniş hankah büyük bir meskendir. Sur içinin Hristiyan bölgesinde yer alan hankahdaki camide Selahaddin Eyyubî namaz kılmıştır ve günümüzde esnaf tarafından kullanılmaktadır. Hankahın bir kısmı Yunan Ortodoks Patrikhanesinin bir parçasıydı ve Kutsal Kabir Kilisesi’nin çatısı ve batı tarafına kadar uzanmaktadır.

    Rabiatü’l Adeviyye Kudüs’e taşınan ilk Sûfîlerdendir. Kabri Zeytin Dağın’da Haram-ı Şerif’e bakmaktadır ve bir zaviyeye ev sahipliği yapmaktadır. Günümüzde bu zaviye el-Tur kasabasından gelenler tarafından mesken olarak kullanılmaktadır.

    Kudüs eşrafından aileler Hz. Ömer devrinde Kudüs’e murabıtlar olarak yerleştirilmiştir ve bu aileler Kudüs’ün teolojik anlamda sembolik değerinin farkındaydılar. Nusebbiyye ailesi bu ailelerden en bilinenidir. Kudüslü büyük ailelerin içlerinde Sûfî halkaları ve çeşitli tarikatların müntesipleri bulunurmuş. Hemen hemen her büyük aile kendisine bir Sûfî salona sahipmiş (meydan). Hüseyni ailesi Halvetiyye ve Kleibo ailesi Kadiriyye ayinlerini evlerinde yaptırırlarmış. Benzer şekilde Ebu Suud, Âlami, Kutub, Carallah ve Davudî Dacanî aileleri de aynı şekilde evlerindeki hususi meydanlarında ayinler icra etmiştir.

    Bununla beraber bu büyük aileler içinde farklı tarikat mensubiyetleri bile görülmüştür. Kudüs’ün güney batısında kendi bölgeleri olan Dacani ailesi, kendi aile zaviyelerinde üç farklı tarikata sahipti. Benim kendi ailemin ismi Qleibo bir Şafî fakihi ve Kadirî şeyhi olan büyük dedelerimden birisinin lakabıymış. Tamamıyla akla güvenmeden kalp yoluyla elde ettiği marifetten dolayı kendisine kalp vasıtasıyla bilgi anlamına gelen Kuley’bo denmekteymiş ve bu isim yıllar içinde bizim ailemizin ismi olmuştur.

    Kudüs’e sonradan yerleşenler içinde el-Mağribî ismi en yaygın isimlerdendir. Kudüs’e çok önceden Fas’tan gelmiş aileler burada kendi bölgelerini, vakıflarını, zaviyelerini ve ribatlarını kurmuştur. Maalesef sur içindeki Faslılar/Mağribî mahallesinin tamamı Ağlama Duvarı önüne alan açılabilmesi için buldozerlerle yıkılmıştır. Benzer şekilde Afgani, Ensari, Buhari, Nakşibendî ailelerinin Sûfî ataları Kudüs’e yaklaşık 500 yıl önce kendi memleketlerinden gelmiş ve Kudüs’te kendi zaviyelerini kurmuşlardır. Bunlarla beraber Hausa, Fulani, Bergo, Kalambo, Selamet ve Berno gibi Müslüman Nijeryalı kabileler Kudüs’te mukim olmuş ve Aksa’nın kuzeybatı kapılarından Bab el-Meclis’in yakınlarında Mansur Ribatı ve Alaeddin Ribatını kurmuşlardır. Nijeryalı Müslüman kabilelere, Arapça konuşan Sudanlılardan ayırt etmek için hem Mekke’de hem de Kudüs’te Tekârnah denmektedir. Tüm bu listesini vererek anlattıklarımız, bu abidevi mekânlar Kudüs’teki manevi iklimin temel yönlerini sembolize etmektedir. Bir kültürü ve bir sosyal tarihin tasavvuf ile tecessüm etmesini ifade etmektedir.

    Marifet veya Allah’ı bilme, sevme ve O’na bağlanma arayışı zikir, yani Allah’ı hatırlamak ile mümkündür. Her daim Allah’ın huzurunda kalmak Müslümanlara Kur’an ile emredilmiştir. Ehl-i tasavvufun zikri ve bu zikirlerin icra edildiği ayinler, bu anlamda her daim Allah ile olmanın yollarındandır. Bunların yanında mukaddes mekânların ziyareti de bu yolda kişiye bereket ve lütuftur. Bu bakımdan Kudüs’ün bereketi ve Miraç ile olan irtibatı genelde bütün Müslümanlar ve hususen de Sûfîler için her daim cazibe merkezi olmuştur. Sûfiler, veliler ve hacılar imanların maddi tezahürüne dokunabilmek ve görebilmek için Kudüs’e hep seyahat etmiştir.

    Kudüs’ün zaviyeleri, ribatları ve hankahları günümüzde çoğunluk göçebe işçiler tarafından mesken edilmiştir. Harap ve suiistimal edilmiş Memluk medreselerinin sanat eseri niteliğindeki cepheleri şu an sadece geçen zamanın şahitleri olarak durmaktadır. Sadece Afgan Zaviyesi günümüzde faaliyetlerine devam etmektedir ve diğerleri kullanım dışıdır.

    * Kudüs’te yaşan antropolog, sanatçı ve yazardır. Kudüs sosyal tarihi ve Filistin köy kültürü üzerinde uzman olan yazar Before the Mountains Disappear, Jerusalem in the Heart, ve Surviving the Wall isimli kitapların yazarıdır.